14 Şubat 2014 Cuma

YENİ HİKAYE BİRİNCİ BÖLÜM
Adam ne zamandır yeni bir hikaye yazmamıştı. Yazmaya oturunca  hiç sebepsiz yere içi daralıyordu.  ilk eserindeki  başarıyı  yakalayamamaktan korkuyordu ve yenisini  yazmaktan da  zorlanıyordu bu yüzden. Selim İleri’nin  bir yazısını okumuştu. Bütün yazarlar arada bir “artık yazamayacağım!” korkusu çekermiş diye. Acaba kendisi de öyle bir dönemde  miydi? Önceden,  önünde açık duran ajanda beyaz kağıt falan filan dinlemez  sayfalarca durmadan hikayelerini  yazıverirdi. Zaten, yeniden basılmaya karar verilen daha önce yayınlanan  kitabı da  yayınevinin kararsızlığı yüzünden hala çıkamamıştı.Yazıları ile ilgili düşüncelere dalmışken , sevgilisiyle o gün buluşacağı aklına geldi. Kalbinde  uçurumun  kıyısından ayağı kaymış da  boşlukta uçuyormuş hissine   benzeyen   heyecan yumakları  duyumsadı .  Ama, aynı düşünce  hızıyla da sanki  bahtının ışıkları   söndü sandı. Evi kara kapkara bir deliğe dönüştü. Vücudunun  bir şeyleri eksilmeye mi  başlamıştı? Amalardan, acabalardan, kendine sorularından, sorgulamalarından dolayı;  son günlerde sık sık başı ağrır olmuştu. Yaşamında azgın dalgalanmalara yer vermeye niyeti olmadığı gibi, tanınmış bir öykücü olmadan  da dünyadan göçüp gitmeye gönlü razı değildi. Adam, evinde  tek başına yıllardır yalnız yaşıyordu. Kendi başına yaşamaya çok  alışmıştı. Evine aşırı bağlıydı;  gölgesinden  bile kıskanacak kadar. Eviyle olan ekstrem  bağını, konukları onun   nüktedar  sohbetlerinden  anlamaları pek mümkündü. Çünkü, evine olan  ketumluğuna dair sarih veya salih göndermeler yapmaktan çekinmezdi. Bazen de apaçık; “Birileri evime fazla girip çıktığında elimde olmadan  rahatsız oluyorum!”da diyebilirdi. Adam başka bir alemdi. Nev-i şahsına münhasırlardandı. Ama, işte onun da bir derdi vardı. Çözümleyemediği. Hem de kendi kendine çözümlemesi gerektiğine inandığı türden. O’na  göre doktorundan vücudunu saran sinsi  hastalığını öğrenene kadar her şey  yolundaydı. Normaldi. Sıradandı yaşamı. Daha geçen hafta  arkadaşlarıyla toplandıkları meyhanede, hafif çakır keyifle “  hikayelerini nasıl yazdığını, okuyucu kitlesinin kimler olması  gerektiğinden filan söz etmemiş miydi?” Arkadaşlarına  “edebiyatın, hikaye dalında  genç neslin   temsilcisi  olduğunu teyit ettirmişti. Hikayelerinin karakterlerini belirleme tekniğini, gözlem gücünün önemini söylemişti. Sosyal bir olgunun hikayesini  yazmak gerekliliğini ise  sözcüklerin üstüne basa basa anlatmıştı. Bu  hatırladıkları çok  kısa bir süre  önceye değindi. Adam, O akşamı anımsadı ve  hemen unutmayı. O akşama dair anımsadığı her şey canını acıtacaktı çünkü. Acı çekmesinin bir tek nedeni vardı; hastalığını öğrenmesi. Hastalığını öğrenmesiyle beraber belleğinde çok şey değişmişti.  Edebi kimliği, ömrünün    kısacık bir dilimine bedeldi. Bu  bedel de şimdilik   öngörüsüyle hafızasına  mezara gömer gibi gömütlenmeliydi. Ruhunda karşılaştığı durum  şimdiye kadar dünyada yok denilecek kadar az insan da görülmüştü…
YENİ HİKAYE (İKİNCİ BÖLÜM)
Doktoru, hastane kütüphanesinde bulunan tıp dergilerini incelediğini ve doktor arkadaşlarımla da sizin rahatsızlığınıza dair konuştum. Bana anlattıklarınızdan yola çıkarak yaptığım tetkikler son derece olumlu ve fiziki anlamda herhangi bir etkilenmeniz söz konusu değil şu durumda size diye Adam’ı ferahlatma gayesi düşünmekten ziyade bulguların sonucunu açıklıyordu. Tıp literatüründe bu tür ayrıcalıklı ve  çok az rastlanan, dahası  hastalık mı, ruhsal bir değişim mi gibi çözümlemesiz  olaysınız  açıkcası bana göre.( doktor, dudağını hafifce bükerek) Korkacak bir sağlık problemi olarak gözükmese de durumunuz bundan sonraki günlerde  farklı yaşamak isteyebilirsiniz dedi. Adam, Anlaşılan  hayatım alt üst olacak diye düşünmekten alamadı kendini. Mesleğinin uzmanı olan doktoru ise gayet sakin bir şekilde açıklamalarını sürdürerek: Emarelerin izleri dış görünüşünüzde farklılık belirtisi olmayacağı yönünde. Dediğim gibi fiziki herhangi bir değişim beklenmemekteyim. Şimdiye kadar nasılsanız öyle olmaya devam edeceksiniz. Sizin, hastalığınızdan kaynaklanan tedirginliğinizi anlıyorum merakınızı da.  Doktor olarak benden beklediğiniz yanıtı yaptığım tetkikleri dikkate alarak söylemek en doğrusu. Sevindiren nokta, biyolojik değerlerinizde  bir dengesizlik yok tetkik sonuçlarına göre. Bu da demektir ki; erkek portföyünüzü koruyacaksınız. Hastalığınızın enteresan olan  tarafı, hormonlarınızla alakalı. Hımm! Yani, bir bakıma, hastalığın tutumu ve  bedensel seyirleri beyninizin duyusal kısmını etkisi altına alacak. Hormonlarınızın anormalliğini fazla detaya inmeden ve   sizin zihninizde  karışıklığa sebebiyet vermeden kısaca böyle tanımlayabilirim. Bakın bir örnek vereyim: Kadınsı hislere hüküm veren  bir zerre hormonalcik var her erkeğin bedeninde, tıpkı her kadının bedeninde erkek hormonalcikleri taşıdıklarından varsayarak yola çıkalım sizinle. İşte o hormonalcik  bir müddetliğine sinir sisteminizde gezintiye çıkacak. Bir erkek olarak siz az veya çok (artık hastalığınızın ilerlemesine göre) beyefendi tavrından istem dışı olarak hanımefendi  edasını  yaşama geçireceksiniz. Yalnız şunu unutmadan hatırımdayken söyleyeyim en çok dilinize vurabilir(kadın şıklığı ve cilvesel sözcüklerle mesela) ve o rahatlıkla neşeli bir hanıma dönüşme ihtimaliniz var. Bir alt bilginiz olsun diye söylüyorum. Mesele bu kadar! Büyütülecek fazlaca da  bir şey yok şimdilik. İlerde hastalığınız nicelik ve nitelik değiştirirse birlikte ne yapacağımıza karar veririz. Ama doktorun olarak tek bir isteğim olabilir.  Hastayım kompleksinden rica ederim uzak durun. Ruhunuzda  kocaman kara delikler açılmasın. Normal yaşantınıza devam edin. Bir erkek olarak, onlarsız yapamadığımız kadınlar hakkımızda ne düşünüyor diye düşünmüşsünüzdür zaman zaman. Durumunuzu kolaylaştırmak adına işte size bir fırsat. Kendinizi inandırın yeni halinize ve  kabulünü kolaylaştırmak elinizde. Bilimsel bir deneyi gerçekleştirmek için  öbür tarafa, kadın tarafına geçtim deyin kendinize. Evet bu bir ironi, ironi olmasına ama size hayatınızı  tiye aldırabilecek bir ironi. Farz-ı misal beynimiz  buna inansın. Mecbur tamam mı!Beynimizden  bahsediyorum, bize inanmak zorunda sonuç olarak. Sanırım sizin için de  en kolay yol. Anlatabildim mi acaba? Ufacık bir notum daha var: Varsayalım sevgiliniz var. Uyumlu ilişkinize aynen devam edebilirsiniz. Ama  yine de ufak çatlamalar için  hazırlıklı olun derim. Ya da ilk paniklemelerinizle partnerinizi şaşırtabilirsiniz de. Her iki halde hastalığınızın  geçici tepkileri. Lütfen sakin olun ve sakinleşmeyi bekleyin. Durumunuzla ilgili arkadaşlarınızla  konuşmayın. Çünkü, her kafadan çıkan bir ses sinirlerinizin yıpranmasına neden olabilir. Çevrenizi  hal ve tutumunuzdan dolayı  kuşku meraklı halkası sarabilir. Kendinize sıkıntı yapmayın bu tür etkileri rahat olun, hiçbir şey yokmuş ve hasta olan siz değil başkasıymış kadar rahat davranın hatta. Size söyleyebileceğim başka bir şey yok sanırım bugünlük. Ben hastanede ya da muayenehanemde nerede olursam  olayım sakın çekinmeyin! Ne zaman  isterseniz soru sormak için  ya da yardıma ihtiyacınız olursa hemen gelin.  Halen sizi yakalayan hastalığa istinaden   araştırmalarımız sürmekte. Gerçi, hormonal dengenizde değişime neden olan hormonalcikleri düzenleyen bir tedavi  ve ilacı ne yazık ki şimdilik bulunamadıysa da hiç bulunamayacak  değil ama. Bilim  insanlarının tıbbi çalışmaları sürmekte. Umarım size çare olacak ilacımızın müjdesi yakındır. Ümidimizi kesmeyelim biz derken doktoru ayağa kalkarak Adam’a elini uzattı ve  tekrar geçmiş osun diyerek muayene  odasının kapısından uğurladı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Adam, o gece uyumadan önce  intihar etmeyi düşündü. Sevgilisine “ölmek istiyorum” diye mesaj attı. Çok aralamadı kapı çalındı. Sevgilisiydi gelen. Kapının açılması ve sevdiği adamı sağ salim görebilmenin ardından, gerilen vücudunu puf gibi  geriye doğru bıraktı kadın. Teninde seyir  seyir seyirmelerle bir an duraladı. Şaşaladı! Sevincinden de çıldırdı ama. Ödü kopmuştu mesajı okuduktan sonra. Ya bir şey olmuşsa, ya yetişemezsem diyerek.. fakat, adama, bilerek onu kaybetme korkusunu belli etmedi. Bu cezayı hak etmişti Adam. Zaten, kızgınlığı da geçecek gibi  görünmüyordu. Telefonunda  bir mesajınız var sevgilim’den, diye açıp bir çırpıda okuyuverdiği heyecansı sms’in  intihardan söz etmesi sonrasında kadının  bir iç çekimi sızısıyla  yüzüne yerleşiveren donuksu duruk ifadesi silineceğe benzemiyordu. Sinirlendiğini  saklaması için geçerli mazeret aramasına  da olanak yoktu bu telaş ve panikte. Az sonra patlayacak volkanın  kızgın ateşiyle  birlikte erkeğin yüzüne lavlarını fışkırtacak dağ kadar şişindi bir an. Adam, sevgilisinin bakışlarından  enikonu korktu. "E e herhalde senden aldığım mesajla  allakbullağım," der gibiliği gerçek  bir nakkaş ancak bu  kadar ustaca nakşedebilirdi bir kadının yüzüne ve sesinin kasvetine. Çarpışma başlıyordu. Kadın,yağmur bulutunun içinde gizil  bombamsı, ses gücünde  ve olanca   hararetiyle: “kadın olsan kaprisini anlardım" dedi   Nemruttu sanki. Aksi ve ıslık gibi kısık ve kınından çekilmiş kılıçla başı gövdesinden savrulan sözleriyle. Adamın gönlüyse bir avuç kordu aynı zamanda. Kadının bihaberliğine yad edercesine içerlek:
 “Hastalanan sen değilsin de ondan böyle konuşuyorsun”dedi  gözleri. Durgun bir göl  gibiydi ve  suskunluğu seçmişti.
Kadınsı hislerle  sarmalanınca   sinir ağları  ve git gide yaşamıma  tesiriyle   başa çıkamaz olursam diyen   Adam,  koltuğa çöküp, omuzlarını kısıp, sırtını iyice kamburlaştırıp höykürerek çocuk gibi ağlamaya başladı.  O ' ki, kızınca incecik  iki çizik arası  ateş kırmızısı dudağından  ateş, duman tütütmeye meyledecek kadar yaklaşan ve  ürkek güvercin  gibi ikircikle sınırlı, kaçak öfkeli hallerden sakınan biri olmuştu hep.  Avaz avaz vaveylasıyla bütün bunları düşünerek bağırıp çağırmaya başladı Kadın: " Ne oldu sana?  Kötü bir şey mi var?  Sen kim ağlamak kim? Nefret edersin ajitasyon dersin böyle zamanlarda. Çıldırıcağım  ya. Hele o mesaj? Aklımı kaçıracaktım az kalsın. Senin tarzın değil anlatabiliyor muyum? Şimdi söyle bana, ne oldu çabucak anlat. Yoksa çat! edecek yüreğim. Sorularının  karşılığını almak ve Adam’ın anlatacaklarını dinlemek için susmayı tercih etti. Adam, doktorunun söylediklerini anlatıp anlatmamakta tedirgindi. Emin olduğu bir şey vardı  Kadını gözlerini gözlerinden ayırmasın istiyordu.  Gözbebeklerinden yansıyan sevginin ışığıyla  ve anaçsı şefkatiyle kaybettiği gücünü geri kazanabilirdi. Gerçek ortadaydı. Sana ihtiyacım var dedi kadına. Kadın’ın şaşkınlığı  karşı karşıya olduğu Adam’da aniden ortaya çıkan  duygusal değişimiyle alakalıydı. Alışık olmadığı sevgilisinin son tutumuydu. Tutarsız gözüküyordu ve tutunamayanlar gibi. Hiç yapmazdı bunu. Asla. Asla. Çünkü  ne zaman kendini zayıf hissetse  evine kapanır  telefona çıkmaz, cep telefonunu dahi  tık diye kapatır ve  günlerce  kimseleri arayıp sormadan iletişimsiz yaşardı.  Ta ki  girdiği buhrandan çıkıncaya.  “ Müthiş üşüyorum!”diyen sevgilisine sıkıca sarıldı Kadın: “Neden? Neden? Neler oluyor canım?”
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
 Adam, soğuk bedeninin bir yerlerinde yanan  har har   ateşiyle üşüyordu. Kolları sımsıkı erkeğini saran Kadının kalbi üşüdü  ta derinden, en derininden. “Canım, aşkım, bebeğim ne oldu sana?” diyerek koruma hissiyle  yanıp tutuşurken bir yandan da beyinciğinin  bombelerine  hırlamaya hazır hayretler gizlenmişti. Ama sobelenemeyecek kadar oyunsu olmayan bir döngüydü yaşanan ve çocuksuluktan çok uzaktı gözyaşlarının nedeni. An’ın bütünleştirdiği iki sevgili, neler  olduğunu,  erkeğin intihar meylinin söze dökemeyeceklerini biliyorlardı.  Adam’ın titremeleri, üşümeleri  sadece, sevdiğinin teninden süzülen  berraklıkla durulabilirdi. Kadın, aurasında  çepeçevre tavaf eden  enerjiyi, nefesiyle erkeğinin çakralarına üfleyiverdi. Adam nihayet kendine geldi. Denge bulduğu bedeni yorgundu. Daha fazla ayakta kalmaya dayanamadılar. Yatak odasına doğru uzandılar. Sarılmış halde yatağın üstünde erkek ve kadın, gözlerini kapattı o an’a ve herkes kendi dünyasından uzakta   olmayı seçti bir müddetliğine. Anlaşılan ikisi de  geçmişle şimdiyi   karşılaştırmak üzere sözleşmişti hiç konuşmadan.  “Nereye bakıyorsun sevgilim?” evet, nereye? Adam, Kadının bazı akşamlarda dışarıda yemekteyken göz dalmalarının sebebini sormasına kızardı. Gelişigüzel yanıtlar verirdi. Halbuki O’ “ Sen ve ben ve biz  buradayız?” derdi kısacası. Anlamazdım dedi zihninden, ne kadar anlayışsızmışım. Kirpiklerinde saklı kalmış  nazlıca  bir gözyaşının akmasına müsaade edip  Adam, kıvracık dilinden  dökülen tümcesi: “Sen  haklıymışsın!” kadının kulağına aynen ulaşan ses duyumu böyleydi. İçeriği yüklü mü yüklü bir söylemdi iki vurgulu cümle. Göz kapağına eğilmiş kaşlarını alnına doğru kaldırarak Kadın: “Ben haklıyım öyle mi? Neden ama ?” “Hiiç?” erkeğin açıklayacağı bir durum  vardıysa da vazgeçmişti. Odaya sinen giz kokusu demin ki  bir bedeni ikiye ayırmaya yetti. Bir hışımla yatağın orta yerinde belinin üzerine dikleşerek kadın: “ Allah’ım  delirmek üzereyim. Anlama sınırlarımı zorlama artık aşkım. Lütfen! Ne için  haklıymışım bilmek istiyorum. Bilmece gibi konuşmandan hoşlanmadım! ” dese de sevgilisi  iç kapısını sürgülemişti az evvel. “ Unut olanları  tamam mı. Geldi ve geçti.” Adam’ın yanıtı kesindi. 
“Ne geldi, ne geçti  anlamadım ki?” ısrar etmeye devam eden Kadın’ın çabası boşunaydı. “  Açıklaması yok.”
“Ama neyin açıklaması yok  hayatım?”  bu kez de kollarını kerpeten gibi kadına sarıp:
“Bu mevzu bitmiştir sevgilim.”diyerek  dudağını güvenli ihtirasıyla sundu sevdiğine susturabileceğini umarak. Umduğundan beter bir şüpheyle:
BEŞİNCİ BÖLÜM
 “ Ne yani?”dedi kadını.
 “Öyle yani.” Olabildiğince avutan  cevabıyla dinginleşmiş, dirilmiş eril ve ehildi Adam. Yine kendinden emindi eskisi gibi.
 “Olmazz! Olamaz! Sabahtan  beri telaş ve tedirginliğim nedensiz miydi? Direniyordu Kadın.
“Evet!” dedi Adam. “Aynen öyle. Ne bekliyordun? “
“Seni tanıyorum bebeğim, sen de bir şey var ve önemli. Yoksa, asla kazan kaldırmazdın hayata.”
Kadının kafasını göğsüne bastırdı Adam. “Ne  yani hayata kazan kaldıran hep sen mi olacaksın. Hem sıkıldım artık ciddi ciddi. Haydi çıkıp biraz hava alalım.”
Başı sevdiğinin göğsünde “Ne bileyim? Ben seni hiç böyle görmedim.”dedi Kadın.
“ Farzet ki  şu an da görmedin. Bir şey olur mu?”
 ” Yook..” dedi Kadın, biraz şaşırarak. “Mesaj atan sensin. Sorularınla beni şaşırtan da .”
 Olan oldu, Adam, kadınsı ve şen  bir kahkahayı;  beklenen misafiri baş köşeye buyur edercesine  eğildi ve elini  uzattı saygıyla saya saya  bir iki üç ve patlattı uçsuz bucaksız uçurumdan uç da uç. Sustu sonra. Bir kadına baktı, bir susturduğu kahkahasına. İlk kez, pervasızca güldüğünün hesabını sormayacak kadar vakur   bir  Kadın’a sahip olmanın kendi kendine  vermiş olduğu kibir ve gururla:
“Dur sana bir çay demleyeyim  birlikte içeriz ”dedi şımararak.  Çok çok  şaşırma sırası Kadına gelmişti yine ve az kalsın küçük dilini yutacaktı.
“A a a a sen çay sevmezsin ki. Çay seven erkekleri çok kadınsı bulursun sen!?”
 “Bu demek ki bundan böyle çay içmeyi sevecek mişim...” dedi ve   isteklice sarıldı hayretle kendisine bakan kadını.
Kadın da  tüm  sevecenliğiyle erkeğine sarılırken  onun  rakı merakını, kadehine  sevdalı gibi  kardeşliğini falan  ve her yudumda  hayatın tadı şerefine  içişlerini hayalinde canlandırmaktan vazgeçemezdi bir anda. İçinden konuşmaya kurgulamaya yatkındı  öteki kadın. “Canım, canım.. çay  su içmeler, demlemeler…  sevgilim uçmuş  sanki!? Bir sebebi var  değişiminin ama? Ama  ne  ne? Neyse ve her ne ise  nasılsa söyleyecek veya  bir müddet sonra mutlaka anlayacağım” gibilerden devam eden içsel mırıltıları sürerken karnından, sessiz ve soluksuz takip ediyordu sevdiğini Kadın mutfağa gidişinin ardından.
 “Hayır olsun” dedi Adam da kalben kendine.  Yeni kimliğimi, benliğimi ve filizlenen kadınsı hislerimi pek erken  yaşamaya başladım “hayrola” demeye getirdi rahat davranışlarıyla, kahkahasıyla. Hayır! Öyle gelmedi. Öyleydi. Aklı bir karış havada yazacağı öykülerin kurgusunda bir ışık yanmıştı  şuurunda.
“ Yeni hikayesinde  yazmak istediği kadının adı ipek olmalıydı benim Kadın’ım gibi.” Çay suyunu ocağa koydu. Su kaynarken sevdiğini öptü kokladı. Teninde gezindi hafif hafif. Ürperdi tenleri birlikte. Uzun uzun öpüşmeleri kısrak gibi tırısla dolandı mutfakta alev alev. Çaydanlığın fokurtusunu duymadılar önce. Sonra çelik çaydanlığın onları azarlar gibi çata  patlarına dikkat kesilip çayı demlediler.
ALTINCI BÖLÜM
 Çeşmenin incecik akan suyundan çaydanlığı soğuk suyla silme doldurup tekrar ocağın üstüne koydu Adam. Kendisini keyifli bir tebessümle izleyen Kadını sarıldı öptü öptü öptü dudağından  arzuladı filiz filiz sevdalanmayla yepyeniden heyecan heyecan. Oracıkta sevişme isteğiyle yanıp tutuşması Adamın da keyfini yerine getiriverdi “Bir değişiklik yoktu belinde beleğinde. Oh nihayet! İçi ferahladı.”  "Seni tanıyamıyor gibiyim ama yeni halinde hiç fena değil. İlginç! Yeniden keşfetmek sevgilimi! Böyle düşününce şimdi bak beni de heyecan bastı” diyen sevgilisine bir hoş bakış fırlattı muzipçe.. Adam ve  Kadın tuhaf, tutkulu ve acemi aşıklar gibi sarıldı birbirine. Üç gün önce bir gün nasılsa ayrılacağız diyerek  muhtemel bir hayal kırıklığı yaşıyorken ikisi de dipdiri duyguların dalgasız denizinde yüzmeye hazırdı.  Sevecen dokunuşları el ayalarının, avuçlarının ateşiyle tenlerin de gezinirken… Kadın, hiç yaşamadığı bir esintiyle sallandığını hissetti. Sevişmenin acelesinden uzak,  bir ihtimal bekleyişlerine dahil sevilmekti bu.. Kadın, Adamdaki sıra dışı değişikliğe aldırmadan bedeninin ürpermelerine kısık kısık yanıt verdi. Telaş yoktu. İhtiras yoktu dokunuşlarında. Kaynayan çayın altını söndüren hangisiydi? Çünkü hem Kadın, hem Adam aynı anda uzanmış ve parmakları ocağın düğmesini çevirmek üzereydi. Ocağın düğmesinde karşılaşan parmaklar değince birbirine yeni tanıyormuş gibi Adamını, Kadın ve onun  yepyeni kadınsı duygularından habersiz ; yeni hikayesini  yazıyorlardı birlikte. 20 Ağustos 2008...




İKİNCİ GÜN
Adam uyandı uyanacak arası yana döne yatağında  kadınını aradı. Canı sıcacık onu sarılmak çekmişti. Mis gibi kokusunu içine çekerek sevgilisiyle biraz daha uyumak istiyordu. Sabahın perdeden sızan ilk ışıklarıyla yatak odasına dalıvermesini oldum olasıya sevmezdi. Yatağın bir yanı boştu. Adam, daha öncesinde  sevgilisinin yatakta olup olmamasına dikkat etmezdi. Ne bileyim uykusu kaçmıştır, lavaboya gitmiştir diye düşünür  uykusunu bölmezdi. Ama bugün farklıydı. Hayatında ilk kez içinde bir kuşkuyla atlayıverdi yataktan, banyonun ışığını  görünce kalbi  pıt pıt yatağa dönecekken, canı bir sigara çekti. Sehpanın üstündeki sarı çakmağı aldı "çat'" diye  bir sigara yaktı. Ayak ayak üstüne attı, dumanı içine çekip selametle tüttürü tüttüre yarımı geçmişti ki... kısacık, erkeksi saçları diken diken sevgilisi şortunu hala çekmeye çalışarak banyonun kapısından  göründü.
"Hayrola!"dedi.
Adam, sigara tiryakisi olmadığını unutarak " Hiç? Seni merak ettim  de şekerim." Dedi. Kadın konuşmayı anlamamış gibi  “Sen manyak mısın ya gecenin bir yarısı ? Ne biçim konuşuyorsun ? " diye fırçaladı adamı.
  " Ne varmış sözlerimde? Yatakta seni göremeyince  şekerim?" sözü yarıda kesildi. Kadın uykudan uyanmanın sersemliğiyle:
"Hayır, hayır! O değil. Şekerimler falan... Sen uçmuşsun sanki ... yoksa bana mı öyle geldi? Radyoda yeni bir dj’ lik formatı mı deniyorsun anlamadım? Beni merak etmen… hem de gece yarısı… çok hoşuma gitti"diye diye yan yan vücudunu eliyle sakinleştirmeye çalışarak ve hafifce  yalpalayarak uyku haline bir an önce dönmek üzere tam  giderken
Kadın yatak odasının kapısından geri döndü ve çok önemli  bir şeyini  unutmuş aceleciliğiyle: "Ama, ama  sen sigara içiyorsun?"
 YEDİNCİ BÖLÜM
"Ama, ama  sen sigara içiyorsun?"

Hiç beklemediği  bu soru karşısında ne yapacağını bilmez vaziyette  Adam, elindeki sigarayı küllüğün içinde söndürmeye çalışarak bozuntuya vermeden: “ : "Ay ay  benim cicimin de gözünden hiçbir  detay kaçmazmış…” dedi ve  tatlı şuh bir gülüşle O da yatak odasına yürüdü.  Gece son saatlerini  sayarken  Kadın ve Adamın  en hengameli bakışıverişleri kara kırış gözbebeklerinin  göz göze gelmelerine neden oldu hem  utangaç hem  tutuk tutuk.  Bir yabancılık ruhsalında  yeni tanışmış iki  çiftin kekeleşmesi görülmeye değerdi. Susuşmanın efsanevi çekingenliği haliyle evin  buz mavisi salonunda ılık  rüzgarlar esmeye başladı..  Sabahın ilk ışıkları ise  pencerenin, perdenin kıyıcıklarından dan sızmaya can atıyordu  şafakla beraber.  "Hadi yatalım artık sevgilim" diyen Adama itiraz etmeyecek derecede uyumaya hevesle kadın yatağa önce uzandı ve kıvrıldı,  yatak buz gibiydi. Vuuu diyerek sevgilisine sarıldı iyiden iyiye üşüyordu Kadın.  Aradan geçen bir saatte perdelerden sızan gün ışığı çoğalarak duvarlarda ahenkli renkler oluşturmuştu. Kadın ve Adam ışığın odalarındaki varlığını yadsımadılar ve detaylarla ilgilenmeden biraz önceki sigara içme sahnesi bir serap misali farz etmeyi yeğlediler.. Erkeği  dünden  şu an’a bambaşka  tanıyamadığı biri gibiydi   sanki.  Fakat  pamuk çuvalı kadar huzurlu yumuşacıktı. İçinde gerçekten mutlu baloncuklar uçuyordu. Bak işte, şimdi de parmakları usulca teninde geziniyordu sevisini yayarak   doruğa çıkacağından emin bir dağcı gibi.

  İsteksiz, arzusuz, alışkanlıktan ibaret  bir iki öpüşten sonra  üstüne çıkıveren o Adam ve  kendi haykırışları "acele etme! Dokun bana. Dokun bana" yalvarışlı isteyişinin yarımlığını hatırlamaya ne gerek vardı. Gecenin, gittim, gideceğim uzamında  bir beden  oluvermiş halde öylece uyuyakaldılar sarmaşık gibi 18 Ekim 2008... öğleden sonra  ve Kadın saat: 10:00 uyandı.
  Bacağının yorgandan dışarıda kalan, kalın etçil baldırlarında ısrarcı bir sineğin gezinmesinden  rahatsız olarak uyanmak zorunda kaldığına sinirle adeta tepinerek sineği kovmaya çalıştı.Sinek "vızz" ediyor gittiğini sanırken, kadının eline, yüzüne tekrar arsızca konuyor, uçuyor "vız" diye dönüp dönüp geliyor ve kadınla  kovalamaca oyunu oynuyordu.
 Kısacık saçları kirpi gibi havada kadın bir hışımla kalktı, sineğin üstüne hömererek eline geçirdiği bulüzünü indiri indiriverdi. Güya sineği öldürecekti. Sinek "vız!"diye tavana doğru havalanırken, kadının savurttuğu bulüzünü  komodinin üstündeki her ne varsa şangırtısıyla halının üzerine saçıldı. "Allah'ın belası sinek" diye kadının ağzından çıkan avaz ve kızgın sözlerin  biri  bin paraydı... Kadın hala uykusunu alamamıştı. Canı uyumak istiyordu.
Adam tam o şamatanın ortasında " şeker ne oluyor burada?" diye yarı uykulu gözkapakları kapalı sayılacak kadar kısık  başını yastıktan kaldırdı.Kadın halının üzerindekileri toplamaya çalıştığı yerden başını çevirdi " sen uyumana devam et! Şeker meker… aaa! Çekemem vallahi, başına saksı mı düştü?  Sinek belasıyla uğraşıyorum. Senin şekerinsem hem, yanıma gel madem.!"dedi.
Adam  bir dem de sıçrayıp, pişkinlikle, kadının yanına çömeldi. Bir iki tane bir şey toplarmış gibi yaparak kadının dizlerine dayandırdı elini ve parmağının birini ve ikincisini merdiven gibi derinlerine ilerledi bacağının yukarılarına doğru teninde. Kadın kadınca bakıverdi adamın gözlerine. Biraz önceki edepsiz sinirinden vazgeçişle ve  edep yerine ulaşan ılıklıkla. Hiç böyle bir şey beklememişti adamından. Kadın,  daha fazla düşünmesine fırsat vermedi  adama bedenini çekiverdi bedenine
YEDİNCİ BÖLÜMÜN DEVAMI
Sırtına batan ruj, far, parfüm şişesi vs. aldırış etmeden dün gece sevişmeden uyumalarının acısını çıkarırcasına sevişmeye başladılar. Adamın dili ilk kez Kadının dilini yutarcasına emiyordu. Kadın arzudan çıldırıyordu. Dakikalarca öpüşerek aşk oyunu oynadılar. Her  ikisi de  yeni yepyeni tensel bir değişimle yanıp tutuşuyordu. Adam el ayasının içinden Kadına yumuşak dokunuşlarıyla haz yüklüyor; Kadın onu emiyor , ruhu sevgiye doyuyordu. Sevilmenin hası hisi sisi ve  perdesinin tülüsü  uçuşuyor iç içe; o an ilk kez yavaş yavaştı erkeği  iksiri sudan ötesi ballı yumuşaklığa kayarken. Sonra Adamın beline yontularak incelmiş bir okun sivriliği vücudunu delercesine batarmış gibi oldu "ah! Ah!" diye inleyen dillerde döl döl küfürlü edepsiz sevişme sözleri son defa inci inci dökülürken  Kadın ve Adam  boşluğa düştüler boşalarak birlikte. Nefeslenmeleri yatak odasını doldurdu. O halı, o odanın halısı, serildi serilesiye yatak odasına onları böyle hiç görmemişti. İki sevgili  onun üstünde terli terli uzanıyordu mutlu ve yorgun. Gözleri kapalı kendilerinden geçmiş bir vaziyette. Ve  sinek, aynı sinek, kaçak göçek "vızır vızır!!!" hala dolanıyordu sapık emellerine kavuşamamış tecavüzcü gibi.
SEKİZİNCİ BÖLÜM(yeni hikaye)

Kadın, halının üstünden kıvracık kalktı. Tüysüleri çıplak tenine kavisler çizmişti. Sevgilisi bin yıllık  derin bir uykuya dalmıştı. Nü haline  muzipçe gülümseyerek  “Ne kadar da korunmaya muhtaç kocaman bir çocuk O ” diye geçirdi içinden. Uykunun mışıl mışıl denen birinci bölümündeydi erkeği. İkinci bölümündeyse kesilen soluk varyasyonu, soluğun genizde kaybolmuşluğuna tanık oldu. Kadın, tedirgin olmadım, dese yalan söylemiş olurdu. Sevgilisinin sesi soluğu geri gelemeyecek sandı. Eğildi üzerine, eliyle omzuna dokundu, tam uyandırmaya çalışıyordu ki, Adam’ın yinelenen mışıl mışıl, tısıl tısıl yaşama dönüşe adaptasyonuyla “oh!”dedi Kadın, yüreği yerine oturdu. Ardından daha  güçlü ve zorlu bir yamacı tırmanırken azıcık horlamaya benzer  korkak nefeslemeleri duyuldu. Halının üstünde kendinden geçmiş sevi sonrasındaki Adam, uyanık hallerinden fersah fersah uzak, çölde sanki gariban aşık  pozu veren biri  siyah  biri beyaz  aynı karede buluşmuş fotoğrafı  anıştırıyordu.
  Kadın, sevgilisini ilk kez  uyurken  bu kadar yakınen ve ilgiyle ve enteresan detaylara takılarak seyrediyordu. Gözlendiğini hissetmiş gibi  Adam da  kollarını kitleyerek birbirine yan döndü. Sırtı kadına dönükken  gevşeyen karın kasları  halıya değiyordu.
O’nun  sırtını, sırtından oyluğunu, dizkapağını, ayak bileğini, elini, elinin uzun uzun   parmaklarını, tırnağını silvetini  içsellemek isteyen Kadın, yatak  odasında  yerde uzanık  vücudunu  kaçak ve  sabıkalı bakışlarla süzdü. İlk tanıştıklarında göbeğin var işte, göbeklisin falan diyerek sohbetlerinde  espriyle karışık kızdırı kızdırıvermelerine; genç Adam fren koyar gibi arabasının debriyajına, rejime girmiş on kilo birden vermişti. Böylece  hızla form tutmuş ve   daha da sportmen bir görünüşe sahip olmuştu.
 Partnerini yarı baygın uyku ritüelinde iyiden iyiceye incelemeye tabii tutması nedeniyle dembudem Kadının bakışıvermeleri gayri ihtiyarı  kendisine dönmüştü. Tıpkı, yaban ve yabancı birini görmüş gibi oldu. İster istemez  göz bebekleri  vücudundaki fazlalıkları bölgesel kayıt altına aldı. İki yıl içinde  aşırı şişmanlamıştı. Belli belirsiz göbeğine ikinci bir ayva göbek eklenmiş ve  göğüsleri iç çamaşırından taşım taşım görünür olmuştu. Elbise giydiğinde dekoltene dahilim ben de  diye diye hem de. Kadın memnun rahat rahat canı, ruhu nasıl çekerse  seçkin markalardan alır  giyinirdi. Çünkü kendinden emin, yuvarlak, yumuşak, yufka ekmeğe sarılan iştah açıcı bir kadındı.    Cazibesi albenisi çarpan bir havası vardı. Hangi ortama girse tümsekleri, tepeleri,  dik yokuşları yol eden  bir hayranı çıkardı karşısına. Aman, der gibi  Kadın  göbeğini içine çekerek  “yemekten vazgeçemiyorum n’payım!” dercesine odadan çıktı." Odadan çıktı çıkacakken
Zzzzztttttt!!! O da ne? Yatak odasının meşhur sineği.  avizenin  kıyısından  fantazyalarıyla  kadının önünden uçtu gitti. “ Nihayet!”  dedi  sineğin gidişine  Kadın. O sırada, baygın nefesiyle  derdest Adam aslında uyumuyordu, ama tam olarak uyanık  da sayılmazdı. Çok ilginç bir şekilde komik olan O da Kadın gibi ruhen sevişme sonrasındaki zayıf ve narinliklerini düşünmekteydi. Çocuk gibi saf ve masum ve hafif hafif ve parıltılı, mutlu  vücudun ve gözlerin ve ıslık ıslık dillerin melodisindeydi zevkin hercai yanı ve bir duble çaya eklenen tostlu bir sıradan sade kahvaltı da. Böyle zikredilen beraberliğin iki kutup yıldızı gökkuşağının yedi renginin beyazındaydı zaman mekan ve uzamında ve Kadın, sabahlığına çarpa çarpa yorulan   poposundaki sivilcenin iltihaplı ucu açılmış kanarken   banyoya girdi.
DOKUZUNCU BÖLÜM
O sırada kapının zili uzun uzun çaldı. Kadın, bekledi, içerde uyuyan  sevgilisi uyanır mı diye. Banyonun kapısından “Sevgilim zil  çalıyor  kapıya bir bakar mısın?” diye seslendi.  Yanıt gelmedi. Kapının zili ısrarla çalmaya devam edince Kadın, duş almak için çıkardığı  sabahlığını aceleyle giyerek  bir yandan Adam’a uyanması için seslenerek yatak odasına doğru, dış kapının yanına vardı açmak için. Anahtarı  çevirmeden  “ Kim O?”dedi. Dışarıdan gelen yanıt; yaşlı ve tok bir kadın sesiydi. “Ev sahibi.”
Kadın kapıyı açtı “Afedersiniz beklettim sizi” diyerek ev sahibinin gönlünü almak ister gibi yaptı. “Kıyafetim için özür dilerim, tam banyoya girecektim de…” ev sahibinin suratı gevşeyecek oldu, ama vazgeçti.  “Beyefendi  yok mu”  dedi yaşlı ev sahibi, “kendisiyle görüşmek istediğim bir konu var. Siz nesi oluyorsunuz kızım?” diye sordu karşısına dikiliveren kadına merakla. Ev sahibinin merakı Kadının hoşuna gitmedi.  Sevgilisiyim diyecek kadar samimi miyiz seninle der gibi yaşlı kadına sıkkın ve boş boş bakıp zoraki bir tebessümle: “Arkadaşıyım. Dedi cılız bir sesle. İzninizle,  arkadaşımı çağırayım” derken kapıyı usulca kapattı.
Yatak odasına girdi sevgilisinin uyandırmak üzere. O da ne?  Adam ayakta ve giyinikti. “ A! Sen!?” dedi göz göze geldiler. Erkeğin tedirginliği   her halinden belliydi.
“Ne var, ne oldu? Ev sahibin geldi.”  Adam elini cebine sıkıntıyla sokup “ Biliyorum” dedi. “ Seslendiğimi duydun mu?”  “Duydum.”  Kadın “ Anladım sıkıntın ev sahibinle ilgili.  Kapıyı  açmasa mıydım? “ Biraz öyle” dedi Adam.  Yinelenen zil sesiyle  irkildiler. 
Bir an ne yapacağına karar veremeyen  çift yatak odasından asılır gibi  çıktı. Kadın  banyoya girdi Adam kapıyı açtı.
“Kusura bakmayın kendimi toparlamam  biraz uzun sürdü” dedi. Kar beyazı saçları ve  derin çizgilerle yüzünü gençlikten yaşlılığa çevirmiş yaşlı kadın  yorgun görünüyordu.
“Bankadan geliyorum. Kirayı yatırmamışsınız.”  Adam  “çok özür dilerim hanımefendi, yayınevinden alacağım para gecikince yatıramadım” dedi.
“İçeri buyurun lütfen daha rahat konuşuruz. Buraya kadar yordum siz hem de  dinlenirsiniz.” diyen nazik genç Adama ev sahibi.
“ Yalnız değilsiniz. Arkadaşınız da var. Rahatsız etmeyeyim.” Yanıtını verirken gönülsüz gönülsüz, içinden de dinlenebileceği rahat bir koltuk hayal etmekteydi.
“Hayır, rica ederim hanımefendi. Lütfen böyle buyurun.” Adam  ısrarla  ev sahibini eve davet ediyordu. Yaşlı kadın da   daha fazla naz etmedi.  Siyah düz ayakkabısını çıkarıp eve  girdi. Salon derli topluydu. Beğendi. “ Şöyle buyurmaz mısınız.”  Kanepenin kıyısına oturan ev sahibine  “ Çay içer misiniz?” diye sordu.
 Yaşlı hanım, beyaz saçlarını alnından ensesine toplayarak “ Su, ılık bir bardak su alabilirim. Soğuk içemiyorum, boğazlarım  hemen iltihaplanıyor evladım” dedi.
Mutfağa  giden kiracısının ardından  etrafı incelemeye devam etti.
Duvarda asılı  küçük resimlerden bir aile hikayesi çıkarmak üzereyken, elinde bir bardak suyla gelen genç Adam’ın  uzattığı su bardağını almaya çalışırken titreyen  elinden kayan bardaktaki su eteğini ıslattı. Mahçup ama kederlenmeden “ yaşlılık işte.” Dedi. “Önemli değil efendim. Size bir etek vermek isterdim ama…”  nasıl yardım edebileceğine  karar veremeyen kiracısına   “evladım ben alışkınım . Elimin titremesi yüzünden döker saçarım. Zahmet olmazsa sana suyumu tazeleyiver. Yorgunluğum da geçti sayılır. Bak, arkadaşın da  ortalıklara çıkamıyor. Suyumu içip çıkayım ben.” 
10. BÖLÜM YENİ HİKAYE
 “ Olur mu öyle şey. “ iki adımda mutfağa giden Adam, elindeki su bardağını bu kez garantiye alarak, ev sahibi suyu  içinceye kadar elinden bırakmadı.
“Ayakta kaldın çocuğum” diyen yaşlı ev sahibi  kötü  niyetli birine benzemiyordu.
“ Oğlum  ben emekliyim. Bu evin kirasıyla  annesi babası  olmayan  torunumu okutuyorum. Sen kirayı yatırmayınca onun okuluna gerekli olan parayı yatıramadık.  Telefonunu da açmadın.  Açmayınca mecburen evine geldim.  Bundan sonra kirayı aksatmadan yatır. Benim da düzenim bana göre.”derken oldukça mülayimdi ama  cümlesinin sonunda  “Siz gençsiniz, ben yaşlıyım bir daha gelemem. Gelmişken kirayı  bana ver evladım!.”deyivermesi aslında ültimatom gibiydi. Ev sahibi kadıncağızın, yaşca töngümen saydığı kiracısına sözlü uyarısı (dişli ve yaşlı bir cadıyım haa! Dikkat et! Beni hafife alma! Hal ve edası) Adam’ın çok canını sıktı. Sabah sabah nereden çıktın diyecekti, diyemedi. Kanepenin kıyısında yaşlı, ulu,   buzlu camın sisi gibi uzak ve uz uz duran kadına  baktı öfkeyle. Öfkelenmesi yersiz, umarsızlığı gerçekti. Çünkü, üstünde kirayı ödeyecek  kadar para  yoktu. Aklına bir çare gelmiyordu. Alternatifsizdi? Öfkelenmesi, çaresizliğindendi. Tabii ki, sevgilisinin parasal sıkıntısı olduğunu görmesi, ev sahibinin kirayı öde diye diretmesi ve ödeyemeyecek acizliği an’ın zevkini ve karizmayı yerle bir etmesi  onuruna dokunmuştu fazlasıyla. Sevdiğiyle para mevzularını konuşmaktan  oldum olası kaçınmıştı. Cebinde para olsa  düşünmez,  çıkarır verir, konuyu büyütmeden kadını evinden gönderirdi. Ne kadar zordu durumu. Öyle hissetti kendini. Ev sahibinin önünde küçüldü o an. Kibarlık olsun diye  yaşlı kadını eve davet ettiği için ayrıca  sinirlendi kendine Adam. Ne  sanki, yorulmuşsunuz falan filanla içeri  girin diye zorlamaya ne gerek vardı. Yorgunsa yorgundu. Sahici bir hikaye!dedi. Yeni Hikaye’min hisli Adamı, kirasını ödeyemedi bu ay. Al işte, bunak kadın, kiramı almadan gitmem  diye inat ediyor. Ne olacak şimdi? Sevgilisine de rezil olmuştu. Hele, komşuların söylediğini duysan diye içinden geçirdi. Kim bilir ne düşünüp, ahlak zabıtası kesilirsin,diye ev sahibine içerlemeye devam ediyordu.  Kovsam şunu. Olmaz! Ev onun. Kirayı ödemedim. Arada, yayınevinin sahibine de gittikçe kızgınlığı artıyordu. Ev sahibi hanımefendi de aynen Adam gibi düşünüyor olmalıydı ki: ılık suyunu içtikten sonra  ferahlamış, genç adamı paylamaya hazırlanıyordu.
“Bir konu daha var evladım”dedi buruşuk elleriyle eteğini düzelterek. Yüzünün kırışları sert, keskin,  esas duruşa geçmiş, tecrübeli ve olgun bir komutan ambiansının  jargonuyla: “Komşular, sizin  evli olmadığınız halde bir kadınla beraber yaşadığınızdan dolayı şikayet etmişlerdi önceden.  Ne de olsa gözümle görmediğimden; inanıp inanmamakta tereddüt etmiştim. Bugün iki gözümle kendim gördüm. Vallahi evladım ben  anlamam. Büyük şehirmiş, herkes canı çektiğiyle yaşarmış. Şuymuş buymuş…Anlamam. Kiminle nerede yaşarsan yaşa ama beni evimde böyle şeylere izin veremem! Nikahsız  yaşayanları evimde oturtmam. Terbiyem, görgüm buna müsaade etmez. Haa, başka ev sahipleri buna  karışmaz diyeceksin.Orası beni ilgilendirmez. Gider, onların evini kiralarsın. Yalnız bugün, kirayı  avucuma isterim bir. İki: Eve kadın gelmeyeceğine dair de  söz ver. Eğer, vermem diyecek olursan, derhal evimi boşaltın.”dedi ev sahibi.
“ Yesinler seni şekerim” Adam’ın ağzından çıkan argoyla harmanlanmış  tatlı sülümen  sözleri yaşlı ev sahibini  çıldırtmaya yetti.
“Ne  biçim konuşuyorsun  öyle, ayın  yirmi biri olmuş  hala kirayı yatırmamışsın, bir de kadın gibi hitaplar yakışıyor mu  yazarlığına hıı? Şekerim de neymiş? Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Ailen de hiç  hanımnine yok mu ? Onlara nasıl davranılır, nasıl konuşulur keşke birazcık  öğrenseydin.”
 Ev sahibinin hesap soran eğitmen sesiyle zıvanadan çıkan Adam:
“Beğenmiyorsan çek git o zaman.”dedi.
11.BÖLÜM YENİ HİKAYE
Az kalsın“ Ye…”sinler seni şekerim diyecekti  ki Adam.   Dudağını yumdu adeta mühürlercesine.
“ Biraz sakinleşirseniz teyzeciğim sizinle  konuşmak istiyorum. Kiramı bir günlük  bile olsa  geciktirmem neticede  size gerekli olan harcamalarınızda aksamalara neden olduğu için üzgünüm  cidden. Size yorgunluk verdim. Haklısınız. Özür diliyorum. Yalnız, ilk kez böyle bir gecikme söz konusu oldu. Kira sözleşmemizde yazılanlara uyduğumuz sürece bundan sonra incinmeyeceğimize söz verebilirim. Anneannem yaşında bir büyüğüm  ve ev sahibim olarak  saygısızlık etmek istemem ama evimize gelen konuğun kadın ya da erkek diye cinsiyetiyle ayrılmasına katılmıyorum.” Diyerek başını yana doğru çevirince  sevgilisinin kapının ağzında pijamalarını giymiş bir vaziyette dikildiğini  gördü. Üçü de bir müddet susuştu. İhtiyar kadın, feri sönmüş gözbebeklerini dondurdu ve kipil kipil kirpiklerini birleştirip ayırdı. Ayırıp birleştirdi. Kiracısının özel hayatına karıştığına nadim olmuş gibiydi. Ne diyeceğini bilmeden bekleşen üç yetişkin; ikisi kadın biri erkek üçlü grup,  güne, bir fırtınaya bodoslama dalıyorken; kıyıya vurmuş ölü kuşlar gibi kumların üzerine serilmişlerdi sere serpe. 

 Ağustos güneşinin   kavrum kavrum kavrulan sıcağının nem ve  yapışkan terleri şıpırdayarak akıyordu yeryüzüne. Yeryüzünden üçlünün bulunduğu odada ise   doğaçlama ritim tutan cazcının saksafonundan inleyen nağmelerle bir sabah avareliği yaşanıyordu. Bir çok saatler  geçmişti sanki. Ağır, vakur susuşmalarının  acısını çıkarırcasına ardı ardına üçü de konuşmaya çalıştılar bir anda. Genç Adam,”Afedersiniz, hanımlar sizin  sözünüzü balla keseceğim ama  bugün  ilk işim dışarı çıkınca yayınevinden alacağım parayı alıp hemen bankaya yatırmak olacak. Artık, sevgili ev sahibim  bu seferlik  anlayış gösterebilir  değil mi?.” Demesine yaşlı kadının gönlü oluverdi. “Evladım, hayat dersi verecek değilim ya koca Adam olmuşsun. Ayrıca, arkadaşın da pek nazik ve hoş. Yaşlıyım ve de kadın. Kalkmış bir genç kadının özgürlüğüne set koymaya çalıştım komşularım gibi. Utandım. Kim ne derse desin. Ah! Şu bizim önyargılarımız…”
İhtiyar kadının beklenmedik özrü, kadının içine su serpti. “Teşekkür ederiz teyzeciğim. Kekle ön yargılarımızı sizin gibi çabucak bertaraf edebilsek.” dedi. Ve sevgilisine bir göz attı içeri gel dercesine.
Yatak odasına geçtiler birlikte. Kadın, Adam’ın  eline cüzdanından çıkarıp saydığı parayı uzattı.
“Bu ne?” dedi Adam.
“Para. Ev sahibine ver. “
“Olmaz!” Adam, bir adım geriledi.
Kadın: “Tamam. Gurur yapmana gerek yok. Sonra ödersin. Yaşlı kadının işi görülsün sevgilim.”
Fazla uzatmadan parayı alan Adam, yatak odasından çıktı. Ev sahibi ayakta kapıdan çıkmaya hazırlanıyordu. “Kusuruma bakmayın. Sabahınızı zehir ettim.  Yaşıma başıma bakıp ben de kendimi olgun sanıyordum. Ayol gençler yaşlılık bunaklığına verin artık.” Diyerek kahkahayı bastı. Odanın serencamı değişti. “Estağfurullah efendim. Asıl siz bizim  toyluğumuza verin. Telefon edip size bildirebilirdim.” Derken genç Adam “ Hazır gelmişken kiranızı da buyurun” diye parayı  uzattı. “Ama..” “ Anladım. Hani paranız yoktu mu diyecektiniz. Ama sanırım kimden aldığımı anladınız.”
Parayı uzatan erkek eli, parayı almaya çalışan titrek yaşlı kadın eli  gayri ihtiyarı değerek birbirine alışveriş tamamlandı. Para hemen çantaya kondu. Adam seyretti.
12. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Ev sahibini kapıdan uğurladıktan sonra Adam ve Kadın rahat bir nefes aldılar. Kadın: “Ben  duşa giriyorum”diyerek banyonun
pembe mermerlerini incitmek istemez gibi  çıplak ayak parmaklarının ucundan ucundan  yürüdü. Duşu açtı. Ağustos sıcağının bastırıverdiği  sabahın  kesif yoğunluğunu atmak istiyordu bir an önce. Sırtının tam ortasından  yaramaz bir ter damlası  çapına bakmadan, kristalize ışıltılar saçarak yol alıyordu beline doğru. Duştan akan su ise başka bir alemin ritmiyle akıyordu. Ten ve ter suyun altındaydı şimdi. Su damlacıkları, bir kadına dokunuvermenin ve teninde kadifemsi yumuşaklığın  harelerini çizmenin ayırdında olmaları mümkün değildi. Kim duşun altında olsa damla akınları olarak akacaklardı  buharlarıyla, sıcağıyla sarıp sarmalayarak.  Sinsi ve sağır  olurdu banyo duvarı  o haldeyken Kadın ya da  Adam. Mekanların mekan olduğundan bihaberlikleri böyle bir şeydi. Hiç fark etmezdi içine sığınan vücutların cinsiyetleri.. Dışarıda olup biteni sokmayacak kadar dosttu duşla köpük  yıkanmasını seyrettiği kadına. Çocuk  masalında yaşayan peri kızı gibiydi Kadın her bir anı düşlerine yakın mı yakın. Lifi  mavi dantelalı, sabunu gül kokuyordu. Koklayarak sabunladığı mavi lifi bembeyaz  olunca köpükten; sürdü yüzüne, karnına, bacağına, ayağına. Elini, kolunu, boynunu el çabukluğuyla sabunladı. Keyfi yerine gelmişti. Duşun altından çıkmak istemiyordu. Lifi sıcak suyun altında yıkayıp bir kez daha sabunlayarak   teninde gezindi. Bombe bombe köpükler koparak  birbirinden sermest ve  mest olmuş mis kokulu ambersi bir yıkanma ayini sona ermek üzereydi. Kadın, durulanırken bedeninden zoraki  akan son köpükler önce bir  tepenin mor fundalığına, oradan  meşe koruluğunun gölgeli  kuytusunda saklanıyordu. Oyun oynayan haşarı çocuklar gibi söbeleneceğiz diye önüne  çıkan ilk  kayanın yeni çatlamış yarığından şelale olup dizlerine dayanıyordu. Tüm gücüyle dirense de suyun hafifsi kayganlığına teslim  temasıyla ayacığının altında moble üstüne dantel motifler gibi nazla birikemeden akıyordu bir bilinmeze. Duş kapanıyordu birden film kopuyordu oracıkta. Kadın  bir Ava Gardner edasıyla  ıslak , buğulu gözleriyle, davetkar  sevgilisiyle sinemadan çıkar gibi bornozunu giyiyordu. Yıkandıkça birkaç beden   incelmişti sanki  minyatür bir bebek gibi soft   ve soft hissediyordu kendini  ve    “Tiffany ‘de Kahvaltı”dan geliyordu Audrey Hepbourn’le. 
  13. BÖLÜM  YENİ HİKAYE
Kadın, ılık suyun vücudunu hafifleten enerjisiyle sakinleşmiş 
olarak duştan çıkıp bornozunu giydi. Kısacık ve dik saçları kirpi dikenine benziyordu ama  yüzü bin kat güzelleşmiş gibi geldi aynaya bakınca. “Hep böyle olsa yüzüm” diye geçirdi içinden. “Budalaca bulsam da güzellik için bin bir çeşit ürünleri, çok param olsa vallahi estetik bile yaptıracağım gibime geliyor kendime…” derken müstehzi bir gülüş yansıyordu gözlerinden aynanın şevenklerine ve çarparak geri dönen ışık huzmeleri Kadınla hayal meyal noktalar koyuyordu bir iki üç nicelik ve nitelemelerle.         Çevirmenlikten kazandığımı  güzellik salonlarına yatıramam! Aklından geçenlere kızıyordu. Sevgilisi kirayı ödeyememişken ben de neler neler düşünüyorum?..diye geçirerek zihninden,  A aa! Şimdi bütün bunlar  nereden aklıma geldi sabah sabah? derken banyodaki beyaz dolabın kapağını açtı. Krem rengi bir kutunun kapağını çevirerek açtı. Kapağı açılan krem kutusundan çimene  has  keskin bir koku yayılmıştı. Jel pelteliğindeki  nemlendirici kremi işaret parmağıyla aza aza alarak  hafifce yüzüne ve boynuna  narin  masajlarla iyice yedirdikten sonra saçlarını yumuşak  tüylü bir havluyla kurulayıp , ince telli bir tarakla taradı. Dolabın içinden arayıp bulduğu Jöleyi avuçlarına alıp hızlı ve sert hareketlerle saçlarını havalı bir şekil vermişti. Duşun verdiği uyuşukluğa kapılsa  herhalde yirmi dört saat uyurdu hiç kalkmadan. Fakat sevgilisi evde tek başına kalmış, kendisinin  çıkmasını bekliyordu kahvaltı için. Ne kadar uzun sürmüştü duşu. Ben olsam huysuzlanırdım inan ki. Diye diye hamarat bir ev kadını ivecenliğiyle giyindi.  Bir yudumcuk sevgiye dürülmüş yaşamın; zehrini, bal kıvamına dönüştürüşüne her zaman hayret etmişti Kadın.  Çok kolay elde edildiği sanılan sevgi? Sevilerle büyümüyor; sevenin sevdası, sevilen de denk tutuyordu bazı bazı kendiliğinden. Yüksünülmeyen tek şey nedir say deseler? Aşıkların dili, döne dönmeye, kıyamete kadar aşk aşk aşk diye haykırabilirdi. Doyumlu, doyumsuz her  sevginin duyarlılık hali: Biyokimya içeren sihri, sevgiyi büyüten de kimbilir buydu. 
24 Kasım 2008…. Pazartesi. Kadın günlüğüne böyle not düşmüştü o Ağustos  sabahı için.
 Banyonun kapısı tıklatılınca Kadın gayri ihtiyarı sıçrayarak:
-Efendim hayatım, dedi.
- Duştan çıkamadın. Abarttın ama. 
-Tamam geldim işte.
-Söylenmekte haklısın, diyerek açılmış kapının önünde beliriveren Kadın, Adam’a özür diler gibi baktı. Sessiz kalan ikilinin suskunluğunu ilk bozan yine Kadın oldu.
- Duşa girmek ister misin?
- Olmaz.
- Neden? Dedi Kadın:
-Kahvaltı yapalım sonra girerim. Kurt gibi acıktım.
- Ah, evet, ben de acıktım.
- Haydi öyleyse dedi Adam, mutfağa gidelim.
-Dur ben şimdi  çabucak bir şeyler hazırlarım  diyerek öne atıldı Kadın.
Sevgilisinin sempatik sevimli  sevimli koşturmasına içinden kopup gelen hislerle baktı Adam.
Tuhaf ve acaip biriydi Kadını aslında. İçine kapanık değil ama sırra kadem olurdu bazı bazı. Şeklen şemalen sıradan bir kadın denilebilirdi. Gülerken başını eğer kesik ve kıvrak kikirderken; yüzü  sevilmeme ihtimali olmayan bir civcive benzerdi. Korumasız. Muhtaç. Aciz denilebilecek hatta. Aksine, sade ve özgür yaşar, bağımsızlığından ödün vermezdi. Kolay kolay yaşamından dert yanmazdı. Yalnız bir tek kusuru, işinden bahsetmeyi çok severdi. Çevirdiği kitabın  karakterlerini, izin verse  bir bir anlatacağından emindi Adam. Onun için, Kadın’a “Siz kadınlar işinizi neden bu kadar gerçek hayatınıza taşırsınız bilmem ki?”  diye taşı atıvermesine, sevgilisinin “Seni gidi çok bilmiş. Biz kadınlarla uğraşmasan olmaz mı?” diye yanıt verişini  anımsayarak mutfağa daldı.
14. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadının mutfağa  geçmesiyle geri dönmesi bir oldu. Ayakları adeta yerden kesildi . Gözlerine inanamadı önce,  kahvaltı masası hazırlanmış ve harika görünüyordu. Topuklarının üstünde üç yüz altmış derece döndü ve Adama çılgınca bir çığlıkla:
-Delisin sen dedi.
-Yeni mi anladın, dedi Adam gayet ciddi.
- Çok enteresan!  Bu sabahı sanırım uzun süre unutamayacağım.
Adam:
- Hadi söylenmeyi bırak da  kahvaltımızı yapalım derken,

 kendi  hazırlamış olduğu kahvaltı masasına keyifle oturdu.  
-Çayı kupada mı istersin madam?
-Hayır, hayır, küçük bardak lütfen!dedi Kadın. Bardağa çay koyarken
 - Kahvaltı masasıyla ilgili iltifatlarınızı bekliyorum… sözünü tamamlamadan
- Çok beklersin beyefendi dedi Kadın. Soran gözlerle başını kaldıran Adam:
-        Ne demek  istedin anlamadım?dedi.
-        Kahvaltının büyüsünü bozmayalım istersen. Daha sonra konuşalım mı? Ekmeğine tereyağ sürmeye devam etti.
Adam, çatalı ve bıçağı elinden masaya koyarak:
-        Bence şimdi konuşalım dedi.
Kadın: “ Peki,  nasıl istersen. Bu sabah olanlar çok canımı sıktı.
Hangileriymiş onlar?
İnanamıyorum ya. Bir de hangileriymiş diye soruyorsun. sabah erkenden ev sahibinin  kapıya dikilmesi, kirayı istemesi, seninle benim ilişkimizi sorgulaması, para sıkıntısı içinde olduğun…bütün bunları ev sahibinden öğrenmek hoşoma gitmediği gibi birbirimize  bu kadar mı yabancıyız? Söyle lütfen. Canım kavga etmek mi  istiyor dersen. Evet. Evet. Evet. İkimizi bugüne kadar hiç konuşmadık. Gerek görmemiştim. Ama öyle değilmiş. Konuşmalıymışım anladın mı? biz her şeyi paylaşıyoruz sanıyordum. Paran yoksa, neden haberim yok? Kızmakta, kırılmakta haksız mıyım?
  Gözbebeklerinin kenarından gözyaşları pıt pıt aktı kadının “mutfak” diyebildi . Adam, mütereddit ve pür telaşla “büyütülecek bir şey değil”dedi. “ Ağlanacak bir durum göremiyorum ayrıca?”
-        Sinirlerim bozuldu ondan. Diyebildi  Kadın. “ Kahvaltının tadını kaçırmaya ne gerek vardı?
-Öyle mi diyorsun? Bütün söyleyeceğin nu kadar mı?
-          “ Ne söyleme mi bekliyorsun ki? Özür dilerim. Yeter mi. Bir iki atıştırıp gideceğim zaten   kulübe geç kaldım.”
-          “Asla bırakmam!”dedi Kadın “ Kira meselesi nedir? Bana  zor durumda olduğundan hiç bahsetmeyişine  fazlasıyla içerledim. Beni bu halde bırakıp gitmene izin veremem.”
-          - İşe giderken senden izin almak zorunda olduğumu hatırlamıyorum.
-          “ Bugün  DJ arkadaş  izine ayrıldı gitmek zorundayım ” Deyip  tartışmayı keserek sandalyesinden ayağa kalktı Adam.  “Sigara mı verir misin?” diyen Kadına :
-Geç kaldım diye   karşılık vererek arkasını döndü. Arkasını döner dönmez bir şangırtı duyuldu. Adam şok geçirir gibi irkilerek döndü, neler oluyor gibisinden ve sevgilisinin yumruğunu masanın ortasına vurduğunu görmekte gecikmedi. Kahvaltı masası karmakarışıktı. Adam’ın bedeni buz  gibi olmuştu. Ağzına geleni söylemeye  ramak kala tuttu kendini. “Sakinleştin mi” dedi. “Çok sinirlisin.”  “Nihayet fark edebildin?”  dedi ve Adam mutfaktan çıktı.

   Kadının gönlü incecik dal gibi “çıt” etti. Çıtırtısını adam duyar diye korktu Kadın. Tekrar ağlamamak için dirençle harmanladı  sözlerini “yorum yok.”dedi. Adam, “Yapma!” dedi. Kadın “yaptım bile” ve “sen böyle istedin. Bilmem hatırlatmama gerek var mı?” diyen Kadına Adam bir göz kırptı ve  sustu adam ve kadın.
15. BÖLÜM YENİ HİKAYE
 sigara mı verir misin diyen Kadını duymazdan gelerek:
-Geç kaldım ben! Çok geç kaldım. Zamanım inan ki hiç  yok!”deyip pratik bir adımla  kapıya vardı.. Mutfak kapısından tam çıkmak üzereydi ki,  bir şangırtı duyuldu. Neler oluyor gibisinden irkilerek geri döndü? Sevgilisinin yumruğu hala masanın ortasında ve ifadesiz yüzü heykel misali  kendisini çağırıyordu .  Kahvaltı masası karmaşasında kırılan bardak kırıkları döşemeye saçılmıştı. Adam’ın bedeni,  sıcak çaya koyverilmiş buzun alışma evresine benzer sıcak soğuk karşıtlığındaydı. Ani bir patlamanın eşiğine  bir gelip, bir  giderken; cep telefonuna  durmadan gelen sinyalden huzursuzluğu gittikçe artıyordu. Evden çoktan çıkmış olması gerekirken olaylar üst üste geliyor evden bir türlü çıkamıyordu. Kadının, reflekslerinin sınırlarını zorlayan, ılımlı, tatlı iç ritmini altüst eden, teşbihte hata olmaz dedirten “masaya  yumruk metaforu?” Nereden çıkmıştı? Adam, kızgınlığına set koymaya çalışırken , sevgilisinin  çıkışını anlayamadığından sıkıntılıydı. Off! Tamam! Tamam!  Cep telefonunun çalmasıyla iyice gerginleşerek “Geliyorum, geliyorum” diye söylendi”.   Gitmesi gerekiyordu. Konuyu uzatmamak için:“Sakinleştin mi” diye sevdiği kadına içindeki fırtınayı belli etmemeye çalışarak, imgeler dolusu bakışla boca ettiği  kelimeleri --sakinleş be güzelim--dercesine sordu. “ Çok sinirlisin. Neden?” diyen erkeğin gözlerinin içine pes melodik ses tınısını bastırarak dilini dişine doğru  “Nihayet fark edebildin?” serzeniş ve sitemin bavulu epeyce doluydu.. Adam alındı bu sefer.   “Neden? Senin tarafından bakınca  aptal  gibi mi görünüyorum?” işe gitme telaşını unuttu. Kulübe gecikse de  mutfakta; Kadın ve Adam karşılıklı birbirine kesif bir cızırdamayla cıngılar, çıngıllar gönderiyordu sessiz ve derinden derinden . Tartışma kaçınılmazdı. Önce Kadın yayını gerdi ve bir ok yaydan çıktı:
 -Tartışmayı  saptırma.
- Hayır , saptırmıyorum dedi Adam.
- Saptırıyorsun.
- Ne yapayım? Senin gibi masaya yumruk mu vurayım.  Kadın:
-  Evet, canım. Masayı yumruklamak, kalp kırmaktan daha iyi değil mi?
- Sana göre şekerim, dedi ve Adam mutfaktan çıktı. Çıkarken söylenmeyi ihmal etmedi.

"Hayatım boyunca böyle manyak bir gün görmedim.
"""Gün de bir manyaklık yok. Biz tuhafız. Sen tuhafsın. Kendinle ilgili her şeyi benden saklıyorsun?"
" "Ne düşünürsen düşün bebeğim. sakinleşmeden seninle kavga etmeye niyetim yok anladın mı?"
 16. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam, çalıştığı kulübe bir an önce gitmek için hızlı arabasını park ettiği yere doğru yürüdü.  Bir terslik olmadan çalıştığı mekanda  olmalıydı. Yoksa patronu canına  ot tıkardı. Kulübün sahibinin nerde ne zaman yapacağı belli olmazdı. Çalışanları , patronun günlerce surat asmasına alışkın olmalarına rağmen sonuçta  bir şey değişmez ortam gerilirdi hiç yoktan yere.
Bugün de kesin öyle bir durum olacaktı bu kadar gecikmeden sonra. Olmaması olasılıkların çok dışındaydı.
Bütün olumsuzlukları düşüne düşüne arabaya bindi ve kapıyı kapatıp çalıştırdı.
Evinin köşesini dönüp ana yola geçip rahatlayınca biraz, radyoyu açtı. Zenci bir şarkıcının soft sesinin gırtlak nağmelerinde bu sabahı unutmak istiyordu. Zenci şarkıcı ses devinimlerinde bir çığlık gibi tiz yankıların kadınsı melankolisini yaşatıyordu Adama tam istediği gibi. Bir yerlere gidiyor, bir yerlerden gerisin geriye geliyordu. Yeni bir hikaye yazma aşamasında her şeyden, bedeninden bile sıkıldığını itiraf etmeye cesaret etse neler olurdu acaba? Boyutsuz ve soyutsuz yaşanabilir miydi? Aman aman halleşmelerin kadınsılığı veya  yaman  erkek, takıntılı arkadaşlarımın onaylamadığım absürd hardlığı… sıkıldım dedi. Orta bir yer olmalıydı. Rahat. Fazla efor sarfetmeden  canının çektiği karaktere bürünüp davranışlarda özgür olunabilmeliydi. Son günlerde özellikle  doktorla konuşmasının ardından böyle  kaçamak yapmak zihnine iyi geliyordu.
İhtiyacım olan  para  pul maddi gelirlerimin yetemez oluşu, ev sahibimin kirayı istemeye gelmesiyle incelmelerim, zayıflığım mıydı? Karnımdaki yangınların nedeni bir tek  o değildi ki. Bedenimden bir şeyler eksilir korkusu üste çıkıyordu fezaya varan teorilerimle.  Zerrelerce haz detayları, aksesuar gibi boynunda vebaldi. Ve veballerden sıyrılıp kadınların his duyargaları geçiyordu sinesinden sine sine içine. Yumuşuyorum. Yumuşuyorum ben. Duygusal kızlar gibi ağlamaklı oluyorum sıkça.
Eski tok ve gür ve soğuk sular akan kalbimde ıpılık bir pınar damlıyordu önündeki oluğa şıp şıp gözyaşı gözyaşı.
Deryalaşıyor, sevecenliğn sessizce devrimini içselleştirip Kadına yumrukladığı masanın kızgın hesabını sormadan ayrılıyordu mutfaktan. Cık cık! Hayret ki ne hayret etmiştir sevgilim diye başını iki yana salladı. Yaşadığımın hikayesini yazmalıyım. Ne güzel bir hikaye olur. Adını  Yeni Hikaye koyarım. Kurgulamada zorlanmam dedi.  Realitesini mükemmel yakaladığım eserimi yayınevine  verirken iyi bir anlaşma da yaparım. Kızkardeşim de haklı. Babadan kalma evin kirasını  yıllardır ben alıyorum. Yayınevinden aldığım para geçinmeme yetmiyor dememe artık kardeşimi inandıramıyorum. Onun da kocası açgözlü. Daraltıyor  hayatını. Ne iğrenç adam. Bir  yerde karşılaşmaktansa nalet olsun, kirayı siz alın dedim, Ağustos ayı kiramı veremedim. Sevgilim de haklı. Kızcağıza hiç böyle şeylerden bahsetmediğim doğru. Bazen sesli bazen içinden konuşmaları yol buyunca arabanın hızındaydı. Geçim sıkıntısı çekmediğimden şimdiye kadar anlatmaya değer bulmadığım da doğru ama dedi kendi kendine. Trafiğin keşmekeşinde buldu arabasını. Off! Sırası mı dedi. Sıcak bir yandan,  trafik  bir yandan, çalan kornalar cabası… ne kadar sabırsızdı araba sürücüleri. Trafiğin akmasını beklemeye başladı.
17. bölüm YENİ HİKAYE
Yol boyunca araba kullanırken Adamın içsel konuşmaları hiç durmadan sürmeye devam edecekti  ama  trafiğin keşmekeşine takıldı o sıra. Yol tıkanmıştı. İlerde bir kaza olmalı diye düşündü. Parmaklarını direksiyona vura vura beklerken ayağını hafifce sallamaya başladı. Bir iki üç beş dakika derken saatin geçmek bilmediği başka bir anına yakalandığını anlamakta gecikmedi. İşe yetişmesi kaygısıyla dudağını gayri-ihtiyarı dişleriyle ısırarak çevreyi incelemekten başka yapacak bir şeyi olmadığı da aşikardı.  Şehrin içinde değildi ama dışında da sayılmazdı. Öğlenin dan sıcağında arabanın camlarına vuran kavruklukla, hayal meyal gölgeleriyle geçen insanları seyre daldı bir müddetliğine.  Alnına birikmiş terleri kağıt peçete yardımıyla silerken insan ve yaşamını yazdığı tümcelerin cümlesinden  esinlendiği karakterlerinin üzerine aforizmalar kurgulamayı denemeye karar verdi. Yolun açılmasını beklerken  can sıkısı azalmış olurdu. Bir, dedi sanki yeni bir hikaye yazmaya oturmuş  bilgisayarıyla baş başa hissiyle. Hemen  herkesin bir derdini çektiği ceremesi vardır ömür denen bıçaksırtıyla eyerlenen dünyada. Kimler kimler  ve neler için ve ne niçinler ve hiç olmayacak nedenlerle törpülenir insancıl gel gitlerimiz, med cezrimiz. Ya da fevkalade gerçeğin mürüvvetini görebilmek maharetini de edindirerek yürüyüp gidiyordu şu hayat, ey hayat ey.. diyen Adam ve görüş açısını değiştirince aynadaki silvetler de değişiverdi sıralıca. İşte şu sıkıntıyla giden tıknaz adam, ev almak için çektiği kredinin  ödeme günü yarın olabilir. Yatıracağı parayı tamamlayamadıysa  ne yapacağı  telaşı alıp  başını gitmiştir zihninde. Başını kaldırıp ufka doğru bakınca ta uzakta fark ediverdiği köprüden geçmekte acele eden fakülteliyi gördü.  Kikirik  delikanlı belki de  altı yıldır okuduğu bölümü sevemediğinden dolayı bir türlü bitirememiştir… Ailesinin yanında mahcup yaşıyordur. Çalışmaya başlamamasından dolayı acaip kasılıyordur kimbilebilir?.. Ya şu  yol kıyısında bekleyen  gayet süslü  kız  dershane öğrencisiyse sınav heyecanı sarmıştır çoktan. Ona rağmen   kendine özgüvenli belli. Saçlarını çıt çıt kırıldım edasıyla kulağının arkasına attırıvermesine bakılırsa  erkek arkadaşı   kafede  bekliyor. Buluşup  hayaller kuracaklardır mutlaka. Kazanacakları üniversiteyi, kuracakları işi, evlendiklerinde oturacakları yeşil panjurlu evi… Biz de böyleydik… cık cık.. Ve işte başka bir  arıza çift daha: Karşı yolun bir   dönemecinden birden bire bitiveren ve kıvrakça giden bir çift kavga etmiş de barışmaya yer arıyorlar gibi yan yana ve dokundu dokunmaya bir nefeslik mesafede yürümekten memnun görünüyorlardı.
Adam  arabadan dışarıya bakarken,  gözlerinin süzgecinde rastgele seçiverdiği  birkaç insan  yaşamını süzgecinden geçirmişken trafik hala güzergaha kapalıydı. Demek ki  tıkanıklığın önemli bir sebebi vardı. Yabancı bir devlet adamı bizi ziyarete gelmiş ve şehrin tarihi mekanlarına gidecek diye yol kapatılmışsa… Her ihtimal geçerliydi.
Adam,parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi. Öff! Patron ne dese haklıydı. Çoook geç kalmıştı. Cebinden müdürüne ulaşmaya çalıştı. Telefon çekmiyordu. “Hay aksilik!” derken artık sırtından ter boşanıyordu tepeden tırnağa. Dj’in mazereti olmazdı. Olmamalıydı. Yayınına yetişememiş olması kendi acemiliğinin bir kanıtı gibi sırıtıyordu adeta. Teknik olarak DJ yayın akışından saatler önce orada olmalı ilkesini bir gün bile  çiğnememişti. Ama bugün her şey tepetaklaktı. Yayın yönetmeni herhalde ter içinde sinir harbiyle beni beklemektedirdiye düşündü. Sesimin meltemi, tatlı  hafifliğinde saatler öncesinden tül tül esmeli tüyleri ürpertmeliydi dinleyicilerimin. Parmaklarını büktürdü Adam. Yakasını düzeltti. Aynaya baktı. Benzi kararmıştı biraz sonra sararacaktı hırstan. Ne yapacağını bilemiyordu? Yanı başında duran  arabada bir kadın bir erkek sigara içerken keyfli gibiydiler. Acaba??... dedi içinden. Korna çalan arabanın sahibi bunalmış kafasını camdan çıkararak kızgın kızgın söyleniyordu. O da başını uzatarak derin bir nefes aldı. Havanın nem ve sıcağıyla nefesine daral geldi. Ağır ağabeylerden kalma bir esnemeyle bekleyişin umutsuz seremonisinde kayboldu Adam.
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM
Cep telefonunda tekrar müdürüne ulaşmayı denedi. Genel yayın yönetmeni telefonu meşgule verince, kulüpteki sıkıntının hat safhada olduğunu ve müdürünün kendisine dargınlığının ayyuka çıktığını anladı. Ama yapacak bir şey yoktu. Trafik hala akıp gidemiyordu bir türlü. Arkadaki araba kuyruğunun tık nefesi ensesinde kımıl kımıl kımıldandı. Ön koltuğun bir kıyısında bükülü duran eski gazetelere göz attı, abuk subuk haberlerden gına gelmiş bir sayfanın en alt köşesinde bir cinayetin  sırlarını ifşa eden satırlara takıldı gözleri. Bir kulüp baskınında öldürülen gencin birdenbire parlayan yıldızının söndürülmesi ağdalı bir dille yazılmıştı. Ben olsam bu haberi nasıl yazardım dedi. Hikayeleştirirken, öteberiye dağılan ipuçlarını kurgusal bir uzantıda oturtmak kolay. Gazete küpürüne sığıpta ;dünyaya sığamayan bir genç adamın dramı gibi daha ne cinayetler vardı bir solukta can damarı kesiliveren. Gazete şişman zayıf herkesi yaz diyetine çağıran üçüncü sayfasında Adam “eee yetti” der gibi elinden gazeteyi bıraktı ve radyoyu açtı. Eli kolu bağlı vaziyette mecburen ve İsyankarane  şekilde  tesadüfen açılan  radyoyu dinlemeye koyuldu.
 “Merhaba” dedi Dj. “Ben Dj’yiniz Seyyah ve radyonuz Gezgin radyodasınız bendenizle.” DJ’in sesi mükemmel kritikler yapan eski  yarışma sunucularının çeken tınısındaydı. Adamın sakinleşmesi bir dakikadan fazla uzun sürmedi. Radyonun sesini biraz açtı. “ 1950 yıllarında moda olan cazseverlerle takılıp bugün ben Gezgin’le kulüp Havana’nın yolunu tutacağız seyyah olacağız beraberce sevgili dinleyicilerim. Her zaman olduğu gibi müzik kutumuza bir aşkın hikayesini atıp; şarkılarını çalacağız öyküsünün. İşte ilk sırada satın aldığımız Tereza River’den başlayalım isterseniz “Müzik Müzik Müzik… heyt! Dostlar hayal kurmaya davetle az sonra beraberiz dedi ve DJ’in sesi kayboldu çalınan parçanın ritmiyle. Hiç ara açmadan Natking Cole “Mona Lisa”yla yayan yabıldak yola düşmüş Afrikalı’nın güldüğü ve ağladığı mı anlaşılmayan bir tablosuna ağıt ediyordu yumuşacık boğumlu sesiyle. Adama  “Bu ne ya!” demeye vakit bırakmayan DJ :” Arjantin, Küba, Meksika dolaşacağızzzz  günün bu saatinde. Önce Müzik müzik müzik sonra Mona Lisa…. Nasılsınız bakalım?” diye radyo dinleyicisiyle özel bir otokontrol sistemi kurduğundan acaip  emindi. “ Vayy be ne DJ miş. Veresbitle koruda gezgin seyyah gibi oldum sahiden de “ diye elini dizine vurarak söylendi.
 I9 BÖLÜM YENİ HİKAYE
Mona Lisa’yı Frank Sinatra’dan dinlemiş, gırtlağının nağmelerinde yumuşak yuvarlanmalarla romantizmin hayalini kurmuştum o söylerken. Hard yüz hattının inadına dedi Adam, beyzi bir beyzbol sopasının kendi gideceği kuyuyu bulması gibi salınıverirdi söz düetlerini. Koca koca gölgelere sığamayan harikulade sesini  dinlemeye doyamazdım. Dinleyicilerim “ehh!” deyip delirtmeye vardırana kadar  çalardım şarkılarını.
Mona Lisa’yı Natking Cole’ün seslendirmesi apayrı bir dinletiymiş   içimi kıyım kıyım kıyan açlıktan beter parçaladı beni, parçamın her birisi egzotizmin puslu yaylalarında gözü karardı sanki. Koptu dünyadan ve trafik durmuş, saatlerce bekliyormuş falanmış filanmış… DJ’ Seyyah :”Doris Day’in  hikayesinin öncesinde  bir müzik arası verelim diye mısır gevreği çıtıpıtısıyla Adamın  kulağını kendisine doğru dikkat kestirdi. “Jost for you” plağını çeviriyorum az sonra efendim az sonra  pikap sustuğunda ben yine burada olacağımmmm.”dedi.
“Vay vay! Artistik Seyyah hazretleri, Gezgin radyo! İmkansızı başarmanın bir nevimünhasırı bu kendine özgü. Kendimi beğene beğene ne hale düştüm oldum şu anda neredeyse. Kör gözüme başka bir radyoyu dinlemezsem, egolarımın şişini indiriverir elin oğlu Gezgin seyyahnamesiyle tık”diye. Adam karnı ağrıyan numaracı bebeler gibi arabasının koltuğunda  o yana bu yana sallana sallana Doris Day’in sarışın melodisine katıldı ara ara. Ne zaman şarkıcı sustu ve ne zaman DJ? Ama kulağında müzikallerin şirin sarışını Doris Day’in macerasını dinlediğini neden sonra anladı ve ne kadar radyoyu dinlerken dalıp gitmelerin tuzağına düştüğünü geç de olsa anlayı anlayıverdi. İş işten geçmiş olsun üstadım, demeye getirdi kendine.
“Bir varmış, bir yokmuş… geçmiş zaman mı desem, geçememiş zaman mı? Balerin olmak aşkıyla yanıp tutuşan bir kız varmış. Gece gündüz parmaklarının ucunda narin narin primadonna olmaya hevesle çalışırmış. Rüyalarında “Saraydan Kız Kaçırma” operetinin sonunda alkış tufanıyla sahnede  selamladığını görürken uyanırmış çoğunlukla. Ve o sabahların birisinde annesi, şehre gitmek için   hazırlanmasını söyleyince, heyecanla kurdele robalı sarı  elbisesini giyip, babasından önce arabanın arka koltuğuna oturup annesini beklemeye koyulmuş. Minik kalbinde bir tezcanlı sıkıntı dolanı dolanıvermiş ama Doriscik zıp zıp zıplayan farenin peynir peşinde tıkırdayarak kaderine koşması gibi başka bir şey düşünmüyormuş. Evlerinden uzaklaşırken gamzesinde kalan bir son gülüşle gözünü kısarak bakmış. İçinden bir ses, evine dönüşünün eskisi olamayacağına kayıt düşmüş yüreciği bir yumruk. Anne! Efendim! Anne ! Efendim Dori? Be be ben sözlerinin gerisi gelememiş. Gözleri kararan dünyanın feci bir feryatıyla yoldan çıkan arabanın sessiz sessiz kanayan yarasına yetişen ambulansın sağlık görevlileri küçük Doris’i ve annesinin  ve babasının baygın bedenini hastanaye taşımışlar.  Doris kendine gelince bacaklarının çizik ve kırığını görünce dünyası başına yıkılmış günlerce günlerce ve haftalarca ağlamış ağlamış. Kimse onu ikna edemiyormuş. Bir gün, bir gün sonra ve sonrasında ben de şarkı söylerim o zaman demiş. İçli caz parçalarını  hüzünle karışık  şahane düşlerle süslü sade ve dingin seslendirince o yaşta masalı cazlı fevkalade devam etmiş… ya ya yaşasın Doris Day’in yaşam aşkı ve yine “Jost for you” yine yine dinlemeye doyamayacaksınız Seyyah ben efendim Gezgin Radyo farkıyla hoşçakalınnnnn” demiş. Adam’ın mest hali geçemeden açılan trafiğin yoğunluğuna kapılıp seyir durumu zincirlemesinden diğer bir densiz sürücünün nedensiz korna sesiyle sıçramasıyla ancak adapte olabilmişti nerede olduğuna dair. El frenini indirdi. Vitesi boşa aldı. Marşa bastı. Kontağı çevirip  debriyaja bastı vitesi bire getirdi hafifce gaz verip ayağını debriyajdan çekerek işine gitmek üzere yola  koyuldu.
BÖLÜM YENİ HİKAYE
 Arabasının koltuğunda kaykılmış vaziyetinden toparlanarak  Adam dikleştirdiği omuzlarından  gelen  güçlü bir komutla koluna, eline ve  parmaklarının birleşimi avucuyla  yüklendi el frenini indirdi debriyaja basarak vitesi bire taktı, kontağı çevirip  hafifce gaz verip ayağını debriyajdan çekerek işine gitmek üzere yola  koyuldu ama bu  mest hali geçemeden açılan  yolun yoğunluğuna kapılıp seyir durumu zincirlemesine geçivermesi çok ani olmuş ve bu nedenle de  bir densiz sürücünün korna sesiyle sıçrayarak trafikte olduğuna ancak inanabilmişti. Trafikte olmanın kesmekeşinde  işine gitmekte olduğunun gerçeğine varınca içi cık cık etti. Kulüpte karşılama töreni  yüzünü ekşitecekti. Hemen cebini çıkardı. Numaraları bir eli direksiyonda tık tık tık bası basıverdi parmaklarının hızına güvenirdi. Çalan telefonunu uzun uzadıya dıdıtlatmadan müdürü  hiç ummadığı kadar sakin ve yavaş bir sesle “efendim” dedi. Adam, panikledi adeta. Hani  nerdesin? Gelme! İstersen diyebilecek azarsı  tonlamalı yanıt beklerken… Kendi  olumsuz kurgusunda  bir anda kendi yıkıldı  . Fazla  nağmelenmeden o da   “ çok özür dilerim Ahmet bey. Yolda kaza  var sanırım. Trafikte sıkıştım kaldım. Gelmek üzereyim.”  Ahmet bey renk vermedi “ tamam. Bekliyoruz.”dedi ve telefonu kapattı. Adam, bir iş var bunda. Ahmet bey!!!  Geç kaldığım için bir an teşekkür edecek sandım.  İnsanları tanımak ne kadar zor. Şunu yapar, şöyle davranır diyorsun. A a a a ! oluyorsun. Hiç önemli değil geç kalman!dedi sanki diye bir tuhaf oldum. İşime mi son verdi. Yerime  birini mi buldu? Sorularıyla boğuşurken Adam kulübe 100 metre mesafedeydi en fazla. Nasıl oldu anlamadı ama radyo hortlakların yeryüzünü basması gibi arabanın atmosferinde patladı yüksek perdeden: 100.101 sıfır frekansında  Gezgin Radyo Seyyahı sizinle Pazar dinleyicileri diyen sese döndü “A! Yeter Seyyah. Canıma tak demiş saatimde  olamazsın sen, bitmemiş miydin hem ?” diye laf attı. Yanıtını homurandı. Bitmemişsin. Ben o sırada yola çıkma telaşıyla radyoyu kapatıyorum diye sesini kısmışım. Seyyah, Adamın varlığından bihaber kısık egzotik sesiyle  konuşuyordu biteviye Dean Martin, Barbara  Streisand ve cazın babası Louis Armstrong bakir ormanların  bir deli bakiresince şel şel şelaleden düştüler nehrin suyuna kırk  kırık kristalize  içdenizimize daldılar köpük köpük… ve adamlar… ve kadınlar… ve Tanrılar cazı yarattı kızgın toprakların hüzünlü keseklerinde. Hala  çalınan parçalarla dağılmadıysanız dinleyicilerim Seyyahınızın serenadı tur değişimine uğrayacak  gelecek programa kadar sabır sabır  bekleyin. Şimdilik hoşçakalınnnnn  müzik yolcuları. Mooooola. Adam radyoyu kapattı. Arabayı  otoparka çekti. Yün hırkasını çıkarmış nene gibi üşüme sonrası bir titreme geldi üstüne. İç geçirdi. Ahmet beyle karşılaşmaya  bir tarafı hazır değildi. Bir tarafı ise asi gençlik gibi direnmeye…
Kulübün Pazar  olması dolayısıyla kalabalık olması Adamı görünür olmaktan koruyarak stüdyoya daldı hemen. Yayın akışının alt üst olduğu bugünün anısına not düşer gibi, canlı capcanlı  volümü heyecanlı bir ses tınsıyla  “ sabahtan beri buradayım… sizden ses çıkmıyor. Ben Herkül  nerdesinizzzzzz?” diyerek programını başlattı. Bekliyordu ne zaman gelecek diye Ahmet beyi göz ucuyla.  Hande Yener’den bir yaz parçasını koydu.. Ve teri boynundan aşağı aşağı serseri mayın gibi yuvarlanıyordu  tişörtünden içeri.
21. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Yayın odası serindi ama  Adam, mahkumun prangası sökülmüş ayağının hala zincirlerle bağlı şiddetinde stresliydi. Tenini ıslak ıslak eden terine söz geçirmesi mümkün değildi. Koltukaltında halkalarla iz eden nem ter  yapışığı rahatsız ede dursun kendini; gözlüklerinin altından  müdürü Ahmet bey, yayın odasını süzüyordu. Profesyonel Dj olmasa eli ayağına karışır, sözcüleri birbirine. Hey neler oluyor orada? Kimse yok mu? Size en özel hikayelerimi anlattım… yorumlarınızı alayımmmmm. Ve işte beklediğiniz parçalardan biri daha sizin için çalıyorum.” Dedi. Cam kabin dışında çatık kaşlı müdürü. Yarı kızgın! İki çift gözünün bebeğinin biri  ay aydınlığında diğeri yay gerginliğinde “neden?” diye soran bakışlarla dikiliydi üstüne. Mazeretlerimi anlatmaya kalksam… çığ uğultusuyla homurtular dağ yamaçlarından yuvarlanabilir mi acaba? Altından kalkamayacağım bir serzenniler yumağını çözmeye düşkün değilim ifadesinden düşeyazan karşı bakışlar fırladı gitti kendiliğinden müdürüne Adamın gözlerinden. Müdürün yay gergini kaşının altındaki gözü; ay aydınlığındaki gözüne ; söz, senin deyiverdi umulmadık biçimde. Suskunluğun kehaneti sarmıştı yayın odasının iç ve dış ve her yanını.
“Harcıalem bir kelam edeceğime, senin cebinden bana ulaşman yeterli!”diyen bir ezcümle fısıltısıydı iki gergin adamı sakinleştiren. Ahmet bey, yarı gülümseyen vakarıyla  geldiği gibi gölgesini, gövdesini, görevini alıp  önüne zapturap rap rap  ve  gözlüğünü onartarak burun kemçiğine gayet rahat  çıktı gitti.
Adam “harika!” dedi. Felaketin eşiğinden dönmüş bir şehrin pervasızlığında  aniden önüne çıkıveren virajı tırısadak  geçen doru atın kişneyen sesiyle mikrofona eğildi: “ Herkülün maceralarını dinleyenler bana ulaşsın lütfen!” dedi.
Ve beklenen telefon bağlantılarından hikayecikler türedi Adamın tümce yazıtlarına. Kimi dilin kumsalında yanan inciyle tane tane konuştu. Kimi  sordu soruşturdu, geçmiş zaman melodileri ve yabancı şarkıcılara yer veriyorsunuz diye? Ama ama dedi Herkül, programın ilk bölümünde Türkçe hit parçalar çaldım Frank Sinatra’dan “My Darling” demesem miydi?
Dinleyicinin biri: Hiç detay atlamam ben sayın Herkülcümmmm. Hayali hikayenize bayıldım doğrusu dedi hah hah hah…  Herkül de dayanamadı bastı kahkahayı “Artık bugünlük program kaçamağım için affedildim diyebilir miyim?dedi. karşıdan davudi bir yanıt “ tereddüdünüz olmasın. Fevkalade bir DJ’siniz.”  “teşekkürler o sizin fevkaladeliğinizden kaynaklanıyor efendim.”  Birkaç  dinleyici  arabesk dinlemek istediklerini söylediler. Radyo yayın akışı ertelenmiş aşkların kavuşması kıvamında heyecanı yoğun, hararetli bağlantılarla sürüp gitti. Son parçayı anonsundan sonra  bir kadın ısrarlı tonlamasıyla  programa bağlanmak isteyince Adam, bu günün ortalama bir gün olmadığı anlaşıldı diyerek telefondaki kadını yayına aktardı. Uzun soluklu, çizgileri eğri sobe çizilen seksek oyunundaki kareleri atlaya zıplaya geçen kız çocuğu hayalindeki kadınla paslaşmalı konuşmasının ardından çok enteresan bir noktada son buldu canlı telefon bağlantısı.
Yayından çıktığında koridor upuzun ve sallanıyor sandı. Beyni zonkluyordu Adamın. Son telefon bağlantısındaki kadın serseme çevirmişti. O’na anlatmalıyım dedi.
Kulübün uğultusundan kaçmak için lavaboya girdi. Elini yüzünü yıkadı.  Saçını  eliyle bastıra bastıra ıslattı. Tişörtünü havalandırdı. Kasığındaki  baskıyı ancak fark etti. Tuvalete girdi. Çıktığında karnında kocaman bir boşlukla rahatlamıştı. Yemek  yesem mi? yok yok! Beni bekliyordur. Yemek yer gidersem onu ihmal ettiğime enikonu üzülür. Kahvaltımız da bir şeye benzemedi zaten. Eve giderken hazır börek falan alsam. Belki yemeğe çıkarız…
22. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadın, sevgilisinin anahtarı çevirip elinde poşetlerle kapıdan içeri girivermesine alışık olmayan biri gibi ürperdi birdenbire.   Yorgunluğun  yüzünden damladığını  hemen fark etti ama …?  Zaten kendisi de sabah ki tartışmanın ardından işime geç kaldım diyerek  çıkıp  giden erkeğiyle didişememesinin hıncını cam kapı silerek, elektrik süpürgesiyle adeta halıları  döverek, döşemeyi silerek, tersine dünya dercesine balkondan çarşafları çırpı çırpı vererek temizlikçi kadınların hamaratlığı ve el çabukluğu ile vücudunu yormaktan yorulmuştu hani neredeyse. Akşamın, balkondan mor çiçek demetiyle demetlenip gurup gurup güneş hanendesinin lal e dönüşmüş dinletisinde dinlenmek kaydıyla uzanıvermişti ikili koltuğun birine. Uzandığı yerden adama  "gel yanıma" dedi. Adam hiç itiraz etmeyerek elindeki poşetleri mutfağa masanın üzerine bırakıp acelesizce  kadının yanına uzandı.  "Nasıl geçti yayın?" deyince … Adam "sorma, müthiş müthiş! Bugüne kadar yayın  adrenalimin  dozunun tavana  böyle yükseldiği  hiç olmamıştı."dedi.
Kadın—Anlat ne duruyorsun o zaman? Sıkıcı bir günün ardından bana çok iyi gelecek.
Adam—İnanamam! Kimbilir ne tempo yakalamışsındır ev sen ve yalnızlık… objeler, nesneler ve söz çarpışmalarımızın yarıda kalmış düellosu… dolmuşsundur sen şimdi.
Kadın—A!!! Nereden anladın?
Adam—Yüzünde  imgeler şantiyesi kurmuş gibisin şekerim. 
Kadın—Nasıl yani? Dur aynaya bir  bakayım  benim yüz ifademdeki şantiyeme.
Adam— Ne bileyim başka türlü tarif edemedim ki?..  bir tuhaf ve inan çok çekici.
Kadın—Tuhaf derken?
Adam— Ney dinletisinden dönmüşsün gibi. Hıh! Uysal uysal bir şey olmuşsun huzurlu yaramazlık sonrası sakinliği olur ya hani küçük kızların öyle, öyle işte.
Kadın—Vay! Sevgilimmmm.(Adama sıkıca sarılarak) Acaip havaya soktun beni tatlı Dj’im.( parmağını Adamın saçının dip sınırlarında  ileri geri  gezdirirken) boşver sen beni, kendi maceralı Pazar seremonini  anlat aşkım. Seni  can kulağımla dinleyeceğim. Hiç baskıya  da gelemem  bilirsin. Çünkü, bugün ne yaptığıma  dair  ipucu versem mi?... Vermesem mi?...diyorum da hani?... Yok! yok! Gizemiyle kalmalı. Belki de ara sıra  sıkıldığımda denerim yine.  Hımm??  Sana söylersem gülersin. Moralim bozulur olurum falan da fişman da... Afrodizyası harika kadınlık hallerinden birkaçıyla barış imzaladım gibi bir şeyler  işte tamam mı.  
Adam—Tamam şekerim, tamam.. Fakat ne biçim kadınlık haliyse sana pek yaraşmış. Bana güvenebilirsin izci sözü!
Kadın—Ha ha … Hi hi.. Hadi  sen başla artık, başlamazsan  yaygarayı basacağım  az sonra.
Adam—Bak şimdi, evden çıktım acaip ve korkunç bir trafiğe yakalandım. Sinirim tepemde bir kucak dolusu sıcakla arabada off! Pöf! Yolun açılmasını bekleyecektim. Yapacak bir şey yoktu.  Telepatik sallanmalarım, bacağımı zıplatmalarım kar etmiyordu. Gelene geçene eyvallah demelerim, mini karekterize anekdotlarım vesaire vesaire… hepsi hepsi bitti yol trafiğe açılmıyordu bir türlü..
23. bölüm yeni hikaye
 Yolun  niçin kapatıldığını anlayabilsem… dedi Adam. Yani sevgilim, tatil günü pazar maceramın her repliğine ayrı  harelerle,  gözbebeklerinin   kocaman  kocaman  açıldığına göre  radyomu açtığımı söylemenin zamanı geldi demektir.
Bu kadarcık mı?
Ne  dediniz hanfendi. Duyamadımmm da!!!?
—Evet, radyo açmanın esrarengiz olduğunu düşünmüyorum.
 Eee..dedi kadın.
—Fevkalade bir soru canım. Arabada radyo açmak? Sıradan değil mi? Hem soru sorup, hem  de verilecek yanıtı çürütmeye çoktan hazır ve vücudunun ritmik fizyolojik sallanmalarına hayır demeyen Adam, sevgilinse uzun uzadıya  araba farı sinyali  gibi bakış attı.
--- Ne? Dedi.
Adam  sen bilirsin o zaman dedi. Hikayemi anlatmaya devam edeyim. Dur bir dakika, nerede kalmıştımmm? Hı.. aslına bakarsan, tatlım  Dj’in sihirli sesi anahtarın beynimde  çıkırt! diye madeni bir döngü yaşattı bana. Anahtarın  rezesi, radyocu arşivlerimin duvarlarımı söktü kökünden anlatabildim mi aşkım.Kitlendim radyoya. Yayını dinlerken afsunlamdım adeta kafamı başka bir yere döndüremediğim gibi bir de   pür  dikkat   haldeyim ki sorma. Kıskandım adamı  o derece.  Dinleyici kitlesi de süperdi süper.
— Olmadı ama. Süper sözcüğü  yanlışlıkla ağzımdan çıksa…
Kızardım değil mi sana deyince Adam, Kadın, “ kızmadan öte , sana yakışmıyor diye bozmalarına fena halde içerlerdim dedi.
 Ah şekerim! Oldu bir kere. N’olursan  bugün boş ver sözcüklere takılma. Enteresanlıklar bitmedi daha.  Son dinleyicim tarz bir  kadınla yayında konuştuklarımızı bir duysan.
--Anlatsana.
--Anlatacağım.
--E ee ne bekliyorsun hala. Dedi Kadın.
--Dün programda canlı olarak istekleri alıyor; arşivde varsa karşılıyordum diye başlayan Adam’ın oldukça etkilenmiş hali sevgilisinin gözünden kaçmadı.
--Eee..
--Ağlamaklı sesle bir kadın; anlıyorum ki, hıçkırıktan yeni çıkmış, kendini toplayan bir sesle, alo dedi ve sustu dedi Adam. Ben isteğini verecek diye birkaç saniye bekledim. Sonra ben, sessizliği bozarak; "Ne oldu!?" dedim. Evet dedi bu olabilir. Sizden, Miles Davis'in Kind of Blue'nin ilk parçasını istiyorum: "SoWhat"'ı çalabilir misiniz? Dedi. Memnuniyetle ama şimdi değil, diye cevap verdiğimde; anlıyorum arşivinizde olmayabilir, parçayı şimdi size e-mail edebilirim; istiyorum ki, duygumu herkesle paylaşayım.
Kadın-Rock parçaları arasına, caz'ı yerleştirmek nasıl fikirdi.
24. bölüm yeni hikaye

Ben de öyle düşünüyordum ki, dedi Adam, sıradakini yayına verdim ve e-mailime göz attım, parça düşüvermiş. Sırada başka istekler de vardı; onları da düzenledim. Bilgisayardan, gelen müziği dinlemeye koyuldum.  Müzik açılınca grup enstrümanları birlikte çaldılar bir süre, sonra diğerleri geri çekilirken trompetiyle Miles Amca öne çıktı, aldı -uçurdu beni de öylece; coştu coşturdu, işte bu dedim caz denen nane, kendimce. Böyle düşüne dururken caz müziğiyle ilişkin etkileşiminden hala yere basmayan  ayaklarıma dur! Ma- sı- nı emreden beynim de ise son telefon konuğum o kadın vardı  hakikaten ben oradaydım. Dönüşümün biletini  kesmeyen akıl kumkumalarıma  “Ne yapıyorsunuz siz? demeye dilim varmadı doğrusu. Neden olmasındı?..
Samimi bir dilek, aktif bir yönlendirme; meçhule bir mesaj vardı kadının tavrında; aklıma bir fikir geldi, bunu neden bir kapanış parçası yapmayayım; bir istek de benden olsun değil mi, hediyem. Sonra caz, rock'tan pek uzak da değil ikisi de birbirini besleyen damarlar. Bundan dolayı izleyici kaybım olmayacağına inandırdım doğrusu kendimi.
Esrarengiz kadınla ilişki böyle bitmemeli dedim. Mesajının edilgin bir aracı olmamalıydım; O’ da beni merak etmeliydi?... Ediyor olmalı fikrine sapır sapır saplanmışım ki  kapanış seslenişini  yeniden tasarladım. Yepyeni isteklere dönerken; yüreklerde  cız! Cız! Eriyişin  en damardanı  bir parça olmalıydı ki  kımıldamaya müsaade etmesin dinleyicisine.  Şöyle en yavaşından,  tene giren ince ayarlı  iğne ucundan  damlar gibisini  seçmeliydim. Parmaklarım bilgisayarın kara karakterlerinde iki dakika tıkırdamasıyla anonsum senkronize buluşuverdi:  "Şimdi, aramızdan yıllar önce ayrılmış Miles Amcadan, So What, "N'oldu" adlı parçayı dinleyeceksiniz. Miles Amca cazın ruhunu bu dokuz dakikaya sığdırmış ve çok da  harika müzikalitesi yüksek dedim. Rock'un da beslendiği  sadakatli ana damarlardan biri  de caz, kulağınıza hiç yabancı gelmeyecek, alıp götürecek istediğiniz yere sizi. Bir de bu parçayı programın kapanış müziği olarak size armağan etmeme vesile olan izleyicime de benim bir armağanım olacak. O da gelecek programda. Bir Reggae parçası bu, Bob Marley'den gelecek ve No Woman no Cry, "Ağlama Kadın" diyoruz/diyeceğiz!  Dedim.
“İlginç” dedi Kadın.
 “ Bu kadar mı?”
“Yani evet!”
Adam, ne demek bu şimdi? İyi mi? Beğendin mi? Hoşuna gitmedi mi?
---???
Heyecanımı paylaştığın için teşekkür ederim dercesine baktı Adam, Kadına.
 Romantizmi ile bir anda seni büyüleyen kadına bayıldım açıkcası dedi sevgilisi sevimlice.
 Oho…
—Ne? Ne? …Kadın şımarık şımarık söylendi.
E ee   daha daha ?dedi Adam.
Melankoliklerin , yayına bağlanıp Dj'lere unutulmazlık yaşatmaları mesai içinde, çok ekstrem bir tutku, karşıdaki  kadınmış   erkekmiş aldıramam boşa umutlanma!
Kıskanmadım diyorsun?
Hayır!dedi Kadın net ve kesin ve nefes kesen  ifadesine hayran kaldı adam.
 Gelirken  çok düşündüm  bunu. Seninle  paylaşıp paylaşmamakta kararsızdım.
İnanmıyorum? Kadın afallayarak inanmıyorum! deyince
Adam bir müddet sessiz kaldı.!??
Kadın,  o ara mutfağa  geçip  çay koyduktan sonra geri döndüğünde, bir sigara yakıp yanına bir küllük aldıktan sonra
25. bölüm yeni hikaye
--Sana enteresan bir şey söyleyeyim mi.
--Lütfen!
-- Nasıl  anlatabilirim  bilmem ama ? Meçhul ve esrarengiz kadınla  yayın esnasında konuşmanız, ondan  farklı etkilenmen benim için sadece detay , ondan daha ötesinde,  aklımı karmakarışık eden.
--Neymiş o?
-- Kadından bahsederken , hıçkırıktan yeni çıkmış hali dedin… İçim bir hoş oldu. Çelebiliğin  ve narin dilin duygulara, hislere dair. Sanki…
-- Rica ederim canım, kurduğun cümlen yarıda kalmasın.
--Seni incitecekse..
--Hayır. Hayır! Ne hissettiğini gerçekten bilmek istiyorum.
-- O zaman, ilk kez telefonda konuştuğun kadının ses tınısında; hıçkırıktan yeni çıkmışlığını  anlayıvermek?
-- Çok mu önemli?
--  Fazlasıyla.
--Bir erkek için mi, benim için mi?
-- Her ikisi de.
--Meleğim unuttun mu  ben hikayeciyim.
-- Yok, yok  öyle değil sevgilim. Bu başka bir hikaye tınlaması. Yarası kapanmamış mazinin  kulağını çınlatıveren.  Sesin sana ait  olduğu sanılabilir desem, acaba çok mu abartmış olurum? Kadın hislerinde yazı derecenin ayarı  kısık hatta cimrileşirsin  hikayelerinde  sen.
--Ciddi misin?
--Tahmin edemeyeceğin kadar.
--  Sevgili  dırdırı değil benimkisi. Kıskanma güdüsüyle de hareket etmek bana göre değil.
Adam, Kadına duru dupduru bakarak;
“Gülbeşekerim  mi?.
--Tamamı tamamına.
---Haydi ya?
--Anlatma biçiminle  örtüşen senin iç alemindi  en emin  fikrim.
--Böyle bir romantik takılmaların? “No Women No Cry”lar, metaforizm değişimi hissediyorum. Kokusu  incecik narin ve kadınsı  yaklaşımın ben de heyecan yarattı farklı farklı…
-- Aslında şey…
--  Var değil mi bir nedeni?
Adam,  temkinle
-- Yoo…  Bak bak  hazırcevap sevgilime, ufaktan   gülümsemeleriyle  yepyeni kurgular peşinde mi ne?
-- Beni kandıramazsın hayatım. Burnuma bir sır kokusu geliyor deyince Kadın ”  
-- Kandırmak mı? Seni öyle mi? Ayıp ediyorsun bebeğim.
-- Pardon ama  vurgulamandan dolayı yansıyan giz diyelim. Özür dilerim yanılgıysa hissim eğer.
Sevdiği kadının   yüzünü avucunun içinde sıkıp sıkıştırarak erkek, tatlı bir iki öpücükle; dizlerinde  ikisinin dermanı olan aşkın fermanıyla
26. bölüm yeni hikaye

--Şekerim bak şimdi alınırım.  Zihninde soru işaretlerinin yanıtını hemen verebilirim dedi Adam.
Sevgilisinin koltukaltından başını uzatarak sehpanın üzerindeki küllükten dumanı tüten sigaradan bir nefes çekti.
 -- Pes yani,  iki dakika sigara içmeden duramazsın da.. Sigaranın dumanı yüzüme gelirse bozuşuruz akşam akşam.  Sen acıkmadın mı? benim  karnım acıktı . Biraz bir şeyler yiyelim mi.
-- Aç karnına  sigara içme mi diyorsun, akşam sohbeti yeter mi diyorsun!Hangisi hıı?
-- Sence?
--
-- Aç karnına yeter diyorsun!
-- Yani.
-- Ah! öyleyse  gel mutfağa geçelim. Ne yiyeceğimize  karar verelim.
--Sen seversin diye köfte ve bol yeşilli salatalık  malzeme aldım. İçecek de aldım. İstersen köfteleri ben kızartayım.
-- A! Çok düşüncelisin yine, eskiden demek istemiyorsam da gönlümü şımartıyorsun teklifinle karışmam sonra. Acaba seni çalıştırsam mı meçhul kadın çıkarmasıyla harpten çıkmış yorgunluğunu dinlemeden  sevgilimin.
-- Sen bilirsin tatlım. Emrindeyim. Sözüm hala geçerli. Kadın iki şıkkı değerlendiren küçük talebelerin eteğini çekiştiren mızık mızık  senlibenli sevecen:
-- Çok güzel bir  yemek yeme fırsat kaçırdığımı biliyorum ama yorgunluğun yüzüne ve yüzüme aynamız olunca şekerim   kıyamam mutfakta koşturmana. Bugün ben de  oldukça yorgun sayılırım. En iyisi ne yapalım biliyor musun?
--Bilmiyorum?
Gülüşerek “ Söylersen bilebilirim.”dedi Adam cilvesiyle sesinin.
--Dışarıda yiyelim. Hava almaya ihtiyacım var dedi Kadın.
Adamın duraklamasıyla şipşak çalışıveren kadının  beyni, ev sahibiyle geçen sabahı hatırlatmakta gecikmedi.
Çok özür dilerim sevgilim, ne kadar düşüncesizim değil mi. parasal sıkıntını unutuverdim bir an! lütfen kusura bakma.
Aşkım, kadınım olur mu öyle şey.Kusur falan ne demek? Kredi kartımla  istediğin yerde yemek yiyebiliriz. Artık o kadar da değiliz.
Kadının içi yine de rahat değildi. Mutfakta ayaküstü Adamı dinliyordu
27. bölüm yeni hikaye

----   Yalnız yarın sabah ilk işim yayıncımla oturup gelir gider hesabıma ait konularda ciddi ciddi konuşmalıyım. Sen de hazırlan bu arada,  yemeğe dışarı çıkalım. Getirdiklerimi dolaba  koymayı da unutmayalım.
--Hayır, hayır evimizde kalalım. Aldığın  köfteleri kızartalım. Yarın gece çıkarız yemeğe.
Adam, Kadına baktı. Gözlerinin sessiz  bakış görüş değişiminden  ısrar etmenin etkisi olmayacağını anlayınca, dışarıda yemek yemekten vazgeçti.
O zaman dedi Adam, yarın  hazır gitmişken alışveriş de yapar mıyız?
Yayıncınla görüşmene göre dedi kadın pratikçe. Neden?  Alışverişten söz ediyorsun farkında mısın? Olmaz mıyım?derken Adam masayı çat diye beş parmağıyla kapattı. Sabahleyin ev sahibinin karşısındaki  çaresizliğine nokta koyan son yumruğa benzeyen fotokopik ve telaşının telafisiyle  kabaca  “Birkaç alacağım var onları toparlayacağım”dedi.
Acelen ne hayatım alışverişe   başka bir gün çıkarız. Şöyle bol paralı bir gününde hem de. Olmaz mı.
O halde dediler mutfağa, dar  daral gelme darmadağanlığa. Çift olarak geçtiler tezgahın başına. Hazır köfteyi kızartmaya koyuldular. Salata masaya kondu zeytinyağıyla  parlatıldıktan sonra. Yaldızlandı yeşil marul.  Salata tabağının hürremiydi incecik tirildeyen kesilmiş haliyle kıvırcıklar.
Her şey kendiliğinden  oluyordu.  Kim Kadın, Kim Adam? Ayrımcılık yoktu. Mutfak, daha bu sabah Adam kim? Kadın kimin yanıtını; Kadınadam; Adamkadın bilmecesini yaşamıştı. Masaya ilk  yumruğu  Kadın vurmuştu. Hesaplanmamış ilişkinin iletişimsizliğinin kopuyordu bir  parçası sahibinden besbelli. Aynı akşam yine  yumruk yedi masa beş parmaktan mutfağın gözü önünde ve hesap kesen en son nokta formülünde. Ne aralık ikilinin arasındaki uçurum mesafesi kapanmıştı. Mutfak  da şaşkındı.
Terazinin dengesinde yarın vardı akşamın alacakaranlığında. Ölçen biçen, kıymayan, kıyamayan ama lezzet çeşni fevkalade. Yenilecek  tadılacak sunuma hazırlanıyordu mutfaktaki o masa şimdi. Şimşekler çakıp yakmayan canı. Karanlıkta  ışık saçan iki göz, menevişli fosfor yayan   yakamozlar kadar romantik Kadın  ve Adam karşılıklı masanın iki ucunda.
  Çiftimiz tatlısülümen konuşarak  bir karı koca huzurunda ; karıncalar kadar tutumlu, timsahlar kadar pusuda, kürkü için canına kıyılmış sansar kadar tehlikeli saatler geçirdiler. Fakat geçirdiler. Kalpleri kırılmadan, dökülmeden.Yatağa uzanırken mutfaktaki yıkanmamış  bulaşıklara aldırış etmeden seviştiler. Kadının ev kadınlığı tutmamış masayı öylece bırakmıştı. Adamın erkekliği şu masayı toplayıvere dönüşmemişti; ne Kadına ne içindeki yeni yetişip gelen kadınsı duyularına.
Profilleri  ve başları  yastığa yan yatmışken, onlar da yan yanaydılar. Düşlerinde ne garibandılar ne soylu. Boyutsuz mekanda cüce çengiler  beyza başlıklı taçlarıyla tavaf ediyordu görünmez oluncaya kadar döne döne.  Usluydu gece, mutfak usul. Çıt çıkmayan evin duvarlarında gerçek hadise yarın denen gelecek zamanda varoluştu her zamankinden apayrı. Masa  kır kılıbık Adamın vukuatında. Kadının  hasekilik aurosuyla;  eskiden su dolanan  kılcal damarları  ayrılarak nesneliğinden yaren oldu kızla erkeğe. Canlıyken günleri hard kart katı aynı masa ve  cansızken; boyalı örtülü tertipli masalığının farkındaydı kesin ve net ve bir tek kendisiydi bunu  bilen. Kimleri terk etmişti kendisiyleyken Adam. Terkedilmişti  üç yıl önce masanın kulakları duya duya. Yine ona kapanıp hüngür hüngür ağlamıştı  Adam kimseler görmeden kadının ardından. Bir kadınını  diğer kadın hiç bilmeden  bu Kadınla  beraberliğine  tanık olan masanın, bilincine ne Adam ne Kadın dikkat etmiyordu. Masanın örtüleri gelene gidene, dolaba, halıya göre değişse de özündeki tahta mertliği  aynıydı bu akşam da yine. Mükemmel donatılmıştı akşamın aşkıyla hevesle. Gece yarısı yorgunluğu üzerinde kaldı ama. Yarım salata tabağı, köfte yağı bulaşığı mavi çiçekli porselen servis tabağı, kadehin dibinde bir kırık beyaz şarap, tuzluk, çatal bıçak dibinde kıvırcık,  gece kurumaya terkedilen dilimli çavdar ekmeği sepetinde,  markasız solgun birkaç peçete,  kara çekirdekleriyle zenci dişi parlaklığında  bıçak yarası iyileşmemiş karpuz  dilimlerinin eşliğinde  bekleyen  tık tık saatli gecelerin tıkırtısız masasıydı o bu akşam.
28. bölüm yeni hikaye
Adam, pazartesi sabahı erkenden kalktı. Kadınsa  bin yıllık uykuda görünüyordu. Sıcak yaz gecesi odaları  bunaltıcı  olduğundan  dolayı yorgan yerine  çekiverdiği çarşafın üstünden  sıyrıldığını görünce  sevgilisinin üşüyeceğini düşündü. Yatağın kıyısına  tortop olmuş minimini çiçekli  çarşafı  göğsünün hizasından başlayarak örterken kadına; şimşek çakmasına benzer aniden  çata pata  parıldayan ışığında onu ilk kez görmüş gibi oldu. İncecik  alınmış kaşlarının,  gözkapakları örtülü yüz ifadesinde; gündelik yaşama hiç dönmeyecek bir kayıtsızlık gördü onda. Hiçleşme nevinden. Gün boyu bin bir  düşünceyle birleşen, ayrışan, çelişen, uzlaşan, başkaldıran göz, ağız, dil; yaşadığını unutmuş ruhun cansız hayali kadar dingin görünüyordu oysa. Derin uykudaki kadınsı yüzü  tekildi sevgilisinin. Her anın bir  çeşitlemesi yüzler ve yüzleşmelerin izi kaybolmuştu. Hafif nefeslenmeleri dışında  durgun, donuk duru ifadesiyle nasıl bihaberdi kendisinin onu seyrettiğinden. Sevgilisi  uykulu halini seyredildiğini görse, tepkisi ne olurdu acaba?  Kısacık saçlarının birazı tedirgin dik dik yastığa uzak; bir kısmı  baş derisine yapışmış sıkıca, ayrılmamak için  dibinden saç telinin, tutunmuş baş altına. Diğer saç tutamları tutuşmuş yastık altına ve kulakların arkasına saklanmış olanlar ise iç kulaktan gelecek haberi dinlemekle meşgul yatık durmaktalardı her halükarda. Burun kemeri gevşemiş dudağa aşkın. O arada üst dudağa yakın, yaşlanmanın bir rivayeti olmasa da belli belirsiz bir kırışık, bir rüya geçidinden geçer gibi  devenin hörgücüyle  geçmişe uzanmıştı. Oradan bir boğaz gibi ağız bir başka   geçişli  yol biçen  ve dil. Kırmızı beyaz kış bulutundan sarkan bir ufak  çizgili pembesi   işaret ederdi konuşunca geleceği, geleceğe. Uykuya teslim olmuş  kadının vücudu çölde seraba düşmüş bedevi gibi yaşam  gerçeğiyle aykırı ve tezattı anda. Bir daha uyanmamak hissine eyvallahsızdı.. Savunmasız. Çekincesizdi.. Yatağında  uzanmış uzamış  bedeni sorgulama şansı yoktu. Ki, elim nerede, kolum kıvrık mı? Üstüm açık saçık mı , sırtım kambur, bacağımın  biri diğerine küsmüş mü soramazdı uyuyan. Uyumayan ise eğer isterse, sakince seyredebilir ve bütün her şeyi irdeleyebilirdi. Beli bükülü ikiye, vücudu bir  kocaman “S”diye… Adam gönül  hanının kapısını bir kez açmıştı   en  sevgili  ve uykusuyla  yolculuğa.  Yolcu yolakçıya kendisi de eşlik ederek    iç görüşmelerine  uyanan taraftan olmak kaydının verdiği hazla.Yataktan bugün benim kalktığım gibi aniden  serice veya derin bir depresyonlu isteksizliğinde  uyanılır kimi öyle kimi böyle.. Yataktan  kaçarcasına  kalkıveren ya da esneme gerneşme düzenine alışkınlıkla da kalkanlar da dahil, ben veya Aşkım, bir dakika önce uyurken nasıldık acaba dememiştim şimdiye değin. Hayretine hayret etse de etmese de; sabah, her sabahtan farklıydı bugün  Adam için. Yeni bir hikaye yazmaya  yol açan çakmaktaşı sevgilisinin yüzü cayırtısıyla yanıyordu  içselinde sessizce. Ateşi alev alev  görünmeyen, dumanı tütmeyen nefesin harıyla Kadın,  emrine amade dürtüleriyle yanmaya  can atan kahramanı. Üç köşeli yüzünün her bir köşesinde, sevgilisinin hikaye örgüsünde yüzde yüz hatlarıyla yön gösteren pusula emsaliyim diyor gibiydi kadın uykusunu açmaya ret eden ve  ölümden bir önceki adımı atabilirim de; atmayabilirim de... Kararsızlığının tam bir kararsızıydı aslında sevgilisi uykunun en güzel kuyusunda. Adam irkildi  birden. Ardından  silkinerek   neler  düşünüyorum diyerek kendini uyardı adeta.  o ruh halinden çıkmak ister gibi kıvranarak; bir yol hikayesi uykudan öncem ve sonram  ve ağır bir  Pazartesi dercesine sevgilisinden bakışlarını ayırdı.  Hafta başı ve yayıncımla görüşmek için  bir an önce çıkmazsam odadan akşamı edebilirim  dedi diliyle dişi arasında.  Detaylar, notlar almaya başlayabilirim... yeni hikaye bile yazabilirim diye akıl yürütürken Adam.   Kadına da   belki de kaçıncı rüyasında; Adamın seyir haline dönüştürdüğü anlıksal  düşünleri  bir başka adlandırmayla örneğin:“uykusunda bir kadın  ve betimlemeleri seyirliği vesvesesinde ”   malum olmuş olabilirdi. Şöyle bir rüyayla: Kadını  bir detektif   adım adım izlerken fark edip çarşafı başının üstüne kadar çeker figüründe. Bütün bunları farzederek Adam son bir gayretle sevgilisini seyretmekten  vazgeçerek gitmesi gerektiğini kesinleştirdi. İvecenlikle, sevgilisini  sabah uykusuyla baş başa bırakıp  yürüdü. Yatak odasında perde koyusu  loşluğunun  yalnızlığında kadın hala uyuyordu.
  Adam oda  kapısını  yel hafifliğinde çekti.. Ama birden  giysilerini içeride unuttuğunu fark eder etmez uff! Diyerek geri açtı kapıyı kendine doğru çekerek. Sevgilisi uyanacak diye ödü koptu. Kız, dün çok yorulmuştu. Pantolonunu, tişörtünü aldı.  Az  önceki gibi bir  kaplumbağa tısıltısıyla çekip kapıyı yeniden banyoya daldı. Ve jet hızıyla hazırlandı. Yüzüne traş losyonunu sürerken aynadaki benliğine yakışıklıyım  galiba  deyip kendi kendine dil çıkarıp  eğlenmek istedi kendisiyle çünkü, yayıncısıyla tartışıp tartışmayacağına dair kuşkularını ancak böyle akıldışı edebilirdi ona göre.
Arabanın anahtarını eve bıraktı. Gideceği yer yakındı nasılsa. Trafiği çekemem bugün  fazla gelir park edecek yer aramak  falan fişman diye düşündü.  Yürüyüveririm  yarım  saat, kafam sakinler, bacaklarım açılmış olur. Konuşacaklarımı da zihnimde belirlemiş olurum hem dedi kalbinden.
29. bölüm yeni hikaye
 Pıt pıt pıt merdivenleri indi önce bir ve  ikinci kata varınca, aklına bir şey takılmıştı. Almayı unuttuğu nesne, nevale her neyse…obsesifler gibi kapının örtülmediğine dair içi   bazı insanlarda görülen takıntı hastalanmasına  benzeyen bir haldelikle fişfiklenmişti. Ocağı kapattım mı? Pencere açık mı kaldı? Doğal gaz kaçak yaparsa vay vaylamalarını açık ara sollayan kuşkuyla, dönüverip geri indiği merdivenleri tekrar tık nefeste  acelece çıkarak; son bir kez evin  kapısının sıkıca çekilip çekilmediğini   kontrol etmeyi ihmal etmedi Adam.
Allahım dedi. Ben de mi  Sinan gibi olmak üzereyim. Bana ne oluyor bugün? Yayıncıyla görüşmem dolayısıyla mı geriliyorum. Sinirlerim yay gibi. Eskiden olsa evden çıktıktan sonra başımı alır giderdim. Vay başıma gelenler dedi içten içe.  Doktorumun bahsettiği durum mu harekete geçiyor? Dalgalanıverdi zihni. Kadınsı kişiliğin değişimi böyle mi belli edecek ben de, acabasını sorguladı şimşek hızıyla. Kalbine pıtırak gibi dikenler batı batıvermiş oldu her yanına. Ter bastı alnından ayağının tabanına. Üstüm başım ter kokacak demekten de kendini alamadı diğer taraftan. Off! bee! Oldu mu ya? Yürümekten vazgeçip taksiye mi binsem? Bir türlü karar veremiyordu. Ne tuhaf, hala evde bir şey unutmuşum kaygısı çekiyorum diyen iç fısıldaşmalarıyla başa çıkmaya çalışırken… Bir öyle, bir böyle  binanın dışına çıktığını; havanın misafir rüzgarının yüzüne çarpmasıyla anlayıp ferahladı. O anla birleşen vücudu ürperişlere teslim oldu. Bedenine dikkati kesildi. Üstüne giydiği tişörtünü, güne uygunluğuyla bir numara ilan etti ve seçiminden memnun memnun çok etkileyiciyim diye onayladı tarzını. Aklına mağrur bir teşekkürle ve  olağanüstü bir güven duygusuyla yürümeye devam etti.
Aslında  önemli bir konuda görüşmeye   gideceği zaman  beyaz  giymeyi tercih ederdi. Hengameli rengarengin çekiciliğnden kurtuluşu bellemesi   beyaz rengi ve  müptelalığı; fiziğinde tamamlayıcı bir yanı olduğuna inanmasındandı. Ondan  severdi beyaz giymeyi çoğunlukla. Bütün olumlamalara rağmen bu sabah  canı beyaz  giymeyi  çekmemişti. Çünkü nicedir gardropta bekleyen   açık kavuniçi çizgili pembe tişörtünü gözüne çarpmış bir anda kaynaşıvermişti ruhu tişörtle. Altına krem yazlık kotu da gayet şık durmuştu.
Adam, kesintisiz bir kararlı yürürken parasal vaziyetini düzeltmesi gerektiğini inançla birkaç istiare zincirlemesine; zihnini bulandıracağını bile bile sara sara sarıldı. Alıvermiş  gibi keratayı eline ve  ayakla ayakkabı arasında aracı kurumu dikeyliğinde. Soku soku verip  ayağının ardındaki ayakkabıya gibi yeni kitabının telif hakkını alamadığını sokuşturacaktı yayıncısının kulağına. Şunun şurasında iki günlük yazarlar bile kendinden çok alıyordu  söylediklerine göre. Yayıncısıyla kazanç meselesini konuşurken, incik boncuk hesabına dökmeyi düşünmüyordu . Yekten  yazdıklarımın karşılığını istiyorum diyecekti. Bu zaman değin, ailesinden geliri olması nedeniyle geçinmek de hiç zorluk çekmemişti. Fakat artık gelirleri tehlikedeydi. Yani kesilebilir tehlikesi kol geziyordu çevresinde. Onun için ayağını yere basarak harcamasını ayarlamalıydı. Parasız kalmamıştı hiç. Cebinde paranın bittiği olmamıştı. Param yok dememişti kimseye, dün sabah ev sahibine demek zorunda kaldığı gibi. Sevgilisi imdadına yetişmeseydi Allah bilir daha neler olacaktı Pazar sabahında?.. Geçim, geçinme  yolda   aklın yolu birdi. Beşti. Yüzdü. Milyondu. Milyardı. Dişe dokunursan dişli; dokunmazsan hiç mi hiçsin demeye gelen sistemle herkesin bir yolu ve yöntemi vardı başa çıkabilmek için. Emeğin karşılığı, üretimin verimin  karşılığının alınmadığı gün, hafta, ay ve yıllar nasıl geçerdi. Yemeden, içmeden, tatil yapmadan?... Hikayelerini yazarken işin bu  tekinsiz  kazanma, geçim derdi tereddütleriyle içli dışlı olmazdı. Yeni bir durumdu bu. Parasızlıkla yüz yüze kalıvermek. Başını önüne eğdi asfaltın sıcağı laf  anlamaz, lafazanca yüzüne karşı çalındı. Adam, karşıya baktı , karşıdan gelen aksi birine rast geldi gözü, başını eğdi. Karşıdan gelenin negatifine yakalandı. Başını  yukarı kaldırdı. Gökyüzü kanına girdi  sıcacık kayarak damarlarından. Ilık bir Ağustos sabahındaydı bir hikayeci farkında olarak daima   yukarı bakmalıydı ve sözleri yukarılara çekmeliydi onu. Yeni hikayeler yedi kat yukarıda gökyüzünden öte bir mesafeden dökülür gibi metaforlarıyla yazılmaya yazmaya hazır ola sokardı işte böyle yazarları. Başı hala  yukarıya doğru ve açık bilinci, düşü, kurgusu, gerçeği Adamın ve ben yazarım, yazmalıyım dedi şunları kendine. Ve  yayınevinden girmek üzere adımını attı kapıdan.
30. bölüm yeni hikaye
 Adam, yayınevinin kapısından içeri adımını atar atmaz, telefonla konuşan  yayınevinin sahibi pat diye kapatıp telefonu, ahizeyi yerine yerleştirmeye çalışırken…
--Ooo hoş geldiniz efendim dedi.
 Siz buralara uğrar mıydınız gibisinden  çok gereksiz  abartı bir ayaklanma babından  güler yüzle karşıladı. Eh, dedi, Adam, bu güler yüzün ardından hesap kitap kısmetimiz kesilmese bari diyerek yarı resmiyetle elini uzattı; lalübali olmaya  hiç niyetli değilim dercesine. Yayınevi sahibi hava civalara alışkınım edasında, o da uzattı  parmakları birer metre ve kuru budaklı elini. Şipşak tokalaştılar iki adam ve geri çektiler ellerini. Spor müsabakasında ringe çıkmış  iki pehlivandılar hemen hemen.
 Birinci raundu ben kazandım der gibi Adam, köşesine çekilmiş haddinde, otur denmesini beklemeden tekli koltuğa oturuverdi. Oturuvermesiyle birlikte koltuğun içine gömülünce, eyvah, bu halde derdimin “D”sini anlatamamın telaşı kapsadı içini. Ne yapsam ki? Ayağa kalkıp  dikiliversem…Ne düşünür ki?  Yayınevi  sahibi öyle kelli felli biri değildi. Birkaç tane zayıf  kuru dal duldasına sığışmışların yağmurdan sonra  sıkı sıkı sıkılıp çamaşır misali buruşmuş halini andırıyordu.
Uzun mu? Uzun. Zayıf mı? pek değil. eğik bükük oluyordu ya  yürürken gösterişi kayboluyordu. Tek cankurtaranı ve   olanca  süksesi; kocaman arkalıklı  kahverengi  makosen koltuğuydu.
Adam bir sıfır yenikti bu durumda.
Kahramanlarınız fevkalade şanslı hikayenizde deyince
 Adam, sözünü tam planladığı gibi gediğine koydu:
--Ama, hikayenin yazarı  onlar kadar şanslı değil deyiverdi  bir çırpıda çabucak.
Yok canım, neden acaba?dedi. Pişkince bir soruydu  hikayecinin tarafından bakılacak olursa.
--Parasal mevzular dün oldukça canımı sıktı Yasin bey diye  tatlı sert yapıştırdı sözünü Adam.
Ofisin ferah havası dar daralır oldu  bir iki dakikalığına. Dosya dosya çıktıların beklediği  masanın; karmaşasını, onu oraya, bunu buraya düzeltti kısa mesafeli suskunlukta patronu odanın.
--Siz de haklısınız. Beklentilerinizi karşılamak isterdim. Kabul edin  ki, kitap satışınız son günlerde  eskisi kadar rağbet görmemekte. Ha,  genel olarak zaten piyasa böyle  diyebilirsiniz. Fakat, gerçekten  satışlarınız çok durgun. Bir kitap basmak kolay bir şey değil. Baskısı, dizgisi, telif hakkını korumak için çırpınıyorum inanın bana dedi.
Adam, pes etmek niyetinde değildi.
--Pek tabii kitap basmanın masrafsız olduğunu  bilmekteyim. Ki, bugüne kadar, asla para ile  ilgili bir konuşmayla karşı karşıya kalmadım  sizinle. İlk kitabımı çıkarırken, ortağınız gibi sizin kazancınız adına heyecan yapmıştım hatırlarsanız. Kitabımın yayınlanması önemliydi o günlerde. Hikayelerimin kitabevi raflarında yer alması yeterliydi . Size kendi sözünüzü hatırlatmak mecburiyetindeyim.  “ Sizin cevhersiniz bizim için. Hikayeleriniz yok satacak. Siz de, biz de müthiş rahatlayacağız. Eminim!” bundan demiştiniz.  O günden bugüne açıkçası para konusu bana dokunmadı, ben  de size. Dün ve dünden önceki günlerde  maddi sıkıntılarım yüze vurdu. Kıyıya vurdum tam anlamıyla. Müsait şartlarda  ne ise kitabımın gelirini kağıda dökelim istiyorum.
Yayınevi sahibi gerginleştiğini söze dökmemeye özenle:
--Vallahi çok iyi olur. Anlaşmaya dökülmemiş işlerden kaçarım ziyadesiyle dedi.
Adam:
--Yeni Hikaye’mi de konuşalım. Satışların yüzde   otuzunun benim hesabıma yatırılması… ağzından çıktı dan diye.
Ooo ne yapıyorsunuz siz? Ben o kadar kazanmıyorum. Ödül almış yazarlarımızla çalışıyoruz. Ancak bu kadar veriyoruz. Yeni Hikayenizi yayınlamakta yorgunu yokuşa zorlamayın lütfen!
--Nasıl yani? Adam, sözün gıynadığı (oynadığı)yere geldiğini anladı. Bir soruyla geçiştirmeye çalıştı.
Yeni Hikayemin adı da  “Yeni Hikaye” konusu çok ilginç. Çok okunacağına güvenim sonsuz.
 Bu kadar güvenmeyin dedi yayınevi sahibi gözünün yuvalarından fırlayan gözbebeklerini kırpıştırarak.
--Geçen aylar içinde  hiç para  almadım. Ve  yazdıklarıma güvenmemi sağlayan biri olarak, eserlerimden kazan/kazan  olmasa kitabımı basmayacağınızı  bile bile…  başını iki yana sallayarak: Blöflere ihtiyacımız yok seninle  benim dedi; senli benliye dökerek diyalogu. Hakkımı alamazsam, ya da vermezseniz giderek size  kodlanmış olan seyir defterimdeki saygımın azalabileceğini ima etmiş oldu Adam. Ofisin hakimi benimi, öyle ustalıkla idare etti ki yayınevi sahibi de…  Baskısı çok satan hikayecisini kırmadan dökmeden:
-- Yüzde otuz demeyle olmaz! Yüzde  on beş de anlaşabiliriz diyerek bir adım geri atıyorum bak, demişimle elini takır takır  oturduğu yerden uzattı anlaşmak için. Yazarın tarafından ise olağanüstü bir rahatlama oldu.  Nihayet, yolum açıldı pazarlık masası kurulduğuna göre. Kitapların az satıyor demesi demek ki, gerçek değil bir manevraymış diye düşündü.
Yüzde yirmi isterim ve geçmiş hesapların tümünü alırım bugün. Ev sahibime söz verdim hesabına para çıkaracağım.
 Telefonun numaralarını basıp sekreterine en tok ses  perdesinden:
--Kızım bize iki çay söyle! Ya da dur bir dakika. Telefonu hatta tutarak:
--Ne içersin?diye sordu o da senli benli. Adamla yayınevi sahibi  birlikte yemeğe birkaç kez yemeğe çıkmışlardı  ama  bir türlü aralarındaki sınırı  silememişlerdi. Şimdi sınırların çizileceği dakikaydı.

--Çayınızı içmek isterdim kahvaltı yapsaydım eğer dedi.
Sahi mi?  İnanır mısınız  bu ne  tesadüf, ben de  kahvaltı yapmadım dedi yayınevinin sahibi.
Ne yapalım? Sizinle kahvaltıda konuşmamızı sürdürelim mi?  Gönülsüz mü, gönüllü mü kahvaltı daveti? Adam için mühim değildi, patronu içinse başka bir kibarlık alternatifi söz konusu olamazdı.
 Kül yutmaz hasım kadar uyanık ikilinin  çekiştireceği  mevzu para olunca kıt kanaat alışveriş eden karı koca gibi ortak nokta kahvaltıya gitmek en sağlamcı   yoldu ticarette.
--Çok iyi olur dedi. Kızım biz  kahvaltıya çıkıyoruz.
31. bölüm yeni hikaye
Adam ve patronu önlü arkalı düştüler  odadan dışarı çıkarken.  Ofisin  asansörü çalışmıyordu. Merdivenden inerek dışarı çıktılar.
-Araban var mı?
- Hayır.
Yayınevinin sahibi,  olanca heybetine sinen  kamburumsu  bedeniyle patır kütür adımlarını atarak:
-Evin yakın demek.
-Sayılır dedi Adam.
-Şehrin şamatacı  şevenginin çok yakınında olmak nasıl bir duygu. Benim evim oldukça uzak.
-Benim özel bir seçimim değil; kiralık ev   ararken bir arkadaşımın aracılığıyla öyle denk düştü.
- Kahvaltı için bildiğin bir yer var mı?dedi yayınevi sahibi.

- Evet, ara sıra gittiğim denize nazır ve buraya çok yakın bir mekan var. Teras  ama değer. Nefis bir manzaraya sahip. Ne dersiniz?dedi Adam.
--Mirim derim. Bana uyar. O zaman arabaya gerek yok.
--Yok, yok. Ofisten aşağı, bir iki cadde ötede.
--Efendimm peki, o halde önden buyurun.
 İki erkek aşağı yukarı konuşmadan bir süre yürüyerek  eski bir  İstanbul  evinin restore edilmiş  merdiveninden çıktılar. Gizli mabet gibi tertemiz  küçük bir kahvaltılık mekan tüm modernliğiyle karşıladı onları, sahibesinin  sade zarafeti eşliğinde.
--Hoşgeldiniz beyler. Nereye oturmayı arzu edersiniz?
--Benim masam boş mu?dedi Adam.
-- Her zaman ki gibi beyefendi dedi kadın. Erkekler bir iki dakika içinde  masaya yerleştiler.
Boğaz gerçekten mavi göl tangoluğunda mekanla adeta içkinleşmişti. Nazik bir serinlik denizden onlara doğru esiyordu. Martılar, alaca ve alıcı ve süzülerek döne döne cık cık cıkırdanıyordu. Bir vapur düdüğü son bir veda etmeden kıyıya “yine geleceğim nasılsa… vaadiyle” denizi yararak gidiyordu. Köpükle yıkanmış gövdesinden habersiz yolcularıyla  gideceği menzile vuuu diye yakınsayarak uzaklaşıyordu. Masaya henüz oturmuş iki müşteri gördükleri manzara karşısında; gökyüzündeki gümüş kırığı bulutları yum yumuşaklığıyla seyre daldılar.
“Bu yazar kısmı işte böyle”diye sohbeti başlattı yayınevi sahibi.
-  Biz  de çok yer gördük  diye geçiniriz. Keşfiniz mükemmel. Manzara azizim şahane. Dilim tutuldu. En kısa zamanda bizimkileri alıp gelmeliyim.
  Adam suskun kaldı.
--Sevgilin var mı?
Adam hafif tebessüm etti.
-Ne kadar münasebetsizim değil mi?
-- Biraz.
- Sen de fazla açık sözlü.
Hah hah hah!!!
- Sevgilim var. Evlenmemiz size bağlı artık.
-Ooo…Yok canım. Gündemi ayar inceliğiniz fevkalade.  Tebrik ediyorum. Kahvaltımızın özel   mönüsüne görelim hele bir deyince yayınevinin patronu.
- Şimdi hapı yuttum galiba.
-Neden?
-  Damak zevkimiz. Uyuşmazsa.
Yayınevi sahibi, yazarının  hesap kitabın peşini bırakmayacağına anladı. Dur bakalım diye iç geçirdi.
-Gençlik iksiri başka dedi renk kattınız günüme sabah sabah..   Şu  güzelliğe bakmaya doyamadım inan ki. Keşke fotoğraf makinem yanımda olsa… İstanbul’u keşfettiğimi söylerdim hep. Meğerse bu şehir elde edilmez bakire gibi kimine kız; kimine dul; kimine evli barklı; kimine çoluklu çocuklu; kimine fahişe yüzünü gösteriyormuş.Yedi tepeli, dokuz kocalı, tenhada masum, köhnede fukara, kalabalıkta yosma, karanlıkta koca bir zindan meretmiş. Rakı gibi içsen; sarhoş olmuyorsun ama  üzüm suyu gibi içsen; körkütüksün vesselam. Şarap gibi içsen; neyzenin üflediği nefesle mevlanaya dönüyorum gibi. Ne şairle hecem katık; ne  masamda yemeğim. Kırk yıldır aynı yolu geçip, aşağısından binaya kör bakıp geçiyorum… çıkıp terasında boğaza bakıp bakıp İstanbul’a tekrar aşık olacağım aklıma gelmezdi sevgili Hikayecim. Dile benden ne dilersen diyeceğim de zaten mevzumuz para. Yoksa sen özellikle mi yaptın söyle bakayım. Hadi  artık bir yandan da kahvaltıyı  söyle bari. Bir de onu görelim.
Adam her şey bu kadar iyi gidemez dedi. Karşımdaki, işadamı, ticaret erbabı. Bir yudum su da işi bağlar. Eli boş dönerim diye  belli belirsiz  sıkıntısıyla bakışlarını uzattı masanın uzağında bedeni ve kulağı kirişte mekanın sahibesine, o da  müşterisine doğru:
-Her zamankinden dedi.
-Tamam beyefendi. Şimdi hazırlanır. Ekstra bir şey ister miydiniz,  arkadaşınızın özel bir isteği var mı?
-Teşekkürler şimdilik yok dedi yayıncısına dönüp:
- Sana sormadım ama.
-önemli değil . dedi yayınevinin sahibi:
  - Sana bıraktım.Ne yiyeceğiz diye meraklanmak hoşuma da gidiyor.
-Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
--Moralimi bozma ama.
32.BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam dün sabah  ve bugün sabah tezat tam bir tezat dedi kendine. Ev sahibi kadınla, yayınevi sahibini karşılaştırmayı fırsat bilerek patronunu incelemeye koyuldu.
 Parmakları nasıl da uzun ve kavlaktı adamın. Kaç yaşındaydı. Yaşı olduğundan fazla görünüyordu.   Ne düşünüyordu acaba? Acemi ve çaylak bulmuş mudur  beni? Nerede kaldı bu  kahvaltı. Gelse de bir an önce işimi bitirip eve gitsem. Sevgilim uyanmıştır. O da belki kahvaltı yapıyordur diye içini geçiren Adam Sıkıldım artık dedi. Onun baktığı yöne başını çevirdi. İkisi  erkek de denize doğru gözleri ufukta  mahur ve mağrur; ruhlarına hafifçe dokunup kaçan  müziğin güftesinde kaybolmuştu manzarayı seyrederken. İçsel serzenişleri kalplerinde bestelenmemiş  şarkı gibi yumrulaştı boğazlarında, boğaza karşı oturmuşken.
--Kahvaltınız hazır beyler demesiyle,
Erkekler mekanın sahibesinin  apansız masmavi gözleriyle karşılaştılar. Kadın  alışkın olduğu üzere, gülümseyerek :
--Afiyet olsun, dedi  masadan uzaklaşırken.
Patron, çayına şeker atıp, kaşığını yavaşca karıştırırken:
--Ben burada bazlamalı omlet yemeyi severim dedi ve   portakal suyundan  bir yudum içtikten sonra Adam, “Bazlamalı omlet hımm… oho ho oldukça güzel
görünüyor.” Diyerek sevinen patronuna:
-- Annemden kalma  bir tat. Her sabah kızartsa itiraz etmezdim.
-- Yok yahu deme! derken çatalını batırıp ekmeği
ısırdı. bir iki lokma çiğnedikten sonra:
--Nefis, nefismiş yahu!” dedi.
--Beğeneceğinizden emindim zaten dedi Adam.
Kahvaltının bundan sonrası   çatal, kaşık, tabağa gidip gelen ellerin arasında geçti. Son lokmalarını çiğneyen ilk konuşan o oldu. Her ikisinin sandalyeye atıverip gövdelerini sakinleşivermelerinden kahvaltının sona erdiği anlaşılmıştı.
--Eee  söyle hadi? dedi patron.
-- Yüzde otuz da anlaşalım.
-- Çok dedin. Kağıdı,matbaası, editörü, dizgisi… yayınevinin nasıl ayakta durdurduğumu bir bilsen.
--İşin o tarafı size ait.
- Ooo,
-Haksız mıyım? Çok sattığınızda karın tümü size kalıyor. Üstelik üretkenliğimi bilirsiniz. Son romanım “Yeni Hikaye.” Müthiş bir konu yakaladım. Okurlarımı sürükleyeceğinden eminim.
--Gel sizinle açık bir anlaşmaya imza atalım.
--  Ne kadar açık?
-- Kitap satışlarınızı birlikte takip edelim. Karın yüzde otuzu  yine sizin olsun.
--Ne demek bu şimdi anlamadım?
--Yeni Hikaye’niz tutmazsa hiç para talep etmeyeceksiniz ama, ne dersiniz?
-- Mirim derim.
--- Hah hah ha ! bir an masaya yumruk atacağınızı sandım. Beni, benim sözümle bağladınız. Fevkalade bir üslup. O hikayelerin boşuna yazmamışsın. Şaşırttınız beni. Üstadım el sıkışalım verin elinizi. Adam uzattı elini naz etmeden. Kurumuş parmakların korunaklı avucunda sıktı sıktı sıkıca patron  hesabı öderken cüzdanı çıkarmak için elini kullanacak olmasa öylece ineceklerdi merdivenlerden. Olmadı. Hesabı ödemek için cebinden  cüzdana, oradan kredi kartına ulaştı parmakları. Hesabı ödeyip,  kahvaltı için mekanın sahibesine teşekkür edip ayrıldılar yine arkalı önlü iki erkek. Anlaşmadan ikisi de memnundu. Adam  “ Yeni Hikaye’sine güveniyordu.. Çünkü kendi hikayesinden yola çıkacaktı.
Aşağı inince yarın görüşelim diyerek ayrıldılar.

33. bölüm yeni hikaye
Adam evine dönmekte acele ediyordu. Bir çırpıda merdivenleri çıktı. Anahtarı   çevirip kapıyı açtı sessizce süzüldü içeri. Kadını hala uyuyor sanmasından dolayı  balkona çıktı. İçine kocaman bir nefes çekerek şehri süzdü. Düne göre bugün  keyfi gayet iyi sayılırdı. Yayınevi sahibiyle görüşmesinden memnun ayrılmıştı. Yeni Hikaye’si için acele etmeliydi. Yüreğinde azıcık azıcık filizlenen coşkulu kadınsılığının ipuçları, yazacağı romanda pusulası olacaktı. Yan dairenin  balkonuna bir kadın acelece çıkıp, kenarda duran çiçeklerini sulamasını seyretti bir süre ve gidip  sevgilisini uyandırmaya karar verdi. Yatak odasının kapısını “pıt” diye açıp daldı odaya:
Aaa ! dedi gayri ihtiyari. Yatak bomboştu. Camın bir kanadı açıktı. Çarşafın buruşuğuna bakıp hımm aceleyle çıkıp gitmiş vay be ne oldu ki? diyerek telaşlandı Adam. Hemen telefona sarıldı. Sevgilisini aradı. Cep telefonu kapalıydı. Birden çıldırdı. Panikle telefonu tekrar tekrar   aradı. Aradı. “Şu anda aradığınız numaraya ulaşılamıyor” sözünü duydukça aynı monotonlukla iyice sinirlendi.  Nereye gitmiş olabilirdi?  Dün gece  yarın erken gideceğinden hiç söz etmemişti.
Bu ne ya şimdi? dedi Adam. Acaba kendi  evine gitmiş olabilir mi? Ama telefonu neden kapalı? Çat!diye  “başka biri mi var hayatında” diyemedi kendine. Yüreğinde  ezilme gibi bir his çığlaştı. Kalp atışı sıklaştı. Ölüyorum sandı bir an.  Hiç böyle olmamıştım. Bu da mı  kadınsı  hislerimin oyunu mu? Ve bu oyun hiç hoşuma gitmedi dedi kendine. Yatak odasına geri dönüp bir not aradı. Olur ya, sevgilisinin şarjı bitmiştir. Telefonu açmaya vakti olmamıştır. Acil bir işi çıkmıştır. Her detayı gözünün önünde canlandırdı. O’nun bir erkekle buluşmuş olabileceği ihtimalinden uzak durmaya çalıştıkça; burgu gibi yana  döne dolanan düşüncesi çıldırtacaktı Adamı neredeyse?
Mutfağa baktı. Bulaşıklara dokunulmamıştı. Küllükte son bir sigara izmariti de akşamdan kalmaydı? Banyoya yöneldi. Islak fayanslardan anlaşılan duş almıştı sevgilisi.
Bilinmezin verdiği şüpheyle yangın yerine dönen bedenini bir  sigara sakinleştirebilirdi belki. Çakmak ve sigara baktı boş yere sevgilisinin  bırakmayacağını bile bile  aranırken…
34. bölüm yeni hikaye
Yatağın sağında duran komodinin  alt çekmecesini  çekti,  sigara ve çakmak bulmak  birdenbire  önemli oluvermişti sakinleşebilmek için. Yana döne eski bir dostunu arar gibi tırtık mırtık arıyordu çekmeceyi ve her yanı.
Bu evin, kendi evi ve yatak odasının da  kendine ait olduğunu unutmuştu.Adam, çekmecede ona ait  çorap, mendil, kalem, kitap olabilirliğini  ise kafasının karışık  olmasından dolayı tamamen beyninden silmiş  durmadan karıştırıyordu.
 Yatağın sağındaki çekmeden bir şey, eh yani, sigara çakmak bulamayınca, solundaki çekmeceyi olanca hırs ve öfkeyle açtı. Bir iki  iç çamaşırı vardı çekmecede beyaz lacivert kahverengi  katlı vaziyette altta, üstünde ise çok eski sahaftan alındığı belli olan Stendhal’ın “Kırmız ve Siyah” adlı kitabı durmaktaydı. Önce ilgisini çekmedi kitap. Çekmeceyi çat! kapattı.Kapatmasıyla gözüne bir şey çarpar gibi oldu sandı, çekmeceyi tekrar açtı.Yanılmamıştı. Kitabın arasında katlanmış, bir beyaz kağıt vardı. Normal şartlarda aldırış etmezdi. Kitabın arasında görünen beyaz bir kağıdı önemsemezdi. Şu anki  melankolisiyle  beyin fırtınası yaşıyordu. Aklı fikri zikri paranoyalarıyla tık tık tık  kitabın arasında duran mektup kağıdını bir iki  üç ve dört hamlede açtı ve okumaya başladı.
“Bir Tutam İpek Kadın
Adam durmadan vuruyordu, başına başına kadının. yüzünde beliren korkunç ifadeden, içinde, kadına öfke yığınları olduğu belliydi.
kadın, yumuşacık bir top ipek yığını gibi  inen yumrukların acısını omuzlarında hissetmedi. Karşısında  tüm heybetiyle duran adam; ne kadar önemsizdi. Kocaman elleri vardı yavan ve yaban. Sırtlan gibi dişeyen ve  ağız dolusu hakaretin biri bin para…Odaya yayılırken  darmadağın tuzla buz oluyordu sonunda.
Bir Tutam İpek Kadın, dayak sonrasında kalakaldı öylece bir müddet. Ve aniden kalkıp yerinden sekerek gitti, camı açtı. Gece, yavaşca  girdi gözlerinden, gözbebeklerinin tam göbeğine yerleşti kadının. Pınarlarında biriken gözyaşlarını tuttu attı, tuttu attı içine. Gece, Kadının acılarını simsiyah zamanlarında  önce ovdu ovundurduktan sonra , öfkeyi, gece'liğinin içine bir sis perdesiyle gizledi. Ardından, sonsuzluğa saldı dumanıyla zehir zemberek geri dönmemesiye. Kadın acısını hatırlamayacak  şekilde unutulmak üzere. Kadının yüreğinde düğüm düğüm oldu  artık o zaman: "Sakın ağlama! Sakın ağlama!" diyordu Gece, ama kadın gizlice sessizce ağlamak istiyordu hala! İpeksiliği incinmiş, gönlünün, teninin bir yerlerinden elim elim elenmişti. Gözlerinin gölgesine hüzünler düşmüştü. Kirpikleri ıslak ıslak. Yüzü alabildiğine mutsuzdu kadının. Damla damla gözyaşlarını geceye bırakıyordu.
Adamsa kadını dövdükten sonra hırsla ve soluyarak namaza durmuştu.
Bir tutam İpek kadın'a indirdiği yumrukları, hak yolunda, haklı kılmak uğruna. Adam, sesli sesli dua ediyordu. Kadın, iğrenerek değil acıyarak baktı adama. İçinde nefretten, hınçtan eser yoktu. Sadece dibi görünmeyen bir boşlukta kaybolduğunu hissetti.
 İpeksi kozasını delen kelebekleri, kanatlı melekler gibi  hale hale çevresinde uçuşuyordu. Bir gökkuşağı  dudağı  ve  ağzından dökülen sözcükleri hala rengarenkti kadının. Adama baktı, o eğilip secdeye vardı. Dilinde, Kunut duaları gayet gergin,  yassı namazının Salavat-ı vitrinin tüm kutsalları adına  bu gece tanık olduklarına başkaldırıyordu. Adama, sesleniyordu; sessiz karanlığın lal olmuş diliyle Kunut duası:
 “ Biz seninle uzlaşamayız zayıfı ezen, zavallı  adam. Eğer, aydınlanmaya karşı durursan, bilime inanmazsan , biz de sana ve yalvararak dua etmene inanmayız!!! O Kadına, yumruk vurarak sen aciz kalmadın mı  be Adam? Kendi insanlığını unutmadın mı  söyle Adam? Şimdi vicdanından eksilenlerin hesabını yapacağına, ne ararsın Tanrının karşısında? Af mı bekliyorsun? Huzur mu??? İyi düşün. İnsanın Tanrısı; vicdanı, ey adam diye diye  seccadenin çevresinde üzgün üzgün tavaf ederek  Kunut duası; dualaşıyordu semaya doğru.
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı,   ne adam ne de  şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu annebaba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış  kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”
35. bölüm yeni hikaye
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı,   ne adam, ne de  şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu anne baba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış  kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”(Bir Tutam İpek Kadın, Annem)
Adam, parmaklarının dokunduğu kağıda baktı. Sarsılmıştı. Beyaz kağıdın hafif sarımtırak  rengi, harflerin  gölgeleri uzun uzamış ve kargacık burgacıklaşmış halinden belli ki, uzun süredir katlı kalmıştı. Dolayısıyla, kendisi de mektupçuğun yer etmiş kat çizgilerine pes ederek   katladı mektubu ama, ne yapıp ne  yapmaması veya gerisin geri kitabın arasına koyup koymamakta kararsızdı. Kısacası, kısacık yazının, bir yaşama bedel tecrübesini gizlediği aşikardı. Adam, tıpkı, devrime yenik düşen diktatörün  şaşkınlığındaydı. Devrik diktatörün,    hüküm gecesinin sakıncalı, tekinsizliğindeydi. Labirent misali  kapanıp kaldığı sarayından kaçma planı bir: teslim olup yargılanmak. İki: gizlice kaçıp kurtulmak. Üç: nefesini, can canan tenini solduracak bir ölüm yoklamasıyla intihar edip hayattan soyutlanmak arasında kalan, çıkışsız yoluna benziyordu şu anı. Kaldı  ki, okudukları iç açıcı bir hatıra değildi. Sevgilisi küçük bir kızken dahi, eş, anne, kadın gücüyle dayak olayını oracıkta zihninde aşmayı becermiş hatta çözümlemişti. Çözümlemesinde: Şiddete karşı, şiddetli olmamayı seçmişti. Küçük bir kızın beyni, aile üçlemine tekme tokat giriveren, şiddetin sancısını kıskıvrak yakalamış bir cam kafese kapatmıştı. Şiddet ve şiddete başvuran, görmezden gelinemeyecek bir yara gibi ama üstüne tuz biber misali şiddete maruz kalanın da karşısındakine yumruk vurması merhem değil demeye getirmişti. Sevgilim küçücük yüreciğiyle nasıl başarmış, akıl dilini seçmiş diye düşünmekten kendini alamadı Adam. Kritik zamanın can havliyle dahi sorunun; suspus, ezik, kabul görmüş tavırla da  çözüleceğine katılmıyordu. Mektubun özüne dokunan kalemşör kız bambaşka bir ak buluttan yağıyordu damla damla yaz yağmuru gibi güneşi saklıyordu  sanki içinde. Akı akıveren ışıltısı güneşin, kızın gözbebeklerinden geçiyordu a'na ve  gergin ve  öfke ve  kavga girdabından kurtulup, ortamı sulh eden, sakin ve sahiden bir bakışıyla  sükuneti huzuru buyur eden oluyordu yazdıklarıyla. O kıza göre herkese, her kefeye ölçü ölçü sabır, saygı, anlama dinleme mesafesi dağıtandı güçlü olan. İnsanlık davasının  anayasasında yazılmayan, doğruya aykırı olsa da doğasında kabalık seviyesi  yüksekti, kor kor yanıyordu gönülde, genetikte ve  vurana vur, kırana kır vuruşlarının yanıt olmayacağına dairdi sözleri. Bilge  miymiş  bu kız dedirtecek kadar  bütün duyuşlarını, minnacık  dünyasının merkez noktası, kalbine ikna  edebilmeyi başarmıştı işte. Tümcelerin iç dış, alt üst parentez, ünlem, soru işareti, yer gök kapsamındaki mesajı; sevi dokunuşunu yumuşak dokularında eritip, eritip geleceğe umut sızdıran bir mektuba dönüştürdüm bakın! diyordu. Erkek kimliğinin tüm var oluşuyla Adam, kendi beyninde yer eden  cümlelerin anlamını  başka türlü açıklayamazdı. Hala elinden taşıdığı mektupla bir an önce yatak odasından çıkmalıyım diye düşündü. Anbeanlık değişen duyusal ritmin çölündeki Adam gibi bir  bu yana bir  öte yana çöğe çöğe, kadınsı narinliğini içinde hormon hormonal  damarlarında yürümesiyle eşzamanlı odadan dışarı attı kendini. Mazeret falan değildi hisli olması,  doktor muayenesiyle kesinleşmişti. Adamın şaşkınlığı bir değildi beş değildi. Yıllardır beraber yaşadığı kadını hiç tanımamıştı. Mesela çevirmenliği dışında yazma yeteneğiyle ilk kez karşılaşması, diğer taraftan  hikayeciliğindeki özgün, özgür, özürsüz yazışı ve anlatımı da kafasına takılmıştı. Sevgilisi, O küçük kızçesi, anneciğinin savunmasız kaldığı zor  anında tanıktı. Gerçek bir hikayeci gibi olayı imgelerle, sembollerle bugüne taşımıştı. Şiddetin damgasını, yüksek zekasıyla sahneden silip süpürmeye kayıt düşen, unutturmayan mührünü vurmuştu. Hikayecilik, yazarlık, yazmak neydi? Buydu işte. Benim hikayeciliğimi ikiye böldü. Mektup öncesi ve sonrası biz ve ben olacağım sanırım bundan sonra dedi içinden. Bir kız çocuğu ve dövülen annesi, döven babası ya da  fırtınalı bir akşam sofrası başına geçmiş bir ailenin ortasından kalan üç beş kişiyi, çirkin ve çirkef dayağı, dayakçıyı, yarılan yırtılan hayatları, kanayan kararan kalpleri, ipince   incelmiş hayallerini  narin tümceciklerle, çok nadir bir beynin  onarıcılığıyla öyküleştirmesi muhteşemdi. Edebi hayat, edebiyat insanla başlayıp, insanlığı yok etmeye çalışanın, arasındaki farkı dil dil hikayeleştiren yeni  yeni hikayelerin tümüydü.

36. bölüm yeni hikaye
erkeğin beyni zınk etti yeniden. erili dişili içinde diken diken dirildi belleğinde. Az önce kuşkuların kulvarında sekerken dolu dizgin, düşündüklerine bin pişman oldu. Ah! O kısa mektupçuğun yıllarla sınırlanamayan hayat dersini hiç ummadığı bir zamanda "dan!" diye almıştı işte. Dün akşam masayı yumruklayan ben ve o küçük kızı içinde taşıyan, büyüten kadın;sevgilim. Şiddetten ne kadar uzaksak bir o kadar da  çok yakınındaydık. Sabır taşı çatlatan  ufacık sözü kelamı bahane ederek  "Çat! Çat!" tokatlar, tekmeler, çitmeler... bağırış, nara veryansın... Her ikimizde kırıp döküp odayı, beriyi, öteyi ve bedenimizi hırpalardık yok yere.
O evde daha sonra neler olmuştur?Adam tahmin etmeye çalışıyordu. Sevgilisi babasına
yalvaran gözlerle ve korkuyla bakarak dudağını büke büke ağlamış mıdır? Ya dayak sonrası annesi, zedelenen gönlünü hangi taşa çalmış, zihninden neler geçirmiştir? Kızının yazdığı mektuba göre yaşama tutunabilen kadın olabilmiş miydi gerçekten de. Kocasına affettim seni!dedi mi ? Diklendi mi, küstü mü? hediye mi aldırdı? Hayatı dar, dünyayı çekilmez buldu ya da  tam tezat; ev süpürüp, cam kapı silerek  kafasını dağıtmaya mı çalıştı?  Yoksa, tartıştığımız  gün  ben  kulübe gidince evi temizlemesi, onun annesinden gördüğü içsel bir başkaldırış mıydı?. Hımm! Çok akla yakın. Annesi, olaylı gecenin ertesinde, tutunamayanlardan olmamıştı ona göre. Kızını kucağına kavuşturup ağlayıp sızlamamış, babevine şikayete gitmemişti. Sanırım yaşadıklarının  hüznüyle elenen yüreciği pıt pıt ağlasa da içten içe  asil ve onurlu gözyaşlarıyla damla damla.İçli içli kızının saç buklelerini öperken gecenin karanlığında yaralarını sarmayı yeğ tutmuştu ki anne, küçük kızı  o gecenin anısını yazarken acıyı hafifleten, çözümlü cümleler kurmuştu böylesine.. Gecenin sessiz atmosferine  haşin, hoyrat sahneleri salıvermişti. Şiddet canavarını uçurum uçurum atıp, parçalayıp; geriye dönüşünü  şuurunda engellemişti. Vay anam vay! dedi Adam kendine, benim sevgilimden ne kadın, çocuk hikayeleri çıkarmış da haberim yokmuş dedi. Kızın  dediği doğru, gerçekten yabancıymışız birbirimize. Mektubun irdelemesini daha ne kadar sürdürebelirdi bilinmez ama hıçkırıkları boğazından çıktı çıkacaktı eğer kapı çalmasaydı. Zırrr zırrr.

   Kapının sırası mı demeye mecali kalmamıştı. Başı  uğul uğul gitti kapıyı açtı.
Sevgilisiydi gelen. Buzdolabından  yeni çıkmış buz kadar donuk bir ifadeyle bön bön bakarak sevgilisine ve  aslında içten içe şen şakrak dans eden kalbiyle, kapının önünde hazır ol duruşuyla dikilen kadına:
--Sen neredesin?  Çok merak ettim? Deli olmak üzereyim . Aklıma kötü  kötü  şeyler geldi?diyerek dilinden  birbirinden alakasız sorular dökü dökülüverirken  sevgilisine sarılıverdi ve bir öpücük kondurdu yanağına. Kaşını yukarı yukarı çektirerek kadında

-- Mesela, dedi?... Kapının önünde sanki  sorguya çeker  gibisin . Seni merak ettirdim diye beni eve almayacak mısın yoksa hıı? dedi erkeğin beline dolanarak sarmaşık misali.
  Dün sabah senin, bu sabah da benim başıma neler geldi hiç sorma aşkım?
- Hadi ya?
-- Ne oldu sana? Sesin kısık ve üzgün gibi dedi kadın.
--Yok canım önemli  bir şey yok dedi Adam. Beni  bırak da olanları anlat.
-- Var bir şey.
--Yok  dediysem yok sevgilim.
--Var dedi kadın. Allahaşkına ne oldu önce sen söyle.
--Offf diye itiraz edince Adam. Kadın  ısrar etmeninanlamsızlığına kanaat getirdi. Anlatacaklarının tadını çıkara çıkara:
-- Kaç gündür eve gitmedim. Çeviriler beklemekte. Biraz çalışır dönerim dedim.. Benim evin  caddesine henüz döndüm  tamam mı? Taksinin biri uçarcasına  yanıma duruverdi zıppadak. Sıçramasam  bana çarpacak. Kapılar açıldı çarpıldı  şak diye  adamın  biri kadını  itikleyerek indirdi araçtan. Vurdu vuracak  arasında dil döş küfür  önümde yürümeye başladılar. yy! Başımdan aşağı kaynar su mu desem, ter mi bastı vücudumu desem? .. Ürperdim. Pek fena oldum. Dayanamayıp öfkeme  çatacağım sıra durdum, sustum. Annem geliverdi o an yanıma, ve o geceyi anımsadım.
-- Olamaz bu kadarı dedi Adam.
Kadın:
-- Olmaz olan ne?
-- Hiiç ya. Bir şey geldi aklıma. Sen devam et.
-- Sinir oldum  şoföre de. Kaygısızca sürdü gitti arabayı.
  “Beyefendi kadın dövmeye utanmıyor musunuz?” dedim.  Kızgın kızgın başını iki yana sallayan adama ters ters bakarak  kadının tarafına geçiverdim. Kadın  bir  tuhaf tı. Hatta çok tuhaftı. Saçı başı dağılmış   gözü gözüme kaydı inan ki, iliklerime işledi nazarı.
--Siz kadınların nerede ne yapacağınız belli olmuyor işte.
-- Doğru inan ki, çok doğru sevgilim. Bu adamın asıp kesmesi bana vız gelir der gibiydi. Asıl asalet ondaydı. Annem sandım bir an o kadını içim titredi. Küçükken   bir gece… sustu kadın


37. bölüm yeni hikaye
 Evet canım, genç bir kızken  bir gece dedin ve  sustun.
--O gece de ne oldu ?
-- Ne mi oldu sevgilim. Yanımdaki  şiddetin şirretine maruz oldu olacak arası sırat köprüsünden geçen kadınla,gözümün önünde dövülen annem ve ben; gözbebeklerimizin sessizliğinde konuşmuş gibi olduk adeta anladın mı? Bunu bir erkeğin anlamasını asla bekleyemem, senden de.
- Neden? Neden benim de annemden ya da babamdan, ne bileyim çevremden  şiddetin tecavüzüne uğramadığı mı düşünüyorsun? Şiddet sadece kadına mı sanıyorsun? Belki erkek olarak delikanlı olduktan sonra sahip olduğumuz güçle, kadınlardan daha az dövülebiliriz. Kendimizi korumak  kolaydır size göre. Cüddemize bakıp kimse cesaret edemez dövmeye. Sana bir şey söyleyeyim mi: ben ilkokula gidiyorum ve beşinci sınıftaydım. Matematik sorusuna yanıt veremedim diye, öğretmenim cetveli dikine dikine küçücük avuçlarımı kabartıncaya kadar vurdu vurdu vurdu. Ağlayamadım bile. Ve ben matematik dersini hiç sevmedim ömrüm boyunca. Edebiyata sığındım bilinçaltımda.
Kadın baktı Adama. Ellerini aldı avuçlarının içine. Sıktı sıktı. Sıktı. Avucun içini yüzüne çevirdi erkeğinin öptü kokladı. Öptü kokladı. Öptü kokladı.
- Sanırım seni onun için çok seviyorum. Kaderlerimiz bir. Aynı yazılmış tarihimiz ve yazılmamış anılara sahibiz.
Adam duramadı atıldı:
-- Hayır, senin bir tane yazılmışın var, dedi.
--Hangisi dedi kadın. Adam mektubu oradan bir yerden bulup uzattı:
-Bunu  dedi.
-Aaa onu tamamen unutmuştum. Nereden buldun? İçinde neler yazılı, şu an sorsan hatırlamam çoğunu.
Yatak odasında seni aramaya çalışırken kitabın arasından çıkıverdi karşıma.
- Hadi ya! Nasıl yani, yatak odasında beni aramak? Nasıl bir şey?
--Hadi yahu beni zorlama. Seni bulamayınca panik yaptım. Bana bir not falan bıraktın mı diye arandım yokuşa sürdüm aklımı.
--Saçmalamışsın ama.
- Heyyt  abartmayalım.
Mektubu versene . Al. Kadın oracıkta kıvrıldı kanapenin üstüne ayaklarını diz altına çekerek samimice, sırtını Adama dayadı başladı okumaya. Saçları önce eğildi başının hizasına, iki büklüm karnı ve  yüzü hiç görünmedi son satıra kadar. Bittiğinde buğulu gözlerine meçhul bir şahıs bakıyormuşcasına uzaklara dikti bebeklerini:
“Annemden biliyorum, bu kadın nasıl sakin kalabiliyor diye içim içimi yemiyor. Bazı kadınlar böyle davranıyor. Şiddetin ağdalı ağusunu, kendisini dövene beslediği şefkatle arınabiliyor. Tuhaf ama gerçek. Annemden içselime yansıyan ışığın aydınlık sıcak öyküsü böyle, mektubumda öyle. Yangınlı alazlı kadın olmadım. Çocuğum olsa hırsımı ondan alır döver miydim? Annem. Babamdan dayak yiyen annem. O da beni dövdü aslında. Öfkelendirdiğimde annemi, dişlerini sıktı mı bilirdim mutlaka şamar atardı.
--Tuhaf dedi Adam.
-- Tuhaf gerçekten. Hepimizin bir şamarlık patlaması var şu hayata, aileye, çevreye, polise, karakola. Polis dedim de acaba kadınla ilgili ne yapayım, polise haber vereyim mi derken düşünürken acele acele.. Kadın bana dönüp  “ Abla hiç düşünme polisi, barıştırıp gönderiyorlar, kol ve yen meselesi” demez mi? Kadının  kolunu sıkı sıkı tuttum ki:  “Biz yalnız değiliz  abla” dedi korkma der gibi, sen ben biz olalım yeter ki der gibi… Kül yuttum kor tükürdüm bu sözle. Kocası mı neyin nesi ise yanındaki adam “ yürü!”diye bağırınca  kadın mağrur ve dik  başlı, başlı başına bir devleti peşinde sürüklercesine yürüdü gitti. Ben kaldım ve annem de böyleydi dedim kendime. Köşeyi dönünceye kadar arkalarından baktım. Caddeler de gelip geçen dolu, umursamadan kadını adamı ve beni  dünya telaşındalar. Takip etsem şunları dedim ama kadın aşmıştı çoktan.
Eve gidilmezdi olanlardan sonra. Sana geldim.
 -- İyi ki  geldin. Meraktan çatlardım.
--Ne güzel beni merak etmen. Bayıldım doğrusu.
-- Mektubu sana sormadan okudum bozuldun mu?
-Evet biraz. Eski bir sevgili hatırası çıksaydı karşına, seni ne kadar üzerdi, düşünemiyorum bile.
--Aslında ben de öyle bir şey arıyordum canımı yakacak.
-
--   Ömür boyu içinde sancı  çekersin. Ne gereği var.
O geceden sonra, annemle babamı bir arada görmek güz sancısı gibiydi, ben sancıları sevmem o yüzden. Sana da tavsiye etmem. Yarı rüzgarlı, toz  tufana benzer gözün hiçbir şey görmek istemez. Miden bulanır. Hep uyumak istersin. Ama sancı seni bir türlü uyutmaz.
38. bölüm yeni hikaye
-- Sancı dedin, doğru ona benzer bir şey yaptım bende. Sigara aradım.
--İnanmam. Sen sigara tiryakisi misin?dedi kadın hayretle.
--Yook yahu. 
 -- Sigara ararken mektubu buldun. Uzanarak kanapeye  kadın Adamın vereceği yanıtı bekler gibiydi  gözlerini yumarken bir dakikalığına.
-- On beş yaşındaydım annemle babamın  kavga ettiği  o gece dedi. Babam anneme  hiç anlamadığım bir nedenle ani bir öfke patlaması sonucu vuruvuruvermişti. O an korkudan ağlayamamıştım  donayazmış petlek petlek gözlerimle. Annemin acısı kıpkırmızı yüzünden  belliydi. Yanardağ misali yankılar saçan gözbebekleri  ağlamaktan fersahlarca uzaktaydı. Sonra ben, okuduğun mektubu yazarken ağladım. Aynı an için annem,  uyumak için gözlerimi sıkı sıkı kapattığım gecenin bir vaktinde  saçlarımı okşarken sıcacık, hüzünlü ve gözyaşılı yanağını yanağıma  sürerken ağlamıştı. 
-- Üzüldüm şimdi dedi Adam.
 --Hı hı.  Çantamdan bir sigara versene.  
Adam ve Kadın birer sigara yakıp  içerken kadın canayakın, can yakıcı bir bakışla:
-- Çocukluk işte…O gece gitmedi gözlerimin önünden günlerce, haftalarca, aylarca. O mektubu tekrar yazmaktan  korktum . Annem, şiddet dolu gecenin üstüne daha fazla gitmedi.  Belki de beni etkilemesin diye. Babamla arada ters ters bakışmalarının dışında bana yansıtmamaya sözleşmişler gibiydi ama ben konuştuklarını işitmedim. Okula gittiğim zamanlarda halledilmiş ve kapanmış bir hesaptı onlara göre. Annem   bir ateşle hastalandı hastaneye yattı. Babam beni sevecek olduğunda  “Annem sen yüzünden hastalandı.” Demiştim. Babamın o dakika gözlerinin buğulanıp sokağa fırlayışını hiç unutmam.  Babama kırgınlığım yıllarca sürdü mü sürmedi mi  net bir yanıtım yok. Fakat,  şiddet incelmiş narin bir duyarlılığım oldu. Şiddet karşıtı gösterilerin çoğunda bulundum.
-- Ne diyebilirim dedi Adam.
--Hiçbir şey. Yıllar  geçince artık eskisi gibi incitmiyor yaşadıkların. İnsan kocaman bir kadın olunca babasına  eskisinden  daha çok ihtiyaç duyarmış.  O yüzden  babamı anlamaya çalışıyorum her geçen gün itinayla, özenle.  İnsan neler neler yaşarmış. Büyüdüğünde  hayat çok farklı. Çok farklı. çocukluk aslına bakarsan, her çocuğun biraz da masalı.

--  Hayat! Ey hayat! Dedi Adam. Seninle  öykülerimin karakterlerin çiziminde farklı düşünüyoruz.
-Yok canım dedi Kadın. 
----Denemelerimde şiddet hakkında düşündüklerimi yazdım.  Acıdan nemalanmak söz konusu  sanısına kapılmanı istemem ama senin mektubunu yayınlatacağım. Aile içi şiddeti,  yarasını,  koparta koparta en sahicisinden  anlatmışsın.  Yazının içeriğinde değindiğin şiddetin yarattığı travmayı iyileştirmeye ve kabuk bağlaması gereken o geceye dair, kolaylıkla kimsenin başaramayacağı; şiddetsiz olma çözümün nerdeyse mükemmel. İnsanilik en üst düzeyde.  Ve sen bunu çocuk aklı ve gözüyle yazarken başarmışsın tebrik ediyorum seni.
--Teşekkür ederim hayatım. Böyle düşünmen bana iyi geldi. Bazen sen kadın tarafımın ağır bastığını söylersin ya. Ayrımcılığı sevmedim. Erkek düşmanı kesilmedim ama kadın dayanışmasına öncelik verdiğim doğru. Annemle babam hala beraber yaşlanıyorlar. Yalnız o gecenin ben de kayda düşen  önemi var bunu duyumsadım meslek sahibi olmak için mücadelemin bir tarafında gizli nedendi.
-- Hayran kaldım sana.
-- Canım sağol. Ne güzel  seninle konuşabilmek.Yaralarım iyi ki  kabuk bağlamış. Zamanla soğumuş kızgınlığım. Kine küfre tabiatımdan dışlamışım. Erkeği  de yetiştiren kadın diye düşünmüşüm suçlu aramadan. Yarı yarıya  geçmişimle uzlaşmaya  ikna etmişim kendimle, babamla ve erkeklerle  bedenimi ve ruhumu. Şiddete şiddet? Tercihim olmamış. Bensem eğer, bu yüzden. ve senin senliğini kabulleniyorsam bu yüzden.  Seven de sen, döven de sen  yani her insanın kişilik bölünmesi, parçalanması, kırılması ve hoyratlığı olduğunu anlayabiliyorsun bazen. Evlilikten soğumuyorsun.  ama neler olabileceğini az çok kestirebiliyorsun. ayağın yer basıyor insanı tanımak,irdelemek ve dayak olayını yaşatmamak adına gayret gösteriyorsun öngörülerinde.
-- Sen çok doluymuşsun.
- Senin gibi.
-- Hadi canım sen de. senin yanında çömezim dedi Adam. Kadınına gurur duyarak sarıldı. iyi ki mektubu bulmuşum. seni yeni tanıdım sanki.
-- Utandırma.
-- Mahçup sevgilim benim.  Mektubun   gerçek bir  öykü. Mutlaka yeni romanımın içinde yer alacak.
– Sen bilirsin. Hoşuma gider sadec.
Adam Kadının yanına diz çöktü. “ Aşkım” dedi.
--Alışverişe  gidelim mi?
Kadın canlandı:
--İhtiyacım var. Dışarı çıkalım. Bir erkeğin cüzdanındaki parayı bitirmek… Neşemi yerine getirebilir  bak!dedi

39. bölüm yeni hikaye
Kadınlar dışarı çıkarken bekletmeyi severler. Bu  Kadın da  diğer zamanlarda  olsa aynı şeyi yapacaktı. Farklı bir gündü oysa. Hemen, hemen  hava  almaya ihtiyacı  vardı.  Adamı bekletip bekletmemek derdi değildi. Bukalemununun  orman yeşilinde  rengiyle beraber bedenini de bir anda  farklı görünüme büründürmesi tetikliğinde gardroptan haki yeşili şal desenli elbisesini üstüne çekivermesi  bir dakikayı geçmemişti ki  daha  ben hazırım dedi sevgilisine.
 Adam, bravo sana dedi.  Çıkalım o zaman.  Kadın boynundan geçiriverdiği küçük çantasıyla pabuçlarını giymiş, kapıda bekliyordu.  Tamam  aşkım.  Asansör geldi mi.
Asansörde  bakışları birbirine kaymadı, ne düşündükleri yalnız kendilerine ait kaldı. En son katta indiklerinde akşamın ışıkları şehri ayrıcalıklı bir çekicilik katmıştı.
Nereye gideceğiz? Bilmem ki?
 İnanmam! Alışverişe çıkan kadın mutlaka bilir nereye gideceğini. Gerçekten,  şu an için bir planım yok dedi kadın.
Ünlü modaevlerini bilmek zorunda değilim şekerim sadece alışveriş fikri benim derken Adam arabayla oturdukları sokağın köşesinden dönmek üzereydiler.
O arabanın içinde olmaktan memnun görünürken  Kadın Ve Adam dünyanın merkezi sayılan  İstanbul’un  barındırdığı binlerce çiftten yalnızca biriydiler. İstanbul  da yaşıyor olmak, ırmağın   ortasında, suyunun devinimlerini hissederek şekillenmekti. Bazen kişiliği, bazen yaşamı, mekanı, aşkı, işi ve  çok çeşitli tercihleri. Taşkın bir şehirdi İstanbul.  Her şeyi taşkınıyla yaşıyordu.  İyiliğini de kötülüğünü de. İnsanları da benzer duygular aleminde iyi  veya kötüydüler tanımlamalara göre içten, dıştan bakış açısına göre. Her  çeşit insanı ve yaşamını akan ırmağından aşırıyordu karşı kıyıya. İnsanlara ne kötü davranıyordu, ne iyi... Şehir, şehir olalı beri  itiraz etmeden insanlara, yanıla yıkıla tahammül sınırlarının üstünde insana  tepelerinde mekan olmaya devam etmekten vazgeçemiyordu. İç İstanbul Taksim, Cihangir, Beyoğlu… yerli yapancı ama hepsi dünyalı, bir dolu sanatçı, sanatsız, kılıklı kılıksız, asiliz diyen, demeyen, Biz İstanbulluyuz diyebilenlere  ayrıcalıksızdı. Kimine,taşım toprağım altın da dedirtmiş. Kimine, üstüm altım tarih de ... Anadolu’dan gelenler şaşkınlıkla, Avrupa’dan gelenler hayranlıkla  onun boğazdan görünüşünü  her seferinde dinmeyen aşık olma büyüsüyle  seyretmiş. İstanbul yedi tepe, köy köy milletlerin emsalini akşam yatırmış koynuna, sabah uyandırmış. Tarlabaşı’nda taksidolmuşcular şehrin gerçek kurdu olmuş, kuşlar gibi bir baştan bir başa şehrin işcisini, emekcisini, tezgahtarını, memurunu işine yetiştirmiş. Vapurlar dolusu yolcular karşıdan karşıya, Avrupa’dan Anadolu yakasına bitmeyen akışıyla yaşam ırmağında yaşamaktalar İstanbul’un. Şikayet eden gelmesin dememiş bu şehir. Şehirlileri sonradan gelenlere, dillerinden arasıra kaçırmışlar “sayılı insan gelsin İstanbul’a demişler. Hadi köyümüze dönelim” diyen çıkmamış. İstanbul bu, eyvallahı olur mu? Hülyalı, dalgalı, hareketli, zorlu mücadeleli. İstanbullu açım dese İstanbul aldırmıyor. Tokum dese de. Toprağında ilim serbest, okumak alabildiğine derya deniz, dergah, üniversite… inandım diyene kilise, cami , havra  ezan, çan serbest. Kırk kere kuşatılmış. Kuşatan, zaferini çağ değiştirmeye bedel tutmuş… Ama İstanbul hiç değişmemiş. Gelene geçene hal yol olmuş. Bir bakarsın mağrur, bir bakarsın, yemyeşil, bir bakarsın, yoksul, bir bakarsın şehirde yoksun. İstanbul yine var olmuş onunla yola devam etmek  isteyenlere. 30 kasım 2008 İstanbul – Taksim yolu. Adam ve Kadın dalgın ve yavaş yavaş müzik dinlerken nereye gittiklerinin pek farkında olmaktan vazgeçmişlerdi.
40. bölüm yeni hikaye
Hiç gezmedikleri bir alışveriş merkezinin önünde arabayı durduran Adama, Kadın bir tek söz etmeden eşlik etti  içeri girerken. Alışveriş merkezi kalabalık değildi, tenha da…Rengarenk ışığın giysilere ayrı bir albeni kattığı  yan yana dükkanlar, bakir ormanlarda hiç dokunulmamış yeşilin bakire yaprakları gibi tiril tiril müşterilerine göz kırpıyordu. Dükkanların vitrinleri  satışı hızlandıracak şekilde dekore edilmişti. Reyonlarla ilgilenen güzel, ince kızlar giysiyi müşterisine kibarca uzatıp bekliyordu. Alışveriş molasında Her türlü yiyecek, her çeşit içecekle hizmet veren kafe, restoranlar seç seçebildiğin kadardı. Her türlü insan, her türlü giyimin ve herkese göre düşünülmüş alışveriş merkezinde dolaşıyordu Adam  ve Kadın. Elleri, bedenleri, başları, gözleri bir hizadaydı çünkü, erkek sevgilisine erişmek için  sırtını hafif eğmiş kamburunu çıkararak yürüyordu. Uzaktan yakından gelip geçenler göz ucuyla bakıp karşısındaki insana, kendi içine dönüp geçip gidiyordu yukarı kata yürüyen merdivenle ya da aşağıya. Alışveriş merkezi  yaratılmış bambaşka bir dünya idi. Alım gücünün kullanıcısı insanın doyasıya alış veriş yaparak benliğini mutlu ettiği, dünyanın ve yaşamın merkezi bu  mekan; giriş çıkışı varlıkla yokluğu karşı karşıya  getirirdi daima. Buranın kapısından içeri girene kimse girme demez, kapıda duran güvenlik görevlileri çantalarını teknolojinin elverdiğiyle kontrol ederdi. Serbestçe dolaşılan altı üstü, kat  katı, kafesi her yerinde alışveriş merkezinin bulunabilirdin. Ama  beğendiğin harika bir giysi, pabuç, çantaya gözün takılınca… kredi kartına, cüzdanına, paraya elini değmek zorunda kalabileceği önceden bilinen de bir yerdi. Nice serseri göz  çapkın bakışlarla şu  vitrindeki siyah dekolteyi süzmüştür  kimbilir… nerelerde  giydiğini düşleyerek  dedi Adam Kadına dönerek. Ne dedin dedi Kadın, Adama fısıldayarak?
--Bak şu şeker pembesi elbise tam sana göre.
--Hangisi?
-- Mankenin üstündeki.
--Off! Bana göre çok fosforlu o.
--Şekerim sen bana güven, yakışacak giy bak.
--Giysi denemeyi sevmem . Beğenir ve alırım.
--Hiç kadınca değil.
--Fahriye de böyle söylerdi.
--Fahriye kimse tanımıyorum. Ama doğru söylemiş.
--Ben detayına inmeden bir şey almam.
Kadın Adama dönüp
--Pazarlık yaparım deme sakın.
--Sıkı pazarlıkçıyımdır.
--Bu da çok kadınsı.
--Aynen şekerim. Herkesle alışverişe çıkmam. Yalnız daha iyi oluyor. Seninle de ilk kez.
--Yani…
-- Öyle  işte. Vitrinlere dikkat ettin mi  mor  bu yıl çok moda.
--Hı hı farkındayım. Şuraya bir girelim mi.
--Girelim  dedi Adam.
Kadın bir iki reyonu dolaştı. Elinde mor üstüne siyah şal desenli  U yakalı kolsuz bir elbiseyi  tutarak:
--Bunu almak istiyorum dedi.
--Biraz daha dolaşsaydın.
--Çekemem şekerim.
-- Hayalkırıklığına uğradım. Reyon reyon dolaştırılmayı  göze alan birini bulan bir kadının, kısa ve net bir şekilde kararını vermesine alışık değiliz biz erkekler ve  hayatımda ilk kez yaşıyorum.
--İyi ya. Şimdi senin istediğin varsa alalım. Yalnız, çay ve sigara içmeye ihtiyacım var.
-- Şimdi sen bu elbiseyi alıyor musun?
--Evet.
-- Tamam.  Eli cebine giderken, Kadın da aynı anda elini çantasına attı. Adam izin vermedi. Kadının eli çantada kaldı. Paketi eline uzatan tezgahtar kıza teşekkür etti çıktılar, kafeye doğru giderken  Kadın elini Adamın avucuna koydu, sokuldu burnunun dibine “Teşekkür ederim.” Dedi ve gözlerini utanca benzer hoş bir buğuyla yere çevirdi.
41. bölüm yeni hikaye
Bir müddet usul, yavaş, yavaştan… yavaştan  adımlarını sayar gibi alışveriş merkezinin cafelerin bulunduğu en üstün bir altına çıktılar.  Masanın birine, kadın önce, Adam sonra oturdu. “ Ne yiyelim ?”dedi. Kadın, “Çay içelim, sen  acıktın mı? “Acıktım gibi.” “ O zaman sen ne yiyeceğimize karar verirken, ben bir çay sigara  içeyim. Olur mu?” “Bana uyar” dedi Adam , masadan kalktı  lahmacun, pide pişirilen açık fırının bölümüne  yürürken geri dönüp geldi.
--Vazgeçtim. Ben de bir çay içeyim. Alışveriş yarım kalmasın.  Yarın söyleşim var, yeni bir gömlek bana şans getirebilir. Sen seçersin gömleği, yorulmamış olurum, ne dersin?

 Kadın çantasından sigarasını çakmağını çıkardı. Garsona bir çay dedi. Çakmağı  ateşleyip sigarasını yakarken; 
--Çok zor bir şey istedin benden. Gördüğün gibi,  ilk gözüme çarpanı alıyorum. Sıkılıyorum gez gez gez. -Alışveriş ben de tuhaf bir boşluk yaratıyor.
-- Hayret! Ciddi misin? Bir kadının ağzından bunları duymak da ben de tuhaf bir etki yaratıyor. Oho… ben saatlerce  dolaşırım.
İki sevgili çaylarını içerken  yanlarından geçenler eğreti ve eğri nazarlarını değdirip değdirip çekiyordu onlardan. Bu bakış, görüş bilinçli miydi? Hayır, alışveriş merkezini gezen tozan herkes, birbirine aynı yakın mesafeden veya aynı uzaklıktan göz atıyordu. Adam ve Kadın da diğer insanlara; eğreti ve eğri nazarlarını değdirip değdirip çekiyordu gayri ihtiyari.
Sonra Adam, Kadına baktı. Kadın, gri bir bulutun yağmurlaşmasına ramak kala gibiydi. İçindeki kadınsı hislerinin kanı kaynayıverdi. Sarılıp öpmek geldi Kadını,  su içer gibi kana kana.  Sihirbazın sihirli değneği şu ana değmiş her şey hafifçe dönüyor gibiydi. Çarpıcı bir sarhoşluğu, aşkın bir mutluluğu kalbi  hiç bu derece tatmamıştı. Arkadaşlarıyla  birlikte bir iki kadeh içtikten sonra hüzünle karışık neşeyle hoşsohbet ve  taşkın duygular yaşardı ara sıra ama böyle  hissetmemişti.  İçkinin tesiriyle dili çözülürdü.
 Öykülerinden söz  edilmesine bayılırdı  sarhoşken.  Şimdi sarhoş değildi ama bir ses  kulağına  kendi hikayeni yazsana diye  fısıldıyordu. Fısıltının dilinde sevgilisine yazmak istediği mektuplar gizliydi.
“Sevgilim… Gönül bahçemin sabırlı bekçisi. Hikayelerimin dişi kedisi. Neden beni uyarmadın? Duyumsamadan olmaz kadınlık ve erkeklik.
 İncecik nazlanmaların tadını, acelesiz aşkı…neden anlatmadın?
Ya ben hastalanmasaydım; bir yanım kadın olmasaydı ruhen…
Ne bilirdim kıymetini ben’tanem?
Şimdi şuan bana bakarken ne düşünüyorsun merak ediyorum. Hala bana ne olduğunun bilmecesine takılmış duran, çakmak gözlerin yanıksı ve aydınlıksın.
Gönlünden geçenleri kıskanıyorum sevgilim…
Ne güzel gülümsüyorsun dedim mi hiç sana?”
42. BÖLÜM YENİ HİKAYE
 Ne güzel gülümsüyorsun dedim mi hiç sana?
Demedin dedi kadın, mimiklerinde  eflatun mini mini minelerini  sabah yelinde bir açıp bir kapayan dağ çiçeğinin sadeliğiyle.
Meraklı gözlerini sevgilisinin gözüne dikip, işaret parmağıyla dudağına dokundurdu, ayağa kalktılar, Adam kolunu beline doladı Kadının.  Yürümeye başladılar vitrinlere bakarak. Kadının göz pınarlarından iki damla yaş aktı mutluluktan. Süzülen gözyaşı dudağının kıyısında diliyle birleşti. Tuzluydu tadı. Sevincin hüznü karışmıştı.  Gözyaşı, sevdasını yüklemişti bir damlaya.
Bedenlerine sığınan yürekleri, yanlarından gelip geçenler gibi yanık kozasını delip geçmişti kanat çırparak .  Sarmaş dolaş alışveriş merkezinin erkek reyonuna yaklaşan çiftin, kadınsı tözleri kendi içinde  sessizce sözleşmişti.
-Gel, şuraya bir bakalım.
-Bakalım. 
-Beyaz gömlek bakacaktık.
-Tabii efendim, kaç beden?
Gömlek reyonunda modelleri farklı her renk gömleğin asıldığı askıları öne arkaya çekerek incelemeye koyuldular. İndirimli satışlarımız bu tarafta beyefendi diyen elemana yan gözle bakıp donuk bir gülümsemeyle yanıt veren Adam, Kadının uzağında kalmamaya özen gösteriyordu.
-Hadi çıkalım. Çıkalım dedi ve çıktılar. Yandaki dükkana girdiler. Gözleri delip deşerek gömlekleri  seçmeye çalışıyordu.
 -Şu nasıl?dedi Kadın erkeğine dönerek. Adam bir an baktı.
-Olmaz!
- Neden?
-Yakası büyük bence. Fiyatına baksana.
- Fiyatı uygun. Ya şu?
- Hangisi?
- Onun beyazı mat. Şöyle ışıldayan beyaz gömlek istiyorum.
-Afedersiniz bakar mısınız? Beyaz gömleklerin hepsi bu kadar mı?
- Evet efendim. İlerde bir reyonumuz daha var isterseniz oraya bakın.
-Ne dersin sevgilim?
-Sen nasıl istersen. Oradan da çıktılar. Yeni gömlek reyonunda beyaz bir gömleği askısında iyice inceleyerek:
-Bunu denemeni istiyorum diyerek Adama uzattı. Kabinde beyaz gömleği giymeye ikisi birden girdi.
Kadın,
- Gayet güzel oldu. Mızmızlık etmeni yasaklıyorum. Sevgilisi,
-Sen beğendin mi?
-Beğenmesem söylerdim.
-Omuzlarındaki dikişleri sevmedim ama..
-- Çok incemiksin . Yakıştı diyorum. Hem bana seç dedin, hem de seçimime güvenmiyorsun. Alındım doğrusu.
--Tamam tamam şekerim. Alıyoruz.
Gömleği paket yapar mısınız? Bir dakika bekletebilir miyim sizi?
--Gömleğin fiyatı ne kadar?
---Üstündeki etikette yazıyor efendim. Etiketi okumaları bir saniye sürmedi.
--Çok pahalı. Kalsın der demez Kadın atıldı.
--Saçmalama. Fiyatı çok hesaplı ayrıca, ben seçtim. Beğendim dedim.
--Şekerim senin gibi akıllı bir kadın şantaj yapıyorsun diye algılayacağım Meseleyi.
--Mesele yapan sensin. Saatlerdir dolaşıyoruz. -Yoruldum ve alışveriş beni hep sıkmıştır. Senin için katlanıyorum ama..
--Tam aksi, ben de çok hoşlanıyorum. Didik didik  giysilerle didişmek, tarzım bu söylemiştim.
--Tamam o zaman ben cafeye gidiyorum. Sen istediğin kadar didiş gömleklerle. Orada buluşuruz deyip çıktı Kadın cafenin içinde boş bir masa buldu oturdu. Arkasından Adam, paketiyle geldi. Suratı asılmaktan  öte kırılmış vazoya benziyordu.
43. bölüm yeni hikaye
--Asma suratını öyle.
 Olanca kırgınlığını gözbebeklerine  yükleyerek  sevgilisine baktı Adam. Başını yana çevirdi. Gelene geçeni boş nazarla süzmeye daldı bir süre. Sonra aklına  yeni bir şey gelmiş gibi aynı yavaşlıkta döndürerek:
--Mağazada beni  bırakıp gidecek bir neden bulamıyorum. Bu kez de  Kadın, amaçsız bir iki  kem küm ederek ,  kendisini bırakıp gitme nedenini ikna etme gayretine düşmeden:
--Özür dilerim,dedi  gözünün birini kırparak sigarasından bir nefesi çekti, üfledi. Sessizlik çöktü masaya. Garson, boş çay bardağını alırken:
--İki çay daha alabilir miyiz?
--Ben istemem. Bir şeyler yiyelim  daha sonra içerim dedi  erkek, gözleme, lahmacunu sıcak sıcak servis eden  tarafa yürümeye hazırlandı.
--Sen bıçakarası severdin değil mi?
--Kaşarlı pide  de olabilir, dedi Kadın. Gel yanıma dedi Adama.Adam geldi
--Ne var?
--Eğer suratını asmaya devam edersen, bir lokma yemem.
-- Tamam. Geçti geçti  dedi Sevgilisine. Kadın, o gittikten sonra, etrafta ki masalara gözlerini  öylesine gezdirdi.
  Karşısında  boş duran masaya  genç görünümlü bir  adam yaklaşıyordu. Yanında da  şık bir kadın vardı. Kadın, uzaktan şık görünmesine rağmen kilolu olmasına tahammül edemiyormuş gibi, mavi çizgili harmanisini vücuduna  sarıp sarmalamakla meşguldu. Onları izlememek için direniyordu . Kadın, garip ve içgüdüsel bir fanteziyle genç erkeğe yakın hissediyordu kendini.  Kilosuyla başı dertte izlenimi veren kadın ilgisini çekmiyordu. Erkeğin sırt profilini   birine benzetiyorum. Kime , kime…diye belleğini sorgularken beyni bulanıklaşmıştı. Ne meraklı kadın demesinler diye de tedirgindi. Ama içi fık fık edip  bir temaşalık  an için, olabilir, ne var ki, bakmakta diye de sesler gelmekteydi gaipten gibi ama o sesler beynindeydi. Devam eden iç mırıltıların uğultulu temposu yükseliyordu. Mesela  bir yerden tanıdıktır, diyerek; birini  izinsiz izlemenin normal olduğu, düşüncesinin  avutmasına  karşı çıkamıyordu.  Bir, iki kaçamak, ehil olmayan, tekinsiz  gözbebeklerini baktı çekti, baktı çekti. Bir anlık bir temas ve göz çabukluğuyla  erkeğin de gözü kaydı kendisine gayri ihtiyari .  “Semih!” dedi ve durdu ve sustu. Sigarayı yer gibi içti  şaşkınlığından. Dumanını savurdu yukarıya. O, beni fark etti mi diye  ürkek ürkek tekrar baktı. Genç erkek, kadının  anlattığını dinliyordu. Çok değişmişti  Semih. Saçını uzatmış, biraz kilo almış  bakışları aynı derin ve demli, etkileyiciydi hala.. Balık etinde kadınlara meraklıymış bak sen diye düşünüverdi nedense? Beklide kendisinin de kilolu olmasıydı böyle düşünmesine neden olan. Ve  çok geçmişte kalan bir anısı  bavulunu topladığı gibi kaKadın istese de, istemese de;masasına döküldü fermuarını açarak.
Semih, dedi kadın, ilk gördüğümde büyülemişti beni. Çok enteresan ve duru bir yakışmış hali vardı  kaşının, gözünün, dudağının yüzüne. Çok uzaktan fark edilebilecek beyazımsı ışıltılarıyla kumral kısa saçları altın gibi parlıyordu. Alnına iki parmağım sığınacak kadar dardı. Yeşil bademin yeni sulanmış ipildek hali gözlerinde renk olmuş ve  gölgesi gibi duran kaşları dahi simliydi onun. Hafif taslak ve dışarı fırlak pembe yanaklarını iki eşit  ovale ayıran burnu bir soru işareti? Kıpkırmızı ve kalemle çizilmiş minicikti. Gırgır geçmeye hazırdım onunla.  Erkek güzeli nereden çıktı demiştim içimden. Hayatımda böyle güzel yüzlü bir erkeği tanımamıştım. Kusursuz bir erkek ilahı karşımda duruyordu. Boyu ortanın üstünde ve popolarını yaratan ölçüyü kaçırmıştı biraz ve beline doğru diklenmesi ama nefisti.. Bu bir başka çekim gücüne sahip bir ayrıntıydı benim için. Bir erkeğin arka profiline göz atmayalı epey olmuştum. Acaip bir takıntıydı bendeki.  Belinin alt yanından kopmuş kaya gibi sert ve orada oldukların ima eder popolu erkeklere bayılırdım. Semih’in de öyleydi. Sırtı dümdüzdü ve atletik görünüyordu oldukça.
44. bölüm yeni hikaye
Bazen ben de bir kadın olarak  hislerimi  saniyelik hatta  bir saliselik  diyebileceğim kadar  kısa süreli gelip geçici heyecanların kucağına Don Juanlar  gibi teslim ederdim. Hafif  bir yele uğramış yaprak gibi titrerken   dudağımdaki ıslığımı frenleyemezdim. “Vav!” dedirten çılgınlığımı şımartmayı severdim.
 Pek bir hoşnuttum halimden. Tiyatro kulisinde kızlarla gevezelik ederken ansızın kısmetim  ayağıma gelmişti. Böylece gelmişti. Öylece gelmişti. İçimdeki Ben’i dürtükleyen etkileşimiyle. Sürrealizmiyle.
Oyunda rolünü ezber tutmaya çalışan kızlardan birinin uzaktan tanıdığıymış Semih. Kulis onun güzelliğiyle çarpılmıştı. Rolleri hafızasından silinmiş kızların kalbinin, aynı anda çatlayacakmış ölçüsünde  çarptığına yemin edebilirdim. Onu görür görmez aynen “vav!”dedim ben de. İçimden ama. Semih’i gören arkadaşı Melek çok şaşkın vaziyette 
--Sen buralarda  ne arıyorsun Semih’çiğim? Dedi.
--Şöyle  bir merhabalaşmaya uğrayamaz mıyım?
 Melek biraz mahçup olarak:
--Aaa tabii tabii. Ama oyun başlamak üzere, oyundan sonra dışarıda bir yerlerde oturalım, zaman geçirelim. Şu an için affet  beni lütfen,dedi.
--  Cici kız,  affedilecek bir şey yok ki. Bilirsin beni derken  Semih,  kulisteki varlığının  hakim olduğu gücü  gayet iyi bilmekteydi. Melek, Semih’in kendisi için geldiğine büyülenmiş gözleriyle inanmaya çalışıyordu.  Yüzü kızarmış, pembe allık rengi   git gide narçiçeğine çalınmıştı.
-- Bilmez miyim??Yalnızca  beni seyretmeye gelmeni beklemiyordum. Daha fazla heyecanlandırma beni.  Oyundan sonra bol bol konuşuruz.
 Melek,kulisten Semih’i  böyle geçirdi. Melek’ten ayrılan Semih’i salona geçiyor sandım. Hemen ardından çıktım. Kulisten çıkışımın nedenini kestiren kızların benim  arkamdan kıkırdaşmaları kulağıma uzandı. Hiç mi hiç umursamadım.
--Pardon, dedim. Semih bana baktı.
--Sizi  nereden tanıyorum? Gözüme  yabancı gelmediniz. Semih’in ipildek badem yeşili gözleri sulanarak, son derece kendine güvenle kartvizitini uzatarak:
--Elmaslar şirketinin genel müdürüyüm. Bir iş görüşmesinden olabilir mi?dedi. Gençlik alameti işte,  Semih’in holding imparatoru olmasından dolayı neredeyse dudağım uçuklamak üzereydi. Kendimi hiç kasmadan:
--Şirketinizin sanatsal  etkinliğinde bir kez bulunmuştum dedim. Siz de orada konuşma yapmıştınız. Net olarak hatırladım. konuşmanız uzun süre belleğimde yer etmişti.
-- Beni hatırlamanıza hayret ettim doğrusu? Ben  Semih bu arada,diyerek tanışmayı yineledik.Semih, hayret ettiğini söylese de ilgisini çekmeyi başarmıştım.
--Neden dedim? Ve adımı  dilimin ucuna ekledim.
--  Gerçekten ipeğe benziyorsunuz  adınız gibi dedi. Ayrıca hiç kavisiniz yok. Fiziğiniz  size ve adınıza  ne güzel uymuş.
-- Teşekkür ederim. Şişman dememek için  iltifatlarınızı güzel sözlerle bezelemenize ne desem acaba.
-- Harika!deyin. Siz bir harikasınız bence.
-- Siz de  muhteşem bir iştiareci.
--Teşekkürler diyerek Semih devam etti:
-- Şirketimiz bünyesinde insanın  iç dinamiklerini harekete geçirecek ve doygunluğun doruk noktasında sanatsal doyumları ön plana  geçirecek stratejileri hayata geçirip sanatçılara yatırım yapan geceler düzenler. O gecelerde konuşmak gerekir. Duyarlılıklarımızı anlatırken bazen de  duygusal olabiliyoruz. Demek ki,  sizin  bulunduğunuz gece  çok hisli bir anıma denk gelmiş. Yine de beni şaşırttınız!  Heyecanlandım açık söylemek gerekirse. Hem de çok. Benimle  bir çay içmek ister misiniz?
--Şeref duyarım, dedim ve tiyatro salonundan çıktık.
 Her şey değişiverdi. Benim o anı kurguladığımdan şüphelenmedi. Kendimle gurur duydum. Hayallerim gerçek olmuştu. Bir prensle baloya giden külkedisi misali, uydurduğum masala inandırmıştım. Ben ve O, ikimizin bir masala ihtiyacımız varmış. O masalın tam zamanıymış. Çağrıma yanıt veren   zamanın  da iyiliği üstündeydi. Olasılıklar Teorisi, gerçekleşme olasılığına boyun eğmişti.. Her şey birbirine zincirleme bağlanmaya hazırdı.. Benim kulise gitmem. Onun oyun öncesi Melek’i görmek istemesi, benim söylediğim yalanın Semih’in hayatında yaşadığı anlardan olması… Kurguya dair bir ipucu yoktu. Bütün detaylarını hayalimden çaldığım masalımın baş karakterleri bizdik ve  çığırından çıkan dakikalarla baş başa bir masada oturuyorduk.
45. bölüm yeni hikaye
 --Bıçaksırtı yaptırdım seninkini diyen sesi duyunca Kadın, irkildi.  Elindekilerini  masaya bırakan Adam,
--Ben başlıyorum çok acıktım dedi ve yemeğini yemeye başladı.
 Geçmişin kesitlemesi durağanlaştı. Semih, silikleşti. Kadın, karşı masaya baktı istem dışı. Masada başka bir çift oturmaktaydı. İki fakülteliye benziyorlardı.  İnce, cılız gayetten sportif görünümlü iki sevgili , Semihlerin yerine geçmişti şimdi. Yüzleri birbirine yakın, elleri dairevari çemberler çizerek hararetle konuşuyorlardı. Kızın  saçları beline yakın sırtı gözükmüyordu. Oğlan  kızı hayranlıkla ve  dikkatle dinliyordu. Kendilerini izleyen iki çift kadın gözünden bihaberdiler.
--Deminden beri nereye bakıyorsun anlamadım? dedi Adam. Kadın o  zamana değin,  uzak, çok uzaktan gelen   yorgun ve yoğun hayal kırıklığıyla başını gömdüğü o çarşaftan çıkarır gibi:
-- Hiç, dedikten sonra, bir pasta hikayemi hatırladım.   Çikolatayla bezeli bir dilimi kesersin, önüne alırsın, çatalı batırırsın ve   bir türlü ağzına götüremezsin, yemeyi beceremezsin. Oysa  süslü fantezisiyle pastayı nasıl  da canın çekmiştir. Ama yemek mümkün değildir. Senin elinde de değildir. Pastanın da yapacak bir şeyi yoktur. Çünkü, içi böcek dolu, mağara gibidir. Onu görmemek için  başını çarşafa gömersin. Pasta gider. Ertesi sabah uyanır uyanmaz, hatırlamaya çalışırsın. Velhasıl, pastadan geriye anımsayabileceğin hiçbir şey kalmamıştır.
Sevgilisinin sözünü keserek Adam araya girdi ve gergindi:
--Sevgilim, anlamadığım şu pasta hikayenle bir şey mi  ima ediyorsun? Bir. Kabul et ki, tuhaf bir hikaye! İki. Pasta macerasına benzemiyor. Üç. Ve şimdi bizimle ne  ilgisi var? Dört. Beş,  aşırı meraklı bir olmamakla beraber, hikayeni nereye bağlayacağını  çok merak ediyorum. Cidden senden gerçek bir  yanıt  bekliyorum, lütfen dedi ve sustu.
Sevgilinin, dilinin ucuna geldi. Semih, diye birini gördüm şurada oturan, dibime kadar gelen bu erkekle, rastlantısal bir tanışma sonrasında tıpkı pasta hikayemde olduğu gibi hayal kırıklığı yaşadım demek. Evet, bir an, tamamı gerçeklerden oluşan hikayesini anlatmak için kıvrandı Kadın. Alışveriş merkezinde  durup dururken, az önce, gökten düşen zembille bavullar dolusu anılarından seçmece bir replik Semih çıkmıştı karşısına. Olacak gibi değildiyse de, olmuştu.
Dilinin ucuna gelen  anı repliği frenlemesi daha uygundu ortama göre. Sevgilisi gerilmişti. Sakinleşmeye ihtiyaç vardı.. Hiç yoktan tartışmaya zemin hazırlamak ona göre değildi.
 --Hiç saçmaladım işte dedi. Sanırım babamla ilgili bir hikaye. Aklıma geldi her nedense? Sıradan bir anı  bilirsin sen de dedi  Kadın. Sevgilisini rahatlatmak amaçlı tümceler kurarken; alışveriş merkezinde sevgilisinin zamanına dönmüştü tamamen.

Adam,  hikayeci kadınlara bayılırım ama bugün  giysilerin hikayesini yazalım oldu mu sevgilim, diyerek pide ve ayrandan oluşan mönüyü yemek üzere başlarını eğdiler bir müddetliğine. Ağızları dolu dolu. Kah ayranı yudumlayarak, kah acı bir biberi dillerinin ucuyla kesip biçerek. Yinelenen bir devamlılık hakimdi çevreye. Mesela yan masa yine boştu. Kimin gelip oturacağı bilinmezindeydi. Bir kadının, erkeğin, çocuğun belleğinde  ne anılara bedel olacağı bilinmezindeydi. Olasılıklar içinde  bin beş yüz kesit vardı yaşanacak. Bir o kadar da insan yüzü ve hatıraları, pasta öyküsü belki de. Kim bilebilir di neyin, nasıl, nerede, niçinleri çağrıştırabileceğini?..  Bir an, anlık bir bakış, bir sırt profili, figürün yürüyüşü, bir gülümsemenin gamzesinde bir çizik, bir harfin dil ucundaki pelteli aksanı;kimleri, kimselere anıştırıp meydan okuyordu  müsvedde defterindeki kapanmış insan hesaplarına. Kadın  ve Adam yemeklerini yerken ihtimal O da bunu düşünüyor  diyerek  melankoliyle iç çekiştiler karşılıklı:
--Bir çay alabilir miyiz,dediler garsona birlikte. Sigara yaktılar birlikte. Sevgilim sen sigara içmezsin demedi Kadın. Adam, sigarayı sevmem demedi. Sigaradan bir son nefes çekerken   her şey normal göründü gözlerine:
--Kalkalım mı?
--Kalkalım. Paketler elinde iki kişi birlikte yürüyerek geriye alışveriş yapan bir sürü sevgili bırakarak kapıdan çıktılar.
Sokak karmaşık geldi  iki kişiye. Arabalar gelip dönüyor. Park edecek bir yer arıyorlardı. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık alışveriş merkezine girmeye hazırlanıyordu
46. BÖLÜM  YENİ HİKAYE
Bir kadın küçük bir kızın elinden tutmuş, onlar çıkarken kapıdan içeriye girmeye çalışıyordu, gözleri kocasının  arkalarından gelip gelmediğini kontrol ederek.
 Tuhaf oldu ikisinin de yüreği.  Kadın “Cahit buradayız biz” diye seslenirken Adam irkildi duyduğu sesin tınısıyla. Meçhul Kadın!dedi sesli sesli.  Kim? Kim? Boşver… diyen sevgilisine üstelemekten vazgeçmedi Kadın. Sonra sonra söylerim dedi Adam. Aaa ! olmaz ki ama, merak ettim şimdi söyle.
“Meçhul Kadın”dı o. Nereden çıkardın? Sesinin tınısından. Hıçkırıktan yeni çıkmış gibi. Yıllar sonra duysam yine tanırım dedi Adam. Kadının saçları kirpi gibi dikeldi ama, kıskanç toy bir atın huysuzluğundan çok, Adamın hisli  kadın sesini tarif edişi  değişik geldi. Hıçkırıktan yeni çıkmış sesi mutlaka duymak istiyorum dedi Adama. Radyodan ses kaydını alıp gelirim, dinlersin şekerim.
 Evliymiş de bak sen!(erkek kendi kendine söyler gibiydi).
-- Anne kız gayet hallerinden memnun görünüyorlardı değil mi? bana pek Meçhul Kadın  havası var gibi de gelmedi dedi Kadın.
--Hayatım, bazen ses ve görüntü  tamamen zıt olabilir. DJ’lerin kulağı kurt  rezisdanslıdır. Şaşmaz!
Sen öyle diyorsan dedi  sevgilisi aracın kapısını açıp koltuğa yerleşti, erkeğin arabayı çalıştırmasını seyretmeye verdi  dikkatini. Aklında Meçhul  Kadın ve  kızı vardı. Meçhul  Kadın kim? Nasıl biri?diye düşünmek başka bir şeydi? Kızının elinden tutmuş, anne’yi düşünmek bambaşkaydı. Kadınlar ve annelikleri?... farklı farklıydı. Kimi kadın anne, kimi kadın, kadınlığı seçerdi. Kimi kadınlarda; hem anne, hem kadınlığı bir arada yürütmeyi seçerdi pratik zekalarına güvenerek. Bir kız çocuğu ise evcilik oyununda seçerdi anneliği. Bez bebeklerine anaçlık ede ede. Can gelmemiş  memesini , oyuncak bebeğinin sahte plastik ağzına dayayıp emzirerek. Göre göre annelik, alıştıra alıştıra kız çocukluğundan kadınlığa ve oradan anneliğe geçiş seremonisi. Dersi ezberi olmayan, doğal, içgüdüsel.  Geninde annelik, doğurganlık taşıyan  Kadına da  nihayet onun da anne olabileceğini hatırlatmıştı Meçhul Kadın ve kızı alegorisinde. Anneliğinin  sırtına kambur gibi dayandığını, yüklendiğini anladı. Dayandıkça, yüklendikçe yükü ağırlaştı. Takatsız, dermansız kaldı Kadın. Annesi geldi hayaline pür i-pak. Tertemiz. Parka giderken beraberce. Babasıyla babaannesini ziyaret edişleri… Babası,  her gitmesin de; küçük bir oğlan çocuğu yaramazlığında, annesinin  dizinde yarım saat gözleri kapalı uzanırdı. Dut yaprağında beslenen yanık koza gibi Kadın da düş bahçesinden parça pinçik atıştırıyordu. Sığındığı kozalar  delinip kelebekler  uçsa uçsa nereye kadar uçardı? Yok olmaya uçardı. Bilerek bunu yirmi dört saati çiçekleri koklardı  kelebek. Kelebeğin  sonsuzluğa koşan narin kanatlarında bir kız çocuğunun ufaklığını gördü kadın. Bir de biraz önce annesinin elinden tutan kız çocuğunu gördü.  Ve kendi elinden tutmaya çalışan bir kız gördü hayal meyal. Gülümseyen o küçük elin ipeksi dokusunda dişilik kerameti siliniverdi. Kadınsılık alametleri önemsizleşti. Kuzusunu emziren kokulu bayır koyunundaki içgüdüsel annelikle eşteşti yavrusunu besleme, büyütme kaygısı aleminde. Bebek doğurmak? Kadın hiç böyle bir  hayal kurmamıştı. Absürd bir hayaldi. Hayatın anlamsız saçmalığına dem vuran akıl tutulmasıydı, dünyaya  bir bebek dünyaya getirmek. Sevgilisi ile beraberliklerinde bir yuva kurma, evlat sahibi olma, konuşulmayandı. Çoluklu çocuklu kadın rüyası görmeye  gece, gece yarısı, sabaha karşı, şafak, tan ağartısı veya gündüz düşlerinde vakit ayırası olmamıştı. Dank eden neydi zihninde Kadını, anneliğin  serüveninde  gezdiren? Meçhul  Kadın’dı elbette.  Esrarengiz hıçkırıklı sesinin simetrisinde kızıyla elele  görüntüsü. Kadını zincirleme çağrışımlarla, özündeki doğasının  bağrından kopan meşhur, üretken doğurganlığına sürüklemişti genel geçer tabiat kanununa uyarak.
47. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adama baktı. Bu adam çocuğumun babası olabilir mi?  Şimdiye kadar  “bir kızımız olsun, bir bebeğimiz olsun. Saadetimiz tam  olsun” vaveylaları bize yabancıydı. Kıyısından köşesinden  tutup kulağını çekmemiştik. Neden sonra, sevgilisine döndürdü başını. O ne düşünüyordu acaba? Baba olmak istemiş miydi? Çocuklardan bahis açılıp sohbet etmedikleri için Kadın, erkeğinin bu konuda ne düşündüğünü hiç kestiremiyordu. Daldığı suyu incitmeden yüzen  iki  balık acemiliğiyle, bebeğini,  büyütürken hayal kurmak; nicedir unutulan gelenekseliydi. Havuzunda  mayosuyla  güneşlenen bir yazlıkçının tatil hayali kadar  havadar ve iklimin elverdiği kadar sıcacık, kısacık sürecek annelik sevdasına elveda diyerek, kurduğu düşten çıkmak en iyisiydi. Kadın düşünü yarıda bırakınca bu kez Adam düştü aynı yola. Arabanın farı  uzayan yolu aydınlatıyordu. Işığın yola vuruşuyla kaçışan siyah parıltıları görmüyordu erkek. Bir şey dürtüyordu kendisini. Haydi düş kur, haydi düş kur gibisinden. Meçhul  kadın, elinden tuttuğu kızıyla alışveriş merkezine girerken; Adamda kendi  kendine bir  küçük kızım  olsa… Onun  babası olsaydım melankolisiyle ters istikamette yol alıyordu. İçseline varan yol ve dışsal yolun varacağı menzil  şu anda belirmişti. Evlilik. Eşi ve kadını ve kızı… O evin eşi, babası;ailesi. Yuva. Gecenin öteki yüzü gibi.  Her gün  yaşantısıyla birebir örtüşen sevgilisine döndürdü öteki yüzünü gecenin. Sevgilisi, eline iğne iplik alıp  yastıklarını daha bir ömürlüğüne dikmeyi istememişti. Kendisi de   kırk elli yıllığına  “evlilik” imzasının derdine düşmemişti. Hatta aklından geçmemişti. O’nu, eşim, çocuğumun annesi olarak içine sindiremeyişimin bilinçaltı bir nedenim mi vardı? Parmakları direksiyona  ve  sevdiğim kadına evlenme teklifi etsem ne düşünüre  çevirdi usul usul. Kadının mütemadiyen gözü yoldaydı.
 Adam  ve Kadın “ Biz ne zaman evleneceğiz ?”diye bir kez bile bu  soruyu kendilerine sormaya yeltenmemişlerdi . Sevgilisi kendi düşlerinden sorumlu ve Adamın eş, baba, aile, yuva düşlerinden  bi haber  gecenin karanlığından fırsat bilip  bir aile düşüne dönüştüğünün  farkında değildi.  İki yol tek yola doğru kayıyordu. Gecenin gizli yüzü  Adamın ve Kadının yaşamının içine akarken  görünmeyen gerçekleri gün yüzüne çıkarıyordu. Tuhaflık aracı sarmıştı. Adam   sevgilisinin karnına gözlerini kaydırdı. Baba olması  için bu kadın baştan başa değişecekti. Çehresinde kızının  temayülünü çizdi. Bir suret ki, avuç içi kadar. Mihrabında   dua  ile sevi muhabbetini birleştiren canlı bebek. Her ikisinin elinin, belinin, dilinin tadını alacak. Has tadı yine o bebeğin  olacaktı.
48. BÖLÜM YENİ HİKAYE

 Kızım!  Kız çocuğumun babasıyım bugüne bugün oldu Adam.. Nasıl enteresan bir duygu rüzgarıyla savruldu. Sevgilisininse gözü  dalmış  uzayan yola. İkisi de birinci tekil şahsın sen ben ve O, kızımız zamiriyle şimdiki zamandan hoşnuttu. Her hallerinden belliydi. Eve yaklaştıkça ikisi de  peşine düştükleri  düşlerine kıyamıyordu. Karşı kavşakta bir yol ayrımı olsa da azıcık uzasaydı yol. Sokak sokak dolaşsalardı otomobille. Hiçbir zaman anne baba, eş, aile, yuva kavramına, kuş gözü kadar bir  delikle delinip kulakları; evlat isterim diye çınlamamıştı. Karanlık bir gecenin  alışveriş  yolu; altı üstü camdan, fardan pencereli ev kimliğine bürünmüştü.  Işıklı yol gecesi, evcildi.  Kadın ve Adamı ehlileştirendi.  sırlarını eleveren  gece gezgini ikilisi!. Yol, farkında mıydı erkek ve  kadının seremonisinden? Hayır, farkında olmadığı gibi,  nereden nereye gittiğini merak bile  etmezdi  kişiyi aslında. Kimini , gurbetinden alır hasretine kavuşturur;kimini, sevdiğinin kucağından   ayırır. Uzakların yapayalnızı ederdi. Bütün bunları farkındalık yaratmak için değil, yol; gerçek bir yol olduğu için yapardı. O,  bütün  gece yolculuklarının , yolcularına sadece  sınırları çizili, kurallarla gidilip gelinendi. Başlangıcı ve sonu olmayandı. Sonsuzluğun teknik hizmetine sunulmuştu. Far objesinin birkaç metre ilerisini aydınlatabilme gücüyle  yapardı bütün bunları. Gündüz yol serüveni  de, aynı kaygı ve aynı zamanda kaygısızlığıyla eşlik ettiği yolculuklardı.  Yol ilk günden bugüne hep  vardı. Herkes için vardı. Çoğuldu. Çoğalırdı. Bir değil, birlikti. Ayrımcı söylencesi tükenmezdi. Bir  ve birden fazla , çift yol, dört yol, beş yoldu… Sürer giderdi… Yolcusunun yolunu kesmezdi. Düşen, düşerdi, düşlerinin peşine. Kadın, kadın olduğunu, annesi ve kızı olduğunu  ve eşinin peşine düşürürdü.  Özgür, asi, laf anlamaz içerde de bir yol bulurdu.  İçseline sinen  bu yolsa,  düş beşiğinde  sallanan içbükey aynada  görünürdü, görmek isteyene. Adam ve Kadına yansıyan gibi. Vesvesesinden arınmış, yalnızlığın tekliğini, çiftleştirmeye şahit olmak adına. Yeterli miydi? Bilinmezdi.  Ne  nedendi, ne nedensiz? Yürüyen bir imzaydı. Öylece uzanıp giden yatay ve dikey yol ve  yolları.. Ve yolcusunu, sessizliğin sesiyle, ahengiyle  konuşturdu: “Annesi de sen olmalısın “dedi . Ne dedin sen?derken Kadın. Herhangi bir  kadın gibi    karnındaki sonsuz doğurgan, üretgen anaçlığının varolma varlığını normal sayan, sıradan nefes almalarını soluyordu. Ayrıntının gizil gücü  iki sevgilinin  arzularına gem vurmuş, özlemleri dışa vurmuş  hayallerinde saklıydı. Tatlı bebek çığlıkları duyulan bir hayaldi  bu..Öyle ki, Erkek ve Kadının  tıpatıp  aynı hayali düşü gördüğünden emin olarak; bir yöne , birleştiren  yöne  ruhen teslimiyetiyle   bir küçük canlıya elini vermesiydi. Vadiye bakan yamaçlarında, kartallar alçak uçuşa geçtiğinde,  sığırcık gizlenmesi gibi annesinin karnına sinen bebeğin, babası  olmak kolay değildi. Dışardan bakana  göre hızlı bir film şeridi gibi doğan; dünyaya gelen her bebeğin yeni hikayesi, sırat köprüsü   kadar geçilmesi  inceydi, zordu. Kadın ve Adamın dirimsel, duyumsal  buluşması  farklı  her noktada uyuşması  gerekiyordu.  Yeni Hikaye’sinde olduğu gibi . Kadınsı hisleriyle yoğunlaşan yeni hayatında erkek varlığıyla; sevdiği  kadının, kadınlık kefaretiyle, derinden  doğum sancıları çekmesine eskisi gibi müsaade edemeyeceğini anlamıştı Adam. Özünde filizini salan  üçüncü  kökü, kadın kişiliğini boy attırmıştı. İlişkisinde muhafazakar bir bütünlük  yaşamak gerektiğini  öğretmişti. Mütereddit  sevgi dilinin şımarık ve ukala çocuğu   Kadın Ve Adam . Hayır! Hayır! İkisi de vazgeçmişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Araçtan  inerken alışverişe giden ve dönen farklıydı. Kendilerine, sevgilerine, birbirlerine anne  baba kimliğini uygun gören olgunluğuyla ve Yeni Hikaye’nin kaderini değiştirecek iki sevgiliydiler.
49. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Eve girdiklerinde gecenin yarısı olmuştu. İkisi de çok yorgun görünüyordu. Paketleri girişte masanın üzerinde bırakıp mutfağa geçtiler. Sessizleştiler. Düşlerinin götürdüğü yere gitmekten korkuyor gibiydiler.  Üç yıl boyunca hayatlarını kayıt altına alacak ciddi düşüncelerle  ruhları hiç böyle çarpışmamış, heyecanlanmamıştı. Derin, devinimsel gözlemlerle geleceklerini büyütecin  gerçeğinde seyretmek onlara göre değildi. Çetin tartışmaları sevmeyen  sıra dışı sevgilinin sıradan buluşmalarla sürüp  giden hayatı vardı. Beraberlikleri süresince özgürlük alanlarının sınırları incecik çizgiyle çizilmişti sanki. Her ikisinin de sıkıldığında çekip gitme, günlerce birbirinden habersiz   ve  sorumluluk duymadan yaşadıkları haftalar pekala olmuştu. Şimdi ne oluyordu? Kızın ve erkeğin  yolu farklı bir yöne kaymıştı.  Konuşamıyorlardı. Çünkü en azından  bu geceye ve gece düşlerine ait, daha fazla adım atmaktan çekinmeleri gerekiyordu. Yarın sabaha acele verilmiş bir kararla çıkarlarsa ve sabah,  verdikleri kararların  ağırlığıyla  kendilerini ezik hissederlerse  neler olabilirdi? Düşünmek bile istemiyorlardı. Kadın bir sigara yaktı. Adam bir bardak çay içti. Gözleri, endişeyle  her ikisini  de süzdü.  Elleri , parmaklarına  dokunmaya çekimser kaldı.   Meçhul Kadının elinden tutmuş kız çocuğuyla ilgili  munis anne hali   akıllarının bir köşesinden dalıvermiş ve   başka bir şey düşünemez hale getirmişti ikisini. Akşamdan beri mütemadiyen bunu düşünüyorlardı . Beraber yaşamayı seçmiş çiftin, dile gelmeyen, dile düşmeyen, beyinlerinin  mükemmel telepatisiyle; hayalleri ve düşleri bilmece olmaktan çıkmıştı. Nasıl  olur diye düşünmek sonucu değiştirmezdi. Çünkü, dağın başından inen suyun, aşağı vadideki  dereye nasıl, neden, niçin ulaştığı kadar sorgulanabilir miydi?  Doğanın doğalı ve  kendiliğinden olagelen  bir telepatiydi. Alış veriş sonrasındaki gece yolculuğunda  zihinlerinde  patlak veren  -annesi ve babasının elinden tutmuş küçük kızı üçlüsü- heveskarlığı   gün yüzüne, düş yüzüne ve  yaşama dair planlarına nokta koymuştu nikah imzası kadar geçerli sayılabilecek.  Yepyeni bir  olasılıktı.  Bir gün önce böyle olacağı  söylense Kadına  ve Adama reddecekleri bir ihtimaldi.  Hatta, hatta itiraf etmek gerekse modernitenin yadsınamaz gerçeği, aşırı bireysel, bağımsızlığa zafiyet olarak geliştirilen karşıt düşünceler; aile olmayı küçümseyen tarzda  idi. Onlar da çağın gezgin fikirlerinden hayli etkilenerek  ara sıra içkiyi fazla kaçırdıklarında  evlilik kavramını irdelerdi.. Temayüllerini  gevşeyen bedenleri gizleyemez,  ses tellerine hakim olamaz,” eli kolu bağlı gibi  iki insanın   nikah  imzasıyla birbirlerini zorunlu sorumluluklara sürüklenmesine karşıyım” derdi Adam. Kadın başıyla onaylar. “Senin kadar evliliğe karşı değilim hattı zatında; imzanın, kadın ve erkeğin üstündeki  yetkisi; toplum içinde yetkin ve bağımsız yaşamalarına  faydalı.  Toplumla bireyin karşılıklı olarak yazılı olmayan sözleşmesiyle, sistemsel anlamda kabul görmesi birbirini. Yani  çiftlerin saygın ve rahatlık politikası anlatabildim mi sevgilim? Kadına  tek güvence yolu biçilen  evliliği onaylamadığım gibi  evlenmek için can siparane olan kadınları da anlamıyorum?.  Ama ,iki insan sevdasıyla, illa ki  biz evlenmek diye tutturuyorsa.. .A! bu ne demek ayol? Yapmam. Dudak bükmem…”deyip yüksek sesle nutuk çeken savunmasına mim koyardı Kadın. Kadın susunca Adam “ bir ömür boyu bir insanla yaşamak, sevmek, sadık kalma modası eskidendi. Evlilik  uzun bir yol olarak sürerse, canı sıkılan  kadın veya erkek, yol değişikliği yapabilir. Yapabilmeli de.” Deyince Kadın atılarak “ ihanetin temeli dediğin sanırım.  Özellikle biz kadınların psikolojisini çökerten bozan;  kadının kadına, erkeğin  erkeğe ihanetinin de söz konusu olduğu hiç temenni edilmeyen  çelişkili birliktelikler,  evlilikler yaşadıklarımız. Karışık kavram çelişmeleri…
50 . BÖLÜM YENİ HİKAYE
 işte”diye uzar giderdi  sohbet. Erkek, sevgilisinin söylediklerini tuhaf bulurdu  dumanlı kafasıyla ve  “öyleyse açıkla  bakalım? Kadının  kadına, erkeğin   erkeğe  ihanetini?" derdi. Kadın  dünden hazır, içi cık cık ediyor  düşündüklerini ifade etmeye… “ Çünkü, kadın ya da erkek  -ihanetleşmeyi-  kendi cinsiyle değil, karşı cinsle gerçekleştirir. Hımm… şöyle söyleyeyim: Farklı tercihi olanları,  genellememin dışında tutarak,  bir erkek,  kadın partnerini kiminle aldatır? Başka bir kadınla, yani partnerinin benzeriyle. Oldu mu?. Değiştirelim durumu:  Erkeğini aldatan kadınsa, kimle olabilir ? Başka bir erkekle... Öyle değil mi  sevgilim? Herkes aynı zamanda kendi cinsinin ihanetini  yaşar.  Açıklamam, mantık dersinde gördüğümüz önermelere  benzedi ama, mecburen. Ki, hoş, aslında  , kimse kimseye de ihanet etmez! “ “Vay bee!” diye haykırırdı  Adam. “ Sen de ne önermeler varmış da… Haberimiz yokmuş  aşkım.” “Dur! Dur! Sözümü kesme! Bitmedi.  Birkaç adım daha ileriye gideyim: Herkes, kendi kendinin ihanetini yaşar sevgilim. Derin mevzular bunlar.  Taş devrinden bugüne kimse tam olarak içinden çıkmayı becerememiş.”derdi feylesofca. Yüzündeki müstehzi  gülümsemeyi bilgiçlik karışımında  erkeğine sunan kadın edasında. Sigarasının dumanını  yana doğru başını çevirip, eğerek, hafif şehla ve çakırkeyif olmuşlukla  üflerdi ıslık gibi, ıslak dudağıyla Kadın. Adam  yine  yine itiraz eder. Israr eder…İlkeler, kavramlar yaşama dair bitmeyen nazariyeler, kuramlarla donanmış kainatın düzenini tartışmaktan büyük bir zevk alırlardı o akşamlarda.. Evrensele dönük  fikriyatlarının savunma hattı  bu  gece yolculuğu itibariyle çökmüştü. Olan buydu  ikisinin de muallakta kalmasına neden. Dengeleri, dengesizlikleri birbirine karışmıştı. İki sevgili o yüzden  hayallerini dile getirmemek için  inanılmaz  bir gayretkeşlik içindeydi.  Kıpır kıpır kıpırdanan bebek fikrini  belleklerinden silmeye,  ya da gecenin sabaha dönmüş yüzeyinde geçiştirmeye çalışıyorlardı. Dışa dönük ikili, biri hikayeci, biri çevirmen… Bin bir çeşit masalın eşiğinde idi.     Evliliğin yeri  yurdu olmayan beraberlikleri; yıkılmadan yumulmadan, boyut mu değiştiriyordu? Bir gecede yaşanan  dönüş neyin nesiydi ? Biz nereye gidiyoruz Sevgilim? sorgulamasını, her ikisi de yapmak üzereydi  Kadın, Adama; Adam, Kadına.  İkircikli olmamaları olanaksızdı..  Gecenin haleti ruhiyesine  denk düşen  evli barklı bir çift olma  serüveni ve çocuk sahibi olma sorumluluğuna adım adım yaklaşmaktaydılar. Kısa bir süre  öncesine kadar, dişi kuş  misali mini minnacık bir dev  Kadınla;  eril kuş gibi  ağzındaki kuru çöpü canı istediği yere bırakan özgür mü özgür Adamdı sevgililer. Birbirlerini böylece kabul etmişlerdi. Özgürlüğüne düşkün  iki kişi, iki bireyleşmiş insan. Gökyüzünde güneş açsa, kalplerinin çarpışına göre kanat çırpandılar.  Yeryüzünde  gül ağacı, kayın  ormanı, dal budak, çalı çırpı olsa bile ne hissediyorsa umursamadan  yaşamaya çalışırlardı..  Kişisel yaşam hevesinin havası  güzeldi.  Geniş, engin doruğundan inmeye,daralmaya, daraltmaya  niyet etmemişlerdi. Hele  bir üçüncü  ve minik varlığın oluşumuyla çoğalmadan medet ummak?.. Kim kime tum tuma  hasletindeydi onlara göre. Rüyasında görse hayra yormazdı erkek, kadın da  cenaze ortaya gelmeden kefen biçmeyecek kadar  uslu ve aklı caizdi. Fevkalade bir  farklılık tadındaki  hücrelerden oluşan ceninin, macerasına katılıp katılmayacaklarına karar vermek kolay mıydı?.. Bir gün gelip aile olmayı istemek kadar doğal olanın bu alemde. Evrimin değişimi kanununa  aykırı  bulanlardandı onlar. Dünyanın düzeni  insanın iç ve dış  kabuğunu çatlatırken; kimini  geleneksel doğurganlığa, kimini maddesel varlığın tekliğine, hiçliğine savurtuyordu gayri ihtiyari. Kadın da Adam da bunun farkındaydı. İçlerindeki sert, berk, pek katı  ve  aşırı tok , doymuş  madde, değişimin değişimiyle; yumuşacık, sıcacık, masum,yaşamaya aç açık bir  can, yeni  bir nefesle yol alıyordu iki ayrı bedenin belinden belleğine.
 51. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Çok yoğun geçen bir gecenin sonun da yatar yatmaz uyuya kaldılar.
 Odanın kendisini karanlığa teslim ettiği her gecenin sonu bir sabaha çıkardı. Besbelli bu gecenin sonu da öyleydi. Hiç de umdukları gibi olmayacağını anlamaları uzun sürmedi. Bu kez de gece düşleri hareketlendirecekti zihinlerini.  İçine gömütlendikleri yatakları   çok rahat olsa da Kadın  ve Adam   karmakarışıktı. Kah yüzleri dönük birbirine, kah  sırt sırta ve arada  sarılıp nefes nefese  uyumayı denediler. Olmadı.  Olmadı.  İkisi de sıkıntılıydı. Uyumak için can atarken; dirençli bir uyanıklıkla karşı karşıyaydılar.  Yeter dedi Kadın ilk.  Aykırılık vardı ortada. Bu gece yan yana aynı yatakta uyumaları mümkün değilse,  inatlaşmak saçmaydı illa ki.  Üstünden yorganı sıyırdı. Önce sağ bacağını yere değdirdi ardından solu. Bedenin tümü kalkmalısın komutuna uydu. Kadın  oturma odasındaki kanepeyi açtı. Kıpırdanmaktansa kalkıp ayrı yatayım,  bari sevgilimin  uyumasına engel olmayayım diye düşündü. İçerden üstüne battaniye getirdi. Güzelce örtünüp gözlerini sıkıca yumdu.
Sevgilisinin yanından usulca kalkıp odadan dışarı çıktığını uyumak üzere yumulmuş gözlerinden gördü Adam.  O da  huzursuz  diye düşündü. Kadının yatağa dönmesini beklerken  kendinden geçti.  Erkek ve Kadın  ayrı odalarda uykuya dalmıştı  onca düşten sonra.
Gecenin bitmeye niyeti yoktu. Göz kapakları  yorgunlundan kaçarken Adam kendini  kendini  yayın esnasında buldu.  Romantik müzikleri ardı ardına dinleyicinin beğenisine sunarken, tonmayster  karşıdan işaret etti elindeki  beyaz kağıdı gösteriyordu.
Kulaklığı çıkararak  “Ne var?” dedi.
Israrla bir kadın telefon numarasını size vermemi istedi diyerek kağıdı uzattı.
 Yayın  odasına geçti.  Meçhul kadın dedi. Telefon numarasının  ona ait olduğunu  anlamakta gecikmedi. Sapır sapır döküldü kendine olan  özgüveni. Şimdi ne olacaktı?   Gözü karardı bacakları titredi bir an.  Offf! Bu gece çekemem meçhul kadın havası nazı melankolisi… bir yanı ise meraktaydı. Bir saatlik yayın süresi bitmek  bilmedi  Dj’ye. Son müzik parçasını birkaç romantik sözle süsledikten sonra verdi yayına. Çıktı sonra. Bar cafede canı  birkaç yudum içecek içmek istedi. Vazgeçti. Yürüdü kalabalığı yararak. Arabada sükut buldu. Yalnız kalabilmişti nihayet. Kağıt yazan telefon numarasını çevirip çevirmemekte tereddüt etti. Sevgilisinin ne düşünebileceğine takıldı aklı.  Onun basit bir telefonlaşmaya aldırmayacağını çok iyi bilmesine rağmen, meçhul kadına kızdı. Beni zor duruma sokmaya ne hakkı var diye. Fakat, hıçkırıktan yeni çıkmış o sesi tekrar duymak istedi tüm egosuyla.
-Alo!
-Efendim.
- Kiminle görüşüyorum?
- Müptelanız bir izleyicinizle dedi Meçhul Kadın.
-Mutlaka onurlandım hanımefendi ama enteresan geldiniz bana.
- Evet. Enteresan olmayı severim.
-Özel numaranızı bırakmaktaki  amacınızı anlamadım?
- Bunları buluşunca konuşalım mı?
-Çok cesursunuz. Dedi Adam.
- Siz mi teklif etmeliydiniz?
-Ha ha hayır!
--Öyleyse dedi Meçhul Kadın.
--Yarın Tramvay Meydanında   mor  pelerin  giyeceğim bekleyin beni.
 Erkek, tamam diyemeden telefon kapandı ve esrarengiz  ses kayboldu.  Aracındaki ağır  atmosferinde boğulacak gibiydi adam.   Elinden tutulmamış  bir aşkın  gözyaşına benzeyen  ahizedeki  sesin kendisine nasıl bir oyun oynayabileceğini düşündükçe  delirmek üzere olduğunu hissediyordu.
 Kararlı bir şeklide telefonu çevirdi. Karşıdan yanıt gelmesini beklemeden:
Kusura bakmayın yarın çok önemli bir işim var. Gelemem! Gelemem! Diye bir iki kez ısrarla tekrar etti. Bir uyandı ki ter içinde. Nabzı hızlı hızlı atmakta.  Rüyaymış dedi. oda karanlık.  Sevgilisinin soluğu ılık ılık ensesinde.  Kolları belinde.   Huzur buldu erkek. Meçhul Kadının  karabasan gibi  rüyasına da çökmesi garip bir tesadüf müydü? 
  
52. BÖLÜM  YENİ HİKAYE
Adam ve Kadın bir beden olmuş, soluk bile alırken tenlerinin pıt pıt atışını  dinlerken, cep telefonu  caz parçası melodisiyle çalmaya başladı gecenin zifirinde. İkisi de bir anda irkilerek gözlerini açtılar. “Kim bu?” dediler?  “Telefonunu kapatmamışsın galiba.” “Özür dilerim sevgilim  unutmuşum.”derken  ışığı yakmaya çalışan erkeğin, telaşlandığı yüzünden  açıkça belli oluyordu. Telefon,  komodinin üzerinde  çalmaya devam ediyordu. “Acelesi var telefonun, bakar mısın ” Adam  telefondaki numaraya baktı “Tanımıyorum  ama numarayı. ” dedi.  “Alo” 
-        İyi geceler. “ iyi geceler.”
-        Meçhul kadındı  telefon eden.  “Sizi tanımıyorum?”
Adam memnuniyetsizliğini ancak böyle anlatabildi. Meçhul kadını tınısından tanımış, tedirgin vaziyette,   ne diyeceğini bekliyordu. Nedir yahu başıma gelen?.. Dün akşamdan  beri meçhul kadından çektiğim dedi. Alışverişe çıktık, çıkmaz olaydık diyeceğim neredeyse. Alışveriş merkezinin kapısında, onu kızıyla birlikte gördüğümden beri hayatımız alt üst oldu demeye  dili varmasa da, gönlünden şimşek hızıyla böyle geçirdi.
-Sesimden tanımış olmalısınız  dedi Meçhul Kadın.
Sinirli bir sesle Adam “Saatin kaç olduğunu farkındasınızdır umarım.” Derken sevgilisi  sabahlığını giyerek mutfağa geçti. Meçhul Kadın, erkeğin sinirini görmezden gelerek:
--Farkındayım. Ama hani benim için Bob Marley’den No Women No Cry’ı çalacaktınız. Söz vermiştiniz…dedi. Sesinde yine bir hıçkırık gizleyen kadın gerçekten meçhule meyilliydi. Öyle masumaneydi ki. Çalınmasın istediği  müzik parçasının  peşine düşen kadındı. Erkek de  mecburen  dinleyicisini kırmamak için özenle seçtiği sözcüklerden cümleler kurmak zorun da kaldı:
- Önümüzdeki Çarşamba günü saat onda programım var. İstediğiniz parçayı, söz verdiğim gibi çalacağım. Fakat  merak ettim siz benim  telefon numaramı  nereden buldunuz?
Meçhul Kadın:
- Bu da  benim sırrım. İyi geceler… deyip telefonu kapatıverdi.  Gecenin bu saatinde   bu kadın delirmiş galiba dedi. Telefona baktı Adam.  Numarayı çevirip bir iki söz söylemek istedi. Aman! Boş ver ya diyerek bu gece tuhaf şeyler oluyor bize dedi. Yoksa biz de mi bir şey var gibisinden mutfakta sigara içen sevgilisinin karşısındaki sandalyeye oturdu.  Ne olursa olsun gece yarısı gelen telefonlar sakıncalıydı. Biraz çekindi. Rüyasındaki   meçhul kadının  hayaleti yetmemiş, üstüne bir de  sesiyle de ulaşmıştı kendine. Sevgilisinin sakin suskunluğunu  bozmaya çalışarak:  “ Sormadın kim diye”dedi. iyi ya dedi kadın muzipçe:
-Soruyorum işte Meçhul Kadına, sen aradığında O’nu hangi cıngılla uyaracak telefonu! Muhtemelen, John Carpenter’den The End’dır.
“Söyleyeceğin bu kadarcık mı?” Evet dedi Kadın. Benden ne tepki bekliyorsun anlamadım? Ama  gecenin esrarengiz  telefonunun  sahibi  kimdir, necidir diye irdeleyip   ciddiye almamı beklemiyorsun değil mi? Adam daha bir hayretle:
--Hadi canım. İnanmam. Hiç kıskanmadın, kızmadın mı?
--Dedim ya sevgilim.
-- Melankolik biri galiba.
 “Meçhul kadındı  telefon eden. Yüzünü bile görmeden muhteris bir histrionik mi kadın diyorsun.”
Kadın, yüzüne ışık gelen gölgeli gözbebeklerindeki kendine güvenle:
-Beklentilerin fena değil. Ama dikkat et, karşılaştığınızda beklentisini boşa çıkaran sen olma.
Erkek, duyduğu sözlerin tesirinden titreyerek:
--Yine mi, performansımla alay…? Diye sordu.
Kadın, ustalıkla “yok yok…” dese de  Adam, üf dese kırılacak sesiyle “Ama şekerim, o ne biçim ifade yüzündeki” dedi.
- Ne varmış yüz ifademde?   “Müstehzi.
 ” Alınmış mı benim sevgilim?  İkimiz de yorgunuz. Yüzümdeki ifadenin nasıl olabileceğine dair fikir yürütemem gecenin bu saatinde.   Az sonra sabah olacak. Yoksa  senin, seni  kıskanıp, çıngar çıkarmamam  mı gücüne gitti? 
Adam,  yaktığı sigarasını kadınsı ve zarafetle çekti içine ve sonu gelmiş tütünün acımtırak zehir karışımı tadını içkinleştirerek diline.
--Beni nasıl iyi tanıyorsun dedi. itiraf etmekte sakınca görmüyorum. Evet. Sakince durman, inandırıcı gelmedi bana, hem de biraz acıklı  bir  sürpriz oldu. Hayal kırıklığının duygusallığını yaşıyordu adeta. Seven kadın mutlaka kıskanırdı. Demek ki , sevgilisi onu kıskanacak kadar güçlü duygularla sevmiyordu demeye getiriyordu. Ne alaka?
 Yanıtla

53. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Dedi Kadın. “Seninle çoğu şeyi hiç konuşmadık.   Kıskanç ve bencil hislerimi eriterek gönül kovamda, salt seni  sevmeyi öğrendim zamanla.  Bir başka kadınla  sevgimizi, Biz’, kalbimi meydan  savaşına sürüklemeden sevdim seni. Birlikte böyle mutlu olma yolunu seçtim. Yanlışdır  öteki ve berikine göre ama ben böyle istedim.   Seni kaybetme korkumdan özgürleştim sevgilim. İşte o zaman kalbim ve ruhum gerçekten özgür kaldı. Kalbim seni terk ederse ben de  sana pes diyecek gücüm vardı. Anladın mı? Bunları konuşmaya zamanımız hiç olmadı. Ya da konuşunca büyü bozulurdu.  Ne bileyim?.. belki de  senin şaşırmanın nedeni, dile gelmeyenlerdi.  Aslında  bizim  beraberliğimizi götürendi bahsettiğim. Sadece farkında değildin bebeğim. Neden mutluyuz sanıyorsun? dedi Kız ve gitti erkeğin başını göğsüne aldı, saç dibine  parmaklarıyla hafif hafif masaj yaptı. Adama iyi geldi. Güzel ve hoştu. İpek kadınımı yeni tanıyor gibiyim dedi ve gözlerini kapatıp, sevgilisine teslimiyetini sonsuza değin devam ettirmek için kararını verdi. Yeni hikayemi  yazmalıyım, diyen iç konuşmasının ışıltısı gözünün  kıyısından içine kaydı. Burun kemçiği tir tir titredi.  Huzur ve  güven hissiyle dolu dolu ağlamak istiyordu. Aile olmayı isteyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Yuvası yurdu olmak çok enteresan geliyordu. Biz olabilmek, esas önemlisi. Şu an ki düşüncelerimi hayatıma geçirebilmek üç yılda  değil , üç  günde değil, üç saatlik bir gece yolculuğunun  mucizesiyle yapabiliyorum. Evlenmek! Sıradan gelirdi. Oysa, sıra dışı. Hayatını her an biriyle paylaşmaya razı olmak gönül rızanla biteviye. Kadınsı duygularının yer ettiği erkek kalbinde sıcacık ılıklıklar akıp geldi. Elini uzatıp sevgilisinin elini avucuna aldı. Pencereden doğan günün ilk ışıkları  mutfağı aydınlatırken birlikte balkona çıktılar. Güneş, pembe mor sancılarla mutluluğa heves eden  taze çifte benziyordu.  İlk bakışta, rengi  sulu sepken yağan kar tanesine, bir an çiğ  mavi mavi… Aman  Tanrım!dedi Kız. Ne çok olmuş güneşin doğuşunu seyretmediğim?..  Adamın sesi, sessizlikti. Nefesiydi. Gök yüzü ve yer yüzü  aydınlıktı. Yalnızdı. Kimsesizdi. İnsan kendine dönük, güneş dünyaya, dünya hem güneşe, hem insana dönüktü. Bir kuş çığlığı  sessizliği yırtarak yukarıya, yukarıya kanat çırpışı döne döneydi. Kızın gözleri kuşu takip edebildiği kadar yükseğe takıldı. Takıldı kaldı bir müddet güneşin beyaz, beyza gümüşiliğinde.  Kulağında hala kanat çırpan kuşun  mi fa sol tuşundan çıkan  ahenkli cıvıltısı…
“Beni terk eder gibi gidişlerine benziyor dedi işaret ederek gökyüzünü erkeğine:
“ Bazen günlerce aramazdın. Sitem etmedim. Çünkü sevmiyorum. Ya seni böyle sevecektim. Ya da senden gidecektim.
Meçhul Kadını anlıyorum. Çünkü O’nun muhterisliğindeki sınırsızlıkla tutuldum sana. Gidemeyeceğimi anladım. Kaldım . Kaldım canım. Öylece kaldım. Böylece kaldık. Birlikte, beraber kalabildik.
 Seni  aradığımda , bugün mazereti olmasa diyerek, heyecana kapılırdım.  Havai ve taşkın  tümcelerin dalgalı sesindeki  “gel” deyişine aşıktım.  “Konuğum var” deyiverince  çalgın bir kadınım halimi görseydin. Tanıyamazdın. Donuk, mat rengim, küldü.  Ölüm  kadar hüzünle kalbim taş yutardı.  Sesim soluğum çıkmazdı. Kesif, fersiz, kesintisiz, kadının güneş kucaklamış yüzünde  hislerin biriken öyküsü renkten renge dönüşerek  ışık huzmeleriyle yeryüzüne ulaşıyordu ve erkeğin kalbine.
Gece gelen Meçhul Kadın ve telefonu?...  O ne ki?.. dedi Kadın efkar tüten sözcülüyle; mazeretler, mahsurlu geceler, yasak gibi aşkın sevda denizine daldık. Alacakaranlıktı.  Yüzmekten korkmadık ama can yeleğimiz bendim. Yüreğimde  taşıdım  sevgilim. Bir kitabın   hatırlamadığım bir sayfasının bir yerinde okuduklarımla kaynaşmış olan  “Aşk iki kişiliktir. Sen de bilirsin. Hatalısındır.

 
54.  bölüm yeni hikaye
 Yaşadığını dışardan görenler  uyarmaya çalışır seni.  Senin, bile bile ölüme gider gibi gözü kapalı sevdiğini söylerler. Niçin? Neden? Aşkının hatasını yüzüne vururlar. Ama sen yine de öyle davranırsın. Hatanı yinelemekten korkmazsın. Adeta zevk alırsın. Acını kanatmak için zafiyette şarkılar dinlersin. Acı çekmek istiyor da olabilirsin dibine kadar. Herkesin anlaması gerekmez. Sen böyle yaşamak istersin diyordu. Aşağı yukarı ben de bunlar gibi düşünüyordum sana hissettiğimle birebir örtüşen. Dolayısıyla, egolarımı şişirmedim. Şımartmadım. Çevremi saran kozmiğin esrarengizliğini sevdim seninleyken. Benden ayrı olduğun zamanların hesabını yapmadım. Hislerimi, hissettiklerimi, hissettirdiklerini, hissettiklerimizi şüpheli kurgulamalarla üzmedim. Üzdürmedim. Zihnimin zehirli bahçesinde not, anekdot arşivlemedim.. Detaylarına inmedim. Bu aşkın alınyazısını kaderine terk etmedim. Ta ki,  alışverişten dönene değin. Orada bir şey oldu? Biz’im yazgımıza bir  anne kızın elele fotoğrafı dokundu.  Sana da. Bana da…  Çat diye. Sustu kadın. Erkeğin ne diyeceğini beklemeden. “Üşüdüm. İçeri giriyorum.” Dedi.
Adam, düş bahçesinin dikenli tarafına  hiç geçmediğini nihayet anlamıştı. Geç kalınmış zamanın telafisi erken oluyordu. Sabah kadar yakın. Gecenin döngüsünü  sabırla beklemek gibi. Güneşe  yüzünü çevirip, beraberliklerinin hikayesini  yazan kadının ardından gitti.
Kadın göğsünde düğümlenenleri çözmüştü. Daralması geçmişti. Yatak odasındaki yatağına uzanmıştı. Yaşamı  aşkı, sevgilisi, sevisi… Sevişi, sövüşü, dövüşü hepsi beraberce geliş, giriş, vuruş, veriş, ve bir alış verişti sade ve sadece. Nefes nefese kalıncaya değin.
 Ve bir iç yangınıyla yanı başında dikilen Adam ne düşünüyordu?diye merak etmekten kendini alamadı. Bir iç ses ahenginde her şey, her sözün yankılaması iki kalbin sırça sarayında duyuluyordu.  Kızın ki erkeğe. Erkeğin ki de kıza. Kadının içinden geçen soruya,
 Ne mi düşünüyorum  sevgilim?dedi Adam. Seni düşünüyorum ve sözlerini. Yokuş yukarı yürüyorum. Veryansın hayata. Küfredeceğim bana izin verse gece.  Güneş doğmasın. Gitmesin gece. Şu an bitmesin. Konuşalım. Konuşmalara doyamayalım. Kıtlıktan çıkmış aç bir insan  gibi sen ve ben anı, taşkın hali içimize, bize sinsin istiyorum dedi.
 Kadın, istekle sevgilisinin iç sesine uydu.
-Sen de mi? dedi. evet , evet, ben de dedi Adam. Yemin et! Yemin et. Hayır. Sen yemin et.  Sözlerin hangisi kızın, hangisi erkeğindi?  Birbiri içine geçmiş, sımsıkı kenetlenmiş  sevi ağında hiç fark etmiyordu kimin konuştuğu  kaygısı. Yaşanmış,  yaşanacak ne varsa sahiplenerek  ipekli yorganı  dört elle çekip örtünmüşlerdi. Artık, açıkta kalan, yetmeyen bir soru işareti kalmamıştı hayatlarında.
 Yorganın altında  göz gözü görmez  karanlıkta  birbirlerini görüyorlardı. Bir başkalık geldi   Kadın ve Adamın yüzüne. Bir başka bakış gözlerine. Yeni tanışan iki çiftin utanışına yakalanmış. Ses çıkarmaya çekinik çift, eskiyen zamanın aşkı bitireceğini savunanlara inat sarmaş dolaştı yeniden. Yine yine  sevdalı ve  bir cenini canlıya dönüştürmeyi  sahiden istiyorlardı. Tohumla  toprağın  gömüşmesi  ve baharı bekleyen günler aylar… rüzgarın çevik adımları, şimşeğin  hıçkırıklı  ışığı,  karakterine can veren hikayecinin hayal dünyasının durduğu an. İşte bu andı. Kekliğin keklik gibi sıçramadığı, aksağın yürüyüverdiği, kaosun düzene geçiverdiği, ihtirasın  seviye dönüştüğü, ihanetin sadakate geçişi:
Benimle evlenir misin?
 55. bölüm yeni hikaye
Adamın teklifi  yatak odasında çın diye çınladı.. Kararlı, içten, isteyen, çok isteyen bir sesle dillendirilmiş teklifin kaderini  cesaretle uzattı erkek sevdiği kıza.
Kadın, ilk önce sağır oldu. Duyduğunu tekrar etti içinden.  Ne söyleyeceğini gerçekten bilemedi bir iki dakika.
--Seni seviyorum. Seninle yaşamak istiyorum. Karım olmanı istiyorum! 
Kadın,  bir yaranın kabuğunu kaldıran doktor gibi soğukkanlı başını eğdi önce sonra mazinin kapısını araladı istem dışı güçlü güçlü . Bedeninin kavisi düzleşti. Budha gibi ayaklarını doladı birbirine. Omzu  sırtı dim dik ve T harfi tıpkı. Karnını bir nefesle içine çekti. İki elini avuç avuca ayak bileklerinin üst temasında  birleştirdi.  Gözlerini yummuştu çoktan. Havarilerin  huşusuyla  tekrarlayan nefeslemeler  çekti kalbine doğru dem bu dem. Onun ne diyeceğini bilemediği  an be an’lardaydı. Kalbinin sesi, sessizliğin sesini dinliyordu.
Sevgimizin arka bahçesinde neler oluyordu? Bu sorunun yanıtına gelecek cevap erkeğin kalbine güveniyorum  sana diyecekti. Beraberlik kendiliğindenlikten çıkıp,  şahitler huzurunda, nikah memurunun “Bu Adamla evlenmeyi kabul ediyor musunuz?” sorusuna  Kadın “evet!” dedikten sonra, dönüp erkeğe “Siz Bu Kadınla evlenmek istiyor musunuz?” deyip bekleyecek  Adam “  Evet! Evet!.” Gökyüzünden gürleyen gür akortlu DJ nidasıyla noktayı koyacak, salondan kopan  alkış tufanı, artık beraberlikleri  onaylanmış  çiftin  gülümsemelerinin resmini fotoğraf  karesinde ebediyete ulaştıracaktı. Karlı kışların tozutup geçtiği balkonda iki kişi, erkek ve dişi. Kadın ve Adam. Hanımefendi, beyefendi. Ana Baba. Karı Koca. İki eşin gönlü açık,  sardunyaları açmış. Balkon kapısı açık salona doğru… Evlilik kokusu sarmış odayı ve  kapısından  sarmaşıklar gibi çocuklar sarkıtabilecek  bir teklife ne demeliyim dedi  Kadın? Kalbine soruyordu.
  Sor O’na dedi:
-        Seni olduğun gibi sevdim. Bu bağla, bir  bağlılık yemini verdiğinde, verdiğin sözün ağırlığının farkında mısın? de, O’na.  Kadın  gözlerini açmadan, pes melodik bir sesle kalbinin söylediğini yineledi erkeğe.
Adam,  her şeyi göğüslemeye kesin karar vermişti:
“Evet! Dedi Adam. Evet! Senin huzurunda evet! İstersen hemen yanıt verme sevgilim. Ben beklemeye hazırım.  Bizim için her gün hiç bıkmadan yineleyeceğim emeğimi.”dedi.
 Kadın, gözlerini açtı.
“ Tamam! Dedi. Bir tek isteğim var. Benden  bir şey saklıyorsan şimdi söyle. O zamanın, zamanı  sevgilim!  İçini kurt gibi yiyen bir halini fark ettiğimi biliyorsun. Onu bilmem gerek!  Madem her şeyi konuşuyoruz. Aramızdaki görünmez duvarları yık! Senin kalbine göçeyim,  zaman kaybetmeyelim.”
Adam, beklemediği  fırtına yağmurunun  sağanağında sırılsıklamdı. Kız mantık yürütmeyi sürdürüyordu.
 “ Bir his bu.  Sana sarıldığımda biri daha  var beni kollarına alan anlıyor musun? Üçgenin üç köşesi de sahipli gibi. O kim, nedir, nedensiz midir… ” Yanıtsızlık  her şeyi berbat edebilecek kadar ortadaydı.
 Erkek, dikleşti bu kez.

“ Evet,dedi. Yeni bir hikayem var geçici bir süreliğine.  İçimde  kadınsılığa dair duygular yoğunlaştı. Bir müddet onunla yaşamamız gerek. Beni ve Biz’i paylaştığın O  his. Daha fazla bir şey sorma . Anlatamam. Sadece  Biz’e güven. Seninle beni bir vücut, bir beyin, bir kalp, bir bütün edecek bir ömrü birlikte yaşamak istiyorum. Bana inanmanı istiyorum! Seni seviyorum. Evlen benimle. Evlenelim.”
 Şaşırma sırası kızdaydı. Sevgilisinin sırrı önemsizleşti birden gözünde. Olumsuz senaryolar yazmadığına öyle sevinmişti ki…
 Kalbi  sabırsızlanarak “Evet! De . Evet! De” diye ana atardamarlarıyla atıyordu “çıt! Pıt!”
Erkeğin iki gözü tek göz olmuş bekliyordu.  Kadın, kadınsı nazlar yapmasam da atılsam kollarına “ Evet! Evet sevgilim! Evlenelim. Biz de sıradan evliler gibi kızımızın elinden tutar gezmelere, alışverişlere gideriz… Ne  güzel ve ne mükemmel bir baba olursun” demek istedi hemencecik. Ama hala ağzından bir kelime çıkmamıştı.  Erkek çoşkulu:“ Gelinliğinle kucağımda taşıyacağım. Ahdım var sevdiceğim. Küçük bir erkek çocuğuyken. İlerde  evlenirsem, eşimi, evimin eşiğinden şu filmde olduğu gibi kucaklayıp yatak odasının kapısından  geçireceğim diye söz vermiştim. O sensin. Haydi eşim ol. Senden başka biri değil o. Sen kısık bir sesle evet! de  yeter ki.  Ben haykıracağım  EVET! EVET! EVET!” benim hikayemin Kadını sensin. Kadınımsın. 25. Aralık. 2009 Cuma.




 YENİ HİKAYE BİRİNCİ BÖLÜM
Adam ne zamandır yeni bir hikaye yazmamıştı. Yazmaya oturunca  hiç sebepsiz yere içi daralıyordu.  ilk eserindeki  başarıyı  yakalayamamaktan korkuyordu ve yenisini  yazmaktan da  zorlanıyordu bu yüzden. Selim İleri’nin  bir yazısını okumuştu. Bütün yazarlar arada bir “artık yazamayacağım!” korkusu çekermiş diye. Acaba kendisi de öyle bir dönemde  miydi? Önceden,  önünde açık duran ajanda beyaz kağıt falan filan dinlemez  sayfalarca durmadan hikayelerini  yazıverirdi. Zaten, yeniden basılmaya karar verilen daha önce yayınlanan  kitabı da  yayınevinin kararsızlığı yüzünden hala çıkamamıştı.Yazıları ile ilgili düşüncelere dalmışken , sevgilisiyle o gün buluşacağı aklına geldi. Kalbinde  uçurumun  kıyısından ayağı kaymış da  boşlukta uçuyormuş hissine   benzeyen   heyecan yumakları  duyumsadı .  Ama, aynı düşünce  hızıyla da sanki  bahtının ışıkları   söndü sandı. Evi kara kapkara bir deliğe dönüştü. Vücudunun  bir şeyleri eksilmeye mi  başlamıştı? Amalardan, acabalardan, kendine sorularından, sorgulamalarından dolayı;  son günlerde sık sık başı ağrır olmuştu. Yaşamında azgın dalgalanmalara yer vermeye niyeti olmadığı gibi, tanınmış bir öykücü olmadan  da dünyadan göçüp gitmeye gönlü razı değildi. Adam, evinde  tek başına yıllardır yalnız yaşıyordu. Kendi başına yaşamaya çok  alışmıştı. Evine aşırı bağlıydı;  gölgesinden  bile kıskanacak kadar. Eviyle olan ekstrem  bağını, konukları onun   nüktedar  sohbetlerinden  anlamaları pek mümkündü. Çünkü, evine olan  ketumluğuna dair sarih veya salih göndermeler yapmaktan çekinmezdi. Bazen de apaçık; “Birileri evime fazla girip çıktığında elimde olmadan  rahatsız oluyorum!”da diyebilirdi. Adam başka bir alemdi. Nev-i şahsına münhasırlardandı. Ama, işte onun da bir derdi vardı. Çözümleyemediği. Hem de kendi kendine çözümlemesi gerektiğine inandığı türden. O’na  göre doktorundan vücudunu saran sinsi  hastalığını öğrenene kadar her şey  yolundaydı. Normaldi. Sıradandı yaşamı. Daha geçen hafta  arkadaşlarıyla toplandıkları meyhanede, hafif çakır keyifle “  hikayelerini nasıl yazdığını, okuyucu kitlesinin kimler olması  gerektiğinden filan söz etmemiş miydi?” Arkadaşlarına  “edebiyatın, hikaye dalında  genç neslin   temsilcisi  olduğunu teyit ettirmişti. Hikayelerinin karakterlerini belirleme tekniğini, gözlem gücünün önemini söylemişti. Sosyal bir olgunun hikayesini  yazmak gerekliliğini ise  sözcüklerin üstüne basa basa anlatmıştı. Bu  hatırladıkları çok  kısa bir süre  önceye değindi. Adam, O akşamı anımsadı ve  hemen unutmayı. O akşama dair anımsadığı her şey canını acıtacaktı çünkü. Acı çekmesinin bir tek nedeni vardı; hastalığını öğrenmesi. Hastalığını öğrenmesiyle beraber belleğinde çok şey değişmişti.  Edebi kimliği, ömrünün    kısacık bir dilimine bedeldi. Bu  bedel de şimdilik   öngörüsüyle hafızasına  mezara gömer gibi gömütlenmeliydi. Ruhunda karşılaştığı durum  şimdiye kadar dünyada yok denilecek kadar az insan da görülmüştü…
YENİ HİKAYE (İKİNCİ BÖLÜM)
Doktoru, hastane kütüphanesinde bulunan tıp dergilerini incelediğini ve doktor arkadaşlarımla da sizin rahatsızlığınıza dair konuştum. Bana anlattıklarınızdan yola çıkarak yaptığım tetkikler son derece olumlu ve fiziki anlamda herhangi bir etkilenmeniz söz konusu değil şu durumda size diye Adam’ı ferahlatma gayesi düşünmekten ziyade bulguların sonucunu açıklıyordu. Tıp literatüründe bu tür ayrıcalıklı ve  çok az rastlanan, dahası  hastalık mı, ruhsal bir değişim mi gibi çözümlemesiz  olaysınız  açıkcası bana göre.( doktor, dudağını hafifce bükerek) Korkacak bir sağlık problemi olarak gözükmese de durumunuz bundan sonraki günlerde  farklı yaşamak isteyebilirsiniz dedi. Adam, Anlaşılan  hayatım alt üst olacak diye düşünmekten alamadı kendini. Mesleğinin uzmanı olan doktoru ise gayet sakin bir şekilde açıklamalarını sürdürerek: Emarelerin izleri dış görünüşünüzde farklılık belirtisi olmayacağı yönünde. Dediğim gibi fiziki herhangi bir değişim beklenmemekteyim. Şimdiye kadar nasılsanız öyle olmaya devam edeceksiniz. Sizin, hastalığınızdan kaynaklanan tedirginliğinizi anlıyorum merakınızı da.  Doktor olarak benden beklediğiniz yanıtı yaptığım tetkikleri dikkate alarak söylemek en doğrusu. Sevindiren nokta, biyolojik değerlerinizde  bir dengesizlik yok tetkik sonuçlarına göre. Bu da demektir ki; erkek portföyünüzü koruyacaksınız. Hastalığınızın enteresan olan  tarafı, hormonlarınızla alakalı. Hımm! Yani, bir bakıma, hastalığın tutumu ve  bedensel seyirleri beyninizin duyusal kısmını etkisi altına alacak. Hormonlarınızın anormalliğini fazla detaya inmeden ve   sizin zihninizde  karışıklığa sebebiyet vermeden kısaca böyle tanımlayabilirim. Bakın bir örnek vereyim: Kadınsı hislere hüküm veren  bir zerre hormonalcik var her erkeğin bedeninde, tıpkı her kadının bedeninde erkek hormonalcikleri taşıdıklarından varsayarak yola çıkalım sizinle. İşte o hormonalcik  bir müddetliğine sinir sisteminizde gezintiye çıkacak. Bir erkek olarak siz az veya çok (artık hastalığınızın ilerlemesine göre) beyefendi tavrından istem dışı olarak hanımefendi  edasını  yaşama geçireceksiniz. Yalnız şunu unutmadan hatırımdayken söyleyeyim en çok dilinize vurabilir(kadın şıklığı ve cilvesel sözcüklerle mesela) ve o rahatlıkla neşeli bir hanıma dönüşme ihtimaliniz var. Bir alt bilginiz olsun diye söylüyorum. Mesele bu kadar! Büyütülecek fazlaca da  bir şey yok şimdilik. İlerde hastalığınız nicelik ve nitelik değiştirirse birlikte ne yapacağımıza karar veririz. Ama doktorun olarak tek bir isteğim olabilir.  Hastayım kompleksinden rica ederim uzak durun. Ruhunuzda  kocaman kara delikler açılmasın. Normal yaşantınıza devam edin. Bir erkek olarak, onlarsız yapamadığımız kadınlar hakkımızda ne düşünüyor diye düşünmüşsünüzdür zaman zaman. Durumunuzu kolaylaştırmak adına işte size bir fırsat. Kendinizi inandırın yeni halinize ve  kabulünü kolaylaştırmak elinizde. Bilimsel bir deneyi gerçekleştirmek için  öbür tarafa, kadın tarafına geçtim deyin kendinize. Evet bu bir ironi, ironi olmasına ama size hayatınızı  tiye aldırabilecek bir ironi. Farz-ı misal beynimiz  buna inansın. Mecbur tamam mı!Beynimizden  bahsediyorum, bize inanmak zorunda sonuç olarak. Sanırım sizin için de  en kolay yol. Anlatabildim mi acaba? Ufacık bir notum daha var: Varsayalım sevgiliniz var. Uyumlu ilişkinize aynen devam edebilirsiniz. Ama  yine de ufak çatlamalar için  hazırlıklı olun derim. Ya da ilk paniklemelerinizle partnerinizi şaşırtabilirsiniz de. Her iki halde hastalığınızın  geçici tepkileri. Lütfen sakin olun ve sakinleşmeyi bekleyin. Durumunuzla ilgili arkadaşlarınızla  konuşmayın. Çünkü, her kafadan çıkan bir ses sinirlerinizin yıpranmasına neden olabilir. Çevrenizi  hal ve tutumunuzdan dolayı  kuşku meraklı halkası sarabilir. Kendinize sıkıntı yapmayın bu tür etkileri rahat olun, hiçbir şey yokmuş ve hasta olan siz değil başkasıymış kadar rahat davranın hatta. Size söyleyebileceğim başka bir şey yok sanırım bugünlük. Ben hastanede ya da muayenehanemde nerede olursam  olayım sakın çekinmeyin! Ne zaman  isterseniz soru sormak için  ya da yardıma ihtiyacınız olursa hemen gelin.  Halen sizi yakalayan hastalığa istinaden   araştırmalarımız sürmekte. Gerçi, hormonal dengenizde değişime neden olan hormonalcikleri düzenleyen bir tedavi  ve ilacı ne yazık ki şimdilik bulunamadıysa da hiç bulunamayacak  değil ama. Bilim  insanlarının tıbbi çalışmaları sürmekte. Umarım size çare olacak ilacımızın müjdesi yakındır. Ümidimizi kesmeyelim biz derken doktoru ayağa kalkarak Adam’a elini uzattı ve  tekrar geçmiş osun diyerek muayene  odasının kapısından uğurladı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Adam, o gece uyumadan önce  intihar etmeyi düşündü. Sevgilisine “ölmek istiyorum” diye mesaj attı. Çok aralamadı kapı çalındı. Sevgilisiydi gelen. Kapının açılması ve sevdiği adamı sağ salim görebilmenin ardından, gerilen vücudunu puf gibi  geriye doğru bıraktı kadın. Teninde seyir  seyir seyirmelerle bir an duraladı. Şaşaladı! Sevincinden de çıldırdı ama. Ödü kopmuştu mesajı okuduktan sonra. Ya bir şey olmuşsa, ya yetişemezsem diyerek.. fakat, adama, bilerek onu kaybetme korkusunu belli etmedi. Bu cezayı hak etmişti Adam. Zaten, kızgınlığı da geçecek gibi  görünmüyordu. Telefonunda  bir mesajınız var sevgilim’den, diye açıp bir çırpıda okuyuverdiği heyecansı sms’in  intihardan söz etmesi sonrasında kadının  bir iç çekimi sızısıyla  yüzüne yerleşiveren donuksu duruk ifadesi silineceğe benzemiyordu. Sinirlendiğini  saklaması için geçerli mazeret aramasına  da olanak yoktu bu telaş ve panikte. Az sonra patlayacak volkanın  kızgın ateşiyle  birlikte erkeğin yüzüne lavlarını fışkırtacak dağ kadar şişindi bir an. Adam, sevgilisinin bakışlarından  enikonu korktu. "E e herhalde senden aldığım mesajla  allakbullağım," der gibiliği gerçek  bir nakkaş ancak bu  kadar ustaca nakşedebilirdi bir kadının yüzüne ve sesinin kasvetine. Çarpışma başlıyordu. Kadın,yağmur bulutunun içinde gizil  bombamsı, ses gücünde  ve olanca   hararetiyle: “kadın olsan kaprisini anlardım" dedi   Nemruttu sanki. Aksi ve ıslık gibi kısık ve kınından çekilmiş kılıçla başı gövdesinden savrulan sözleriyle. Adamın gönlüyse bir avuç kordu aynı zamanda. Kadının bihaberliğine yad edercesine içerlek:
 “Hastalanan sen değilsin de ondan böyle konuşuyorsun”dedi  gözleri. Durgun bir göl  gibiydi ve  suskunluğu seçmişti.
Kadınsı hislerle  sarmalanınca   sinir ağları  ve git gide yaşamıma  tesiriyle   başa çıkamaz olursam diyen   Adam,  koltuğa çöküp, omuzlarını kısıp, sırtını iyice kamburlaştırıp höykürerek çocuk gibi ağlamaya başladı.  O ' ki, kızınca incecik  iki çizik arası  ateş kırmızısı dudağından  ateş, duman tütütmeye meyledecek kadar yaklaşan ve  ürkek güvercin  gibi ikircikle sınırlı, kaçak öfkeli hallerden sakınan biri olmuştu hep.  Avaz avaz vaveylasıyla bütün bunları düşünerek bağırıp çağırmaya başladı Kadın: " Ne oldu sana?  Kötü bir şey mi var?  Sen kim ağlamak kim? Nefret edersin ajitasyon dersin böyle zamanlarda. Çıldırıcağım  ya. Hele o mesaj? Aklımı kaçıracaktım az kalsın. Senin tarzın değil anlatabiliyor muyum? Şimdi söyle bana, ne oldu çabucak anlat. Yoksa çat! edecek yüreğim. Sorularının  karşılığını almak ve Adam’ın anlatacaklarını dinlemek için susmayı tercih etti. Adam, doktorunun söylediklerini anlatıp anlatmamakta tedirgindi. Emin olduğu bir şey vardı  Kadını gözlerini gözlerinden ayırmasın istiyordu.  Gözbebeklerinden yansıyan sevginin ışığıyla  ve anaçsı şefkatiyle kaybettiği gücünü geri kazanabilirdi. Gerçek ortadaydı. Sana ihtiyacım var dedi kadına. Kadın’ın şaşkınlığı  karşı karşıya olduğu Adam’da aniden ortaya çıkan  duygusal değişimiyle alakalıydı. Alışık olmadığı sevgilisinin son tutumuydu. Tutarsız gözüküyordu ve tutunamayanlar gibi. Hiç yapmazdı bunu. Asla. Asla. Çünkü  ne zaman kendini zayıf hissetse  evine kapanır  telefona çıkmaz, cep telefonunu dahi  tık diye kapatır ve  günlerce  kimseleri arayıp sormadan iletişimsiz yaşardı.  Ta ki  girdiği buhrandan çıkıncaya.  “ Müthiş üşüyorum!”diyen sevgilisine sıkıca sarıldı Kadın: “Neden? Neden? Neler oluyor canım?”
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
 Adam, soğuk bedeninin bir yerlerinde yanan  har har   ateşiyle üşüyordu. Kolları sımsıkı erkeğini saran Kadının kalbi üşüdü  ta derinden, en derininden. “Canım, aşkım, bebeğim ne oldu sana?” diyerek koruma hissiyle  yanıp tutuşurken bir yandan da beyinciğinin  bombelerine  hırlamaya hazır hayretler gizlenmişti. Ama sobelenemeyecek kadar oyunsu olmayan bir döngüydü yaşanan ve çocuksuluktan çok uzaktı gözyaşlarının nedeni. An’ın bütünleştirdiği iki sevgili, neler  olduğunu,  erkeğin intihar meylinin söze dökemeyeceklerini biliyorlardı.  Adam’ın titremeleri, üşümeleri  sadece, sevdiğinin teninden süzülen  berraklıkla durulabilirdi. Kadın, aurasında  çepeçevre tavaf eden  enerjiyi, nefesiyle erkeğinin çakralarına üfleyiverdi. Adam nihayet kendine geldi. Denge bulduğu bedeni yorgundu. Daha fazla ayakta kalmaya dayanamadılar. Yatak odasına doğru uzandılar. Sarılmış halde yatağın üstünde erkek ve kadın, gözlerini kapattı o an’a ve herkes kendi dünyasından uzakta   olmayı seçti bir müddetliğine. Anlaşılan ikisi de  geçmişle şimdiyi   karşılaştırmak üzere sözleşmişti hiç konuşmadan.  “Nereye bakıyorsun sevgilim?” evet, nereye? Adam, Kadının bazı akşamlarda dışarıda yemekteyken göz dalmalarının sebebini sormasına kızardı. Gelişigüzel yanıtlar verirdi. Halbuki O’ “ Sen ve ben ve biz  buradayız?” derdi kısacası. Anlamazdım dedi zihninden, ne kadar anlayışsızmışım. Kirpiklerinde saklı kalmış  nazlıca  bir gözyaşının akmasına müsaade edip  Adam, kıvracık dilinden  dökülen tümcesi: “Sen  haklıymışsın!” kadının kulağına aynen ulaşan ses duyumu böyleydi. İçeriği yüklü mü yüklü bir söylemdi iki vurgulu cümle. Göz kapağına eğilmiş kaşlarını alnına doğru kaldırarak Kadın: “Ben haklıyım öyle mi? Neden ama ?” “Hiiç?” erkeğin açıklayacağı bir durum  vardıysa da vazgeçmişti. Odaya sinen giz kokusu demin ki  bir bedeni ikiye ayırmaya yetti. Bir hışımla yatağın orta yerinde belinin üzerine dikleşerek kadın: “ Allah’ım  delirmek üzereyim. Anlama sınırlarımı zorlama artık aşkım. Lütfen! Ne için  haklıymışım bilmek istiyorum. Bilmece gibi konuşmandan hoşlanmadım! ” dese de sevgilisi  iç kapısını sürgülemişti az evvel. “ Unut olanları  tamam mı. Geldi ve geçti.” Adam’ın yanıtı kesindi. 
“Ne geldi, ne geçti  anlamadım ki?” ısrar etmeye devam eden Kadın’ın çabası boşunaydı. “  Açıklaması yok.”
“Ama neyin açıklaması yok  hayatım?”  bu kez de kollarını kerpeten gibi kadına sarıp:
“Bu mevzu bitmiştir sevgilim.”diyerek  dudağını güvenli ihtirasıyla sundu sevdiğine susturabileceğini umarak. Umduğundan beter bir şüpheyle:
BEŞİNCİ BÖLÜM
 “ Ne yani?”dedi kadını.
 “Öyle yani.” Olabildiğince avutan  cevabıyla dinginleşmiş, dirilmiş eril ve ehildi Adam. Yine kendinden emindi eskisi gibi.
 “Olmazz! Olamaz! Sabahtan  beri telaş ve tedirginliğim nedensiz miydi? Direniyordu Kadın.
“Evet!” dedi Adam. “Aynen öyle. Ne bekliyordun? “
“Seni tanıyorum bebeğim, sen de bir şey var ve önemli. Yoksa, asla kazan kaldırmazdın hayata.”
Kadının kafasını göğsüne bastırdı Adam. “Ne  yani hayata kazan kaldıran hep sen mi olacaksın. Hem sıkıldım artık ciddi ciddi. Haydi çıkıp biraz hava alalım.”
Başı sevdiğinin göğsünde “Ne bileyim? Ben seni hiç böyle görmedim.”dedi Kadın.
“ Farzet ki  şu an da görmedin. Bir şey olur mu?”
 ” Yook..” dedi Kadın, biraz şaşırarak. “Mesaj atan sensin. Sorularınla beni şaşırtan da .”
 Olan oldu, Adam, kadınsı ve şen  bir kahkahayı;  beklenen misafiri baş köşeye buyur edercesine  eğildi ve elini  uzattı saygıyla saya saya  bir iki üç ve patlattı uçsuz bucaksız uçurumdan uç da uç. Sustu sonra. Bir kadına baktı, bir susturduğu kahkahasına. İlk kez, pervasızca güldüğünün hesabını sormayacak kadar vakur   bir  Kadın’a sahip olmanın kendi kendine  vermiş olduğu kibir ve gururla:
“Dur sana bir çay demleyeyim  birlikte içeriz ”dedi şımararak.  Çok çok  şaşırma sırası Kadına gelmişti yine ve az kalsın küçük dilini yutacaktı.
“A a a a sen çay sevmezsin ki. Çay seven erkekleri çok kadınsı bulursun sen!?”
 “Bu demek ki bundan böyle çay içmeyi sevecek mişim...” dedi ve   isteklice sarıldı hayretle kendisine bakan kadını.
Kadın da  tüm  sevecenliğiyle erkeğine sarılırken  onun  rakı merakını, kadehine  sevdalı gibi  kardeşliğini falan  ve her yudumda  hayatın tadı şerefine  içişlerini hayalinde canlandırmaktan vazgeçemezdi bir anda. İçinden konuşmaya kurgulamaya yatkındı  öteki kadın. “Canım, canım.. çay  su içmeler, demlemeler…  sevgilim uçmuş  sanki!? Bir sebebi var  değişiminin ama? Ama  ne  ne? Neyse ve her ne ise  nasılsa söyleyecek veya  bir müddet sonra mutlaka anlayacağım” gibilerden devam eden içsel mırıltıları sürerken karnından, sessiz ve soluksuz takip ediyordu sevdiğini Kadın mutfağa gidişinin ardından.
 “Hayır olsun” dedi Adam da kalben kendine.  Yeni kimliğimi, benliğimi ve filizlenen kadınsı hislerimi pek erken  yaşamaya başladım “hayrola” demeye getirdi rahat davranışlarıyla, kahkahasıyla. Hayır! Öyle gelmedi. Öyleydi. Aklı bir karış havada yazacağı öykülerin kurgusunda bir ışık yanmıştı  şuurunda.
“ Yeni hikayesinde  yazmak istediği kadının adı ipek olmalıydı benim Kadın’ım gibi.” Çay suyunu ocağa koydu. Su kaynarken sevdiğini öptü kokladı. Teninde gezindi hafif hafif. Ürperdi tenleri birlikte. Uzun uzun öpüşmeleri kısrak gibi tırısla dolandı mutfakta alev alev. Çaydanlığın fokurtusunu duymadılar önce. Sonra çelik çaydanlığın onları azarlar gibi çata  patlarına dikkat kesilip çayı demlediler.
ALTINCI BÖLÜM
 Çeşmenin incecik akan suyundan çaydanlığı soğuk suyla silme doldurup tekrar ocağın üstüne koydu Adam. Kendisini keyifli bir tebessümle izleyen Kadını sarıldı öptü öptü öptü dudağından  arzuladı filiz filiz sevdalanmayla yepyeniden heyecan heyecan. Oracıkta sevişme isteğiyle yanıp tutuşması Adamın da keyfini yerine getiriverdi “Bir değişiklik yoktu belinde beleğinde. Oh nihayet! İçi ferahladı.”  "Seni tanıyamıyor gibiyim ama yeni halinde hiç fena değil. İlginç! Yeniden keşfetmek sevgilimi! Böyle düşününce şimdi bak beni de heyecan bastı” diyen sevgilisine bir hoş bakış fırlattı muzipçe.. Adam ve  Kadın tuhaf, tutkulu ve acemi aşıklar gibi sarıldı birbirine. Üç gün önce bir gün nasılsa ayrılacağız diyerek  muhtemel bir hayal kırıklığı yaşıyorken ikisi de dipdiri duyguların dalgasız denizinde yüzmeye hazırdı.  Sevecen dokunuşları el ayalarının, avuçlarının ateşiyle tenlerin de gezinirken… Kadın, hiç yaşamadığı bir esintiyle sallandığını hissetti. Sevişmenin acelesinden uzak,  bir ihtimal bekleyişlerine dahil sevilmekti bu.. Kadın, Adamdaki sıra dışı değişikliğe aldırmadan bedeninin ürpermelerine kısık kısık yanıt verdi. Telaş yoktu. İhtiras yoktu dokunuşlarında. Kaynayan çayın altını söndüren hangisiydi? Çünkü hem Kadın, hem Adam aynı anda uzanmış ve parmakları ocağın düğmesini çevirmek üzereydi. Ocağın düğmesinde karşılaşan parmaklar değince birbirine yeni tanıyormuş gibi Adamını, Kadın ve onun  yepyeni kadınsı duygularından habersiz ; yeni hikayesini  yazıyorlardı birlikte. 20 Ağustos 2008...




İKİNCİ GÜN
Adam uyandı uyanacak arası yana döne yatağında  kadınını aradı. Canı sıcacık onu sarılmak çekmişti. Mis gibi kokusunu içine çekerek sevgilisiyle biraz daha uyumak istiyordu. Sabahın perdeden sızan ilk ışıklarıyla yatak odasına dalıvermesini oldum olasıya sevmezdi. Yatağın bir yanı boştu. Adam, daha öncesinde  sevgilisinin yatakta olup olmamasına dikkat etmezdi. Ne bileyim uykusu kaçmıştır, lavaboya gitmiştir diye düşünür  uykusunu bölmezdi. Ama bugün farklıydı. Hayatında ilk kez içinde bir kuşkuyla atlayıverdi yataktan, banyonun ışığını  görünce kalbi  pıt pıt yatağa dönecekken, canı bir sigara çekti. Sehpanın üstündeki sarı çakmağı aldı "çat'" diye  bir sigara yaktı. Ayak ayak üstüne attı, dumanı içine çekip selametle tüttürü tüttüre yarımı geçmişti ki... kısacık, erkeksi saçları diken diken sevgilisi şortunu hala çekmeye çalışarak banyonun kapısından  göründü.
"Hayrola!"dedi.
Adam, sigara tiryakisi olmadığını unutarak " Hiç? Seni merak ettim  de şekerim." Dedi. Kadın konuşmayı anlamamış gibi  “Sen manyak mısın ya gecenin bir yarısı ? Ne biçim konuşuyorsun ? " diye fırçaladı adamı.
  " Ne varmış sözlerimde? Yatakta seni göremeyince  şekerim?" sözü yarıda kesildi. Kadın uykudan uyanmanın sersemliğiyle:
"Hayır, hayır! O değil. Şekerimler falan... Sen uçmuşsun sanki ... yoksa bana mı öyle geldi? Radyoda yeni bir dj’ lik formatı mı deniyorsun anlamadım? Beni merak etmen… hem de gece yarısı… çok hoşuma gitti"diye diye yan yan vücudunu eliyle sakinleştirmeye çalışarak ve hafifce  yalpalayarak uyku haline bir an önce dönmek üzere tam  giderken
Kadın yatak odasının kapısından geri döndü ve çok önemli  bir şeyini  unutmuş aceleciliğiyle: "Ama, ama  sen sigara içiyorsun?"
 YEDİNCİ BÖLÜM
"Ama, ama  sen sigara içiyorsun?"

Hiç beklemediği  bu soru karşısında ne yapacağını bilmez vaziyette  Adam, elindeki sigarayı küllüğün içinde söndürmeye çalışarak bozuntuya vermeden: “ : "Ay ay  benim cicimin de gözünden hiçbir  detay kaçmazmış…” dedi ve  tatlı şuh bir gülüşle O da yatak odasına yürüdü.  Gece son saatlerini  sayarken  Kadın ve Adamın  en hengameli bakışıverişleri kara kırış gözbebeklerinin  göz göze gelmelerine neden oldu hem  utangaç hem  tutuk tutuk.  Bir yabancılık ruhsalında  yeni tanışmış iki  çiftin kekeleşmesi görülmeye değerdi. Susuşmanın efsanevi çekingenliği haliyle evin  buz mavisi salonunda ılık  rüzgarlar esmeye başladı..  Sabahın ilk ışıkları ise  pencerenin, perdenin kıyıcıklarından dan sızmaya can atıyordu  şafakla beraber.  "Hadi yatalım artık sevgilim" diyen Adama itiraz etmeyecek derecede uyumaya hevesle kadın yatağa önce uzandı ve kıvrıldı,  yatak buz gibiydi. Vuuu diyerek sevgilisine sarıldı iyiden iyiye üşüyordu Kadın.  Aradan geçen bir saatte perdelerden sızan gün ışığı çoğalarak duvarlarda ahenkli renkler oluşturmuştu. Kadın ve Adam ışığın odalarındaki varlığını yadsımadılar ve detaylarla ilgilenmeden biraz önceki sigara içme sahnesi bir serap misali farz etmeyi yeğlediler.. Erkeği  dünden  şu an’a bambaşka  tanıyamadığı biri gibiydi   sanki.  Fakat  pamuk çuvalı kadar huzurlu yumuşacıktı. İçinde gerçekten mutlu baloncuklar uçuyordu. Bak işte, şimdi de parmakları usulca teninde geziniyordu sevisini yayarak   doruğa çıkacağından emin bir dağcı gibi.

  İsteksiz, arzusuz, alışkanlıktan ibaret  bir iki öpüşten sonra  üstüne çıkıveren o Adam ve  kendi haykırışları "acele etme! Dokun bana. Dokun bana" yalvarışlı isteyişinin yarımlığını hatırlamaya ne gerek vardı. Gecenin, gittim, gideceğim uzamında  bir beden  oluvermiş halde öylece uyuyakaldılar sarmaşık gibi 18 Ekim 2008... öğleden sonra  ve Kadın saat: 10:00 uyandı.
  Bacağının yorgandan dışarıda kalan, kalın etçil baldırlarında ısrarcı bir sineğin gezinmesinden  rahatsız olarak uyanmak zorunda kaldığına sinirle adeta tepinerek sineği kovmaya çalıştı.Sinek "vızz" ediyor gittiğini sanırken, kadının eline, yüzüne tekrar arsızca konuyor, uçuyor "vız" diye dönüp dönüp geliyor ve kadınla  kovalamaca oyunu oynuyordu.
 Kısacık saçları kirpi gibi havada kadın bir hışımla kalktı, sineğin üstüne hömererek eline geçirdiği bulüzünü indiri indiriverdi. Güya sineği öldürecekti. Sinek "vız!"diye tavana doğru havalanırken, kadının savurttuğu bulüzünü  komodinin üstündeki her ne varsa şangırtısıyla halının üzerine saçıldı. "Allah'ın belası sinek" diye kadının ağzından çıkan avaz ve kızgın sözlerin  biri  bin paraydı... Kadın hala uykusunu alamamıştı. Canı uyumak istiyordu.
Adam tam o şamatanın ortasında " şeker ne oluyor burada?" diye yarı uykulu gözkapakları kapalı sayılacak kadar kısık  başını yastıktan kaldırdı.Kadın halının üzerindekileri toplamaya çalıştığı yerden başını çevirdi " sen uyumana devam et! Şeker meker… aaa! Çekemem vallahi, başına saksı mı düştü?  Sinek belasıyla uğraşıyorum. Senin şekerinsem hem, yanıma gel madem.!"dedi.
Adam  bir dem de sıçrayıp, pişkinlikle, kadının yanına çömeldi. Bir iki tane bir şey toplarmış gibi yaparak kadının dizlerine dayandırdı elini ve parmağının birini ve ikincisini merdiven gibi derinlerine ilerledi bacağının yukarılarına doğru teninde. Kadın kadınca bakıverdi adamın gözlerine. Biraz önceki edepsiz sinirinden vazgeçişle ve  edep yerine ulaşan ılıklıkla. Hiç böyle bir şey beklememişti adamından. Kadın,  daha fazla düşünmesine fırsat vermedi  adama bedenini çekiverdi bedenine
YEDİNCİ BÖLÜMÜN DEVAMI
Sırtına batan ruj, far, parfüm şişesi vs. aldırış etmeden dün gece sevişmeden uyumalarının acısını çıkarırcasına sevişmeye başladılar. Adamın dili ilk kez Kadının dilini yutarcasına emiyordu. Kadın arzudan çıldırıyordu. Dakikalarca öpüşerek aşk oyunu oynadılar. Her  ikisi de  yeni yepyeni tensel bir değişimle yanıp tutuşuyordu. Adam el ayasının içinden Kadına yumuşak dokunuşlarıyla haz yüklüyor; Kadın onu emiyor , ruhu sevgiye doyuyordu. Sevilmenin hası hisi sisi ve  perdesinin tülüsü  uçuşuyor iç içe; o an ilk kez yavaş yavaştı erkeği  iksiri sudan ötesi ballı yumuşaklığa kayarken. Sonra Adamın beline yontularak incelmiş bir okun sivriliği vücudunu delercesine batarmış gibi oldu "ah! Ah!" diye inleyen dillerde döl döl küfürlü edepsiz sevişme sözleri son defa inci inci dökülürken  Kadın ve Adam  boşluğa düştüler boşalarak birlikte. Nefeslenmeleri yatak odasını doldurdu. O halı, o odanın halısı, serildi serilesiye yatak odasına onları böyle hiç görmemişti. İki sevgili  onun üstünde terli terli uzanıyordu mutlu ve yorgun. Gözleri kapalı kendilerinden geçmiş bir vaziyette. Ve  sinek, aynı sinek, kaçak göçek "vızır vızır!!!" hala dolanıyordu sapık emellerine kavuşamamış tecavüzcü gibi.
SEKİZİNCİ BÖLÜM(yeni hikaye)

Kadın, halının üstünden kıvracık kalktı. Tüysüleri çıplak tenine kavisler çizmişti. Sevgilisi bin yıllık  derin bir uykuya dalmıştı. Nü haline  muzipçe gülümseyerek  “Ne kadar da korunmaya muhtaç kocaman bir çocuk O ” diye geçirdi içinden. Uykunun mışıl mışıl denen birinci bölümündeydi erkeği. İkinci bölümündeyse kesilen soluk varyasyonu, soluğun genizde kaybolmuşluğuna tanık oldu. Kadın, tedirgin olmadım, dese yalan söylemiş olurdu. Sevgilisinin sesi soluğu geri gelemeyecek sandı. Eğildi üzerine, eliyle omzuna dokundu, tam uyandırmaya çalışıyordu ki, Adam’ın yinelenen mışıl mışıl, tısıl tısıl yaşama dönüşe adaptasyonuyla “oh!”dedi Kadın, yüreği yerine oturdu. Ardından daha  güçlü ve zorlu bir yamacı tırmanırken azıcık horlamaya benzer  korkak nefeslemeleri duyuldu. Halının üstünde kendinden geçmiş sevi sonrasındaki Adam, uyanık hallerinden fersah fersah uzak, çölde sanki gariban aşık  pozu veren biri  siyah  biri beyaz  aynı karede buluşmuş fotoğrafı  anıştırıyordu.
  Kadın, sevgilisini ilk kez  uyurken  bu kadar yakınen ve ilgiyle ve enteresan detaylara takılarak seyrediyordu. Gözlendiğini hissetmiş gibi  Adam da  kollarını kitleyerek birbirine yan döndü. Sırtı kadına dönükken  gevşeyen karın kasları  halıya değiyordu.
O’nun  sırtını, sırtından oyluğunu, dizkapağını, ayak bileğini, elini, elinin uzun uzun   parmaklarını, tırnağını silvetini  içsellemek isteyen Kadın, yatak  odasında  yerde uzanık  vücudunu  kaçak ve  sabıkalı bakışlarla süzdü. İlk tanıştıklarında göbeğin var işte, göbeklisin falan diyerek sohbetlerinde  espriyle karışık kızdırı kızdırıvermelerine; genç Adam fren koyar gibi arabasının debriyajına, rejime girmiş on kilo birden vermişti. Böylece  hızla form tutmuş ve   daha da sportmen bir görünüşe sahip olmuştu.
 Partnerini yarı baygın uyku ritüelinde iyiden iyiceye incelemeye tabii tutması nedeniyle dembudem Kadının bakışıvermeleri gayri ihtiyarı  kendisine dönmüştü. Tıpkı, yaban ve yabancı birini görmüş gibi oldu. İster istemez  göz bebekleri  vücudundaki fazlalıkları bölgesel kayıt altına aldı. İki yıl içinde  aşırı şişmanlamıştı. Belli belirsiz göbeğine ikinci bir ayva göbek eklenmiş ve  göğüsleri iç çamaşırından taşım taşım görünür olmuştu. Elbise giydiğinde dekoltene dahilim ben de  diye diye hem de. Kadın memnun rahat rahat canı, ruhu nasıl çekerse  seçkin markalardan alır  giyinirdi. Çünkü kendinden emin, yuvarlak, yumuşak, yufka ekmeğe sarılan iştah açıcı bir kadındı.    Cazibesi albenisi çarpan bir havası vardı. Hangi ortama girse tümsekleri, tepeleri,  dik yokuşları yol eden  bir hayranı çıkardı karşısına. Aman, der gibi  Kadın  göbeğini içine çekerek  “yemekten vazgeçemiyorum n’payım!” dercesine odadan çıktı." Odadan çıktı çıkacakken
Zzzzztttttt!!! O da ne? Yatak odasının meşhur sineği.  avizenin  kıyısından  fantazyalarıyla  kadının önünden uçtu gitti. “ Nihayet!”  dedi  sineğin gidişine  Kadın. O sırada, baygın nefesiyle  derdest Adam aslında uyumuyordu, ama tam olarak uyanık  da sayılmazdı. Çok ilginç bir şekilde komik olan O da Kadın gibi ruhen sevişme sonrasındaki zayıf ve narinliklerini düşünmekteydi. Çocuk gibi saf ve masum ve hafif hafif ve parıltılı, mutlu  vücudun ve gözlerin ve ıslık ıslık dillerin melodisindeydi zevkin hercai yanı ve bir duble çaya eklenen tostlu bir sıradan sade kahvaltı da. Böyle zikredilen beraberliğin iki kutup yıldızı gökkuşağının yedi renginin beyazındaydı zaman mekan ve uzamında ve Kadın, sabahlığına çarpa çarpa yorulan   poposundaki sivilcenin iltihaplı ucu açılmış kanarken   banyoya girdi.
DOKUZUNCU BÖLÜM
O sırada kapının zili uzun uzun çaldı. Kadın, bekledi, içerde uyuyan  sevgilisi uyanır mı diye. Banyonun kapısından “Sevgilim zil  çalıyor  kapıya bir bakar mısın?” diye seslendi.  Yanıt gelmedi. Kapının zili ısrarla çalmaya devam edince Kadın, duş almak için çıkardığı  sabahlığını aceleyle giyerek  bir yandan Adam’a uyanması için seslenerek yatak odasına doğru, dış kapının yanına vardı açmak için. Anahtarı  çevirmeden  “ Kim O?”dedi. Dışarıdan gelen yanıt; yaşlı ve tok bir kadın sesiydi. “Ev sahibi.”
Kadın kapıyı açtı “Afedersiniz beklettim sizi” diyerek ev sahibinin gönlünü almak ister gibi yaptı. “Kıyafetim için özür dilerim, tam banyoya girecektim de…” ev sahibinin suratı gevşeyecek oldu, ama vazgeçti.  “Beyefendi  yok mu”  dedi yaşlı ev sahibi, “kendisiyle görüşmek istediğim bir konu var. Siz nesi oluyorsunuz kızım?” diye sordu karşısına dikiliveren kadına merakla. Ev sahibinin merakı Kadının hoşuna gitmedi.  Sevgilisiyim diyecek kadar samimi miyiz seninle der gibi yaşlı kadına sıkkın ve boş boş bakıp zoraki bir tebessümle: “Arkadaşıyım. Dedi cılız bir sesle. İzninizle,  arkadaşımı çağırayım” derken kapıyı usulca kapattı.
Yatak odasına girdi sevgilisinin uyandırmak üzere. O da ne?  Adam ayakta ve giyinikti. “ A! Sen!?” dedi göz göze geldiler. Erkeğin tedirginliği   her halinden belliydi.
“Ne var, ne oldu? Ev sahibin geldi.”  Adam elini cebine sıkıntıyla sokup “ Biliyorum” dedi. “ Seslendiğimi duydun mu?”  “Duydum.”  Kadın “ Anladım sıkıntın ev sahibinle ilgili.  Kapıyı  açmasa mıydım? “ Biraz öyle” dedi Adam.  Yinelenen zil sesiyle  irkildiler. 
Bir an ne yapacağına karar veremeyen  çift yatak odasından asılır gibi  çıktı. Kadın  banyoya girdi Adam kapıyı açtı.
“Kusura bakmayın kendimi toparlamam  biraz uzun sürdü” dedi. Kar beyazı saçları ve  derin çizgilerle yüzünü gençlikten yaşlılığa çevirmiş yaşlı kadın  yorgun görünüyordu.
“Bankadan geliyorum. Kirayı yatırmamışsınız.”  Adam  “çok özür dilerim hanımefendi, yayınevinden alacağım para gecikince yatıramadım” dedi.
“İçeri buyurun lütfen daha rahat konuşuruz. Buraya kadar yordum siz hem de  dinlenirsiniz.” diyen nazik genç Adama ev sahibi.
“ Yalnız değilsiniz. Arkadaşınız da var. Rahatsız etmeyeyim.” Yanıtını verirken gönülsüz gönülsüz, içinden de dinlenebileceği rahat bir koltuk hayal etmekteydi.
“Hayır, rica ederim hanımefendi. Lütfen böyle buyurun.” Adam  ısrarla  ev sahibini eve davet ediyordu. Yaşlı kadın da   daha fazla naz etmedi.  Siyah düz ayakkabısını çıkarıp eve  girdi. Salon derli topluydu. Beğendi. “ Şöyle buyurmaz mısınız.”  Kanepenin kıyısına oturan ev sahibine  “ Çay içer misiniz?” diye sordu.
 Yaşlı hanım, beyaz saçlarını alnından ensesine toplayarak “ Su, ılık bir bardak su alabilirim. Soğuk içemiyorum, boğazlarım  hemen iltihaplanıyor evladım” dedi.
Mutfağa  giden kiracısının ardından  etrafı incelemeye devam etti.
Duvarda asılı  küçük resimlerden bir aile hikayesi çıkarmak üzereyken, elinde bir bardak suyla gelen genç Adam’ın  uzattığı su bardağını almaya çalışırken titreyen  elinden kayan bardaktaki su eteğini ıslattı. Mahçup ama kederlenmeden “ yaşlılık işte.” Dedi. “Önemli değil efendim. Size bir etek vermek isterdim ama…”  nasıl yardım edebileceğine  karar veremeyen kiracısına   “evladım ben alışkınım . Elimin titremesi yüzünden döker saçarım. Zahmet olmazsa sana suyumu tazeleyiver. Yorgunluğum da geçti sayılır. Bak, arkadaşın da  ortalıklara çıkamıyor. Suyumu içip çıkayım ben.” 
10. BÖLÜM YENİ HİKAYE
 “ Olur mu öyle şey. “ iki adımda mutfağa giden Adam, elindeki su bardağını bu kez garantiye alarak, ev sahibi suyu  içinceye kadar elinden bırakmadı.
“Ayakta kaldın çocuğum” diyen yaşlı ev sahibi  kötü  niyetli birine benzemiyordu.
“ Oğlum  ben emekliyim. Bu evin kirasıyla  annesi babası  olmayan  torunumu okutuyorum. Sen kirayı yatırmayınca onun okuluna gerekli olan parayı yatıramadık.  Telefonunu da açmadın.  Açmayınca mecburen evine geldim.  Bundan sonra kirayı aksatmadan yatır. Benim da düzenim bana göre.”derken oldukça mülayimdi ama  cümlesinin sonunda  “Siz gençsiniz, ben yaşlıyım bir daha gelemem. Gelmişken kirayı  bana ver evladım!.”deyivermesi aslında ültimatom gibiydi. Ev sahibi kadıncağızın, yaşca töngümen saydığı kiracısına sözlü uyarısı (dişli ve yaşlı bir cadıyım haa! Dikkat et! Beni hafife alma! Hal ve edası) Adam’ın çok canını sıktı. Sabah sabah nereden çıktın diyecekti, diyemedi. Kanepenin kıyısında yaşlı, ulu,   buzlu camın sisi gibi uzak ve uz uz duran kadına  baktı öfkeyle. Öfkelenmesi yersiz, umarsızlığı gerçekti. Çünkü, üstünde kirayı ödeyecek  kadar para  yoktu. Aklına bir çare gelmiyordu. Alternatifsizdi? Öfkelenmesi, çaresizliğindendi. Tabii ki, sevgilisinin parasal sıkıntısı olduğunu görmesi, ev sahibinin kirayı öde diye diretmesi ve ödeyemeyecek acizliği an’ın zevkini ve karizmayı yerle bir etmesi  onuruna dokunmuştu fazlasıyla. Sevdiğiyle para mevzularını konuşmaktan  oldum olası kaçınmıştı. Cebinde para olsa  düşünmez,  çıkarır verir, konuyu büyütmeden kadını evinden gönderirdi. Ne kadar zordu durumu. Öyle hissetti kendini. Ev sahibinin önünde küçüldü o an. Kibarlık olsun diye  yaşlı kadını eve davet ettiği için ayrıca  sinirlendi kendine Adam. Ne  sanki, yorulmuşsunuz falan filanla içeri  girin diye zorlamaya ne gerek vardı. Yorgunsa yorgundu. Sahici bir hikaye!dedi. Yeni Hikaye’min hisli Adamı, kirasını ödeyemedi bu ay. Al işte, bunak kadın, kiramı almadan gitmem  diye inat ediyor. Ne olacak şimdi? Sevgilisine de rezil olmuştu. Hele, komşuların söylediğini duysan diye içinden geçirdi. Kim bilir ne düşünüp, ahlak zabıtası kesilirsin,diye ev sahibine içerlemeye devam ediyordu.  Kovsam şunu. Olmaz! Ev onun. Kirayı ödemedim. Arada, yayınevinin sahibine de gittikçe kızgınlığı artıyordu. Ev sahibi hanımefendi de aynen Adam gibi düşünüyor olmalıydı ki: ılık suyunu içtikten sonra  ferahlamış, genç adamı paylamaya hazırlanıyordu.
“Bir konu daha var evladım”dedi buruşuk elleriyle eteğini düzelterek. Yüzünün kırışları sert, keskin,  esas duruşa geçmiş, tecrübeli ve olgun bir komutan ambiansının  jargonuyla: “Komşular, sizin  evli olmadığınız halde bir kadınla beraber yaşadığınızdan dolayı şikayet etmişlerdi önceden.  Ne de olsa gözümle görmediğimden; inanıp inanmamakta tereddüt etmiştim. Bugün iki gözümle kendim gördüm. Vallahi evladım ben  anlamam. Büyük şehirmiş, herkes canı çektiğiyle yaşarmış. Şuymuş buymuş…Anlamam. Kiminle nerede yaşarsan yaşa ama beni evimde böyle şeylere izin veremem! Nikahsız  yaşayanları evimde oturtmam. Terbiyem, görgüm buna müsaade etmez. Haa, başka ev sahipleri buna  karışmaz diyeceksin.Orası beni ilgilendirmez. Gider, onların evini kiralarsın. Yalnız bugün, kirayı  avucuma isterim bir. İki: Eve kadın gelmeyeceğine dair de  söz ver. Eğer, vermem diyecek olursan, derhal evimi boşaltın.”dedi ev sahibi.
“ Yesinler seni şekerim” Adam’ın ağzından çıkan argoyla harmanlanmış  tatlı sülümen  sözleri yaşlı ev sahibini  çıldırtmaya yetti.
“Ne  biçim konuşuyorsun  öyle, ayın  yirmi biri olmuş  hala kirayı yatırmamışsın, bir de kadın gibi hitaplar yakışıyor mu  yazarlığına hıı? Şekerim de neymiş? Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Ailen de hiç  hanımnine yok mu ? Onlara nasıl davranılır, nasıl konuşulur keşke birazcık  öğrenseydin.”
 Ev sahibinin hesap soran eğitmen sesiyle zıvanadan çıkan Adam:
“Beğenmiyorsan çek git o zaman.”dedi.
11.BÖLÜM YENİ HİKAYE
Az kalsın“ Ye…”sinler seni şekerim diyecekti  ki Adam.   Dudağını yumdu adeta mühürlercesine.
“ Biraz sakinleşirseniz teyzeciğim sizinle  konuşmak istiyorum. Kiramı bir günlük  bile olsa  geciktirmem neticede  size gerekli olan harcamalarınızda aksamalara neden olduğu için üzgünüm  cidden. Size yorgunluk verdim. Haklısınız. Özür diliyorum. Yalnız, ilk kez böyle bir gecikme söz konusu oldu. Kira sözleşmemizde yazılanlara uyduğumuz sürece bundan sonra incinmeyeceğimize söz verebilirim. Anneannem yaşında bir büyüğüm  ve ev sahibim olarak  saygısızlık etmek istemem ama evimize gelen konuğun kadın ya da erkek diye cinsiyetiyle ayrılmasına katılmıyorum.” Diyerek başını yana doğru çevirince  sevgilisinin kapının ağzında pijamalarını giymiş bir vaziyette dikildiğini  gördü. Üçü de bir müddet susuştu. İhtiyar kadın, feri sönmüş gözbebeklerini dondurdu ve kipil kipil kirpiklerini birleştirip ayırdı. Ayırıp birleştirdi. Kiracısının özel hayatına karıştığına nadim olmuş gibiydi. Ne diyeceğini bilmeden bekleşen üç yetişkin; ikisi kadın biri erkek üçlü grup,  güne, bir fırtınaya bodoslama dalıyorken; kıyıya vurmuş ölü kuşlar gibi kumların üzerine serilmişlerdi sere serpe. 

 Ağustos güneşinin   kavrum kavrum kavrulan sıcağının nem ve  yapışkan terleri şıpırdayarak akıyordu yeryüzüne. Yeryüzünden üçlünün bulunduğu odada ise   doğaçlama ritim tutan cazcının saksafonundan inleyen nağmelerle bir sabah avareliği yaşanıyordu. Bir çok saatler  geçmişti sanki. Ağır, vakur susuşmalarının  acısını çıkarırcasına ardı ardına üçü de konuşmaya çalıştılar bir anda. Genç Adam,”Afedersiniz, hanımlar sizin  sözünüzü balla keseceğim ama  bugün  ilk işim dışarı çıkınca yayınevinden alacağım parayı alıp hemen bankaya yatırmak olacak. Artık, sevgili ev sahibim  bu seferlik  anlayış gösterebilir  değil mi?.” Demesine yaşlı kadının gönlü oluverdi. “Evladım, hayat dersi verecek değilim ya koca Adam olmuşsun. Ayrıca, arkadaşın da pek nazik ve hoş. Yaşlıyım ve de kadın. Kalkmış bir genç kadının özgürlüğüne set koymaya çalıştım komşularım gibi. Utandım. Kim ne derse desin. Ah! Şu bizim önyargılarımız…”
İhtiyar kadının beklenmedik özrü, kadının içine su serpti. “Teşekkür ederiz teyzeciğim. Kekle ön yargılarımızı sizin gibi çabucak bertaraf edebilsek.” dedi. Ve sevgilisine bir göz attı içeri gel dercesine.
Yatak odasına geçtiler birlikte. Kadın, Adam’ın  eline cüzdanından çıkarıp saydığı parayı uzattı.
“Bu ne?” dedi Adam.
“Para. Ev sahibine ver. “
“Olmaz!” Adam, bir adım geriledi.
Kadın: “Tamam. Gurur yapmana gerek yok. Sonra ödersin. Yaşlı kadının işi görülsün sevgilim.”
Fazla uzatmadan parayı alan Adam, yatak odasından çıktı. Ev sahibi ayakta kapıdan çıkmaya hazırlanıyordu. “Kusuruma bakmayın. Sabahınızı zehir ettim.  Yaşıma başıma bakıp ben de kendimi olgun sanıyordum. Ayol gençler yaşlılık bunaklığına verin artık.” Diyerek kahkahayı bastı. Odanın serencamı değişti. “Estağfurullah efendim. Asıl siz bizim  toyluğumuza verin. Telefon edip size bildirebilirdim.” Derken genç Adam “ Hazır gelmişken kiranızı da buyurun” diye parayı  uzattı. “Ama..” “ Anladım. Hani paranız yoktu mu diyecektiniz. Ama sanırım kimden aldığımı anladınız.”
Parayı uzatan erkek eli, parayı almaya çalışan titrek yaşlı kadın eli  gayri ihtiyarı değerek birbirine alışveriş tamamlandı. Para hemen çantaya kondu. Adam seyretti.
12. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Ev sahibini kapıdan uğurladıktan sonra Adam ve Kadın rahat bir nefes aldılar. Kadın: “Ben  duşa giriyorum”diyerek banyonun
pembe mermerlerini incitmek istemez gibi  çıplak ayak parmaklarının ucundan ucundan  yürüdü. Duşu açtı. Ağustos sıcağının bastırıverdiği  sabahın  kesif yoğunluğunu atmak istiyordu bir an önce. Sırtının tam ortasından  yaramaz bir ter damlası  çapına bakmadan, kristalize ışıltılar saçarak yol alıyordu beline doğru. Duştan akan su ise başka bir alemin ritmiyle akıyordu. Ten ve ter suyun altındaydı şimdi. Su damlacıkları, bir kadına dokunuvermenin ve teninde kadifemsi yumuşaklığın  harelerini çizmenin ayırdında olmaları mümkün değildi. Kim duşun altında olsa damla akınları olarak akacaklardı  buharlarıyla, sıcağıyla sarıp sarmalayarak.  Sinsi ve sağır  olurdu banyo duvarı  o haldeyken Kadın ya da  Adam. Mekanların mekan olduğundan bihaberlikleri böyle bir şeydi. Hiç fark etmezdi içine sığınan vücutların cinsiyetleri.. Dışarıda olup biteni sokmayacak kadar dosttu duşla köpük  yıkanmasını seyrettiği kadına. Çocuk  masalında yaşayan peri kızı gibiydi Kadın her bir anı düşlerine yakın mı yakın. Lifi  mavi dantelalı, sabunu gül kokuyordu. Koklayarak sabunladığı mavi lifi bembeyaz  olunca köpükten; sürdü yüzüne, karnına, bacağına, ayağına. Elini, kolunu, boynunu el çabukluğuyla sabunladı. Keyfi yerine gelmişti. Duşun altından çıkmak istemiyordu. Lifi sıcak suyun altında yıkayıp bir kez daha sabunlayarak   teninde gezindi. Bombe bombe köpükler koparak  birbirinden sermest ve  mest olmuş mis kokulu ambersi bir yıkanma ayini sona ermek üzereydi. Kadın, durulanırken bedeninden zoraki  akan son köpükler önce bir  tepenin mor fundalığına, oradan  meşe koruluğunun gölgeli  kuytusunda saklanıyordu. Oyun oynayan haşarı çocuklar gibi söbeleneceğiz diye önüne  çıkan ilk  kayanın yeni çatlamış yarığından şelale olup dizlerine dayanıyordu. Tüm gücüyle dirense de suyun hafifsi kayganlığına teslim  temasıyla ayacığının altında moble üstüne dantel motifler gibi nazla birikemeden akıyordu bir bilinmeze. Duş kapanıyordu birden film kopuyordu oracıkta. Kadın  bir Ava Gardner edasıyla  ıslak , buğulu gözleriyle, davetkar  sevgilisiyle sinemadan çıkar gibi bornozunu giyiyordu. Yıkandıkça birkaç beden   incelmişti sanki  minyatür bir bebek gibi soft   ve soft hissediyordu kendini  ve    “Tiffany ‘de Kahvaltı”dan geliyordu Audrey Hepbourn’le. 
  13. BÖLÜM  YENİ HİKAYE
Kadın, ılık suyun vücudunu hafifleten enerjisiyle sakinleşmiş 
olarak duştan çıkıp bornozunu giydi. Kısacık ve dik saçları kirpi dikenine benziyordu ama  yüzü bin kat güzelleşmiş gibi geldi aynaya bakınca. “Hep böyle olsa yüzüm” diye geçirdi içinden. “Budalaca bulsam da güzellik için bin bir çeşit ürünleri, çok param olsa vallahi estetik bile yaptıracağım gibime geliyor kendime…” derken müstehzi bir gülüş yansıyordu gözlerinden aynanın şevenklerine ve çarparak geri dönen ışık huzmeleri Kadınla hayal meyal noktalar koyuyordu bir iki üç nicelik ve nitelemelerle.         Çevirmenlikten kazandığımı  güzellik salonlarına yatıramam! Aklından geçenlere kızıyordu. Sevgilisi kirayı ödeyememişken ben de neler neler düşünüyorum?..diye geçirerek zihninden,  A aa! Şimdi bütün bunlar  nereden aklıma geldi sabah sabah? derken banyodaki beyaz dolabın kapağını açtı. Krem rengi bir kutunun kapağını çevirerek açtı. Kapağı açılan krem kutusundan çimene  has  keskin bir koku yayılmıştı. Jel pelteliğindeki  nemlendirici kremi işaret parmağıyla aza aza alarak  hafifce yüzüne ve boynuna  narin  masajlarla iyice yedirdikten sonra saçlarını yumuşak  tüylü bir havluyla kurulayıp , ince telli bir tarakla taradı. Dolabın içinden arayıp bulduğu Jöleyi avuçlarına alıp hızlı ve sert hareketlerle saçlarını havalı bir şekil vermişti. Duşun verdiği uyuşukluğa kapılsa  herhalde yirmi dört saat uyurdu hiç kalkmadan. Fakat sevgilisi evde tek başına kalmış, kendisinin  çıkmasını bekliyordu kahvaltı için. Ne kadar uzun sürmüştü duşu. Ben olsam huysuzlanırdım inan ki. Diye diye hamarat bir ev kadını ivecenliğiyle giyindi.  Bir yudumcuk sevgiye dürülmüş yaşamın; zehrini, bal kıvamına dönüştürüşüne her zaman hayret etmişti Kadın.  Çok kolay elde edildiği sanılan sevgi? Sevilerle büyümüyor; sevenin sevdası, sevilen de denk tutuyordu bazı bazı kendiliğinden. Yüksünülmeyen tek şey nedir say deseler? Aşıkların dili, döne dönmeye, kıyamete kadar aşk aşk aşk diye haykırabilirdi. Doyumlu, doyumsuz her  sevginin duyarlılık hali: Biyokimya içeren sihri, sevgiyi büyüten de kimbilir buydu. 
24 Kasım 2008…. Pazartesi. Kadın günlüğüne böyle not düşmüştü o Ağustos  sabahı için.
 Banyonun kapısı tıklatılınca Kadın gayri ihtiyarı sıçrayarak:
-Efendim hayatım, dedi.
- Duştan çıkamadın. Abarttın ama. 
-Tamam geldim işte.
-Söylenmekte haklısın, diyerek açılmış kapının önünde beliriveren Kadın, Adam’a özür diler gibi baktı. Sessiz kalan ikilinin suskunluğunu ilk bozan yine Kadın oldu.
- Duşa girmek ister misin?
- Olmaz.
- Neden? Dedi Kadın:
-Kahvaltı yapalım sonra girerim. Kurt gibi acıktım.
- Ah, evet, ben de acıktım.
- Haydi öyleyse dedi Adam, mutfağa gidelim.
-Dur ben şimdi  çabucak bir şeyler hazırlarım  diyerek öne atıldı Kadın.
Sevgilisinin sempatik sevimli  sevimli koşturmasına içinden kopup gelen hislerle baktı Adam.
Tuhaf ve acaip biriydi Kadını aslında. İçine kapanık değil ama sırra kadem olurdu bazı bazı. Şeklen şemalen sıradan bir kadın denilebilirdi. Gülerken başını eğer kesik ve kıvrak kikirderken; yüzü  sevilmeme ihtimali olmayan bir civcive benzerdi. Korumasız. Muhtaç. Aciz denilebilecek hatta. Aksine, sade ve özgür yaşar, bağımsızlığından ödün vermezdi. Kolay kolay yaşamından dert yanmazdı. Yalnız bir tek kusuru, işinden bahsetmeyi çok severdi. Çevirdiği kitabın  karakterlerini, izin verse  bir bir anlatacağından emindi Adam. Onun için, Kadın’a “Siz kadınlar işinizi neden bu kadar gerçek hayatınıza taşırsınız bilmem ki?”  diye taşı atıvermesine, sevgilisinin “Seni gidi çok bilmiş. Biz kadınlarla uğraşmasan olmaz mı?” diye yanıt verişini  anımsayarak mutfağa daldı.
14. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadının mutfağa  geçmesiyle geri dönmesi bir oldu. Ayakları adeta yerden kesildi . Gözlerine inanamadı önce,  kahvaltı masası hazırlanmış ve harika görünüyordu. Topuklarının üstünde üç yüz altmış derece döndü ve Adama çılgınca bir çığlıkla:
-Delisin sen dedi.
-Yeni mi anladın, dedi Adam gayet ciddi.
- Çok enteresan!  Bu sabahı sanırım uzun süre unutamayacağım.
Adam:
- Hadi söylenmeyi bırak da  kahvaltımızı yapalım derken,

 kendi  hazırlamış olduğu kahvaltı masasına keyifle oturdu.  
-Çayı kupada mı istersin madam?
-Hayır, hayır, küçük bardak lütfen!dedi Kadın. Bardağa çay koyarken
 - Kahvaltı masasıyla ilgili iltifatlarınızı bekliyorum… sözünü tamamlamadan
- Çok beklersin beyefendi dedi Kadın. Soran gözlerle başını kaldıran Adam:
-        Ne demek  istedin anlamadım?dedi.
-        Kahvaltının büyüsünü bozmayalım istersen. Daha sonra konuşalım mı? Ekmeğine tereyağ sürmeye devam etti.
Adam, çatalı ve bıçağı elinden masaya koyarak:
-        Bence şimdi konuşalım dedi.
Kadın: “ Peki,  nasıl istersen. Bu sabah olanlar çok canımı sıktı.
Hangileriymiş onlar?
İnanamıyorum ya. Bir de hangileriymiş diye soruyorsun. sabah erkenden ev sahibinin  kapıya dikilmesi, kirayı istemesi, seninle benim ilişkimizi sorgulaması, para sıkıntısı içinde olduğun…bütün bunları ev sahibinden öğrenmek hoşoma gitmediği gibi birbirimize  bu kadar mı yabancıyız? Söyle lütfen. Canım kavga etmek mi  istiyor dersen. Evet. Evet. Evet. İkimizi bugüne kadar hiç konuşmadık. Gerek görmemiştim. Ama öyle değilmiş. Konuşmalıymışım anladın mı? biz her şeyi paylaşıyoruz sanıyordum. Paran yoksa, neden haberim yok? Kızmakta, kırılmakta haksız mıyım?
  Gözbebeklerinin kenarından gözyaşları pıt pıt aktı kadının “mutfak” diyebildi . Adam, mütereddit ve pür telaşla “büyütülecek bir şey değil”dedi. “ Ağlanacak bir durum göremiyorum ayrıca?”
-        Sinirlerim bozuldu ondan. Diyebildi  Kadın. “ Kahvaltının tadını kaçırmaya ne gerek vardı?
-Öyle mi diyorsun? Bütün söyleyeceğin nu kadar mı?
-          “ Ne söyleme mi bekliyorsun ki? Özür dilerim. Yeter mi. Bir iki atıştırıp gideceğim zaten   kulübe geç kaldım.”
-          “Asla bırakmam!”dedi Kadın “ Kira meselesi nedir? Bana  zor durumda olduğundan hiç bahsetmeyişine  fazlasıyla içerledim. Beni bu halde bırakıp gitmene izin veremem.”
-          - İşe giderken senden izin almak zorunda olduğumu hatırlamıyorum.
-          “ Bugün  DJ arkadaş  izine ayrıldı gitmek zorundayım ” Deyip  tartışmayı keserek sandalyesinden ayağa kalktı Adam.  “Sigara mı verir misin?” diyen Kadına :
-Geç kaldım diye   karşılık vererek arkasını döndü. Arkasını döner dönmez bir şangırtı duyuldu. Adam şok geçirir gibi irkilerek döndü, neler oluyor gibisinden ve sevgilisinin yumruğunu masanın ortasına vurduğunu görmekte gecikmedi. Kahvaltı masası karmakarışıktı. Adam’ın bedeni buz  gibi olmuştu. Ağzına geleni söylemeye  ramak kala tuttu kendini. “Sakinleştin mi” dedi. “Çok sinirlisin.”  “Nihayet fark edebildin?”  dedi ve Adam mutfaktan çıktı.

   Kadının gönlü incecik dal gibi “çıt” etti. Çıtırtısını adam duyar diye korktu Kadın. Tekrar ağlamamak için dirençle harmanladı  sözlerini “yorum yok.”dedi. Adam, “Yapma!” dedi. Kadın “yaptım bile” ve “sen böyle istedin. Bilmem hatırlatmama gerek var mı?” diyen Kadına Adam bir göz kırptı ve  sustu adam ve kadın.
15. BÖLÜM YENİ HİKAYE
 sigara mı verir misin diyen Kadını duymazdan gelerek:
-Geç kaldım ben! Çok geç kaldım. Zamanım inan ki hiç  yok!”deyip pratik bir adımla  kapıya vardı.. Mutfak kapısından tam çıkmak üzereydi ki,  bir şangırtı duyuldu. Neler oluyor gibisinden irkilerek geri döndü? Sevgilisinin yumruğu hala masanın ortasında ve ifadesiz yüzü heykel misali  kendisini çağırıyordu .  Kahvaltı masası karmaşasında kırılan bardak kırıkları döşemeye saçılmıştı. Adam’ın bedeni,  sıcak çaya koyverilmiş buzun alışma evresine benzer sıcak soğuk karşıtlığındaydı. Ani bir patlamanın eşiğine  bir gelip, bir  giderken; cep telefonuna  durmadan gelen sinyalden huzursuzluğu gittikçe artıyordu. Evden çoktan çıkmış olması gerekirken olaylar üst üste geliyor evden bir türlü çıkamıyordu. Kadının, reflekslerinin sınırlarını zorlayan, ılımlı, tatlı iç ritmini altüst eden, teşbihte hata olmaz dedirten “masaya  yumruk metaforu?” Nereden çıkmıştı? Adam, kızgınlığına set koymaya çalışırken , sevgilisinin  çıkışını anlayamadığından sıkıntılıydı. Off! Tamam! Tamam!  Cep telefonunun çalmasıyla iyice gerginleşerek “Geliyorum, geliyorum” diye söylendi”.   Gitmesi gerekiyordu. Konuyu uzatmamak için:“Sakinleştin mi” diye sevdiği kadına içindeki fırtınayı belli etmemeye çalışarak, imgeler dolusu bakışla boca ettiği  kelimeleri --sakinleş be güzelim--dercesine sordu. “ Çok sinirlisin. Neden?” diyen erkeğin gözlerinin içine pes melodik ses tınısını bastırarak dilini dişine doğru  “Nihayet fark edebildin?” serzeniş ve sitemin bavulu epeyce doluydu.. Adam alındı bu sefer.   “Neden? Senin tarafından bakınca  aptal  gibi mi görünüyorum?” işe gitme telaşını unuttu. Kulübe gecikse de  mutfakta; Kadın ve Adam karşılıklı birbirine kesif bir cızırdamayla cıngılar, çıngıllar gönderiyordu sessiz ve derinden derinden . Tartışma kaçınılmazdı. Önce Kadın yayını gerdi ve bir ok yaydan çıktı:
 -Tartışmayı  saptırma.
- Hayır , saptırmıyorum dedi Adam.
- Saptırıyorsun.
- Ne yapayım? Senin gibi masaya yumruk mu vurayım.  Kadın:
-  Evet, canım. Masayı yumruklamak, kalp kırmaktan daha iyi değil mi?
- Sana göre şekerim, dedi ve Adam mutfaktan çıktı. Çıkarken söylenmeyi ihmal etmedi.

"Hayatım boyunca böyle manyak bir gün görmedim.
"""Gün de bir manyaklık yok. Biz tuhafız. Sen tuhafsın. Kendinle ilgili her şeyi benden saklıyorsun?"
" "Ne düşünürsen düşün bebeğim. sakinleşmeden seninle kavga etmeye niyetim yok anladın mı?"
 16. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam, çalıştığı kulübe bir an önce gitmek için hızlı arabasını park ettiği yere doğru yürüdü.  Bir terslik olmadan çalıştığı mekanda  olmalıydı. Yoksa patronu canına  ot tıkardı. Kulübün sahibinin nerde ne zaman yapacağı belli olmazdı. Çalışanları , patronun günlerce surat asmasına alışkın olmalarına rağmen sonuçta  bir şey değişmez ortam gerilirdi hiç yoktan yere.
Bugün de kesin öyle bir durum olacaktı bu kadar gecikmeden sonra. Olmaması olasılıkların çok dışındaydı.
Bütün olumsuzlukları düşüne düşüne arabaya bindi ve kapıyı kapatıp çalıştırdı.
Evinin köşesini dönüp ana yola geçip rahatlayınca biraz, radyoyu açtı. Zenci bir şarkıcının soft sesinin gırtlak nağmelerinde bu sabahı unutmak istiyordu. Zenci şarkıcı ses devinimlerinde bir çığlık gibi tiz yankıların kadınsı melankolisini yaşatıyordu Adama tam istediği gibi. Bir yerlere gidiyor, bir yerlerden gerisin geriye geliyordu. Yeni bir hikaye yazma aşamasında her şeyden, bedeninden bile sıkıldığını itiraf etmeye cesaret etse neler olurdu acaba? Boyutsuz ve soyutsuz yaşanabilir miydi? Aman aman halleşmelerin kadınsılığı veya  yaman  erkek, takıntılı arkadaşlarımın onaylamadığım absürd hardlığı… sıkıldım dedi. Orta bir yer olmalıydı. Rahat. Fazla efor sarfetmeden  canının çektiği karaktere bürünüp davranışlarda özgür olunabilmeliydi. Son günlerde özellikle  doktorla konuşmasının ardından böyle  kaçamak yapmak zihnine iyi geliyordu.
İhtiyacım olan  para  pul maddi gelirlerimin yetemez oluşu, ev sahibimin kirayı istemeye gelmesiyle incelmelerim, zayıflığım mıydı? Karnımdaki yangınların nedeni bir tek  o değildi ki. Bedenimden bir şeyler eksilir korkusu üste çıkıyordu fezaya varan teorilerimle.  Zerrelerce haz detayları, aksesuar gibi boynunda vebaldi. Ve veballerden sıyrılıp kadınların his duyargaları geçiyordu sinesinden sine sine içine. Yumuşuyorum. Yumuşuyorum ben. Duygusal kızlar gibi ağlamaklı oluyorum sıkça.
Eski tok ve gür ve soğuk sular akan kalbimde ıpılık bir pınar damlıyordu önündeki oluğa şıp şıp gözyaşı gözyaşı.
Deryalaşıyor, sevecenliğn sessizce devrimini içselleştirip Kadına yumrukladığı masanın kızgın hesabını sormadan ayrılıyordu mutfaktan. Cık cık! Hayret ki ne hayret etmiştir sevgilim diye başını iki yana salladı. Yaşadığımın hikayesini yazmalıyım. Ne güzel bir hikaye olur. Adını  Yeni Hikaye koyarım. Kurgulamada zorlanmam dedi.  Realitesini mükemmel yakaladığım eserimi yayınevine  verirken iyi bir anlaşma da yaparım. Kızkardeşim de haklı. Babadan kalma evin kirasını  yıllardır ben alıyorum. Yayınevinden aldığım para geçinmeme yetmiyor dememe artık kardeşimi inandıramıyorum. Onun da kocası açgözlü. Daraltıyor  hayatını. Ne iğrenç adam. Bir  yerde karşılaşmaktansa nalet olsun, kirayı siz alın dedim, Ağustos ayı kiramı veremedim. Sevgilim de haklı. Kızcağıza hiç böyle şeylerden bahsetmediğim doğru. Bazen sesli bazen içinden konuşmaları yol buyunca arabanın hızındaydı. Geçim sıkıntısı çekmediğimden şimdiye kadar anlatmaya değer bulmadığım da doğru ama dedi kendi kendine. Trafiğin keşmekeşinde buldu arabasını. Off! Sırası mı dedi. Sıcak bir yandan,  trafik  bir yandan, çalan kornalar cabası… ne kadar sabırsızdı araba sürücüleri. Trafiğin akmasını beklemeye başladı.
17. bölüm YENİ HİKAYE
Yol boyunca araba kullanırken Adamın içsel konuşmaları hiç durmadan sürmeye devam edecekti  ama  trafiğin keşmekeşine takıldı o sıra. Yol tıkanmıştı. İlerde bir kaza olmalı diye düşündü. Parmaklarını direksiyona vura vura beklerken ayağını hafifce sallamaya başladı. Bir iki üç beş dakika derken saatin geçmek bilmediği başka bir anına yakalandığını anlamakta gecikmedi. İşe yetişmesi kaygısıyla dudağını gayri-ihtiyarı dişleriyle ısırarak çevreyi incelemekten başka yapacak bir şeyi olmadığı da aşikardı.  Şehrin içinde değildi ama dışında da sayılmazdı. Öğlenin dan sıcağında arabanın camlarına vuran kavruklukla, hayal meyal gölgeleriyle geçen insanları seyre daldı bir müddetliğine.  Alnına birikmiş terleri kağıt peçete yardımıyla silerken insan ve yaşamını yazdığı tümcelerin cümlesinden  esinlendiği karakterlerinin üzerine aforizmalar kurgulamayı denemeye karar verdi. Yolun açılmasını beklerken  can sıkısı azalmış olurdu. Bir, dedi sanki yeni bir hikaye yazmaya oturmuş  bilgisayarıyla baş başa hissiyle. Hemen  herkesin bir derdini çektiği ceremesi vardır ömür denen bıçaksırtıyla eyerlenen dünyada. Kimler kimler  ve neler için ve ne niçinler ve hiç olmayacak nedenlerle törpülenir insancıl gel gitlerimiz, med cezrimiz. Ya da fevkalade gerçeğin mürüvvetini görebilmek maharetini de edindirerek yürüyüp gidiyordu şu hayat, ey hayat ey.. diyen Adam ve görüş açısını değiştirince aynadaki silvetler de değişiverdi sıralıca. İşte şu sıkıntıyla giden tıknaz adam, ev almak için çektiği kredinin  ödeme günü yarın olabilir. Yatıracağı parayı tamamlayamadıysa  ne yapacağı  telaşı alıp  başını gitmiştir zihninde. Başını kaldırıp ufka doğru bakınca ta uzakta fark ediverdiği köprüden geçmekte acele eden fakülteliyi gördü.  Kikirik  delikanlı belki de  altı yıldır okuduğu bölümü sevemediğinden dolayı bir türlü bitirememiştir… Ailesinin yanında mahcup yaşıyordur. Çalışmaya başlamamasından dolayı acaip kasılıyordur kimbilebilir?.. Ya şu  yol kıyısında bekleyen  gayet süslü  kız  dershane öğrencisiyse sınav heyecanı sarmıştır çoktan. Ona rağmen   kendine özgüvenli belli. Saçlarını çıt çıt kırıldım edasıyla kulağının arkasına attırıvermesine bakılırsa  erkek arkadaşı   kafede  bekliyor. Buluşup  hayaller kuracaklardır mutlaka. Kazanacakları üniversiteyi, kuracakları işi, evlendiklerinde oturacakları yeşil panjurlu evi… Biz de böyleydik… cık cık.. Ve işte başka bir  arıza çift daha: Karşı yolun bir   dönemecinden birden bire bitiveren ve kıvrakça giden bir çift kavga etmiş de barışmaya yer arıyorlar gibi yan yana ve dokundu dokunmaya bir nefeslik mesafede yürümekten memnun görünüyorlardı.
Adam  arabadan dışarıya bakarken,  gözlerinin süzgecinde rastgele seçiverdiği  birkaç insan  yaşamını süzgecinden geçirmişken trafik hala güzergaha kapalıydı. Demek ki  tıkanıklığın önemli bir sebebi vardı. Yabancı bir devlet adamı bizi ziyarete gelmiş ve şehrin tarihi mekanlarına gidecek diye yol kapatılmışsa… Her ihtimal geçerliydi.
Adam,parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi. Öff! Patron ne dese haklıydı. Çoook geç kalmıştı. Cebinden müdürüne ulaşmaya çalıştı. Telefon çekmiyordu. “Hay aksilik!” derken artık sırtından ter boşanıyordu tepeden tırnağa. Dj’in mazereti olmazdı. Olmamalıydı. Yayınına yetişememiş olması kendi acemiliğinin bir kanıtı gibi sırıtıyordu adeta. Teknik olarak DJ yayın akışından saatler önce orada olmalı ilkesini bir gün bile  çiğnememişti. Ama bugün her şey tepetaklaktı. Yayın yönetmeni herhalde ter içinde sinir harbiyle beni beklemektedirdiye düşündü. Sesimin meltemi, tatlı  hafifliğinde saatler öncesinden tül tül esmeli tüyleri ürpertmeliydi dinleyicilerimin. Parmaklarını büktürdü Adam. Yakasını düzeltti. Aynaya baktı. Benzi kararmıştı biraz sonra sararacaktı hırstan. Ne yapacağını bilemiyordu? Yanı başında duran  arabada bir kadın bir erkek sigara içerken keyfli gibiydiler. Acaba??... dedi içinden. Korna çalan arabanın sahibi bunalmış kafasını camdan çıkararak kızgın kızgın söyleniyordu. O da başını uzatarak derin bir nefes aldı. Havanın nem ve sıcağıyla nefesine daral geldi. Ağır ağabeylerden kalma bir esnemeyle bekleyişin umutsuz seremonisinde kayboldu Adam.
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM
Cep telefonunda tekrar müdürüne ulaşmayı denedi. Genel yayın yönetmeni telefonu meşgule verince, kulüpteki sıkıntının hat safhada olduğunu ve müdürünün kendisine dargınlığının ayyuka çıktığını anladı. Ama yapacak bir şey yoktu. Trafik hala akıp gidemiyordu bir türlü. Arkadaki araba kuyruğunun tık nefesi ensesinde kımıl kımıl kımıldandı. Ön koltuğun bir kıyısında bükülü duran eski gazetelere göz attı, abuk subuk haberlerden gına gelmiş bir sayfanın en alt köşesinde bir cinayetin  sırlarını ifşa eden satırlara takıldı gözleri. Bir kulüp baskınında öldürülen gencin birdenbire parlayan yıldızının söndürülmesi ağdalı bir dille yazılmıştı. Ben olsam bu haberi nasıl yazardım dedi. Hikayeleştirirken, öteberiye dağılan ipuçlarını kurgusal bir uzantıda oturtmak kolay. Gazete küpürüne sığıpta ;dünyaya sığamayan bir genç adamın dramı gibi daha ne cinayetler vardı bir solukta can damarı kesiliveren. Gazete şişman zayıf herkesi yaz diyetine çağıran üçüncü sayfasında Adam “eee yetti” der gibi elinden gazeteyi bıraktı ve radyoyu açtı. Eli kolu bağlı vaziyette mecburen ve İsyankarane  şekilde  tesadüfen açılan  radyoyu dinlemeye koyuldu.
 “Merhaba” dedi Dj. “Ben Dj’yiniz Seyyah ve radyonuz Gezgin radyodasınız bendenizle.” DJ’in sesi mükemmel kritikler yapan eski  yarışma sunucularının çeken tınısındaydı. Adamın sakinleşmesi bir dakikadan fazla uzun sürmedi. Radyonun sesini biraz açtı. “ 1950 yıllarında moda olan cazseverlerle takılıp bugün ben Gezgin’le kulüp Havana’nın yolunu tutacağız seyyah olacağız beraberce sevgili dinleyicilerim. Her zaman olduğu gibi müzik kutumuza bir aşkın hikayesini atıp; şarkılarını çalacağız öyküsünün. İşte ilk sırada satın aldığımız Tereza River’den başlayalım isterseniz “Müzik Müzik Müzik… heyt! Dostlar hayal kurmaya davetle az sonra beraberiz dedi ve DJ’in sesi kayboldu çalınan parçanın ritmiyle. Hiç ara açmadan Natking Cole “Mona Lisa”yla yayan yabıldak yola düşmüş Afrikalı’nın güldüğü ve ağladığı mı anlaşılmayan bir tablosuna ağıt ediyordu yumuşacık boğumlu sesiyle. Adama  “Bu ne ya!” demeye vakit bırakmayan DJ :” Arjantin, Küba, Meksika dolaşacağızzzz  günün bu saatinde. Önce Müzik müzik müzik sonra Mona Lisa…. Nasılsınız bakalım?” diye radyo dinleyicisiyle özel bir otokontrol sistemi kurduğundan acaip  emindi. “ Vayy be ne DJ miş. Veresbitle koruda gezgin seyyah gibi oldum sahiden de “ diye elini dizine vurarak söylendi.
 I9 BÖLÜM YENİ HİKAYE
Mona Lisa’yı Frank Sinatra’dan dinlemiş, gırtlağının nağmelerinde yumuşak yuvarlanmalarla romantizmin hayalini kurmuştum o söylerken. Hard yüz hattının inadına dedi Adam, beyzi bir beyzbol sopasının kendi gideceği kuyuyu bulması gibi salınıverirdi söz düetlerini. Koca koca gölgelere sığamayan harikulade sesini  dinlemeye doyamazdım. Dinleyicilerim “ehh!” deyip delirtmeye vardırana kadar  çalardım şarkılarını.
Mona Lisa’yı Natking Cole’ün seslendirmesi apayrı bir dinletiymiş   içimi kıyım kıyım kıyan açlıktan beter parçaladı beni, parçamın her birisi egzotizmin puslu yaylalarında gözü karardı sanki. Koptu dünyadan ve trafik durmuş, saatlerce bekliyormuş falanmış filanmış… DJ’ Seyyah :”Doris Day’in  hikayesinin öncesinde  bir müzik arası verelim diye mısır gevreği çıtıpıtısıyla Adamın  kulağını kendisine doğru dikkat kestirdi. “Jost for you” plağını çeviriyorum az sonra efendim az sonra  pikap sustuğunda ben yine burada olacağımmmm.”dedi.
“Vay vay! Artistik Seyyah hazretleri, Gezgin radyo! İmkansızı başarmanın bir nevimünhasırı bu kendine özgü. Kendimi beğene beğene ne hale düştüm oldum şu anda neredeyse. Kör gözüme başka bir radyoyu dinlemezsem, egolarımın şişini indiriverir elin oğlu Gezgin seyyahnamesiyle tık”diye. Adam karnı ağrıyan numaracı bebeler gibi arabasının koltuğunda  o yana bu yana sallana sallana Doris Day’in sarışın melodisine katıldı ara ara. Ne zaman şarkıcı sustu ve ne zaman DJ? Ama kulağında müzikallerin şirin sarışını Doris Day’in macerasını dinlediğini neden sonra anladı ve ne kadar radyoyu dinlerken dalıp gitmelerin tuzağına düştüğünü geç de olsa anlayı anlayıverdi. İş işten geçmiş olsun üstadım, demeye getirdi kendine.
“Bir varmış, bir yokmuş… geçmiş zaman mı desem, geçememiş zaman mı? Balerin olmak aşkıyla yanıp tutuşan bir kız varmış. Gece gündüz parmaklarının ucunda narin narin primadonna olmaya hevesle çalışırmış. Rüyalarında “Saraydan Kız Kaçırma” operetinin sonunda alkış tufanıyla sahnede  selamladığını görürken uyanırmış çoğunlukla. Ve o sabahların birisinde annesi, şehre gitmek için   hazırlanmasını söyleyince, heyecanla kurdele robalı sarı  elbisesini giyip, babasından önce arabanın arka koltuğuna oturup annesini beklemeye koyulmuş. Minik kalbinde bir tezcanlı sıkıntı dolanı dolanıvermiş ama Doriscik zıp zıp zıplayan farenin peynir peşinde tıkırdayarak kaderine koşması gibi başka bir şey düşünmüyormuş. Evlerinden uzaklaşırken gamzesinde kalan bir son gülüşle gözünü kısarak bakmış. İçinden bir ses, evine dönüşünün eskisi olamayacağına kayıt düşmüş yüreciği bir yumruk. Anne! Efendim! Anne ! Efendim Dori? Be be ben sözlerinin gerisi gelememiş. Gözleri kararan dünyanın feci bir feryatıyla yoldan çıkan arabanın sessiz sessiz kanayan yarasına yetişen ambulansın sağlık görevlileri küçük Doris’i ve annesinin  ve babasının baygın bedenini hastanaye taşımışlar.  Doris kendine gelince bacaklarının çizik ve kırığını görünce dünyası başına yıkılmış günlerce günlerce ve haftalarca ağlamış ağlamış. Kimse onu ikna edemiyormuş. Bir gün, bir gün sonra ve sonrasında ben de şarkı söylerim o zaman demiş. İçli caz parçalarını  hüzünle karışık  şahane düşlerle süslü sade ve dingin seslendirince o yaşta masalı cazlı fevkalade devam etmiş… ya ya yaşasın Doris Day’in yaşam aşkı ve yine “Jost for you” yine yine dinlemeye doyamayacaksınız Seyyah ben efendim Gezgin Radyo farkıyla hoşçakalınnnnn” demiş. Adam’ın mest hali geçemeden açılan trafiğin yoğunluğuna kapılıp seyir durumu zincirlemesinden diğer bir densiz sürücünün nedensiz korna sesiyle sıçramasıyla ancak adapte olabilmişti nerede olduğuna dair. El frenini indirdi. Vitesi boşa aldı. Marşa bastı. Kontağı çevirip  debriyaja bastı vitesi bire getirdi hafifce gaz verip ayağını debriyajdan çekerek işine gitmek üzere yola  koyuldu.
BÖLÜM YENİ HİKAYE
 Arabasının koltuğunda kaykılmış vaziyetinden toparlanarak  Adam dikleştirdiği omuzlarından  gelen  güçlü bir komutla koluna, eline ve  parmaklarının birleşimi avucuyla  yüklendi el frenini indirdi debriyaja basarak vitesi bire taktı, kontağı çevirip  hafifce gaz verip ayağını debriyajdan çekerek işine gitmek üzere yola  koyuldu ama bu  mest hali geçemeden açılan  yolun yoğunluğuna kapılıp seyir durumu zincirlemesine geçivermesi çok ani olmuş ve bu nedenle de  bir densiz sürücünün korna sesiyle sıçrayarak trafikte olduğuna ancak inanabilmişti. Trafikte olmanın kesmekeşinde  işine gitmekte olduğunun gerçeğine varınca içi cık cık etti. Kulüpte karşılama töreni  yüzünü ekşitecekti. Hemen cebini çıkardı. Numaraları bir eli direksiyonda tık tık tık bası basıverdi parmaklarının hızına güvenirdi. Çalan telefonunu uzun uzadıya dıdıtlatmadan müdürü  hiç ummadığı kadar sakin ve yavaş bir sesle “efendim” dedi. Adam, panikledi adeta. Hani  nerdesin? Gelme! İstersen diyebilecek azarsı  tonlamalı yanıt beklerken… Kendi  olumsuz kurgusunda  bir anda kendi yıkıldı  . Fazla  nağmelenmeden o da   “ çok özür dilerim Ahmet bey. Yolda kaza  var sanırım. Trafikte sıkıştım kaldım. Gelmek üzereyim.”  Ahmet bey renk vermedi “ tamam. Bekliyoruz.”dedi ve telefonu kapattı. Adam, bir iş var bunda. Ahmet bey!!!  Geç kaldığım için bir an teşekkür edecek sandım.  İnsanları tanımak ne kadar zor. Şunu yapar, şöyle davranır diyorsun. A a a a ! oluyorsun. Hiç önemli değil geç kalman!dedi sanki diye bir tuhaf oldum. İşime mi son verdi. Yerime  birini mi buldu? Sorularıyla boğuşurken Adam kulübe 100 metre mesafedeydi en fazla. Nasıl oldu anlamadı ama radyo hortlakların yeryüzünü basması gibi arabanın atmosferinde patladı yüksek perdeden: 100.101 sıfır frekansında  Gezgin Radyo Seyyahı sizinle Pazar dinleyicileri diyen sese döndü “A! Yeter Seyyah. Canıma tak demiş saatimde  olamazsın sen, bitmemiş miydin hem ?” diye laf attı. Yanıtını homurandı. Bitmemişsin. Ben o sırada yola çıkma telaşıyla radyoyu kapatıyorum diye sesini kısmışım. Seyyah, Adamın varlığından bihaber kısık egzotik sesiyle  konuşuyordu biteviye Dean Martin, Barbara  Streisand ve cazın babası Louis Armstrong bakir ormanların  bir deli bakiresince şel şel şelaleden düştüler nehrin suyuna kırk  kırık kristalize  içdenizimize daldılar köpük köpük… ve adamlar… ve kadınlar… ve Tanrılar cazı yarattı kızgın toprakların hüzünlü keseklerinde. Hala  çalınan parçalarla dağılmadıysanız dinleyicilerim Seyyahınızın serenadı tur değişimine uğrayacak  gelecek programa kadar sabır sabır  bekleyin. Şimdilik hoşçakalınnnnn  müzik yolcuları. Mooooola. Adam radyoyu kapattı. Arabayı  otoparka çekti. Yün hırkasını çıkarmış nene gibi üşüme sonrası bir titreme geldi üstüne. İç geçirdi. Ahmet beyle karşılaşmaya  bir tarafı hazır değildi. Bir tarafı ise asi gençlik gibi direnmeye…
Kulübün Pazar  olması dolayısıyla kalabalık olması Adamı görünür olmaktan koruyarak stüdyoya daldı hemen. Yayın akışının alt üst olduğu bugünün anısına not düşer gibi, canlı capcanlı  volümü heyecanlı bir ses tınsıyla  “ sabahtan beri buradayım… sizden ses çıkmıyor. Ben Herkül  nerdesinizzzzzz?” diyerek programını başlattı. Bekliyordu ne zaman gelecek diye Ahmet beyi göz ucuyla.  Hande Yener’den bir yaz parçasını koydu.. Ve teri boynundan aşağı aşağı serseri mayın gibi yuvarlanıyordu  tişörtünden içeri.
21. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Yayın odası serindi ama  Adam, mahkumun prangası sökülmüş ayağının hala zincirlerle bağlı şiddetinde stresliydi. Tenini ıslak ıslak eden terine söz geçirmesi mümkün değildi. Koltukaltında halkalarla iz eden nem ter  yapışığı rahatsız ede dursun kendini; gözlüklerinin altından  müdürü Ahmet bey, yayın odasını süzüyordu. Profesyonel Dj olmasa eli ayağına karışır, sözcüleri birbirine. Hey neler oluyor orada? Kimse yok mu? Size en özel hikayelerimi anlattım… yorumlarınızı alayımmmmm. Ve işte beklediğiniz parçalardan biri daha sizin için çalıyorum.” Dedi. Cam kabin dışında çatık kaşlı müdürü. Yarı kızgın! İki çift gözünün bebeğinin biri  ay aydınlığında diğeri yay gerginliğinde “neden?” diye soran bakışlarla dikiliydi üstüne. Mazeretlerimi anlatmaya kalksam… çığ uğultusuyla homurtular dağ yamaçlarından yuvarlanabilir mi acaba? Altından kalkamayacağım bir serzenniler yumağını çözmeye düşkün değilim ifadesinden düşeyazan karşı bakışlar fırladı gitti kendiliğinden müdürüne Adamın gözlerinden. Müdürün yay gergini kaşının altındaki gözü; ay aydınlığındaki gözüne ; söz, senin deyiverdi umulmadık biçimde. Suskunluğun kehaneti sarmıştı yayın odasının iç ve dış ve her yanını.
“Harcıalem bir kelam edeceğime, senin cebinden bana ulaşman yeterli!”diyen bir ezcümle fısıltısıydı iki gergin adamı sakinleştiren. Ahmet bey, yarı gülümseyen vakarıyla  geldiği gibi gölgesini, gövdesini, görevini alıp  önüne zapturap rap rap  ve  gözlüğünü onartarak burun kemçiğine gayet rahat  çıktı gitti.
Adam “harika!” dedi. Felaketin eşiğinden dönmüş bir şehrin pervasızlığında  aniden önüne çıkıveren virajı tırısadak  geçen doru atın kişneyen sesiyle mikrofona eğildi: “ Herkülün maceralarını dinleyenler bana ulaşsın lütfen!” dedi.
Ve beklenen telefon bağlantılarından hikayecikler türedi Adamın tümce yazıtlarına. Kimi dilin kumsalında yanan inciyle tane tane konuştu. Kimi  sordu soruşturdu, geçmiş zaman melodileri ve yabancı şarkıcılara yer veriyorsunuz diye? Ama ama dedi Herkül, programın ilk bölümünde Türkçe hit parçalar çaldım Frank Sinatra’dan “My Darling” demesem miydi?
Dinleyicinin biri: Hiç detay atlamam ben sayın Herkülcümmmm. Hayali hikayenize bayıldım doğrusu dedi hah hah hah…  Herkül de dayanamadı bastı kahkahayı “Artık bugünlük program kaçamağım için affedildim diyebilir miyim?dedi. karşıdan davudi bir yanıt “ tereddüdünüz olmasın. Fevkalade bir DJ’siniz.”  “teşekkürler o sizin fevkaladeliğinizden kaynaklanıyor efendim.”  Birkaç  dinleyici  arabesk dinlemek istediklerini söylediler. Radyo yayın akışı ertelenmiş aşkların kavuşması kıvamında heyecanı yoğun, hararetli bağlantılarla sürüp gitti. Son parçayı anonsundan sonra  bir kadın ısrarlı tonlamasıyla  programa bağlanmak isteyince Adam, bu günün ortalama bir gün olmadığı anlaşıldı diyerek telefondaki kadını yayına aktardı. Uzun soluklu, çizgileri eğri sobe çizilen seksek oyunundaki kareleri atlaya zıplaya geçen kız çocuğu hayalindeki kadınla paslaşmalı konuşmasının ardından çok enteresan bir noktada son buldu canlı telefon bağlantısı.
Yayından çıktığında koridor upuzun ve sallanıyor sandı. Beyni zonkluyordu Adamın. Son telefon bağlantısındaki kadın serseme çevirmişti. O’na anlatmalıyım dedi.
Kulübün uğultusundan kaçmak için lavaboya girdi. Elini yüzünü yıkadı.  Saçını  eliyle bastıra bastıra ıslattı. Tişörtünü havalandırdı. Kasığındaki  baskıyı ancak fark etti. Tuvalete girdi. Çıktığında karnında kocaman bir boşlukla rahatlamıştı. Yemek  yesem mi? yok yok! Beni bekliyordur. Yemek yer gidersem onu ihmal ettiğime enikonu üzülür. Kahvaltımız da bir şeye benzemedi zaten. Eve giderken hazır börek falan alsam. Belki yemeğe çıkarız…
22. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadın, sevgilisinin anahtarı çevirip elinde poşetlerle kapıdan içeri girivermesine alışık olmayan biri gibi ürperdi birdenbire.   Yorgunluğun  yüzünden damladığını  hemen fark etti ama …?  Zaten kendisi de sabah ki tartışmanın ardından işime geç kaldım diyerek  çıkıp  giden erkeğiyle didişememesinin hıncını cam kapı silerek, elektrik süpürgesiyle adeta halıları  döverek, döşemeyi silerek, tersine dünya dercesine balkondan çarşafları çırpı çırpı vererek temizlikçi kadınların hamaratlığı ve el çabukluğu ile vücudunu yormaktan yorulmuştu hani neredeyse. Akşamın, balkondan mor çiçek demetiyle demetlenip gurup gurup güneş hanendesinin lal e dönüşmüş dinletisinde dinlenmek kaydıyla uzanıvermişti ikili koltuğun birine. Uzandığı yerden adama  "gel yanıma" dedi. Adam hiç itiraz etmeyerek elindeki poşetleri mutfağa masanın üzerine bırakıp acelesizce  kadının yanına uzandı.  "Nasıl geçti yayın?" deyince … Adam "sorma, müthiş müthiş! Bugüne kadar yayın  adrenalimin  dozunun tavana  böyle yükseldiği  hiç olmamıştı."dedi.
Kadın—Anlat ne duruyorsun o zaman? Sıkıcı bir günün ardından bana çok iyi gelecek.
Adam—İnanamam! Kimbilir ne tempo yakalamışsındır ev sen ve yalnızlık… objeler, nesneler ve söz çarpışmalarımızın yarıda kalmış düellosu… dolmuşsundur sen şimdi.
Kadın—A!!! Nereden anladın?
Adam—Yüzünde  imgeler şantiyesi kurmuş gibisin şekerim. 
Kadın—Nasıl yani? Dur aynaya bir  bakayım  benim yüz ifademdeki şantiyeme.
Adam— Ne bileyim başka türlü tarif edemedim ki?..  bir tuhaf ve inan çok çekici.
Kadın—Tuhaf derken?
Adam— Ney dinletisinden dönmüşsün gibi. Hıh! Uysal uysal bir şey olmuşsun huzurlu yaramazlık sonrası sakinliği olur ya hani küçük kızların öyle, öyle işte.
Kadın—Vay! Sevgilimmmm.(Adama sıkıca sarılarak) Acaip havaya soktun beni tatlı Dj’im.( parmağını Adamın saçının dip sınırlarında  ileri geri  gezdirirken) boşver sen beni, kendi maceralı Pazar seremonini  anlat aşkım. Seni  can kulağımla dinleyeceğim. Hiç baskıya  da gelemem  bilirsin. Çünkü, bugün ne yaptığıma  dair  ipucu versem mi?... Vermesem mi?...diyorum da hani?... Yok! yok! Gizemiyle kalmalı. Belki de ara sıra  sıkıldığımda denerim yine.  Hımm??  Sana söylersem gülersin. Moralim bozulur olurum falan da fişman da... Afrodizyası harika kadınlık hallerinden birkaçıyla barış imzaladım gibi bir şeyler  işte tamam mı.  
Adam—Tamam şekerim, tamam.. Fakat ne biçim kadınlık haliyse sana pek yaraşmış. Bana güvenebilirsin izci sözü!
Kadın—Ha ha … Hi hi.. Hadi  sen başla artık, başlamazsan  yaygarayı basacağım  az sonra.
Adam—Bak şimdi, evden çıktım acaip ve korkunç bir trafiğe yakalandım. Sinirim tepemde bir kucak dolusu sıcakla arabada off! Pöf! Yolun açılmasını bekleyecektim. Yapacak bir şey yoktu.  Telepatik sallanmalarım, bacağımı zıplatmalarım kar etmiyordu. Gelene geçene eyvallah demelerim, mini karekterize anekdotlarım vesaire vesaire… hepsi hepsi bitti yol trafiğe açılmıyordu bir türlü..
23. bölüm yeni hikaye
 Yolun  niçin kapatıldığını anlayabilsem… dedi Adam. Yani sevgilim, tatil günü pazar maceramın her repliğine ayrı  harelerle,  gözbebeklerinin   kocaman  kocaman  açıldığına göre  radyomu açtığımı söylemenin zamanı geldi demektir.
Bu kadarcık mı?
Ne  dediniz hanfendi. Duyamadımmm da!!!?
—Evet, radyo açmanın esrarengiz olduğunu düşünmüyorum.
 Eee..dedi kadın.
—Fevkalade bir soru canım. Arabada radyo açmak? Sıradan değil mi? Hem soru sorup, hem  de verilecek yanıtı çürütmeye çoktan hazır ve vücudunun ritmik fizyolojik sallanmalarına hayır demeyen Adam, sevgilinse uzun uzadıya  araba farı sinyali  gibi bakış attı.
--- Ne? Dedi.
Adam  sen bilirsin o zaman dedi. Hikayemi anlatmaya devam edeyim. Dur bir dakika, nerede kalmıştımmm? Hı.. aslına bakarsan, tatlım  Dj’in sihirli sesi anahtarın beynimde  çıkırt! diye madeni bir döngü yaşattı bana. Anahtarın  rezesi, radyocu arşivlerimin duvarlarımı söktü kökünden anlatabildim mi aşkım.Kitlendim radyoya. Yayını dinlerken afsunlamdım adeta kafamı başka bir yere döndüremediğim gibi bir de   pür  dikkat   haldeyim ki sorma. Kıskandım adamı  o derece.  Dinleyici kitlesi de süperdi süper.
— Olmadı ama. Süper sözcüğü  yanlışlıkla ağzımdan çıksa…
Kızardım değil mi sana deyince Adam, Kadın, “ kızmadan öte , sana yakışmıyor diye bozmalarına fena halde içerlerdim dedi.
 Ah şekerim! Oldu bir kere. N’olursan  bugün boş ver sözcüklere takılma. Enteresanlıklar bitmedi daha.  Son dinleyicim tarz bir  kadınla yayında konuştuklarımızı bir duysan.
--Anlatsana.
--Anlatacağım.
--E ee ne bekliyorsun hala. Dedi Kadın.
--Dün programda canlı olarak istekleri alıyor; arşivde varsa karşılıyordum diye başlayan Adam’ın oldukça etkilenmiş hali sevgilisinin gözünden kaçmadı.
--Eee..
--Ağlamaklı sesle bir kadın; anlıyorum ki, hıçkırıktan yeni çıkmış, kendini toplayan bir sesle, alo dedi ve sustu dedi Adam. Ben isteğini verecek diye birkaç saniye bekledim. Sonra ben, sessizliği bozarak; "Ne oldu!?" dedim. Evet dedi bu olabilir. Sizden, Miles Davis'in Kind of Blue'nin ilk parçasını istiyorum: "SoWhat"'ı çalabilir misiniz? Dedi. Memnuniyetle ama şimdi değil, diye cevap verdiğimde; anlıyorum arşivinizde olmayabilir, parçayı şimdi size e-mail edebilirim; istiyorum ki, duygumu herkesle paylaşayım.
Kadın-Rock parçaları arasına, caz'ı yerleştirmek nasıl fikirdi.
24. bölüm yeni hikaye

Ben de öyle düşünüyordum ki, dedi Adam, sıradakini yayına verdim ve e-mailime göz attım, parça düşüvermiş. Sırada başka istekler de vardı; onları da düzenledim. Bilgisayardan, gelen müziği dinlemeye koyuldum.  Müzik açılınca grup enstrümanları birlikte çaldılar bir süre, sonra diğerleri geri çekilirken trompetiyle Miles Amca öne çıktı, aldı -uçurdu beni de öylece; coştu coşturdu, işte bu dedim caz denen nane, kendimce. Böyle düşüne dururken caz müziğiyle ilişkin etkileşiminden hala yere basmayan  ayaklarıma dur! Ma- sı- nı emreden beynim de ise son telefon konuğum o kadın vardı  hakikaten ben oradaydım. Dönüşümün biletini  kesmeyen akıl kumkumalarıma  “Ne yapıyorsunuz siz? demeye dilim varmadı doğrusu. Neden olmasındı?..
Samimi bir dilek, aktif bir yönlendirme; meçhule bir mesaj vardı kadının tavrında; aklıma bir fikir geldi, bunu neden bir kapanış parçası yapmayayım; bir istek de benden olsun değil mi, hediyem. Sonra caz, rock'tan pek uzak da değil ikisi de birbirini besleyen damarlar. Bundan dolayı izleyici kaybım olmayacağına inandırdım doğrusu kendimi.
Esrarengiz kadınla ilişki böyle bitmemeli dedim. Mesajının edilgin bir aracı olmamalıydım; O’ da beni merak etmeliydi?... Ediyor olmalı fikrine sapır sapır saplanmışım ki  kapanış seslenişini  yeniden tasarladım. Yepyeni isteklere dönerken; yüreklerde  cız! Cız! Eriyişin  en damardanı  bir parça olmalıydı ki  kımıldamaya müsaade etmesin dinleyicisine.  Şöyle en yavaşından,  tene giren ince ayarlı  iğne ucundan  damlar gibisini  seçmeliydim. Parmaklarım bilgisayarın kara karakterlerinde iki dakika tıkırdamasıyla anonsum senkronize buluşuverdi:  "Şimdi, aramızdan yıllar önce ayrılmış Miles Amcadan, So What, "N'oldu" adlı parçayı dinleyeceksiniz. Miles Amca cazın ruhunu bu dokuz dakikaya sığdırmış ve çok da  harika müzikalitesi yüksek dedim. Rock'un da beslendiği  sadakatli ana damarlardan biri  de caz, kulağınıza hiç yabancı gelmeyecek, alıp götürecek istediğiniz yere sizi. Bir de bu parçayı programın kapanış müziği olarak size armağan etmeme vesile olan izleyicime de benim bir armağanım olacak. O da gelecek programda. Bir Reggae parçası bu, Bob Marley'den gelecek ve No Woman no Cry, "Ağlama Kadın" diyoruz/diyeceğiz!  Dedim.
“İlginç” dedi Kadın.
 “ Bu kadar mı?”
“Yani evet!”
Adam, ne demek bu şimdi? İyi mi? Beğendin mi? Hoşuna gitmedi mi?
---???
Heyecanımı paylaştığın için teşekkür ederim dercesine baktı Adam, Kadına.
 Romantizmi ile bir anda seni büyüleyen kadına bayıldım açıkcası dedi sevgilisi sevimlice.
 Oho…
—Ne? Ne? …Kadın şımarık şımarık söylendi.
E ee   daha daha ?dedi Adam.
Melankoliklerin , yayına bağlanıp Dj'lere unutulmazlık yaşatmaları mesai içinde, çok ekstrem bir tutku, karşıdaki  kadınmış   erkekmiş aldıramam boşa umutlanma!
Kıskanmadım diyorsun?
Hayır!dedi Kadın net ve kesin ve nefes kesen  ifadesine hayran kaldı adam.
 Gelirken  çok düşündüm  bunu. Seninle  paylaşıp paylaşmamakta kararsızdım.
İnanmıyorum? Kadın afallayarak inanmıyorum! deyince
Adam bir müddet sessiz kaldı.!??
Kadın,  o ara mutfağa  geçip  çay koyduktan sonra geri döndüğünde, bir sigara yakıp yanına bir küllük aldıktan sonra
25. bölüm yeni hikaye
--Sana enteresan bir şey söyleyeyim mi.
--Lütfen!
-- Nasıl  anlatabilirim  bilmem ama ? Meçhul ve esrarengiz kadınla  yayın esnasında konuşmanız, ondan  farklı etkilenmen benim için sadece detay , ondan daha ötesinde,  aklımı karmakarışık eden.
--Neymiş o?
-- Kadından bahsederken , hıçkırıktan yeni çıkmış hali dedin… İçim bir hoş oldu. Çelebiliğin  ve narin dilin duygulara, hislere dair. Sanki…
-- Rica ederim canım, kurduğun cümlen yarıda kalmasın.
--Seni incitecekse..
--Hayır. Hayır! Ne hissettiğini gerçekten bilmek istiyorum.
-- O zaman, ilk kez telefonda konuştuğun kadının ses tınısında; hıçkırıktan yeni çıkmışlığını  anlayıvermek?
-- Çok mu önemli?
--  Fazlasıyla.
--Bir erkek için mi, benim için mi?
-- Her ikisi de.
--Meleğim unuttun mu  ben hikayeciyim.
-- Yok, yok  öyle değil sevgilim. Bu başka bir hikaye tınlaması. Yarası kapanmamış mazinin  kulağını çınlatıveren.  Sesin sana ait  olduğu sanılabilir desem, acaba çok mu abartmış olurum? Kadın hislerinde yazı derecenin ayarı  kısık hatta cimrileşirsin  hikayelerinde  sen.
--Ciddi misin?
--Tahmin edemeyeceğin kadar.
--  Sevgili  dırdırı değil benimkisi. Kıskanma güdüsüyle de hareket etmek bana göre değil.
Adam, Kadına duru dupduru bakarak;
“Gülbeşekerim  mi?.
--Tamamı tamamına.
---Haydi ya?
--Anlatma biçiminle  örtüşen senin iç alemindi  en emin  fikrim.
--Böyle bir romantik takılmaların? “No Women No Cry”lar, metaforizm değişimi hissediyorum. Kokusu  incecik narin ve kadınsı  yaklaşımın ben de heyecan yarattı farklı farklı…
-- Aslında şey…
--  Var değil mi bir nedeni?
Adam,  temkinle
-- Yoo…  Bak bak  hazırcevap sevgilime, ufaktan   gülümsemeleriyle  yepyeni kurgular peşinde mi ne?
-- Beni kandıramazsın hayatım. Burnuma bir sır kokusu geliyor deyince Kadın ”  
-- Kandırmak mı? Seni öyle mi? Ayıp ediyorsun bebeğim.
-- Pardon ama  vurgulamandan dolayı yansıyan giz diyelim. Özür dilerim yanılgıysa hissim eğer.
Sevdiği kadının   yüzünü avucunun içinde sıkıp sıkıştırarak erkek, tatlı bir iki öpücükle; dizlerinde  ikisinin dermanı olan aşkın fermanıyla
26. bölüm yeni hikaye

--Şekerim bak şimdi alınırım.  Zihninde soru işaretlerinin yanıtını hemen verebilirim dedi Adam.
Sevgilisinin koltukaltından başını uzatarak sehpanın üzerindeki küllükten dumanı tüten sigaradan bir nefes çekti.
 -- Pes yani,  iki dakika sigara içmeden duramazsın da.. Sigaranın dumanı yüzüme gelirse bozuşuruz akşam akşam.  Sen acıkmadın mı? benim  karnım acıktı . Biraz bir şeyler yiyelim mi.
-- Aç karnına  sigara içme mi diyorsun, akşam sohbeti yeter mi diyorsun!Hangisi hıı?
-- Sence?
--
-- Aç karnına yeter diyorsun!
-- Yani.
-- Ah! öyleyse  gel mutfağa geçelim. Ne yiyeceğimize  karar verelim.
--Sen seversin diye köfte ve bol yeşilli salatalık  malzeme aldım. İçecek de aldım. İstersen köfteleri ben kızartayım.
-- A! Çok düşüncelisin yine, eskiden demek istemiyorsam da gönlümü şımartıyorsun teklifinle karışmam sonra. Acaba seni çalıştırsam mı meçhul kadın çıkarmasıyla harpten çıkmış yorgunluğunu dinlemeden  sevgilimin.
-- Sen bilirsin tatlım. Emrindeyim. Sözüm hala geçerli. Kadın iki şıkkı değerlendiren küçük talebelerin eteğini çekiştiren mızık mızık  senlibenli sevecen:
-- Çok güzel bir  yemek yeme fırsat kaçırdığımı biliyorum ama yorgunluğun yüzüne ve yüzüme aynamız olunca şekerim   kıyamam mutfakta koşturmana. Bugün ben de  oldukça yorgun sayılırım. En iyisi ne yapalım biliyor musun?
--Bilmiyorum?
Gülüşerek “ Söylersen bilebilirim.”dedi Adam cilvesiyle sesinin.
--Dışarıda yiyelim. Hava almaya ihtiyacım var dedi Kadın.
Adamın duraklamasıyla şipşak çalışıveren kadının  beyni, ev sahibiyle geçen sabahı hatırlatmakta gecikmedi.
Çok özür dilerim sevgilim, ne kadar düşüncesizim değil mi. parasal sıkıntını unutuverdim bir an! lütfen kusura bakma.
Aşkım, kadınım olur mu öyle şey.Kusur falan ne demek? Kredi kartımla  istediğin yerde yemek yiyebiliriz. Artık o kadar da değiliz.
Kadının içi yine de rahat değildi. Mutfakta ayaküstü Adamı dinliyordu
27. bölüm yeni hikaye

----   Yalnız yarın sabah ilk işim yayıncımla oturup gelir gider hesabıma ait konularda ciddi ciddi konuşmalıyım. Sen de hazırlan bu arada,  yemeğe dışarı çıkalım. Getirdiklerimi dolaba  koymayı da unutmayalım.
--Hayır, hayır evimizde kalalım. Aldığın  köfteleri kızartalım. Yarın gece çıkarız yemeğe.
Adam, Kadına baktı. Gözlerinin sessiz  bakış görüş değişiminden  ısrar etmenin etkisi olmayacağını anlayınca, dışarıda yemek yemekten vazgeçti.
O zaman dedi Adam, yarın  hazır gitmişken alışveriş de yapar mıyız?
Yayıncınla görüşmene göre dedi kadın pratikçe. Neden?  Alışverişten söz ediyorsun farkında mısın? Olmaz mıyım?derken Adam masayı çat diye beş parmağıyla kapattı. Sabahleyin ev sahibinin karşısındaki  çaresizliğine nokta koyan son yumruğa benzeyen fotokopik ve telaşının telafisiyle  kabaca  “Birkaç alacağım var onları toparlayacağım”dedi.
Acelen ne hayatım alışverişe   başka bir gün çıkarız. Şöyle bol paralı bir gününde hem de. Olmaz mı.
O halde dediler mutfağa, dar  daral gelme darmadağanlığa. Çift olarak geçtiler tezgahın başına. Hazır köfteyi kızartmaya koyuldular. Salata masaya kondu zeytinyağıyla  parlatıldıktan sonra. Yaldızlandı yeşil marul.  Salata tabağının hürremiydi incecik tirildeyen kesilmiş haliyle kıvırcıklar.
Her şey kendiliğinden  oluyordu.  Kim Kadın, Kim Adam? Ayrımcılık yoktu. Mutfak, daha bu sabah Adam kim? Kadın kimin yanıtını; Kadınadam; Adamkadın bilmecesini yaşamıştı. Masaya ilk  yumruğu  Kadın vurmuştu. Hesaplanmamış ilişkinin iletişimsizliğinin kopuyordu bir  parçası sahibinden besbelli. Aynı akşam yine  yumruk yedi masa beş parmaktan mutfağın gözü önünde ve hesap kesen en son nokta formülünde. Ne aralık ikilinin arasındaki uçurum mesafesi kapanmıştı. Mutfak  da şaşkındı.
Terazinin dengesinde yarın vardı akşamın alacakaranlığında. Ölçen biçen, kıymayan, kıyamayan ama lezzet çeşni fevkalade. Yenilecek  tadılacak sunuma hazırlanıyordu mutfaktaki o masa şimdi. Şimşekler çakıp yakmayan canı. Karanlıkta  ışık saçan iki göz, menevişli fosfor yayan   yakamozlar kadar romantik Kadın  ve Adam karşılıklı masanın iki ucunda.
  Çiftimiz tatlısülümen konuşarak  bir karı koca huzurunda ; karıncalar kadar tutumlu, timsahlar kadar pusuda, kürkü için canına kıyılmış sansar kadar tehlikeli saatler geçirdiler. Fakat geçirdiler. Kalpleri kırılmadan, dökülmeden.Yatağa uzanırken mutfaktaki yıkanmamış  bulaşıklara aldırış etmeden seviştiler. Kadının ev kadınlığı tutmamış masayı öylece bırakmıştı. Adamın erkekliği şu masayı toplayıvere dönüşmemişti; ne Kadına ne içindeki yeni yetişip gelen kadınsı duyularına.
Profilleri  ve başları  yastığa yan yatmışken, onlar da yan yanaydılar. Düşlerinde ne garibandılar ne soylu. Boyutsuz mekanda cüce çengiler  beyza başlıklı taçlarıyla tavaf ediyordu görünmez oluncaya kadar döne döne.  Usluydu gece, mutfak usul. Çıt çıkmayan evin duvarlarında gerçek hadise yarın denen gelecek zamanda varoluştu her zamankinden apayrı. Masa  kır kılıbık Adamın vukuatında. Kadının  hasekilik aurosuyla;  eskiden su dolanan  kılcal damarları  ayrılarak nesneliğinden yaren oldu kızla erkeğe. Canlıyken günleri hard kart katı aynı masa ve  cansızken; boyalı örtülü tertipli masalığının farkındaydı kesin ve net ve bir tek kendisiydi bunu  bilen. Kimleri terk etmişti kendisiyleyken Adam. Terkedilmişti  üç yıl önce masanın kulakları duya duya. Yine ona kapanıp hüngür hüngür ağlamıştı  Adam kimseler görmeden kadının ardından. Bir kadınını  diğer kadın hiç bilmeden  bu Kadınla  beraberliğine  tanık olan masanın, bilincine ne Adam ne Kadın dikkat etmiyordu. Masanın örtüleri gelene gidene, dolaba, halıya göre değişse de özündeki tahta mertliği  aynıydı bu akşam da yine. Mükemmel donatılmıştı akşamın aşkıyla hevesle. Gece yarısı yorgunluğu üzerinde kaldı ama. Yarım salata tabağı, köfte yağı bulaşığı mavi çiçekli porselen servis tabağı, kadehin dibinde bir kırık beyaz şarap, tuzluk, çatal bıçak dibinde kıvırcık,  gece kurumaya terkedilen dilimli çavdar ekmeği sepetinde,  markasız solgun birkaç peçete,  kara çekirdekleriyle zenci dişi parlaklığında  bıçak yarası iyileşmemiş karpuz  dilimlerinin eşliğinde  bekleyen  tık tık saatli gecelerin tıkırtısız masasıydı o bu akşam.
28. bölüm yeni hikaye
Adam, pazartesi sabahı erkenden kalktı. Kadınsa  bin yıllık uykuda görünüyordu. Sıcak yaz gecesi odaları  bunaltıcı  olduğundan  dolayı yorgan yerine  çekiverdiği çarşafın üstünden  sıyrıldığını görünce  sevgilisinin üşüyeceğini düşündü. Yatağın kıyısına  tortop olmuş minimini çiçekli  çarşafı  göğsünün hizasından başlayarak örterken kadına; şimşek çakmasına benzer aniden  çata pata  parıldayan ışığında onu ilk kez görmüş gibi oldu. İncecik  alınmış kaşlarının,  gözkapakları örtülü yüz ifadesinde; gündelik yaşama hiç dönmeyecek bir kayıtsızlık gördü onda. Hiçleşme nevinden. Gün boyu bin bir  düşünceyle birleşen, ayrışan, çelişen, uzlaşan, başkaldıran göz, ağız, dil; yaşadığını unutmuş ruhun cansız hayali kadar dingin görünüyordu oysa. Derin uykudaki kadınsı yüzü  tekildi sevgilisinin. Her anın bir  çeşitlemesi yüzler ve yüzleşmelerin izi kaybolmuştu. Hafif nefeslenmeleri dışında  durgun, donuk duru ifadesiyle nasıl bihaberdi kendisinin onu seyrettiğinden. Sevgilisi  uykulu halini seyredildiğini görse, tepkisi ne olurdu acaba?  Kısacık saçlarının birazı tedirgin dik dik yastığa uzak; bir kısmı  baş derisine yapışmış sıkıca, ayrılmamak için  dibinden saç telinin, tutunmuş baş altına. Diğer saç tutamları tutuşmuş yastık altına ve kulakların arkasına saklanmış olanlar ise iç kulaktan gelecek haberi dinlemekle meşgul yatık durmaktalardı her halükarda. Burun kemeri gevşemiş dudağa aşkın. O arada üst dudağa yakın, yaşlanmanın bir rivayeti olmasa da belli belirsiz bir kırışık, bir rüya geçidinden geçer gibi  devenin hörgücüyle  geçmişe uzanmıştı. Oradan bir boğaz gibi ağız bir başka   geçişli  yol biçen  ve dil. Kırmızı beyaz kış bulutundan sarkan bir ufak  çizgili pembesi   işaret ederdi konuşunca geleceği, geleceğe. Uykuya teslim olmuş  kadının vücudu çölde seraba düşmüş bedevi gibi yaşam  gerçeğiyle aykırı ve tezattı anda. Bir daha uyanmamak hissine eyvallahsızdı.. Savunmasız. Çekincesizdi.. Yatağında  uzanmış uzamış  bedeni sorgulama şansı yoktu. Ki, elim nerede, kolum kıvrık mı? Üstüm açık saçık mı , sırtım kambur, bacağımın  biri diğerine küsmüş mü soramazdı uyuyan. Uyumayan ise eğer isterse, sakince seyredebilir ve bütün her şeyi irdeleyebilirdi. Beli bükülü ikiye, vücudu bir  kocaman “S”diye… Adam gönül  hanının kapısını bir kez açmıştı   en  sevgili  ve uykusuyla  yolculuğa.  Yolcu yolakçıya kendisi de eşlik ederek    iç görüşmelerine  uyanan taraftan olmak kaydının verdiği hazla.Yataktan bugün benim kalktığım gibi aniden  serice veya derin bir depresyonlu isteksizliğinde  uyanılır kimi öyle kimi böyle.. Yataktan  kaçarcasına  kalkıveren ya da esneme gerneşme düzenine alışkınlıkla da kalkanlar da dahil, ben veya Aşkım, bir dakika önce uyurken nasıldık acaba dememiştim şimdiye değin. Hayretine hayret etse de etmese de; sabah, her sabahtan farklıydı bugün  Adam için. Yeni bir hikaye yazmaya  yol açan çakmaktaşı sevgilisinin yüzü cayırtısıyla yanıyordu  içselinde sessizce. Ateşi alev alev  görünmeyen, dumanı tütmeyen nefesin harıyla Kadın,  emrine amade dürtüleriyle yanmaya  can atan kahramanı. Üç köşeli yüzünün her bir köşesinde, sevgilisinin hikaye örgüsünde yüzde yüz hatlarıyla yön gösteren pusula emsaliyim diyor gibiydi kadın uykusunu açmaya ret eden ve  ölümden bir önceki adımı atabilirim de; atmayabilirim de... Kararsızlığının tam bir kararsızıydı aslında sevgilisi uykunun en güzel kuyusunda. Adam irkildi  birden. Ardından  silkinerek   neler  düşünüyorum diyerek kendini uyardı adeta.  o ruh halinden çıkmak ister gibi kıvranarak; bir yol hikayesi uykudan öncem ve sonram  ve ağır bir  Pazartesi dercesine sevgilisinden bakışlarını ayırdı.  Hafta başı ve yayıncımla görüşmek için  bir an önce çıkmazsam odadan akşamı edebilirim  dedi diliyle dişi arasında.  Detaylar, notlar almaya başlayabilirim... yeni hikaye bile yazabilirim diye akıl yürütürken Adam.   Kadına da   belki de kaçıncı rüyasında; Adamın seyir haline dönüştürdüğü anlıksal  düşünleri  bir başka adlandırmayla örneğin:“uykusunda bir kadın  ve betimlemeleri seyirliği vesvesesinde ”   malum olmuş olabilirdi. Şöyle bir rüyayla: Kadını  bir detektif   adım adım izlerken fark edip çarşafı başının üstüne kadar çeker figüründe. Bütün bunları farzederek Adam son bir gayretle sevgilisini seyretmekten  vazgeçerek gitmesi gerektiğini kesinleştirdi. İvecenlikle, sevgilisini  sabah uykusuyla baş başa bırakıp  yürüdü. Yatak odasında perde koyusu  loşluğunun  yalnızlığında kadın hala uyuyordu.
  Adam oda  kapısını  yel hafifliğinde çekti.. Ama birden  giysilerini içeride unuttuğunu fark eder etmez uff! Diyerek geri açtı kapıyı kendine doğru çekerek. Sevgilisi uyanacak diye ödü koptu. Kız, dün çok yorulmuştu. Pantolonunu, tişörtünü aldı.  Az  önceki gibi bir  kaplumbağa tısıltısıyla çekip kapıyı yeniden banyoya daldı. Ve jet hızıyla hazırlandı. Yüzüne traş losyonunu sürerken aynadaki benliğine yakışıklıyım  galiba  deyip kendi kendine dil çıkarıp  eğlenmek istedi kendisiyle çünkü, yayıncısıyla tartışıp tartışmayacağına dair kuşkularını ancak böyle akıldışı edebilirdi ona göre.
Arabanın anahtarını eve bıraktı. Gideceği yer yakındı nasılsa. Trafiği çekemem bugün  fazla gelir park edecek yer aramak  falan fişman diye düşündü.  Yürüyüveririm  yarım  saat, kafam sakinler, bacaklarım açılmış olur. Konuşacaklarımı da zihnimde belirlemiş olurum hem dedi kalbinden.
29. bölüm yeni hikaye
 Pıt pıt pıt merdivenleri indi önce bir ve  ikinci kata varınca, aklına bir şey takılmıştı. Almayı unuttuğu nesne, nevale her neyse…obsesifler gibi kapının örtülmediğine dair içi   bazı insanlarda görülen takıntı hastalanmasına  benzeyen bir haldelikle fişfiklenmişti. Ocağı kapattım mı? Pencere açık mı kaldı? Doğal gaz kaçak yaparsa vay vaylamalarını açık ara sollayan kuşkuyla, dönüverip geri indiği merdivenleri tekrar tık nefeste  acelece çıkarak; son bir kez evin  kapısının sıkıca çekilip çekilmediğini   kontrol etmeyi ihmal etmedi Adam.
Allahım dedi. Ben de mi  Sinan gibi olmak üzereyim. Bana ne oluyor bugün? Yayıncıyla görüşmem dolayısıyla mı geriliyorum. Sinirlerim yay gibi. Eskiden olsa evden çıktıktan sonra başımı alır giderdim. Vay başıma gelenler dedi içten içe.  Doktorumun bahsettiği durum mu harekete geçiyor? Dalgalanıverdi zihni. Kadınsı kişiliğin değişimi böyle mi belli edecek ben de, acabasını sorguladı şimşek hızıyla. Kalbine pıtırak gibi dikenler batı batıvermiş oldu her yanına. Ter bastı alnından ayağının tabanına. Üstüm başım ter kokacak demekten de kendini alamadı diğer taraftan. Off! bee! Oldu mu ya? Yürümekten vazgeçip taksiye mi binsem? Bir türlü karar veremiyordu. Ne tuhaf, hala evde bir şey unutmuşum kaygısı çekiyorum diyen iç fısıldaşmalarıyla başa çıkmaya çalışırken… Bir öyle, bir böyle  binanın dışına çıktığını; havanın misafir rüzgarının yüzüne çarpmasıyla anlayıp ferahladı. O anla birleşen vücudu ürperişlere teslim oldu. Bedenine dikkati kesildi. Üstüne giydiği tişörtünü, güne uygunluğuyla bir numara ilan etti ve seçiminden memnun memnun çok etkileyiciyim diye onayladı tarzını. Aklına mağrur bir teşekkürle ve  olağanüstü bir güven duygusuyla yürümeye devam etti.
Aslında  önemli bir konuda görüşmeye   gideceği zaman  beyaz  giymeyi tercih ederdi. Hengameli rengarengin çekiciliğnden kurtuluşu bellemesi   beyaz rengi ve  müptelalığı; fiziğinde tamamlayıcı bir yanı olduğuna inanmasındandı. Ondan  severdi beyaz giymeyi çoğunlukla. Bütün olumlamalara rağmen bu sabah  canı beyaz  giymeyi  çekmemişti. Çünkü nicedir gardropta bekleyen   açık kavuniçi çizgili pembe tişörtünü gözüne çarpmış bir anda kaynaşıvermişti ruhu tişörtle. Altına krem yazlık kotu da gayet şık durmuştu.
Adam, kesintisiz bir kararlı yürürken parasal vaziyetini düzeltmesi gerektiğini inançla birkaç istiare zincirlemesine; zihnini bulandıracağını bile bile sara sara sarıldı. Alıvermiş  gibi keratayı eline ve  ayakla ayakkabı arasında aracı kurumu dikeyliğinde. Soku soku verip  ayağının ardındaki ayakkabıya gibi yeni kitabının telif hakkını alamadığını sokuşturacaktı yayıncısının kulağına. Şunun şurasında iki günlük yazarlar bile kendinden çok alıyordu  söylediklerine göre. Yayıncısıyla kazanç meselesini konuşurken, incik boncuk hesabına dökmeyi düşünmüyordu . Yekten  yazdıklarımın karşılığını istiyorum diyecekti. Bu zaman değin, ailesinden geliri olması nedeniyle geçinmek de hiç zorluk çekmemişti. Fakat artık gelirleri tehlikedeydi. Yani kesilebilir tehlikesi kol geziyordu çevresinde. Onun için ayağını yere basarak harcamasını ayarlamalıydı. Parasız kalmamıştı hiç. Cebinde paranın bittiği olmamıştı. Param yok dememişti kimseye, dün sabah ev sahibine demek zorunda kaldığı gibi. Sevgilisi imdadına yetişmeseydi Allah bilir daha neler olacaktı Pazar sabahında?.. Geçim, geçinme  yolda   aklın yolu birdi. Beşti. Yüzdü. Milyondu. Milyardı. Dişe dokunursan dişli; dokunmazsan hiç mi hiçsin demeye gelen sistemle herkesin bir yolu ve yöntemi vardı başa çıkabilmek için. Emeğin karşılığı, üretimin verimin  karşılığının alınmadığı gün, hafta, ay ve yıllar nasıl geçerdi. Yemeden, içmeden, tatil yapmadan?... Hikayelerini yazarken işin bu  tekinsiz  kazanma, geçim derdi tereddütleriyle içli dışlı olmazdı. Yeni bir durumdu bu. Parasızlıkla yüz yüze kalıvermek. Başını önüne eğdi asfaltın sıcağı laf  anlamaz, lafazanca yüzüne karşı çalındı. Adam, karşıya baktı , karşıdan gelen aksi birine rast geldi gözü, başını eğdi. Karşıdan gelenin negatifine yakalandı. Başını  yukarı kaldırdı. Gökyüzü kanına girdi  sıcacık kayarak damarlarından. Ilık bir Ağustos sabahındaydı bir hikayeci farkında olarak daima   yukarı bakmalıydı ve sözleri yukarılara çekmeliydi onu. Yeni hikayeler yedi kat yukarıda gökyüzünden öte bir mesafeden dökülür gibi metaforlarıyla yazılmaya yazmaya hazır ola sokardı işte böyle yazarları. Başı hala  yukarıya doğru ve açık bilinci, düşü, kurgusu, gerçeği Adamın ve ben yazarım, yazmalıyım dedi şunları kendine. Ve  yayınevinden girmek üzere adımını attı kapıdan.
30. bölüm yeni hikaye
 Adam, yayınevinin kapısından içeri adımını atar atmaz, telefonla konuşan  yayınevinin sahibi pat diye kapatıp telefonu, ahizeyi yerine yerleştirmeye çalışırken…
--Ooo hoş geldiniz efendim dedi.
 Siz buralara uğrar mıydınız gibisinden  çok gereksiz  abartı bir ayaklanma babından  güler yüzle karşıladı. Eh, dedi, Adam, bu güler yüzün ardından hesap kitap kısmetimiz kesilmese bari diyerek yarı resmiyetle elini uzattı; lalübali olmaya  hiç niyetli değilim dercesine. Yayınevi sahibi hava civalara alışkınım edasında, o da uzattı  parmakları birer metre ve kuru budaklı elini. Şipşak tokalaştılar iki adam ve geri çektiler ellerini. Spor müsabakasında ringe çıkmış  iki pehlivandılar hemen hemen.
 Birinci raundu ben kazandım der gibi Adam, köşesine çekilmiş haddinde, otur denmesini beklemeden tekli koltuğa oturuverdi. Oturuvermesiyle birlikte koltuğun içine gömülünce, eyvah, bu halde derdimin “D”sini anlatamamın telaşı kapsadı içini. Ne yapsam ki? Ayağa kalkıp  dikiliversem…Ne düşünür ki?  Yayınevi  sahibi öyle kelli felli biri değildi. Birkaç tane zayıf  kuru dal duldasına sığışmışların yağmurdan sonra  sıkı sıkı sıkılıp çamaşır misali buruşmuş halini andırıyordu.
Uzun mu? Uzun. Zayıf mı? pek değil. eğik bükük oluyordu ya  yürürken gösterişi kayboluyordu. Tek cankurtaranı ve   olanca  süksesi; kocaman arkalıklı  kahverengi  makosen koltuğuydu.
Adam bir sıfır yenikti bu durumda.
Kahramanlarınız fevkalade şanslı hikayenizde deyince
 Adam, sözünü tam planladığı gibi gediğine koydu:
--Ama, hikayenin yazarı  onlar kadar şanslı değil deyiverdi  bir çırpıda çabucak.
Yok canım, neden acaba?dedi. Pişkince bir soruydu  hikayecinin tarafından bakılacak olursa.
--Parasal mevzular dün oldukça canımı sıktı Yasin bey diye  tatlı sert yapıştırdı sözünü Adam.
Ofisin ferah havası dar daralır oldu  bir iki dakikalığına. Dosya dosya çıktıların beklediği  masanın; karmaşasını, onu oraya, bunu buraya düzeltti kısa mesafeli suskunlukta patronu odanın.
--Siz de haklısınız. Beklentilerinizi karşılamak isterdim. Kabul edin  ki, kitap satışınız son günlerde  eskisi kadar rağbet görmemekte. Ha,  genel olarak zaten piyasa böyle  diyebilirsiniz. Fakat, gerçekten  satışlarınız çok durgun. Bir kitap basmak kolay bir şey değil. Baskısı, dizgisi, telif hakkını korumak için çırpınıyorum inanın bana dedi.
Adam, pes etmek niyetinde değildi.
--Pek tabii kitap basmanın masrafsız olduğunu  bilmekteyim. Ki, bugüne kadar, asla para ile  ilgili bir konuşmayla karşı karşıya kalmadım  sizinle. İlk kitabımı çıkarırken, ortağınız gibi sizin kazancınız adına heyecan yapmıştım hatırlarsanız. Kitabımın yayınlanması önemliydi o günlerde. Hikayelerimin kitabevi raflarında yer alması yeterliydi . Size kendi sözünüzü hatırlatmak mecburiyetindeyim.  “ Sizin cevhersiniz bizim için. Hikayeleriniz yok satacak. Siz de, biz de müthiş rahatlayacağız. Eminim!” bundan demiştiniz.  O günden bugüne açıkçası para konusu bana dokunmadı, ben  de size. Dün ve dünden önceki günlerde  maddi sıkıntılarım yüze vurdu. Kıyıya vurdum tam anlamıyla. Müsait şartlarda  ne ise kitabımın gelirini kağıda dökelim istiyorum.
Yayınevi sahibi gerginleştiğini söze dökmemeye özenle:
--Vallahi çok iyi olur. Anlaşmaya dökülmemiş işlerden kaçarım ziyadesiyle dedi.
Adam:
--Yeni Hikaye’mi de konuşalım. Satışların yüzde   otuzunun benim hesabıma yatırılması… ağzından çıktı dan diye.
Ooo ne yapıyorsunuz siz? Ben o kadar kazanmıyorum. Ödül almış yazarlarımızla çalışıyoruz. Ancak bu kadar veriyoruz. Yeni Hikayenizi yayınlamakta yorgunu yokuşa zorlamayın lütfen!
--Nasıl yani? Adam, sözün gıynadığı (oynadığı)yere geldiğini anladı. Bir soruyla geçiştirmeye çalıştı.
Yeni Hikayemin adı da  “Yeni Hikaye” konusu çok ilginç. Çok okunacağına güvenim sonsuz.
 Bu kadar güvenmeyin dedi yayınevi sahibi gözünün yuvalarından fırlayan gözbebeklerini kırpıştırarak.
--Geçen aylar içinde  hiç para  almadım. Ve  yazdıklarıma güvenmemi sağlayan biri olarak, eserlerimden kazan/kazan  olmasa kitabımı basmayacağınızı  bile bile…  başını iki yana sallayarak: Blöflere ihtiyacımız yok seninle  benim dedi; senli benliye dökerek diyalogu. Hakkımı alamazsam, ya da vermezseniz giderek size  kodlanmış olan seyir defterimdeki saygımın azalabileceğini ima etmiş oldu Adam. Ofisin hakimi benimi, öyle ustalıkla idare etti ki yayınevi sahibi de…  Baskısı çok satan hikayecisini kırmadan dökmeden:
-- Yüzde otuz demeyle olmaz! Yüzde  on beş de anlaşabiliriz diyerek bir adım geri atıyorum bak, demişimle elini takır takır  oturduğu yerden uzattı anlaşmak için. Yazarın tarafından ise olağanüstü bir rahatlama oldu.  Nihayet, yolum açıldı pazarlık masası kurulduğuna göre. Kitapların az satıyor demesi demek ki, gerçek değil bir manevraymış diye düşündü.
Yüzde yirmi isterim ve geçmiş hesapların tümünü alırım bugün. Ev sahibime söz verdim hesabına para çıkaracağım.
 Telefonun numaralarını basıp sekreterine en tok ses  perdesinden:
--Kızım bize iki çay söyle! Ya da dur bir dakika. Telefonu hatta tutarak:
--Ne içersin?diye sordu o da senli benli. Adamla yayınevi sahibi  birlikte yemeğe birkaç kez yemeğe çıkmışlardı  ama  bir türlü aralarındaki sınırı  silememişlerdi. Şimdi sınırların çizileceği dakikaydı.

--Çayınızı içmek isterdim kahvaltı yapsaydım eğer dedi.
Sahi mi?  İnanır mısınız  bu ne  tesadüf, ben de  kahvaltı yapmadım dedi yayınevinin sahibi.
Ne yapalım? Sizinle kahvaltıda konuşmamızı sürdürelim mi?  Gönülsüz mü, gönüllü mü kahvaltı daveti? Adam için mühim değildi, patronu içinse başka bir kibarlık alternatifi söz konusu olamazdı.
 Kül yutmaz hasım kadar uyanık ikilinin  çekiştireceği  mevzu para olunca kıt kanaat alışveriş eden karı koca gibi ortak nokta kahvaltıya gitmek en sağlamcı   yoldu ticarette.
--Çok iyi olur dedi. Kızım biz  kahvaltıya çıkıyoruz.
31. bölüm yeni hikaye
Adam ve patronu önlü arkalı düştüler  odadan dışarı çıkarken.  Ofisin  asansörü çalışmıyordu. Merdivenden inerek dışarı çıktılar.
-Araban var mı?
- Hayır.
Yayınevinin sahibi,  olanca heybetine sinen  kamburumsu  bedeniyle patır kütür adımlarını atarak:
-Evin yakın demek.
-Sayılır dedi Adam.
-Şehrin şamatacı  şevenginin çok yakınında olmak nasıl bir duygu. Benim evim oldukça uzak.
-Benim özel bir seçimim değil; kiralık ev   ararken bir arkadaşımın aracılığıyla öyle denk düştü.
- Kahvaltı için bildiğin bir yer var mı?dedi yayınevi sahibi.

- Evet, ara sıra gittiğim denize nazır ve buraya çok yakın bir mekan var. Teras  ama değer. Nefis bir manzaraya sahip. Ne dersiniz?dedi Adam.
--Mirim derim. Bana uyar. O zaman arabaya gerek yok.
--Yok, yok. Ofisten aşağı, bir iki cadde ötede.
--Efendimm peki, o halde önden buyurun.
 İki erkek aşağı yukarı konuşmadan bir süre yürüyerek  eski bir  İstanbul  evinin restore edilmiş  merdiveninden çıktılar. Gizli mabet gibi tertemiz  küçük bir kahvaltılık mekan tüm modernliğiyle karşıladı onları, sahibesinin  sade zarafeti eşliğinde.
--Hoşgeldiniz beyler. Nereye oturmayı arzu edersiniz?
--Benim masam boş mu?dedi Adam.
-- Her zaman ki gibi beyefendi dedi kadın. Erkekler bir iki dakika içinde  masaya yerleştiler.
Boğaz gerçekten mavi göl tangoluğunda mekanla adeta içkinleşmişti. Nazik bir serinlik denizden onlara doğru esiyordu. Martılar, alaca ve alıcı ve süzülerek döne döne cık cık cıkırdanıyordu. Bir vapur düdüğü son bir veda etmeden kıyıya “yine geleceğim nasılsa… vaadiyle” denizi yararak gidiyordu. Köpükle yıkanmış gövdesinden habersiz yolcularıyla  gideceği menzile vuuu diye yakınsayarak uzaklaşıyordu. Masaya henüz oturmuş iki müşteri gördükleri manzara karşısında; gökyüzündeki gümüş kırığı bulutları yum yumuşaklığıyla seyre daldılar.
“Bu yazar kısmı işte böyle”diye sohbeti başlattı yayınevi sahibi.
-  Biz  de çok yer gördük  diye geçiniriz. Keşfiniz mükemmel. Manzara azizim şahane. Dilim tutuldu. En kısa zamanda bizimkileri alıp gelmeliyim.
  Adam suskun kaldı.
--Sevgilin var mı?
Adam hafif tebessüm etti.
-Ne kadar münasebetsizim değil mi?
-- Biraz.
- Sen de fazla açık sözlü.
Hah hah hah!!!
- Sevgilim var. Evlenmemiz size bağlı artık.
-Ooo…Yok canım. Gündemi ayar inceliğiniz fevkalade.  Tebrik ediyorum. Kahvaltımızın özel   mönüsüne görelim hele bir deyince yayınevinin patronu.
- Şimdi hapı yuttum galiba.
-Neden?
-  Damak zevkimiz. Uyuşmazsa.
Yayınevi sahibi, yazarının  hesap kitabın peşini bırakmayacağına anladı. Dur bakalım diye iç geçirdi.
-Gençlik iksiri başka dedi renk kattınız günüme sabah sabah..   Şu  güzelliğe bakmaya doyamadım inan ki. Keşke fotoğraf makinem yanımda olsa… İstanbul’u keşfettiğimi söylerdim hep. Meğerse bu şehir elde edilmez bakire gibi kimine kız; kimine dul; kimine evli barklı; kimine çoluklu çocuklu; kimine fahişe yüzünü gösteriyormuş.Yedi tepeli, dokuz kocalı, tenhada masum, köhnede fukara, kalabalıkta yosma, karanlıkta koca bir zindan meretmiş. Rakı gibi içsen; sarhoş olmuyorsun ama  üzüm suyu gibi içsen; körkütüksün vesselam. Şarap gibi içsen; neyzenin üflediği nefesle mevlanaya dönüyorum gibi. Ne şairle hecem katık; ne  masamda yemeğim. Kırk yıldır aynı yolu geçip, aşağısından binaya kör bakıp geçiyorum… çıkıp terasında boğaza bakıp bakıp İstanbul’a tekrar aşık olacağım aklıma gelmezdi sevgili Hikayecim. Dile benden ne dilersen diyeceğim de zaten mevzumuz para. Yoksa sen özellikle mi yaptın söyle bakayım. Hadi  artık bir yandan da kahvaltıyı  söyle bari. Bir de onu görelim.
Adam her şey bu kadar iyi gidemez dedi. Karşımdaki, işadamı, ticaret erbabı. Bir yudum su da işi bağlar. Eli boş dönerim diye  belli belirsiz  sıkıntısıyla bakışlarını uzattı masanın uzağında bedeni ve kulağı kirişte mekanın sahibesine, o da  müşterisine doğru:
-Her zamankinden dedi.
-Tamam beyefendi. Şimdi hazırlanır. Ekstra bir şey ister miydiniz,  arkadaşınızın özel bir isteği var mı?
-Teşekkürler şimdilik yok dedi yayıncısına dönüp:
- Sana sormadım ama.
-önemli değil . dedi yayınevinin sahibi:
  - Sana bıraktım.Ne yiyeceğiz diye meraklanmak hoşuma da gidiyor.
-Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
--Moralimi bozma ama.
32.BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam dün sabah  ve bugün sabah tezat tam bir tezat dedi kendine. Ev sahibi kadınla, yayınevi sahibini karşılaştırmayı fırsat bilerek patronunu incelemeye koyuldu.
 Parmakları nasıl da uzun ve kavlaktı adamın. Kaç yaşındaydı. Yaşı olduğundan fazla görünüyordu.   Ne düşünüyordu acaba? Acemi ve çaylak bulmuş mudur  beni? Nerede kaldı bu  kahvaltı. Gelse de bir an önce işimi bitirip eve gitsem. Sevgilim uyanmıştır. O da belki kahvaltı yapıyordur diye içini geçiren Adam Sıkıldım artık dedi. Onun baktığı yöne başını çevirdi. İkisi  erkek de denize doğru gözleri ufukta  mahur ve mağrur; ruhlarına hafifçe dokunup kaçan  müziğin güftesinde kaybolmuştu manzarayı seyrederken. İçsel serzenişleri kalplerinde bestelenmemiş  şarkı gibi yumrulaştı boğazlarında, boğaza karşı oturmuşken.
--Kahvaltınız hazır beyler demesiyle,
Erkekler mekanın sahibesinin  apansız masmavi gözleriyle karşılaştılar. Kadın  alışkın olduğu üzere, gülümseyerek :
--Afiyet olsun, dedi  masadan uzaklaşırken.
Patron, çayına şeker atıp, kaşığını yavaşca karıştırırken:
--Ben burada bazlamalı omlet yemeyi severim dedi ve   portakal suyundan  bir yudum içtikten sonra Adam, “Bazlamalı omlet hımm… oho ho oldukça güzel
görünüyor.” Diyerek sevinen patronuna:
-- Annemden kalma  bir tat. Her sabah kızartsa itiraz etmezdim.
-- Yok yahu deme! derken çatalını batırıp ekmeği
ısırdı. bir iki lokma çiğnedikten sonra:
--Nefis, nefismiş yahu!” dedi.
--Beğeneceğinizden emindim zaten dedi Adam.
Kahvaltının bundan sonrası   çatal, kaşık, tabağa gidip gelen ellerin arasında geçti. Son lokmalarını çiğneyen ilk konuşan o oldu. Her ikisinin sandalyeye atıverip gövdelerini sakinleşivermelerinden kahvaltının sona erdiği anlaşılmıştı.
--Eee  söyle hadi? dedi patron.
-- Yüzde otuz da anlaşalım.
-- Çok dedin. Kağıdı,matbaası, editörü, dizgisi… yayınevinin nasıl ayakta durdurduğumu bir bilsen.
--İşin o tarafı size ait.
- Ooo,
-Haksız mıyım? Çok sattığınızda karın tümü size kalıyor. Üstelik üretkenliğimi bilirsiniz. Son romanım “Yeni Hikaye.” Müthiş bir konu yakaladım. Okurlarımı sürükleyeceğinden eminim.
--Gel sizinle açık bir anlaşmaya imza atalım.
--  Ne kadar açık?
-- Kitap satışlarınızı birlikte takip edelim. Karın yüzde otuzu  yine sizin olsun.
--Ne demek bu şimdi anlamadım?
--Yeni Hikaye’niz tutmazsa hiç para talep etmeyeceksiniz ama, ne dersiniz?
-- Mirim derim.
--- Hah hah ha ! bir an masaya yumruk atacağınızı sandım. Beni, benim sözümle bağladınız. Fevkalade bir üslup. O hikayelerin boşuna yazmamışsın. Şaşırttınız beni. Üstadım el sıkışalım verin elinizi. Adam uzattı elini naz etmeden. Kurumuş parmakların korunaklı avucunda sıktı sıktı sıkıca patron  hesabı öderken cüzdanı çıkarmak için elini kullanacak olmasa öylece ineceklerdi merdivenlerden. Olmadı. Hesabı ödemek için cebinden  cüzdana, oradan kredi kartına ulaştı parmakları. Hesabı ödeyip,  kahvaltı için mekanın sahibesine teşekkür edip ayrıldılar yine arkalı önlü iki erkek. Anlaşmadan ikisi de memnundu. Adam  “ Yeni Hikaye’sine güveniyordu.. Çünkü kendi hikayesinden yola çıkacaktı.
Aşağı inince yarın görüşelim diyerek ayrıldılar.

33. bölüm yeni hikaye
Adam evine dönmekte acele ediyordu. Bir çırpıda merdivenleri çıktı. Anahtarı   çevirip kapıyı açtı sessizce süzüldü içeri. Kadını hala uyuyor sanmasından dolayı  balkona çıktı. İçine kocaman bir nefes çekerek şehri süzdü. Düne göre bugün  keyfi gayet iyi sayılırdı. Yayınevi sahibiyle görüşmesinden memnun ayrılmıştı. Yeni Hikaye’si için acele etmeliydi. Yüreğinde azıcık azıcık filizlenen coşkulu kadınsılığının ipuçları, yazacağı romanda pusulası olacaktı. Yan dairenin  balkonuna bir kadın acelece çıkıp, kenarda duran çiçeklerini sulamasını seyretti bir süre ve gidip  sevgilisini uyandırmaya karar verdi. Yatak odasının kapısını “pıt” diye açıp daldı odaya:
Aaa ! dedi gayri ihtiyari. Yatak bomboştu. Camın bir kanadı açıktı. Çarşafın buruşuğuna bakıp hımm aceleyle çıkıp gitmiş vay be ne oldu ki? diyerek telaşlandı Adam. Hemen telefona sarıldı. Sevgilisini aradı. Cep telefonu kapalıydı. Birden çıldırdı. Panikle telefonu tekrar tekrar   aradı. Aradı. “Şu anda aradığınız numaraya ulaşılamıyor” sözünü duydukça aynı monotonlukla iyice sinirlendi.  Nereye gitmiş olabilirdi?  Dün gece  yarın erken gideceğinden hiç söz etmemişti.
Bu ne ya şimdi? dedi Adam. Acaba kendi  evine gitmiş olabilir mi? Ama telefonu neden kapalı? Çat!diye  “başka biri mi var hayatında” diyemedi kendine. Yüreğinde  ezilme gibi bir his çığlaştı. Kalp atışı sıklaştı. Ölüyorum sandı bir an.  Hiç böyle olmamıştım. Bu da mı  kadınsı  hislerimin oyunu mu? Ve bu oyun hiç hoşuma gitmedi dedi kendine. Yatak odasına geri dönüp bir not aradı. Olur ya, sevgilisinin şarjı bitmiştir. Telefonu açmaya vakti olmamıştır. Acil bir işi çıkmıştır. Her detayı gözünün önünde canlandırdı. O’nun bir erkekle buluşmuş olabileceği ihtimalinden uzak durmaya çalıştıkça; burgu gibi yana  döne dolanan düşüncesi çıldırtacaktı Adamı neredeyse?
Mutfağa baktı. Bulaşıklara dokunulmamıştı. Küllükte son bir sigara izmariti de akşamdan kalmaydı? Banyoya yöneldi. Islak fayanslardan anlaşılan duş almıştı sevgilisi.
Bilinmezin verdiği şüpheyle yangın yerine dönen bedenini bir  sigara sakinleştirebilirdi belki. Çakmak ve sigara baktı boş yere sevgilisinin  bırakmayacağını bile bile  aranırken…
34. bölüm yeni hikaye
Yatağın sağında duran komodinin  alt çekmecesini  çekti,  sigara ve çakmak bulmak  birdenbire  önemli oluvermişti sakinleşebilmek için. Yana döne eski bir dostunu arar gibi tırtık mırtık arıyordu çekmeceyi ve her yanı.
Bu evin, kendi evi ve yatak odasının da  kendine ait olduğunu unutmuştu.Adam, çekmecede ona ait  çorap, mendil, kalem, kitap olabilirliğini  ise kafasının karışık  olmasından dolayı tamamen beyninden silmiş  durmadan karıştırıyordu.
 Yatağın sağındaki çekmeden bir şey, eh yani, sigara çakmak bulamayınca, solundaki çekmeceyi olanca hırs ve öfkeyle açtı. Bir iki  iç çamaşırı vardı çekmecede beyaz lacivert kahverengi  katlı vaziyette altta, üstünde ise çok eski sahaftan alındığı belli olan Stendhal’ın “Kırmız ve Siyah” adlı kitabı durmaktaydı. Önce ilgisini çekmedi kitap. Çekmeceyi çat! kapattı.Kapatmasıyla gözüne bir şey çarpar gibi oldu sandı, çekmeceyi tekrar açtı.Yanılmamıştı. Kitabın arasında katlanmış, bir beyaz kağıt vardı. Normal şartlarda aldırış etmezdi. Kitabın arasında görünen beyaz bir kağıdı önemsemezdi. Şu anki  melankolisiyle  beyin fırtınası yaşıyordu. Aklı fikri zikri paranoyalarıyla tık tık tık  kitabın arasında duran mektup kağıdını bir iki  üç ve dört hamlede açtı ve okumaya başladı.
“Bir Tutam İpek Kadın
Adam durmadan vuruyordu, başına başına kadının. yüzünde beliren korkunç ifadeden, içinde, kadına öfke yığınları olduğu belliydi.
kadın, yumuşacık bir top ipek yığını gibi  inen yumrukların acısını omuzlarında hissetmedi. Karşısında  tüm heybetiyle duran adam; ne kadar önemsizdi. Kocaman elleri vardı yavan ve yaban. Sırtlan gibi dişeyen ve  ağız dolusu hakaretin biri bin para…Odaya yayılırken  darmadağın tuzla buz oluyordu sonunda.
Bir Tutam İpek Kadın, dayak sonrasında kalakaldı öylece bir müddet. Ve aniden kalkıp yerinden sekerek gitti, camı açtı. Gece, yavaşca  girdi gözlerinden, gözbebeklerinin tam göbeğine yerleşti kadının. Pınarlarında biriken gözyaşlarını tuttu attı, tuttu attı içine. Gece, Kadının acılarını simsiyah zamanlarında  önce ovdu ovundurduktan sonra , öfkeyi, gece'liğinin içine bir sis perdesiyle gizledi. Ardından, sonsuzluğa saldı dumanıyla zehir zemberek geri dönmemesiye. Kadın acısını hatırlamayacak  şekilde unutulmak üzere. Kadının yüreğinde düğüm düğüm oldu  artık o zaman: "Sakın ağlama! Sakın ağlama!" diyordu Gece, ama kadın gizlice sessizce ağlamak istiyordu hala! İpeksiliği incinmiş, gönlünün, teninin bir yerlerinden elim elim elenmişti. Gözlerinin gölgesine hüzünler düşmüştü. Kirpikleri ıslak ıslak. Yüzü alabildiğine mutsuzdu kadının. Damla damla gözyaşlarını geceye bırakıyordu.
Adamsa kadını dövdükten sonra hırsla ve soluyarak namaza durmuştu.
Bir tutam İpek kadın'a indirdiği yumrukları, hak yolunda, haklı kılmak uğruna. Adam, sesli sesli dua ediyordu. Kadın, iğrenerek değil acıyarak baktı adama. İçinde nefretten, hınçtan eser yoktu. Sadece dibi görünmeyen bir boşlukta kaybolduğunu hissetti.
 İpeksi kozasını delen kelebekleri, kanatlı melekler gibi  hale hale çevresinde uçuşuyordu. Bir gökkuşağı  dudağı  ve  ağzından dökülen sözcükleri hala rengarenkti kadının. Adama baktı, o eğilip secdeye vardı. Dilinde, Kunut duaları gayet gergin,  yassı namazının Salavat-ı vitrinin tüm kutsalları adına  bu gece tanık olduklarına başkaldırıyordu. Adama, sesleniyordu; sessiz karanlığın lal olmuş diliyle Kunut duası:
 “ Biz seninle uzlaşamayız zayıfı ezen, zavallı  adam. Eğer, aydınlanmaya karşı durursan, bilime inanmazsan , biz de sana ve yalvararak dua etmene inanmayız!!! O Kadına, yumruk vurarak sen aciz kalmadın mı  be Adam? Kendi insanlığını unutmadın mı  söyle Adam? Şimdi vicdanından eksilenlerin hesabını yapacağına, ne ararsın Tanrının karşısında? Af mı bekliyorsun? Huzur mu??? İyi düşün. İnsanın Tanrısı; vicdanı, ey adam diye diye  seccadenin çevresinde üzgün üzgün tavaf ederek  Kunut duası; dualaşıyordu semaya doğru.
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı,   ne adam ne de  şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu annebaba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış  kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”
35. bölüm yeni hikaye
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı,   ne adam, ne de  şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu anne baba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış  kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”(Bir Tutam İpek Kadın, Annem)
Adam, parmaklarının dokunduğu kağıda baktı. Sarsılmıştı. Beyaz kağıdın hafif sarımtırak  rengi, harflerin  gölgeleri uzun uzamış ve kargacık burgacıklaşmış halinden belli ki, uzun süredir katlı kalmıştı. Dolayısıyla, kendisi de mektupçuğun yer etmiş kat çizgilerine pes ederek   katladı mektubu ama, ne yapıp ne  yapmaması veya gerisin geri kitabın arasına koyup koymamakta kararsızdı. Kısacası, kısacık yazının, bir yaşama bedel tecrübesini gizlediği aşikardı. Adam, tıpkı, devrime yenik düşen diktatörün  şaşkınlığındaydı. Devrik diktatörün,    hüküm gecesinin sakıncalı, tekinsizliğindeydi. Labirent misali  kapanıp kaldığı sarayından kaçma planı bir: teslim olup yargılanmak. İki: gizlice kaçıp kurtulmak. Üç: nefesini, can canan tenini solduracak bir ölüm yoklamasıyla intihar edip hayattan soyutlanmak arasında kalan, çıkışsız yoluna benziyordu şu anı. Kaldı  ki, okudukları iç açıcı bir hatıra değildi. Sevgilisi küçük bir kızken dahi, eş, anne, kadın gücüyle dayak olayını oracıkta zihninde aşmayı becermiş hatta çözümlemişti. Çözümlemesinde: Şiddete karşı, şiddetli olmamayı seçmişti. Küçük bir kızın beyni, aile üçlemine tekme tokat giriveren, şiddetin sancısını kıskıvrak yakalamış bir cam kafese kapatmıştı. Şiddet ve şiddete başvuran, görmezden gelinemeyecek bir yara gibi ama üstüne tuz biber misali şiddete maruz kalanın da karşısındakine yumruk vurması merhem değil demeye getirmişti. Sevgilim küçücük yüreciğiyle nasıl başarmış, akıl dilini seçmiş diye düşünmekten kendini alamadı Adam. Kritik zamanın can havliyle dahi sorunun; suspus, ezik, kabul görmüş tavırla da  çözüleceğine katılmıyordu. Mektubun özüne dokunan kalemşör kız bambaşka bir ak buluttan yağıyordu damla damla yaz yağmuru gibi güneşi saklıyordu  sanki içinde. Akı akıveren ışıltısı güneşin, kızın gözbebeklerinden geçiyordu a'na ve  gergin ve  öfke ve  kavga girdabından kurtulup, ortamı sulh eden, sakin ve sahiden bir bakışıyla  sükuneti huzuru buyur eden oluyordu yazdıklarıyla. O kıza göre herkese, her kefeye ölçü ölçü sabır, saygı, anlama dinleme mesafesi dağıtandı güçlü olan. İnsanlık davasının  anayasasında yazılmayan, doğruya aykırı olsa da doğasında kabalık seviyesi  yüksekti, kor kor yanıyordu gönülde, genetikte ve  vurana vur, kırana kır vuruşlarının yanıt olmayacağına dairdi sözleri. Bilge  miymiş  bu kız dedirtecek kadar  bütün duyuşlarını, minnacık  dünyasının merkez noktası, kalbine ikna  edebilmeyi başarmıştı işte. Tümcelerin iç dış, alt üst parentez, ünlem, soru işareti, yer gök kapsamındaki mesajı; sevi dokunuşunu yumuşak dokularında eritip, eritip geleceğe umut sızdıran bir mektuba dönüştürdüm bakın! diyordu. Erkek kimliğinin tüm var oluşuyla Adam, kendi beyninde yer eden  cümlelerin anlamını  başka türlü açıklayamazdı. Hala elinden taşıdığı mektupla bir an önce yatak odasından çıkmalıyım diye düşündü. Anbeanlık değişen duyusal ritmin çölündeki Adam gibi bir  bu yana bir  öte yana çöğe çöğe, kadınsı narinliğini içinde hormon hormonal  damarlarında yürümesiyle eşzamanlı odadan dışarı attı kendini. Mazeret falan değildi hisli olması,  doktor muayenesiyle kesinleşmişti. Adamın şaşkınlığı bir değildi beş değildi. Yıllardır beraber yaşadığı kadını hiç tanımamıştı. Mesela çevirmenliği dışında yazma yeteneğiyle ilk kez karşılaşması, diğer taraftan  hikayeciliğindeki özgün, özgür, özürsüz yazışı ve anlatımı da kafasına takılmıştı. Sevgilisi, O küçük kızçesi, anneciğinin savunmasız kaldığı zor  anında tanıktı. Gerçek bir hikayeci gibi olayı imgelerle, sembollerle bugüne taşımıştı. Şiddetin damgasını, yüksek zekasıyla sahneden silip süpürmeye kayıt düşen, unutturmayan mührünü vurmuştu. Hikayecilik, yazarlık, yazmak neydi? Buydu işte. Benim hikayeciliğimi ikiye böldü. Mektup öncesi ve sonrası biz ve ben olacağım sanırım bundan sonra dedi içinden. Bir kız çocuğu ve dövülen annesi, döven babası ya da  fırtınalı bir akşam sofrası başına geçmiş bir ailenin ortasından kalan üç beş kişiyi, çirkin ve çirkef dayağı, dayakçıyı, yarılan yırtılan hayatları, kanayan kararan kalpleri, ipince   incelmiş hayallerini  narin tümceciklerle, çok nadir bir beynin  onarıcılığıyla öyküleştirmesi muhteşemdi. Edebi hayat, edebiyat insanla başlayıp, insanlığı yok etmeye çalışanın, arasındaki farkı dil dil hikayeleştiren yeni  yeni hikayelerin tümüydü.

36. bölüm yeni hikaye
erkeğin beyni zınk etti yeniden. erili dişili içinde diken diken dirildi belleğinde. Az önce kuşkuların kulvarında sekerken dolu dizgin, düşündüklerine bin pişman oldu. Ah! O kısa mektupçuğun yıllarla sınırlanamayan hayat dersini hiç ummadığı bir zamanda "dan!" diye almıştı işte. Dün akşam masayı yumruklayan ben ve o küçük kızı içinde taşıyan, büyüten kadın;sevgilim. Şiddetten ne kadar uzaksak bir o kadar da  çok yakınındaydık. Sabır taşı çatlatan  ufacık sözü kelamı bahane ederek  "Çat! Çat!" tokatlar, tekmeler, çitmeler... bağırış, nara veryansın... Her ikimizde kırıp döküp odayı, beriyi, öteyi ve bedenimizi hırpalardık yok yere.
O evde daha sonra neler olmuştur?Adam tahmin etmeye çalışıyordu. Sevgilisi babasına
yalvaran gözlerle ve korkuyla bakarak dudağını büke büke ağlamış mıdır? Ya dayak sonrası annesi, zedelenen gönlünü hangi taşa çalmış, zihninden neler geçirmiştir? Kızının yazdığı mektuba göre yaşama tutunabilen kadın olabilmiş miydi gerçekten de. Kocasına affettim seni!dedi mi ? Diklendi mi, küstü mü? hediye mi aldırdı? Hayatı dar, dünyayı çekilmez buldu ya da  tam tezat; ev süpürüp, cam kapı silerek  kafasını dağıtmaya mı çalıştı?  Yoksa, tartıştığımız  gün  ben  kulübe gidince evi temizlemesi, onun annesinden gördüğü içsel bir başkaldırış mıydı?. Hımm! Çok akla yakın. Annesi, olaylı gecenin ertesinde, tutunamayanlardan olmamıştı ona göre. Kızını kucağına kavuşturup ağlayıp sızlamamış, babevine şikayete gitmemişti. Sanırım yaşadıklarının  hüznüyle elenen yüreciği pıt pıt ağlasa da içten içe  asil ve onurlu gözyaşlarıyla damla damla.İçli içli kızının saç buklelerini öperken gecenin karanlığında yaralarını sarmayı yeğ tutmuştu ki anne, küçük kızı  o gecenin anısını yazarken acıyı hafifleten, çözümlü cümleler kurmuştu böylesine.. Gecenin sessiz atmosferine  haşin, hoyrat sahneleri salıvermişti. Şiddet canavarını uçurum uçurum atıp, parçalayıp; geriye dönüşünü  şuurunda engellemişti. Vay anam vay! dedi Adam kendine, benim sevgilimden ne kadın, çocuk hikayeleri çıkarmış da haberim yokmuş dedi. Kızın  dediği doğru, gerçekten yabancıymışız birbirimize. Mektubun irdelemesini daha ne kadar sürdürebelirdi bilinmez ama hıçkırıkları boğazından çıktı çıkacaktı eğer kapı çalmasaydı. Zırrr zırrr.

   Kapının sırası mı demeye mecali kalmamıştı. Başı  uğul uğul gitti kapıyı açtı.
Sevgilisiydi gelen. Buzdolabından  yeni çıkmış buz kadar donuk bir ifadeyle bön bön bakarak sevgilisine ve  aslında içten içe şen şakrak dans eden kalbiyle, kapının önünde hazır ol duruşuyla dikilen kadına:
--Sen neredesin?  Çok merak ettim? Deli olmak üzereyim . Aklıma kötü  kötü  şeyler geldi?diyerek dilinden  birbirinden alakasız sorular dökü dökülüverirken  sevgilisine sarılıverdi ve bir öpücük kondurdu yanağına. Kaşını yukarı yukarı çektirerek kadında

-- Mesela, dedi?... Kapının önünde sanki  sorguya çeker  gibisin . Seni merak ettirdim diye beni eve almayacak mısın yoksa hıı? dedi erkeğin beline dolanarak sarmaşık misali.
  Dün sabah senin, bu sabah da benim başıma neler geldi hiç sorma aşkım?
- Hadi ya?
-- Ne oldu sana? Sesin kısık ve üzgün gibi dedi kadın.
--Yok canım önemli  bir şey yok dedi Adam. Beni  bırak da olanları anlat.
-- Var bir şey.
--Yok  dediysem yok sevgilim.
--Var dedi kadın. Allahaşkına ne oldu önce sen söyle.
--Offf diye itiraz edince Adam. Kadın  ısrar etmeninanlamsızlığına kanaat getirdi. Anlatacaklarının tadını çıkara çıkara:
-- Kaç gündür eve gitmedim. Çeviriler beklemekte. Biraz çalışır dönerim dedim.. Benim evin  caddesine henüz döndüm  tamam mı? Taksinin biri uçarcasına  yanıma duruverdi zıppadak. Sıçramasam  bana çarpacak. Kapılar açıldı çarpıldı  şak diye  adamın  biri kadını  itikleyerek indirdi araçtan. Vurdu vuracak  arasında dil döş küfür  önümde yürümeye başladılar. yy! Başımdan aşağı kaynar su mu desem, ter mi bastı vücudumu desem? .. Ürperdim. Pek fena oldum. Dayanamayıp öfkeme  çatacağım sıra durdum, sustum. Annem geliverdi o an yanıma, ve o geceyi anımsadım.
-- Olamaz bu kadarı dedi Adam.
Kadın:
-- Olmaz olan ne?
-- Hiiç ya. Bir şey geldi aklıma. Sen devam et.
-- Sinir oldum  şoföre de. Kaygısızca sürdü gitti arabayı.
  “Beyefendi kadın dövmeye utanmıyor musunuz?” dedim.  Kızgın kızgın başını iki yana sallayan adama ters ters bakarak  kadının tarafına geçiverdim. Kadın  bir  tuhaf tı. Hatta çok tuhaftı. Saçı başı dağılmış   gözü gözüme kaydı inan ki, iliklerime işledi nazarı.
--Siz kadınların nerede ne yapacağınız belli olmuyor işte.
-- Doğru inan ki, çok doğru sevgilim. Bu adamın asıp kesmesi bana vız gelir der gibiydi. Asıl asalet ondaydı. Annem sandım bir an o kadını içim titredi. Küçükken   bir gece… sustu kadın


37. bölüm yeni hikaye
 Evet canım, genç bir kızken  bir gece dedin ve  sustun.
--O gece de ne oldu ?
-- Ne mi oldu sevgilim. Yanımdaki  şiddetin şirretine maruz oldu olacak arası sırat köprüsünden geçen kadınla,gözümün önünde dövülen annem ve ben; gözbebeklerimizin sessizliğinde konuşmuş gibi olduk adeta anladın mı? Bunu bir erkeğin anlamasını asla bekleyemem, senden de.
- Neden? Neden benim de annemden ya da babamdan, ne bileyim çevremden  şiddetin tecavüzüne uğramadığı mı düşünüyorsun? Şiddet sadece kadına mı sanıyorsun? Belki erkek olarak delikanlı olduktan sonra sahip olduğumuz güçle, kadınlardan daha az dövülebiliriz. Kendimizi korumak  kolaydır size göre. Cüddemize bakıp kimse cesaret edemez dövmeye. Sana bir şey söyleyeyim mi: ben ilkokula gidiyorum ve beşinci sınıftaydım. Matematik sorusuna yanıt veremedim diye, öğretmenim cetveli dikine dikine küçücük avuçlarımı kabartıncaya kadar vurdu vurdu vurdu. Ağlayamadım bile. Ve ben matematik dersini hiç sevmedim ömrüm boyunca. Edebiyata sığındım bilinçaltımda.
Kadın baktı Adama. Ellerini aldı avuçlarının içine. Sıktı sıktı. Sıktı. Avucun içini yüzüne çevirdi erkeğinin öptü kokladı. Öptü kokladı. Öptü kokladı.
- Sanırım seni onun için çok seviyorum. Kaderlerimiz bir. Aynı yazılmış tarihimiz ve yazılmamış anılara sahibiz.
Adam duramadı atıldı:
-- Hayır, senin bir tane yazılmışın var, dedi.
--Hangisi dedi kadın. Adam mektubu oradan bir yerden bulup uzattı:
-Bunu  dedi.
-Aaa onu tamamen unutmuştum. Nereden buldun? İçinde neler yazılı, şu an sorsan hatırlamam çoğunu.
Yatak odasında seni aramaya çalışırken kitabın arasından çıkıverdi karşıma.
- Hadi ya! Nasıl yani, yatak odasında beni aramak? Nasıl bir şey?
--Hadi yahu beni zorlama. Seni bulamayınca panik yaptım. Bana bir not falan bıraktın mı diye arandım yokuşa sürdüm aklımı.
--Saçmalamışsın ama.
- Heyyt  abartmayalım.
Mektubu versene . Al. Kadın oracıkta kıvrıldı kanapenin üstüne ayaklarını diz altına çekerek samimice, sırtını Adama dayadı başladı okumaya. Saçları önce eğildi başının hizasına, iki büklüm karnı ve  yüzü hiç görünmedi son satıra kadar. Bittiğinde buğulu gözlerine meçhul bir şahıs bakıyormuşcasına uzaklara dikti bebeklerini:
“Annemden biliyorum, bu kadın nasıl sakin kalabiliyor diye içim içimi yemiyor. Bazı kadınlar böyle davranıyor. Şiddetin ağdalı ağusunu, kendisini dövene beslediği şefkatle arınabiliyor. Tuhaf ama gerçek. Annemden içselime yansıyan ışığın aydınlık sıcak öyküsü böyle, mektubumda öyle. Yangınlı alazlı kadın olmadım. Çocuğum olsa hırsımı ondan alır döver miydim? Annem. Babamdan dayak yiyen annem. O da beni dövdü aslında. Öfkelendirdiğimde annemi, dişlerini sıktı mı bilirdim mutlaka şamar atardı.
--Tuhaf dedi Adam.
-- Tuhaf gerçekten. Hepimizin bir şamarlık patlaması var şu hayata, aileye, çevreye, polise, karakola. Polis dedim de acaba kadınla ilgili ne yapayım, polise haber vereyim mi derken düşünürken acele acele.. Kadın bana dönüp  “ Abla hiç düşünme polisi, barıştırıp gönderiyorlar, kol ve yen meselesi” demez mi? Kadının  kolunu sıkı sıkı tuttum ki:  “Biz yalnız değiliz  abla” dedi korkma der gibi, sen ben biz olalım yeter ki der gibi… Kül yuttum kor tükürdüm bu sözle. Kocası mı neyin nesi ise yanındaki adam “ yürü!”diye bağırınca  kadın mağrur ve dik  başlı, başlı başına bir devleti peşinde sürüklercesine yürüdü gitti. Ben kaldım ve annem de böyleydi dedim kendime. Köşeyi dönünceye kadar arkalarından baktım. Caddeler de gelip geçen dolu, umursamadan kadını adamı ve beni  dünya telaşındalar. Takip etsem şunları dedim ama kadın aşmıştı çoktan.
Eve gidilmezdi olanlardan sonra. Sana geldim.
 -- İyi ki  geldin. Meraktan çatlardım.
--Ne güzel beni merak etmen. Bayıldım doğrusu.
-- Mektubu sana sormadan okudum bozuldun mu?
-Evet biraz. Eski bir sevgili hatırası çıksaydı karşına, seni ne kadar üzerdi, düşünemiyorum bile.
--Aslında ben de öyle bir şey arıyordum canımı yakacak.
-
--   Ömür boyu içinde sancı  çekersin. Ne gereği var.
O geceden sonra, annemle babamı bir arada görmek güz sancısı gibiydi, ben sancıları sevmem o yüzden. Sana da tavsiye etmem. Yarı rüzgarlı, toz  tufana benzer gözün hiçbir şey görmek istemez. Miden bulanır. Hep uyumak istersin. Ama sancı seni bir türlü uyutmaz.
38. bölüm yeni hikaye
-- Sancı dedin, doğru ona benzer bir şey yaptım bende. Sigara aradım.
--İnanmam. Sen sigara tiryakisi misin?dedi kadın hayretle.
--Yook yahu. 
 -- Sigara ararken mektubu buldun. Uzanarak kanapeye  kadın Adamın vereceği yanıtı bekler gibiydi  gözlerini yumarken bir dakikalığına.
-- On beş yaşındaydım annemle babamın  kavga ettiği  o gece dedi. Babam anneme  hiç anlamadığım bir nedenle ani bir öfke patlaması sonucu vuruvuruvermişti. O an korkudan ağlayamamıştım  donayazmış petlek petlek gözlerimle. Annemin acısı kıpkırmızı yüzünden  belliydi. Yanardağ misali yankılar saçan gözbebekleri  ağlamaktan fersahlarca uzaktaydı. Sonra ben, okuduğun mektubu yazarken ağladım. Aynı an için annem,  uyumak için gözlerimi sıkı sıkı kapattığım gecenin bir vaktinde  saçlarımı okşarken sıcacık, hüzünlü ve gözyaşılı yanağını yanağıma  sürerken ağlamıştı. 
-- Üzüldüm şimdi dedi Adam.
 --Hı hı.  Çantamdan bir sigara versene.  
Adam ve Kadın birer sigara yakıp  içerken kadın canayakın, can yakıcı bir bakışla:
-- Çocukluk işte…O gece gitmedi gözlerimin önünden günlerce, haftalarca, aylarca. O mektubu tekrar yazmaktan  korktum . Annem, şiddet dolu gecenin üstüne daha fazla gitmedi.  Belki de beni etkilemesin diye. Babamla arada ters ters bakışmalarının dışında bana yansıtmamaya sözleşmişler gibiydi ama ben konuştuklarını işitmedim. Okula gittiğim zamanlarda halledilmiş ve kapanmış bir hesaptı onlara göre. Annem   bir ateşle hastalandı hastaneye yattı. Babam beni sevecek olduğunda  “Annem sen yüzünden hastalandı.” Demiştim. Babamın o dakika gözlerinin buğulanıp sokağa fırlayışını hiç unutmam.  Babama kırgınlığım yıllarca sürdü mü sürmedi mi  net bir yanıtım yok. Fakat,  şiddet incelmiş narin bir duyarlılığım oldu. Şiddet karşıtı gösterilerin çoğunda bulundum.
-- Ne diyebilirim dedi Adam.
--Hiçbir şey. Yıllar  geçince artık eskisi gibi incitmiyor yaşadıkların. İnsan kocaman bir kadın olunca babasına  eskisinden  daha çok ihtiyaç duyarmış.  O yüzden  babamı anlamaya çalışıyorum her geçen gün itinayla, özenle.  İnsan neler neler yaşarmış. Büyüdüğünde  hayat çok farklı. Çok farklı. çocukluk aslına bakarsan, her çocuğun biraz da masalı.

--  Hayat! Ey hayat! Dedi Adam. Seninle  öykülerimin karakterlerin çiziminde farklı düşünüyoruz.
-Yok canım dedi Kadın. 
----Denemelerimde şiddet hakkında düşündüklerimi yazdım.  Acıdan nemalanmak söz konusu  sanısına kapılmanı istemem ama senin mektubunu yayınlatacağım. Aile içi şiddeti,  yarasını,  koparta koparta en sahicisinden  anlatmışsın.  Yazının içeriğinde değindiğin şiddetin yarattığı travmayı iyileştirmeye ve kabuk bağlaması gereken o geceye dair, kolaylıkla kimsenin başaramayacağı; şiddetsiz olma çözümün nerdeyse mükemmel. İnsanilik en üst düzeyde.  Ve sen bunu çocuk aklı ve gözüyle yazarken başarmışsın tebrik ediyorum seni.
--Teşekkür ederim hayatım. Böyle düşünmen bana iyi geldi. Bazen sen kadın tarafımın ağır bastığını söylersin ya. Ayrımcılığı sevmedim. Erkek düşmanı kesilmedim ama kadın dayanışmasına öncelik verdiğim doğru. Annemle babam hala beraber yaşlanıyorlar. Yalnız o gecenin ben de kayda düşen  önemi var bunu duyumsadım meslek sahibi olmak için mücadelemin bir tarafında gizli nedendi.
-- Hayran kaldım sana.
-- Canım sağol. Ne güzel  seninle konuşabilmek.Yaralarım iyi ki  kabuk bağlamış. Zamanla soğumuş kızgınlığım. Kine küfre tabiatımdan dışlamışım. Erkeği  de yetiştiren kadın diye düşünmüşüm suçlu aramadan. Yarı yarıya  geçmişimle uzlaşmaya  ikna etmişim kendimle, babamla ve erkeklerle  bedenimi ve ruhumu. Şiddete şiddet? Tercihim olmamış. Bensem eğer, bu yüzden. ve senin senliğini kabulleniyorsam bu yüzden.  Seven de sen, döven de sen  yani her insanın kişilik bölünmesi, parçalanması, kırılması ve hoyratlığı olduğunu anlayabiliyorsun bazen. Evlilikten soğumuyorsun.  ama neler olabileceğini az çok kestirebiliyorsun. ayağın yer basıyor insanı tanımak,irdelemek ve dayak olayını yaşatmamak adına gayret gösteriyorsun öngörülerinde.
-- Sen çok doluymuşsun.
- Senin gibi.
-- Hadi canım sen de. senin yanında çömezim dedi Adam. Kadınına gurur duyarak sarıldı. iyi ki mektubu bulmuşum. seni yeni tanıdım sanki.
-- Utandırma.
-- Mahçup sevgilim benim.  Mektubun   gerçek bir  öykü. Mutlaka yeni romanımın içinde yer alacak.
– Sen bilirsin. Hoşuma gider sadec.
Adam Kadının yanına diz çöktü. “ Aşkım” dedi.
--Alışverişe  gidelim mi?
Kadın canlandı:
--İhtiyacım var. Dışarı çıkalım. Bir erkeğin cüzdanındaki parayı bitirmek… Neşemi yerine getirebilir  bak!dedi

39. bölüm yeni hikaye
Kadınlar dışarı çıkarken bekletmeyi severler. Bu  Kadın da  diğer zamanlarda  olsa aynı şeyi yapacaktı. Farklı bir gündü oysa. Hemen, hemen  hava  almaya ihtiyacı  vardı.  Adamı bekletip bekletmemek derdi değildi. Bukalemununun  orman yeşilinde  rengiyle beraber bedenini de bir anda  farklı görünüme büründürmesi tetikliğinde gardroptan haki yeşili şal desenli elbisesini üstüne çekivermesi  bir dakikayı geçmemişti ki  daha  ben hazırım dedi sevgilisine.
 Adam, bravo sana dedi.  Çıkalım o zaman.  Kadın boynundan geçiriverdiği küçük çantasıyla pabuçlarını giymiş, kapıda bekliyordu.  Tamam  aşkım.  Asansör geldi mi.
Asansörde  bakışları birbirine kaymadı, ne düşündükleri yalnız kendilerine ait kaldı. En son katta indiklerinde akşamın ışıkları şehri ayrıcalıklı bir çekicilik katmıştı.
Nereye gideceğiz? Bilmem ki?
 İnanmam! Alışverişe çıkan kadın mutlaka bilir nereye gideceğini. Gerçekten,  şu an için bir planım yok dedi kadın.
Ünlü modaevlerini bilmek zorunda değilim şekerim sadece alışveriş fikri benim derken Adam arabayla oturdukları sokağın köşesinden dönmek üzereydiler.
O arabanın içinde olmaktan memnun görünürken  Kadın Ve Adam dünyanın merkezi sayılan  İstanbul’un  barındırdığı binlerce çiftten yalnızca biriydiler. İstanbul  da yaşıyor olmak, ırmağın   ortasında, suyunun devinimlerini hissederek şekillenmekti. Bazen kişiliği, bazen yaşamı, mekanı, aşkı, işi ve  çok çeşitli tercihleri. Taşkın bir şehirdi İstanbul.  Her şeyi taşkınıyla yaşıyordu.  İyiliğini de kötülüğünü de. İnsanları da benzer duygular aleminde iyi  veya kötüydüler tanımlamalara göre içten, dıştan bakış açısına göre. Her  çeşit insanı ve yaşamını akan ırmağından aşırıyordu karşı kıyıya. İnsanlara ne kötü davranıyordu, ne iyi... Şehir, şehir olalı beri  itiraz etmeden insanlara, yanıla yıkıla tahammül sınırlarının üstünde insana  tepelerinde mekan olmaya devam etmekten vazgeçemiyordu. İç İstanbul Taksim, Cihangir, Beyoğlu… yerli yapancı ama hepsi dünyalı, bir dolu sanatçı, sanatsız, kılıklı kılıksız, asiliz diyen, demeyen, Biz İstanbulluyuz diyebilenlere  ayrıcalıksızdı. Kimine,taşım toprağım altın da dedirtmiş. Kimine, üstüm altım tarih de ... Anadolu’dan gelenler şaşkınlıkla, Avrupa’dan gelenler hayranlıkla  onun boğazdan görünüşünü  her seferinde dinmeyen aşık olma büyüsüyle  seyretmiş. İstanbul yedi tepe, köy köy milletlerin emsalini akşam yatırmış koynuna, sabah uyandırmış. Tarlabaşı’nda taksidolmuşcular şehrin gerçek kurdu olmuş, kuşlar gibi bir baştan bir başa şehrin işcisini, emekcisini, tezgahtarını, memurunu işine yetiştirmiş. Vapurlar dolusu yolcular karşıdan karşıya, Avrupa’dan Anadolu yakasına bitmeyen akışıyla yaşam ırmağında yaşamaktalar İstanbul’un. Şikayet eden gelmesin dememiş bu şehir. Şehirlileri sonradan gelenlere, dillerinden arasıra kaçırmışlar “sayılı insan gelsin İstanbul’a demişler. Hadi köyümüze dönelim” diyen çıkmamış. İstanbul bu, eyvallahı olur mu? Hülyalı, dalgalı, hareketli, zorlu mücadeleli. İstanbullu açım dese İstanbul aldırmıyor. Tokum dese de. Toprağında ilim serbest, okumak alabildiğine derya deniz, dergah, üniversite… inandım diyene kilise, cami , havra  ezan, çan serbest. Kırk kere kuşatılmış. Kuşatan, zaferini çağ değiştirmeye bedel tutmuş… Ama İstanbul hiç değişmemiş. Gelene geçene hal yol olmuş. Bir bakarsın mağrur, bir bakarsın, yemyeşil, bir bakarsın, yoksul, bir bakarsın şehirde yoksun. İstanbul yine var olmuş onunla yola devam etmek  isteyenlere. 30 kasım 2008 İstanbul – Taksim yolu. Adam ve Kadın dalgın ve yavaş yavaş müzik dinlerken nereye gittiklerinin pek farkında olmaktan vazgeçmişlerdi.
40. bölüm yeni hikaye
Hiç gezmedikleri bir alışveriş merkezinin önünde arabayı durduran Adama, Kadın bir tek söz etmeden eşlik etti  içeri girerken. Alışveriş merkezi kalabalık değildi, tenha da…Rengarenk ışığın giysilere ayrı bir albeni kattığı  yan yana dükkanlar, bakir ormanlarda hiç dokunulmamış yeşilin bakire yaprakları gibi tiril tiril müşterilerine göz kırpıyordu. Dükkanların vitrinleri  satışı hızlandıracak şekilde dekore edilmişti. Reyonlarla ilgilenen güzel, ince kızlar giysiyi müşterisine kibarca uzatıp bekliyordu. Alışveriş molasında Her türlü yiyecek, her çeşit içecekle hizmet veren kafe, restoranlar seç seçebildiğin kadardı. Her türlü insan, her türlü giyimin ve herkese göre düşünülmüş alışveriş merkezinde dolaşıyordu Adam  ve Kadın. Elleri, bedenleri, başları, gözleri bir hizadaydı çünkü, erkek sevgilisine erişmek için  sırtını hafif eğmiş kamburunu çıkararak yürüyordu. Uzaktan yakından gelip geçenler göz ucuyla bakıp karşısındaki insana, kendi içine dönüp geçip gidiyordu yukarı kata yürüyen merdivenle ya da aşağıya. Alışveriş merkezi  yaratılmış bambaşka bir dünya idi. Alım gücünün kullanıcısı insanın doyasıya alış veriş yaparak benliğini mutlu ettiği, dünyanın ve yaşamın merkezi bu  mekan; giriş çıkışı varlıkla yokluğu karşı karşıya  getirirdi daima. Buranın kapısından içeri girene kimse girme demez, kapıda duran güvenlik görevlileri çantalarını teknolojinin elverdiğiyle kontrol ederdi. Serbestçe dolaşılan altı üstü, kat  katı, kafesi her yerinde alışveriş merkezinin bulunabilirdin. Ama  beğendiğin harika bir giysi, pabuç, çantaya gözün takılınca… kredi kartına, cüzdanına, paraya elini değmek zorunda kalabileceği önceden bilinen de bir yerdi. Nice serseri göz  çapkın bakışlarla şu  vitrindeki siyah dekolteyi süzmüştür  kimbilir… nerelerde  giydiğini düşleyerek  dedi Adam Kadına dönerek. Ne dedin dedi Kadın, Adama fısıldayarak?
--Bak şu şeker pembesi elbise tam sana göre.
--Hangisi?
-- Mankenin üstündeki.
--Off! Bana göre çok fosforlu o.
--Şekerim sen bana güven, yakışacak giy bak.
--Giysi denemeyi sevmem . Beğenir ve alırım.
--Hiç kadınca değil.
--Fahriye de böyle söylerdi.
--Fahriye kimse tanımıyorum. Ama doğru söylemiş.
--Ben detayına inmeden bir şey almam.
Kadın Adama dönüp
--Pazarlık yaparım deme sakın.
--Sıkı pazarlıkçıyımdır.
--Bu da çok kadınsı.
--Aynen şekerim. Herkesle alışverişe çıkmam. Yalnız daha iyi oluyor. Seninle de ilk kez.
--Yani…
-- Öyle  işte. Vitrinlere dikkat ettin mi  mor  bu yıl çok moda.
--Hı hı farkındayım. Şuraya bir girelim mi.
--Girelim  dedi Adam.
Kadın bir iki reyonu dolaştı. Elinde mor üstüne siyah şal desenli  U yakalı kolsuz bir elbiseyi  tutarak:
--Bunu almak istiyorum dedi.
--Biraz daha dolaşsaydın.
--Çekemem şekerim.
-- Hayalkırıklığına uğradım. Reyon reyon dolaştırılmayı  göze alan birini bulan bir kadının, kısa ve net bir şekilde kararını vermesine alışık değiliz biz erkekler ve  hayatımda ilk kez yaşıyorum.
--İyi ya. Şimdi senin istediğin varsa alalım. Yalnız, çay ve sigara içmeye ihtiyacım var.
-- Şimdi sen bu elbiseyi alıyor musun?
--Evet.
-- Tamam.  Eli cebine giderken, Kadın da aynı anda elini çantasına attı. Adam izin vermedi. Kadının eli çantada kaldı. Paketi eline uzatan tezgahtar kıza teşekkür etti çıktılar, kafeye doğru giderken  Kadın elini Adamın avucuna koydu, sokuldu burnunun dibine “Teşekkür ederim.” Dedi ve gözlerini utanca benzer hoş bir buğuyla yere çevirdi.
41. bölüm yeni hikaye
Bir müddet usul, yavaş, yavaştan… yavaştan  adımlarını sayar gibi alışveriş merkezinin cafelerin bulunduğu en üstün bir altına çıktılar.  Masanın birine, kadın önce, Adam sonra oturdu. “ Ne yiyelim ?”dedi. Kadın, “Çay içelim, sen  acıktın mı? “Acıktım gibi.” “ O zaman sen ne yiyeceğimize karar verirken, ben bir çay sigara  içeyim. Olur mu?” “Bana uyar” dedi Adam , masadan kalktı  lahmacun, pide pişirilen açık fırının bölümüne  yürürken geri dönüp geldi.
--Vazgeçtim. Ben de bir çay içeyim. Alışveriş yarım kalmasın.  Yarın söyleşim var, yeni bir gömlek bana şans getirebilir. Sen seçersin gömleği, yorulmamış olurum, ne dersin?

 Kadın çantasından sigarasını çakmağını çıkardı. Garsona bir çay dedi. Çakmağı  ateşleyip sigarasını yakarken; 
--Çok zor bir şey istedin benden. Gördüğün gibi,  ilk gözüme çarpanı alıyorum. Sıkılıyorum gez gez gez. -Alışveriş ben de tuhaf bir boşluk yaratıyor.
-- Hayret! Ciddi misin? Bir kadının ağzından bunları duymak da ben de tuhaf bir etki yaratıyor. Oho… ben saatlerce  dolaşırım.
İki sevgili çaylarını içerken  yanlarından geçenler eğreti ve eğri nazarlarını değdirip değdirip çekiyordu onlardan. Bu bakış, görüş bilinçli miydi? Hayır, alışveriş merkezini gezen tozan herkes, birbirine aynı yakın mesafeden veya aynı uzaklıktan göz atıyordu. Adam ve Kadın da diğer insanlara; eğreti ve eğri nazarlarını değdirip değdirip çekiyordu gayri ihtiyari.
Sonra Adam, Kadına baktı. Kadın, gri bir bulutun yağmurlaşmasına ramak kala gibiydi. İçindeki kadınsı hislerinin kanı kaynayıverdi. Sarılıp öpmek geldi Kadını,  su içer gibi kana kana.  Sihirbazın sihirli değneği şu ana değmiş her şey hafifçe dönüyor gibiydi. Çarpıcı bir sarhoşluğu, aşkın bir mutluluğu kalbi  hiç bu derece tatmamıştı. Arkadaşlarıyla  birlikte bir iki kadeh içtikten sonra hüzünle karışık neşeyle hoşsohbet ve  taşkın duygular yaşardı ara sıra ama böyle  hissetmemişti.  İçkinin tesiriyle dili çözülürdü.
 Öykülerinden söz  edilmesine bayılırdı  sarhoşken.  Şimdi sarhoş değildi ama bir ses  kulağına  kendi hikayeni yazsana diye  fısıldıyordu. Fısıltının dilinde sevgilisine yazmak istediği mektuplar gizliydi.
“Sevgilim… Gönül bahçemin sabırlı bekçisi. Hikayelerimin dişi kedisi. Neden beni uyarmadın? Duyumsamadan olmaz kadınlık ve erkeklik.
 İncecik nazlanmaların tadını, acelesiz aşkı…neden anlatmadın?
Ya ben hastalanmasaydım; bir yanım kadın olmasaydı ruhen…
Ne bilirdim kıymetini ben’tanem?
Şimdi şuan bana bakarken ne düşünüyorsun merak ediyorum. Hala bana ne olduğunun bilmecesine takılmış duran, çakmak gözlerin yanıksı ve aydınlıksın.
Gönlünden geçenleri kıskanıyorum sevgilim…
Ne güzel gülümsüyorsun dedim mi hiç sana?”
42. BÖLÜM YENİ HİKAYE
 Ne güzel gülümsüyorsun dedim mi hiç sana?
Demedin dedi kadın, mimiklerinde  eflatun mini mini minelerini  sabah yelinde bir açıp bir kapayan dağ çiçeğinin sadeliğiyle.
Meraklı gözlerini sevgilisinin gözüne dikip, işaret parmağıyla dudağına dokundurdu, ayağa kalktılar, Adam kolunu beline doladı Kadının.  Yürümeye başladılar vitrinlere bakarak. Kadının göz pınarlarından iki damla yaş aktı mutluluktan. Süzülen gözyaşı dudağının kıyısında diliyle birleşti. Tuzluydu tadı. Sevincin hüznü karışmıştı.  Gözyaşı, sevdasını yüklemişti bir damlaya.
Bedenlerine sığınan yürekleri, yanlarından gelip geçenler gibi yanık kozasını delip geçmişti kanat çırparak .  Sarmaş dolaş alışveriş merkezinin erkek reyonuna yaklaşan çiftin, kadınsı tözleri kendi içinde  sessizce sözleşmişti.
-Gel, şuraya bir bakalım.
-Bakalım. 
-Beyaz gömlek bakacaktık.
-Tabii efendim, kaç beden?
Gömlek reyonunda modelleri farklı her renk gömleğin asıldığı askıları öne arkaya çekerek incelemeye koyuldular. İndirimli satışlarımız bu tarafta beyefendi diyen elemana yan gözle bakıp donuk bir gülümsemeyle yanıt veren Adam, Kadının uzağında kalmamaya özen gösteriyordu.
-Hadi çıkalım. Çıkalım dedi ve çıktılar. Yandaki dükkana girdiler. Gözleri delip deşerek gömlekleri  seçmeye çalışıyordu.
 -Şu nasıl?dedi Kadın erkeğine dönerek. Adam bir an baktı.
-Olmaz!
- Neden?
-Yakası büyük bence. Fiyatına baksana.
- Fiyatı uygun. Ya şu?
- Hangisi?
- Onun beyazı mat. Şöyle ışıldayan beyaz gömlek istiyorum.
-Afedersiniz bakar mısınız? Beyaz gömleklerin hepsi bu kadar mı?
- Evet efendim. İlerde bir reyonumuz daha var isterseniz oraya bakın.
-Ne dersin sevgilim?
-Sen nasıl istersen. Oradan da çıktılar. Yeni gömlek reyonunda beyaz bir gömleği askısında iyice inceleyerek:
-Bunu denemeni istiyorum diyerek Adama uzattı. Kabinde beyaz gömleği giymeye ikisi birden girdi.
Kadın,
- Gayet güzel oldu. Mızmızlık etmeni yasaklıyorum. Sevgilisi,
-Sen beğendin mi?
-Beğenmesem söylerdim.
-Omuzlarındaki dikişleri sevmedim ama..
-- Çok incemiksin . Yakıştı diyorum. Hem bana seç dedin, hem de seçimime güvenmiyorsun. Alındım doğrusu.
--Tamam tamam şekerim. Alıyoruz.
Gömleği paket yapar mısınız? Bir dakika bekletebilir miyim sizi?
--Gömleğin fiyatı ne kadar?
---Üstündeki etikette yazıyor efendim. Etiketi okumaları bir saniye sürmedi.
--Çok pahalı. Kalsın der demez Kadın atıldı.
--Saçmalama. Fiyatı çok hesaplı ayrıca, ben seçtim. Beğendim dedim.
--Şekerim senin gibi akıllı bir kadın şantaj yapıyorsun diye algılayacağım Meseleyi.
--Mesele yapan sensin. Saatlerdir dolaşıyoruz. -Yoruldum ve alışveriş beni hep sıkmıştır. Senin için katlanıyorum ama..
--Tam aksi, ben de çok hoşlanıyorum. Didik didik  giysilerle didişmek, tarzım bu söylemiştim.
--Tamam o zaman ben cafeye gidiyorum. Sen istediğin kadar didiş gömleklerle. Orada buluşuruz deyip çıktı Kadın cafenin içinde boş bir masa buldu oturdu. Arkasından Adam, paketiyle geldi. Suratı asılmaktan  öte kırılmış vazoya benziyordu.
43. bölüm yeni hikaye
--Asma suratını öyle.
 Olanca kırgınlığını gözbebeklerine  yükleyerek  sevgilisine baktı Adam. Başını yana çevirdi. Gelene geçeni boş nazarla süzmeye daldı bir süre. Sonra aklına  yeni bir şey gelmiş gibi aynı yavaşlıkta döndürerek:
--Mağazada beni  bırakıp gidecek bir neden bulamıyorum. Bu kez de  Kadın, amaçsız bir iki  kem küm ederek ,  kendisini bırakıp gitme nedenini ikna etme gayretine düşmeden:
--Özür dilerim,dedi  gözünün birini kırparak sigarasından bir nefesi çekti, üfledi. Sessizlik çöktü masaya. Garson, boş çay bardağını alırken:
--İki çay daha alabilir miyiz?
--Ben istemem. Bir şeyler yiyelim  daha sonra içerim dedi  erkek, gözleme, lahmacunu sıcak sıcak servis eden  tarafa yürümeye hazırlandı.
--Sen bıçakarası severdin değil mi?
--Kaşarlı pide  de olabilir, dedi Kadın. Gel yanıma dedi Adama.Adam geldi
--Ne var?
--Eğer suratını asmaya devam edersen, bir lokma yemem.
-- Tamam. Geçti geçti  dedi Sevgilisine. Kadın, o gittikten sonra, etrafta ki masalara gözlerini  öylesine gezdirdi.
  Karşısında  boş duran masaya  genç görünümlü bir  adam yaklaşıyordu. Yanında da  şık bir kadın vardı. Kadın, uzaktan şık görünmesine rağmen kilolu olmasına tahammül edemiyormuş gibi, mavi çizgili harmanisini vücuduna  sarıp sarmalamakla meşguldu. Onları izlememek için direniyordu . Kadın, garip ve içgüdüsel bir fanteziyle genç erkeğe yakın hissediyordu kendini.  Kilosuyla başı dertte izlenimi veren kadın ilgisini çekmiyordu. Erkeğin sırt profilini   birine benzetiyorum. Kime , kime…diye belleğini sorgularken beyni bulanıklaşmıştı. Ne meraklı kadın demesinler diye de tedirgindi. Ama içi fık fık edip  bir temaşalık  an için, olabilir, ne var ki, bakmakta diye de sesler gelmekteydi gaipten gibi ama o sesler beynindeydi. Devam eden iç mırıltıların uğultulu temposu yükseliyordu. Mesela  bir yerden tanıdıktır, diyerek; birini  izinsiz izlemenin normal olduğu, düşüncesinin  avutmasına  karşı çıkamıyordu.  Bir, iki kaçamak, ehil olmayan, tekinsiz  gözbebeklerini baktı çekti, baktı çekti. Bir anlık bir temas ve göz çabukluğuyla  erkeğin de gözü kaydı kendisine gayri ihtiyari .  “Semih!” dedi ve durdu ve sustu. Sigarayı yer gibi içti  şaşkınlığından. Dumanını savurdu yukarıya. O, beni fark etti mi diye  ürkek ürkek tekrar baktı. Genç erkek, kadının  anlattığını dinliyordu. Çok değişmişti  Semih. Saçını uzatmış, biraz kilo almış  bakışları aynı derin ve demli, etkileyiciydi hala.. Balık etinde kadınlara meraklıymış bak sen diye düşünüverdi nedense? Beklide kendisinin de kilolu olmasıydı böyle düşünmesine neden olan. Ve  çok geçmişte kalan bir anısı  bavulunu topladığı gibi kaKadın istese de, istemese de;masasına döküldü fermuarını açarak.
Semih, dedi kadın, ilk gördüğümde büyülemişti beni. Çok enteresan ve duru bir yakışmış hali vardı  kaşının, gözünün, dudağının yüzüne. Çok uzaktan fark edilebilecek beyazımsı ışıltılarıyla kumral kısa saçları altın gibi parlıyordu. Alnına iki parmağım sığınacak kadar dardı. Yeşil bademin yeni sulanmış ipildek hali gözlerinde renk olmuş ve  gölgesi gibi duran kaşları dahi simliydi onun. Hafif taslak ve dışarı fırlak pembe yanaklarını iki eşit  ovale ayıran burnu bir soru işareti? Kıpkırmızı ve kalemle çizilmiş minicikti. Gırgır geçmeye hazırdım onunla.  Erkek güzeli nereden çıktı demiştim içimden. Hayatımda böyle güzel yüzlü bir erkeği tanımamıştım. Kusursuz bir erkek ilahı karşımda duruyordu. Boyu ortanın üstünde ve popolarını yaratan ölçüyü kaçırmıştı biraz ve beline doğru diklenmesi ama nefisti.. Bu bir başka çekim gücüne sahip bir ayrıntıydı benim için. Bir erkeğin arka profiline göz atmayalı epey olmuştum. Acaip bir takıntıydı bendeki.  Belinin alt yanından kopmuş kaya gibi sert ve orada oldukların ima eder popolu erkeklere bayılırdım. Semih’in de öyleydi. Sırtı dümdüzdü ve atletik görünüyordu oldukça.
44. bölüm yeni hikaye
Bazen ben de bir kadın olarak  hislerimi  saniyelik hatta  bir saliselik  diyebileceğim kadar  kısa süreli gelip geçici heyecanların kucağına Don Juanlar  gibi teslim ederdim. Hafif  bir yele uğramış yaprak gibi titrerken   dudağımdaki ıslığımı frenleyemezdim. “Vav!” dedirten çılgınlığımı şımartmayı severdim.
 Pek bir hoşnuttum halimden. Tiyatro kulisinde kızlarla gevezelik ederken ansızın kısmetim  ayağıma gelmişti. Böylece gelmişti. Öylece gelmişti. İçimdeki Ben’i dürtükleyen etkileşimiyle. Sürrealizmiyle.
Oyunda rolünü ezber tutmaya çalışan kızlardan birinin uzaktan tanıdığıymış Semih. Kulis onun güzelliğiyle çarpılmıştı. Rolleri hafızasından silinmiş kızların kalbinin, aynı anda çatlayacakmış ölçüsünde  çarptığına yemin edebilirdim. Onu görür görmez aynen “vav!”dedim ben de. İçimden ama. Semih’i gören arkadaşı Melek çok şaşkın vaziyette 
--Sen buralarda  ne arıyorsun Semih’çiğim? Dedi.
--Şöyle  bir merhabalaşmaya uğrayamaz mıyım?
 Melek biraz mahçup olarak:
--Aaa tabii tabii. Ama oyun başlamak üzere, oyundan sonra dışarıda bir yerlerde oturalım, zaman geçirelim. Şu an için affet  beni lütfen,dedi.
--  Cici kız,  affedilecek bir şey yok ki. Bilirsin beni derken  Semih,  kulisteki varlığının  hakim olduğu gücü  gayet iyi bilmekteydi. Melek, Semih’in kendisi için geldiğine büyülenmiş gözleriyle inanmaya çalışıyordu.  Yüzü kızarmış, pembe allık rengi   git gide narçiçeğine çalınmıştı.
-- Bilmez miyim??Yalnızca  beni seyretmeye gelmeni beklemiyordum. Daha fazla heyecanlandırma beni.  Oyundan sonra bol bol konuşuruz.
 Melek,kulisten Semih’i  böyle geçirdi. Melek’ten ayrılan Semih’i salona geçiyor sandım. Hemen ardından çıktım. Kulisten çıkışımın nedenini kestiren kızların benim  arkamdan kıkırdaşmaları kulağıma uzandı. Hiç mi hiç umursamadım.
--Pardon, dedim. Semih bana baktı.
--Sizi  nereden tanıyorum? Gözüme  yabancı gelmediniz. Semih’in ipildek badem yeşili gözleri sulanarak, son derece kendine güvenle kartvizitini uzatarak:
--Elmaslar şirketinin genel müdürüyüm. Bir iş görüşmesinden olabilir mi?dedi. Gençlik alameti işte,  Semih’in holding imparatoru olmasından dolayı neredeyse dudağım uçuklamak üzereydi. Kendimi hiç kasmadan:
--Şirketinizin sanatsal  etkinliğinde bir kez bulunmuştum dedim. Siz de orada konuşma yapmıştınız. Net olarak hatırladım. konuşmanız uzun süre belleğimde yer etmişti.
-- Beni hatırlamanıza hayret ettim doğrusu? Ben  Semih bu arada,diyerek tanışmayı yineledik.Semih, hayret ettiğini söylese de ilgisini çekmeyi başarmıştım.
--Neden dedim? Ve adımı  dilimin ucuna ekledim.
--  Gerçekten ipeğe benziyorsunuz  adınız gibi dedi. Ayrıca hiç kavisiniz yok. Fiziğiniz  size ve adınıza  ne güzel uymuş.
-- Teşekkür ederim. Şişman dememek için  iltifatlarınızı güzel sözlerle bezelemenize ne desem acaba.
-- Harika!deyin. Siz bir harikasınız bence.
-- Siz de  muhteşem bir iştiareci.
--Teşekkürler diyerek Semih devam etti:
-- Şirketimiz bünyesinde insanın  iç dinamiklerini harekete geçirecek ve doygunluğun doruk noktasında sanatsal doyumları ön plana  geçirecek stratejileri hayata geçirip sanatçılara yatırım yapan geceler düzenler. O gecelerde konuşmak gerekir. Duyarlılıklarımızı anlatırken bazen de  duygusal olabiliyoruz. Demek ki,  sizin  bulunduğunuz gece  çok hisli bir anıma denk gelmiş. Yine de beni şaşırttınız!  Heyecanlandım açık söylemek gerekirse. Hem de çok. Benimle  bir çay içmek ister misiniz?
--Şeref duyarım, dedim ve tiyatro salonundan çıktık.
 Her şey değişiverdi. Benim o anı kurguladığımdan şüphelenmedi. Kendimle gurur duydum. Hayallerim gerçek olmuştu. Bir prensle baloya giden külkedisi misali, uydurduğum masala inandırmıştım. Ben ve O, ikimizin bir masala ihtiyacımız varmış. O masalın tam zamanıymış. Çağrıma yanıt veren   zamanın  da iyiliği üstündeydi. Olasılıklar Teorisi, gerçekleşme olasılığına boyun eğmişti.. Her şey birbirine zincirleme bağlanmaya hazırdı.. Benim kulise gitmem. Onun oyun öncesi Melek’i görmek istemesi, benim söylediğim yalanın Semih’in hayatında yaşadığı anlardan olması… Kurguya dair bir ipucu yoktu. Bütün detaylarını hayalimden çaldığım masalımın baş karakterleri bizdik ve  çığırından çıkan dakikalarla baş başa bir masada oturuyorduk.
45. bölüm yeni hikaye
 --Bıçaksırtı yaptırdım seninkini diyen sesi duyunca Kadın, irkildi.  Elindekilerini  masaya bırakan Adam,
--Ben başlıyorum çok acıktım dedi ve yemeğini yemeye başladı.
 Geçmişin kesitlemesi durağanlaştı. Semih, silikleşti. Kadın, karşı masaya baktı istem dışı. Masada başka bir çift oturmaktaydı. İki fakülteliye benziyorlardı.  İnce, cılız gayetten sportif görünümlü iki sevgili , Semihlerin yerine geçmişti şimdi. Yüzleri birbirine yakın, elleri dairevari çemberler çizerek hararetle konuşuyorlardı. Kızın  saçları beline yakın sırtı gözükmüyordu. Oğlan  kızı hayranlıkla ve  dikkatle dinliyordu. Kendilerini izleyen iki çift kadın gözünden bihaberdiler.
--Deminden beri nereye bakıyorsun anlamadım? dedi Adam. Kadın o  zamana değin,  uzak, çok uzaktan gelen   yorgun ve yoğun hayal kırıklığıyla başını gömdüğü o çarşaftan çıkarır gibi:
-- Hiç, dedikten sonra, bir pasta hikayemi hatırladım.   Çikolatayla bezeli bir dilimi kesersin, önüne alırsın, çatalı batırırsın ve   bir türlü ağzına götüremezsin, yemeyi beceremezsin. Oysa  süslü fantezisiyle pastayı nasıl  da canın çekmiştir. Ama yemek mümkün değildir. Senin elinde de değildir. Pastanın da yapacak bir şeyi yoktur. Çünkü, içi böcek dolu, mağara gibidir. Onu görmemek için  başını çarşafa gömersin. Pasta gider. Ertesi sabah uyanır uyanmaz, hatırlamaya çalışırsın. Velhasıl, pastadan geriye anımsayabileceğin hiçbir şey kalmamıştır.
Sevgilisinin sözünü keserek Adam araya girdi ve gergindi:
--Sevgilim, anlamadığım şu pasta hikayenle bir şey mi  ima ediyorsun? Bir. Kabul et ki, tuhaf bir hikaye! İki. Pasta macerasına benzemiyor. Üç. Ve şimdi bizimle ne  ilgisi var? Dört. Beş,  aşırı meraklı bir olmamakla beraber, hikayeni nereye bağlayacağını  çok merak ediyorum. Cidden senden gerçek bir  yanıt  bekliyorum, lütfen dedi ve sustu.
Sevgilinin, dilinin ucuna geldi. Semih, diye birini gördüm şurada oturan, dibime kadar gelen bu erkekle, rastlantısal bir tanışma sonrasında tıpkı pasta hikayemde olduğu gibi hayal kırıklığı yaşadım demek. Evet, bir an, tamamı gerçeklerden oluşan hikayesini anlatmak için kıvrandı Kadın. Alışveriş merkezinde  durup dururken, az önce, gökten düşen zembille bavullar dolusu anılarından seçmece bir replik Semih çıkmıştı karşısına. Olacak gibi değildiyse de, olmuştu.
Dilinin ucuna gelen  anı repliği frenlemesi daha uygundu ortama göre. Sevgilisi gerilmişti. Sakinleşmeye ihtiyaç vardı.. Hiç yoktan tartışmaya zemin hazırlamak ona göre değildi.
 --Hiç saçmaladım işte dedi. Sanırım babamla ilgili bir hikaye. Aklıma geldi her nedense? Sıradan bir anı  bilirsin sen de dedi  Kadın. Sevgilisini rahatlatmak amaçlı tümceler kurarken; alışveriş merkezinde sevgilisinin zamanına dönmüştü tamamen.

Adam,  hikayeci kadınlara bayılırım ama bugün  giysilerin hikayesini yazalım oldu mu sevgilim, diyerek pide ve ayrandan oluşan mönüyü yemek üzere başlarını eğdiler bir müddetliğine. Ağızları dolu dolu. Kah ayranı yudumlayarak, kah acı bir biberi dillerinin ucuyla kesip biçerek. Yinelenen bir devamlılık hakimdi çevreye. Mesela yan masa yine boştu. Kimin gelip oturacağı bilinmezindeydi. Bir kadının, erkeğin, çocuğun belleğinde  ne anılara bedel olacağı bilinmezindeydi. Olasılıklar içinde  bin beş yüz kesit vardı yaşanacak. Bir o kadar da insan yüzü ve hatıraları, pasta öyküsü belki de. Kim bilebilir di neyin, nasıl, nerede, niçinleri çağrıştırabileceğini?..  Bir an, anlık bir bakış, bir sırt profili, figürün yürüyüşü, bir gülümsemenin gamzesinde bir çizik, bir harfin dil ucundaki pelteli aksanı;kimleri, kimselere anıştırıp meydan okuyordu  müsvedde defterindeki kapanmış insan hesaplarına. Kadın  ve Adam yemeklerini yerken ihtimal O da bunu düşünüyor  diyerek  melankoliyle iç çekiştiler karşılıklı:
--Bir çay alabilir miyiz,dediler garsona birlikte. Sigara yaktılar birlikte. Sevgilim sen sigara içmezsin demedi Kadın. Adam, sigarayı sevmem demedi. Sigaradan bir son nefes çekerken   her şey normal göründü gözlerine:
--Kalkalım mı?
--Kalkalım. Paketler elinde iki kişi birlikte yürüyerek geriye alışveriş yapan bir sürü sevgili bırakarak kapıdan çıktılar.
Sokak karmaşık geldi  iki kişiye. Arabalar gelip dönüyor. Park edecek bir yer arıyorlardı. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık alışveriş merkezine girmeye hazırlanıyordu
46. BÖLÜM  YENİ HİKAYE
Bir kadın küçük bir kızın elinden tutmuş, onlar çıkarken kapıdan içeriye girmeye çalışıyordu, gözleri kocasının  arkalarından gelip gelmediğini kontrol ederek.
 Tuhaf oldu ikisinin de yüreği.  Kadın “Cahit buradayız biz” diye seslenirken Adam irkildi duyduğu sesin tınısıyla. Meçhul Kadın!dedi sesli sesli.  Kim? Kim? Boşver… diyen sevgilisine üstelemekten vazgeçmedi Kadın. Sonra sonra söylerim dedi Adam. Aaa ! olmaz ki ama, merak ettim şimdi söyle.
“Meçhul Kadın”dı o. Nereden çıkardın? Sesinin tınısından. Hıçkırıktan yeni çıkmış gibi. Yıllar sonra duysam yine tanırım dedi Adam. Kadının saçları kirpi gibi dikeldi ama, kıskanç toy bir atın huysuzluğundan çok, Adamın hisli  kadın sesini tarif edişi  değişik geldi. Hıçkırıktan yeni çıkmış sesi mutlaka duymak istiyorum dedi Adama. Radyodan ses kaydını alıp gelirim, dinlersin şekerim.
 Evliymiş de bak sen!(erkek kendi kendine söyler gibiydi).
-- Anne kız gayet hallerinden memnun görünüyorlardı değil mi? bana pek Meçhul Kadın  havası var gibi de gelmedi dedi Kadın.
--Hayatım, bazen ses ve görüntü  tamamen zıt olabilir. DJ’lerin kulağı kurt  rezisdanslıdır. Şaşmaz!
Sen öyle diyorsan dedi  sevgilisi aracın kapısını açıp koltuğa yerleşti, erkeğin arabayı çalıştırmasını seyretmeye verdi  dikkatini. Aklında Meçhul  Kadın ve  kızı vardı. Meçhul  Kadın kim? Nasıl biri?diye düşünmek başka bir şeydi? Kızının elinden tutmuş, anne’yi düşünmek bambaşkaydı. Kadınlar ve annelikleri?... farklı farklıydı. Kimi kadın anne, kimi kadın, kadınlığı seçerdi. Kimi kadınlarda; hem anne, hem kadınlığı bir arada yürütmeyi seçerdi pratik zekalarına güvenerek. Bir kız çocuğu ise evcilik oyununda seçerdi anneliği. Bez bebeklerine anaçlık ede ede. Can gelmemiş  memesini , oyuncak bebeğinin sahte plastik ağzına dayayıp emzirerek. Göre göre annelik, alıştıra alıştıra kız çocukluğundan kadınlığa ve oradan anneliğe geçiş seremonisi. Dersi ezberi olmayan, doğal, içgüdüsel.  Geninde annelik, doğurganlık taşıyan  Kadına da  nihayet onun da anne olabileceğini hatırlatmıştı Meçhul Kadın ve kızı alegorisinde. Anneliğinin  sırtına kambur gibi dayandığını, yüklendiğini anladı. Dayandıkça, yüklendikçe yükü ağırlaştı. Takatsız, dermansız kaldı Kadın. Annesi geldi hayaline pür i-pak. Tertemiz. Parka giderken beraberce. Babasıyla babaannesini ziyaret edişleri… Babası,  her gitmesin de; küçük bir oğlan çocuğu yaramazlığında, annesinin  dizinde yarım saat gözleri kapalı uzanırdı. Dut yaprağında beslenen yanık koza gibi Kadın da düş bahçesinden parça pinçik atıştırıyordu. Sığındığı kozalar  delinip kelebekler  uçsa uçsa nereye kadar uçardı? Yok olmaya uçardı. Bilerek bunu yirmi dört saati çiçekleri koklardı  kelebek. Kelebeğin  sonsuzluğa koşan narin kanatlarında bir kız çocuğunun ufaklığını gördü kadın. Bir de biraz önce annesinin elinden tutan kız çocuğunu gördü.  Ve kendi elinden tutmaya çalışan bir kız gördü hayal meyal. Gülümseyen o küçük elin ipeksi dokusunda dişilik kerameti siliniverdi. Kadınsılık alametleri önemsizleşti. Kuzusunu emziren kokulu bayır koyunundaki içgüdüsel annelikle eşteşti yavrusunu besleme, büyütme kaygısı aleminde. Bebek doğurmak? Kadın hiç böyle bir  hayal kurmamıştı. Absürd bir hayaldi. Hayatın anlamsız saçmalığına dem vuran akıl tutulmasıydı, dünyaya  bir bebek dünyaya getirmek. Sevgilisi ile beraberliklerinde bir yuva kurma, evlat sahibi olma, konuşulmayandı. Çoluklu çocuklu kadın rüyası görmeye  gece, gece yarısı, sabaha karşı, şafak, tan ağartısı veya gündüz düşlerinde vakit ayırası olmamıştı. Dank eden neydi zihninde Kadını, anneliğin  serüveninde  gezdiren? Meçhul  Kadın’dı elbette.  Esrarengiz hıçkırıklı sesinin simetrisinde kızıyla elele  görüntüsü. Kadını zincirleme çağrışımlarla, özündeki doğasının  bağrından kopan meşhur, üretken doğurganlığına sürüklemişti genel geçer tabiat kanununa uyarak.
47. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adama baktı. Bu adam çocuğumun babası olabilir mi?  Şimdiye kadar  “bir kızımız olsun, bir bebeğimiz olsun. Saadetimiz tam  olsun” vaveylaları bize yabancıydı. Kıyısından köşesinden  tutup kulağını çekmemiştik. Neden sonra, sevgilisine döndürdü başını. O ne düşünüyordu acaba? Baba olmak istemiş miydi? Çocuklardan bahis açılıp sohbet etmedikleri için Kadın, erkeğinin bu konuda ne düşündüğünü hiç kestiremiyordu. Daldığı suyu incitmeden yüzen  iki  balık acemiliğiyle, bebeğini,  büyütürken hayal kurmak; nicedir unutulan gelenekseliydi. Havuzunda  mayosuyla  güneşlenen bir yazlıkçının tatil hayali kadar  havadar ve iklimin elverdiği kadar sıcacık, kısacık sürecek annelik sevdasına elveda diyerek, kurduğu düşten çıkmak en iyisiydi. Kadın düşünü yarıda bırakınca bu kez Adam düştü aynı yola. Arabanın farı  uzayan yolu aydınlatıyordu. Işığın yola vuruşuyla kaçışan siyah parıltıları görmüyordu erkek. Bir şey dürtüyordu kendisini. Haydi düş kur, haydi düş kur gibisinden. Meçhul  kadın, elinden tuttuğu kızıyla alışveriş merkezine girerken; Adamda kendi  kendine bir  küçük kızım  olsa… Onun  babası olsaydım melankolisiyle ters istikamette yol alıyordu. İçseline varan yol ve dışsal yolun varacağı menzil  şu anda belirmişti. Evlilik. Eşi ve kadını ve kızı… O evin eşi, babası;ailesi. Yuva. Gecenin öteki yüzü gibi.  Her gün  yaşantısıyla birebir örtüşen sevgilisine döndürdü öteki yüzünü gecenin. Sevgilisi, eline iğne iplik alıp  yastıklarını daha bir ömürlüğüne dikmeyi istememişti. Kendisi de   kırk elli yıllığına  “evlilik” imzasının derdine düşmemişti. Hatta aklından geçmemişti. O’nu, eşim, çocuğumun annesi olarak içine sindiremeyişimin bilinçaltı bir nedenim mi vardı? Parmakları direksiyona  ve  sevdiğim kadına evlenme teklifi etsem ne düşünüre  çevirdi usul usul. Kadının mütemadiyen gözü yoldaydı.
 Adam  ve Kadın “ Biz ne zaman evleneceğiz ?”diye bir kez bile bu  soruyu kendilerine sormaya yeltenmemişlerdi . Sevgilisi kendi düşlerinden sorumlu ve Adamın eş, baba, aile, yuva düşlerinden  bi haber  gecenin karanlığından fırsat bilip  bir aile düşüne dönüştüğünün  farkında değildi.  İki yol tek yola doğru kayıyordu. Gecenin gizli yüzü  Adamın ve Kadının yaşamının içine akarken  görünmeyen gerçekleri gün yüzüne çıkarıyordu. Tuhaflık aracı sarmıştı. Adam   sevgilisinin karnına gözlerini kaydırdı. Baba olması  için bu kadın baştan başa değişecekti. Çehresinde kızının  temayülünü çizdi. Bir suret ki, avuç içi kadar. Mihrabında   dua  ile sevi muhabbetini birleştiren canlı bebek. Her ikisinin elinin, belinin, dilinin tadını alacak. Has tadı yine o bebeğin  olacaktı.
48. BÖLÜM YENİ HİKAYE

 Kızım!  Kız çocuğumun babasıyım bugüne bugün oldu Adam.. Nasıl enteresan bir duygu rüzgarıyla savruldu. Sevgilisininse gözü  dalmış  uzayan yola. İkisi de birinci tekil şahsın sen ben ve O, kızımız zamiriyle şimdiki zamandan hoşnuttu. Her hallerinden belliydi. Eve yaklaştıkça ikisi de  peşine düştükleri  düşlerine kıyamıyordu. Karşı kavşakta bir yol ayrımı olsa da azıcık uzasaydı yol. Sokak sokak dolaşsalardı otomobille. Hiçbir zaman anne baba, eş, aile, yuva kavramına, kuş gözü kadar bir  delikle delinip kulakları; evlat isterim diye çınlamamıştı. Karanlık bir gecenin  alışveriş  yolu; altı üstü camdan, fardan pencereli ev kimliğine bürünmüştü.  Işıklı yol gecesi, evcildi.  Kadın ve Adamı ehlileştirendi.  sırlarını eleveren  gece gezgini ikilisi!. Yol, farkında mıydı erkek ve  kadının seremonisinden? Hayır, farkında olmadığı gibi,  nereden nereye gittiğini merak bile  etmezdi  kişiyi aslında. Kimini , gurbetinden alır hasretine kavuşturur;kimini, sevdiğinin kucağından   ayırır. Uzakların yapayalnızı ederdi. Bütün bunları farkındalık yaratmak için değil, yol; gerçek bir yol olduğu için yapardı. O,  bütün  gece yolculuklarının , yolcularına sadece  sınırları çizili, kurallarla gidilip gelinendi. Başlangıcı ve sonu olmayandı. Sonsuzluğun teknik hizmetine sunulmuştu. Far objesinin birkaç metre ilerisini aydınlatabilme gücüyle  yapardı bütün bunları. Gündüz yol serüveni  de, aynı kaygı ve aynı zamanda kaygısızlığıyla eşlik ettiği yolculuklardı.  Yol ilk günden bugüne hep  vardı. Herkes için vardı. Çoğuldu. Çoğalırdı. Bir değil, birlikti. Ayrımcı söylencesi tükenmezdi. Bir  ve birden fazla , çift yol, dört yol, beş yoldu… Sürer giderdi… Yolcusunun yolunu kesmezdi. Düşen, düşerdi, düşlerinin peşine. Kadın, kadın olduğunu, annesi ve kızı olduğunu  ve eşinin peşine düşürürdü.  Özgür, asi, laf anlamaz içerde de bir yol bulurdu.  İçseline sinen  bu yolsa,  düş beşiğinde  sallanan içbükey aynada  görünürdü, görmek isteyene. Adam ve Kadına yansıyan gibi. Vesvesesinden arınmış, yalnızlığın tekliğini, çiftleştirmeye şahit olmak adına. Yeterli miydi? Bilinmezdi.  Ne  nedendi, ne nedensiz? Yürüyen bir imzaydı. Öylece uzanıp giden yatay ve dikey yol ve  yolları.. Ve yolcusunu, sessizliğin sesiyle, ahengiyle  konuşturdu: “Annesi de sen olmalısın “dedi . Ne dedin sen?derken Kadın. Herhangi bir  kadın gibi    karnındaki sonsuz doğurgan, üretgen anaçlığının varolma varlığını normal sayan, sıradan nefes almalarını soluyordu. Ayrıntının gizil gücü  iki sevgilinin  arzularına gem vurmuş, özlemleri dışa vurmuş  hayallerinde saklıydı. Tatlı bebek çığlıkları duyulan bir hayaldi  bu..Öyle ki, Erkek ve Kadının  tıpatıp  aynı hayali düşü gördüğünden emin olarak; bir yöne , birleştiren  yöne  ruhen teslimiyetiyle   bir küçük canlıya elini vermesiydi. Vadiye bakan yamaçlarında, kartallar alçak uçuşa geçtiğinde,  sığırcık gizlenmesi gibi annesinin karnına sinen bebeğin, babası  olmak kolay değildi. Dışardan bakana  göre hızlı bir film şeridi gibi doğan; dünyaya gelen her bebeğin yeni hikayesi, sırat köprüsü   kadar geçilmesi  inceydi, zordu. Kadın ve Adamın dirimsel, duyumsal  buluşması  farklı  her noktada uyuşması  gerekiyordu.  Yeni Hikaye’sinde olduğu gibi . Kadınsı hisleriyle yoğunlaşan yeni hayatında erkek varlığıyla; sevdiği  kadının, kadınlık kefaretiyle, derinden  doğum sancıları çekmesine eskisi gibi müsaade edemeyeceğini anlamıştı Adam. Özünde filizini salan  üçüncü  kökü, kadın kişiliğini boy attırmıştı. İlişkisinde muhafazakar bir bütünlük  yaşamak gerektiğini  öğretmişti. Mütereddit  sevgi dilinin şımarık ve ukala çocuğu   Kadın Ve Adam . Hayır! Hayır! İkisi de vazgeçmişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Araçtan  inerken alışverişe giden ve dönen farklıydı. Kendilerine, sevgilerine, birbirlerine anne  baba kimliğini uygun gören olgunluğuyla ve Yeni Hikaye’nin kaderini değiştirecek iki sevgiliydiler.
49. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Eve girdiklerinde gecenin yarısı olmuştu. İkisi de çok yorgun görünüyordu. Paketleri girişte masanın üzerinde bırakıp mutfağa geçtiler. Sessizleştiler. Düşlerinin götürdüğü yere gitmekten korkuyor gibiydiler.  Üç yıl boyunca hayatlarını kayıt altına alacak ciddi düşüncelerle  ruhları hiç böyle çarpışmamış, heyecanlanmamıştı. Derin, devinimsel gözlemlerle geleceklerini büyütecin  gerçeğinde seyretmek onlara göre değildi. Çetin tartışmaları sevmeyen  sıra dışı sevgilinin sıradan buluşmalarla sürüp  giden hayatı vardı. Beraberlikleri süresince özgürlük alanlarının sınırları incecik çizgiyle çizilmişti sanki. Her ikisinin de sıkıldığında çekip gitme, günlerce birbirinden habersiz   ve  sorumluluk duymadan yaşadıkları haftalar pekala olmuştu. Şimdi ne oluyordu? Kızın ve erkeğin  yolu farklı bir yöne kaymıştı.  Konuşamıyorlardı. Çünkü en azından  bu geceye ve gece düşlerine ait, daha fazla adım atmaktan çekinmeleri gerekiyordu. Yarın sabaha acele verilmiş bir kararla çıkarlarsa ve sabah,  verdikleri kararların  ağırlığıyla  kendilerini ezik hissederlerse  neler olabilirdi? Düşünmek bile istemiyorlardı. Kadın bir sigara yaktı. Adam bir bardak çay içti. Gözleri, endişeyle  her ikisini  de süzdü.  Elleri , parmaklarına  dokunmaya çekimser kaldı.   Meçhul Kadının elinden tutmuş kız çocuğuyla ilgili  munis anne hali   akıllarının bir köşesinden dalıvermiş ve   başka bir şey düşünemez hale getirmişti ikisini. Akşamdan beri mütemadiyen bunu düşünüyorlardı . Beraber yaşamayı seçmiş çiftin, dile gelmeyen, dile düşmeyen, beyinlerinin  mükemmel telepatisiyle; hayalleri ve düşleri bilmece olmaktan çıkmıştı. Nasıl  olur diye düşünmek sonucu değiştirmezdi. Çünkü, dağın başından inen suyun, aşağı vadideki  dereye nasıl, neden, niçin ulaştığı kadar sorgulanabilir miydi?  Doğanın doğalı ve  kendiliğinden olagelen  bir telepatiydi. Alış veriş sonrasındaki gece yolculuğunda  zihinlerinde  patlak veren  -annesi ve babasının elinden tutmuş küçük kızı üçlüsü- heveskarlığı   gün yüzüne, düş yüzüne ve  yaşama dair planlarına nokta koymuştu nikah imzası kadar geçerli sayılabilecek.  Yepyeni bir  olasılıktı.  Bir gün önce böyle olacağı  söylense Kadına  ve Adama reddecekleri bir ihtimaldi.  Hatta, hatta itiraf etmek gerekse modernitenin yadsınamaz gerçeği, aşırı bireysel, bağımsızlığa zafiyet olarak geliştirilen karşıt düşünceler; aile olmayı küçümseyen tarzda  idi. Onlar da çağın gezgin fikirlerinden hayli etkilenerek  ara sıra içkiyi fazla kaçırdıklarında  evlilik kavramını irdelerdi.. Temayüllerini  gevşeyen bedenleri gizleyemez,  ses tellerine hakim olamaz,” eli kolu bağlı gibi  iki insanın   nikah  imzasıyla birbirlerini zorunlu sorumluluklara sürüklenmesine karşıyım” derdi Adam. Kadın başıyla onaylar. “Senin kadar evliliğe karşı değilim hattı zatında; imzanın, kadın ve erkeğin üstündeki  yetkisi; toplum içinde yetkin ve bağımsız yaşamalarına  faydalı.  Toplumla bireyin karşılıklı olarak yazılı olmayan sözleşmesiyle, sistemsel anlamda kabul görmesi birbirini. Yani  çiftlerin saygın ve rahatlık politikası anlatabildim mi sevgilim? Kadına  tek güvence yolu biçilen  evliliği onaylamadığım gibi  evlenmek için can siparane olan kadınları da anlamıyorum?.  Ama ,iki insan sevdasıyla, illa ki  biz evlenmek diye tutturuyorsa.. .A! bu ne demek ayol? Yapmam. Dudak bükmem…”deyip yüksek sesle nutuk çeken savunmasına mim koyardı Kadın. Kadın susunca Adam “ bir ömür boyu bir insanla yaşamak, sevmek, sadık kalma modası eskidendi. Evlilik  uzun bir yol olarak sürerse, canı sıkılan  kadın veya erkek, yol değişikliği yapabilir. Yapabilmeli de.” Deyince Kadın atılarak “ ihanetin temeli dediğin sanırım.  Özellikle biz kadınların psikolojisini çökerten bozan;  kadının kadına, erkeğin  erkeğe ihanetinin de söz konusu olduğu hiç temenni edilmeyen  çelişkili birliktelikler,  evlilikler yaşadıklarımız. Karışık kavram çelişmeleri…
50 . BÖLÜM YENİ HİKAYE
 işte”diye uzar giderdi  sohbet. Erkek, sevgilisinin söylediklerini tuhaf bulurdu  dumanlı kafasıyla ve  “öyleyse açıkla  bakalım? Kadının  kadına, erkeğin   erkeğe  ihanetini?" derdi. Kadın  dünden hazır, içi cık cık ediyor  düşündüklerini ifade etmeye… “ Çünkü, kadın ya da erkek  -ihanetleşmeyi-  kendi cinsiyle değil, karşı cinsle gerçekleştirir. Hımm… şöyle söyleyeyim: Farklı tercihi olanları,  genellememin dışında tutarak,  bir erkek,  kadın partnerini kiminle aldatır? Başka bir kadınla, yani partnerinin benzeriyle. Oldu mu?. Değiştirelim durumu:  Erkeğini aldatan kadınsa, kimle olabilir ? Başka bir erkekle... Öyle değil mi  sevgilim? Herkes aynı zamanda kendi cinsinin ihanetini  yaşar.  Açıklamam, mantık dersinde gördüğümüz önermelere  benzedi ama, mecburen. Ki, hoş, aslında  , kimse kimseye de ihanet etmez! “ “Vay bee!” diye haykırırdı  Adam. “ Sen de ne önermeler varmış da… Haberimiz yokmuş  aşkım.” “Dur! Dur! Sözümü kesme! Bitmedi.  Birkaç adım daha ileriye gideyim: Herkes, kendi kendinin ihanetini yaşar sevgilim. Derin mevzular bunlar.  Taş devrinden bugüne kimse tam olarak içinden çıkmayı becerememiş.”derdi feylesofca. Yüzündeki müstehzi  gülümsemeyi bilgiçlik karışımında  erkeğine sunan kadın edasında. Sigarasının dumanını  yana doğru başını çevirip, eğerek, hafif şehla ve çakırkeyif olmuşlukla  üflerdi ıslık gibi, ıslak dudağıyla Kadın. Adam  yine  yine itiraz eder. Israr eder…İlkeler, kavramlar yaşama dair bitmeyen nazariyeler, kuramlarla donanmış kainatın düzenini tartışmaktan büyük bir zevk alırlardı o akşamlarda.. Evrensele dönük  fikriyatlarının savunma hattı  bu  gece yolculuğu itibariyle çökmüştü. Olan buydu  ikisinin de muallakta kalmasına neden. Dengeleri, dengesizlikleri birbirine karışmıştı. İki sevgili o yüzden  hayallerini dile getirmemek için  inanılmaz  bir gayretkeşlik içindeydi.  Kıpır kıpır kıpırdanan bebek fikrini  belleklerinden silmeye,  ya da gecenin sabaha dönmüş yüzeyinde geçiştirmeye çalışıyorlardı. Dışa dönük ikili, biri hikayeci, biri çevirmen… Bin bir çeşit masalın eşiğinde idi.     Evliliğin yeri  yurdu olmayan beraberlikleri; yıkılmadan yumulmadan, boyut mu değiştiriyordu? Bir gecede yaşanan  dönüş neyin nesiydi ? Biz nereye gidiyoruz Sevgilim? sorgulamasını, her ikisi de yapmak üzereydi  Kadın, Adama; Adam, Kadına.  İkircikli olmamaları olanaksızdı..  Gecenin haleti ruhiyesine  denk düşen  evli barklı bir çift olma  serüveni ve çocuk sahibi olma sorumluluğuna adım adım yaklaşmaktaydılar. Kısa bir süre  öncesine kadar, dişi kuş  misali mini minnacık bir dev  Kadınla;  eril kuş gibi  ağzındaki kuru çöpü canı istediği yere bırakan özgür mü özgür Adamdı sevgililer. Birbirlerini böylece kabul etmişlerdi. Özgürlüğüne düşkün  iki kişi, iki bireyleşmiş insan. Gökyüzünde güneş açsa, kalplerinin çarpışına göre kanat çırpandılar.  Yeryüzünde  gül ağacı, kayın  ormanı, dal budak, çalı çırpı olsa bile ne hissediyorsa umursamadan  yaşamaya çalışırlardı..  Kişisel yaşam hevesinin havası  güzeldi.  Geniş, engin doruğundan inmeye,daralmaya, daraltmaya  niyet etmemişlerdi. Hele  bir üçüncü  ve minik varlığın oluşumuyla çoğalmadan medet ummak?.. Kim kime tum tuma  hasletindeydi onlara göre. Rüyasında görse hayra yormazdı erkek, kadın da  cenaze ortaya gelmeden kefen biçmeyecek kadar  uslu ve aklı caizdi. Fevkalade bir  farklılık tadındaki  hücrelerden oluşan ceninin, macerasına katılıp katılmayacaklarına karar vermek kolay mıydı?.. Bir gün gelip aile olmayı istemek kadar doğal olanın bu alemde. Evrimin değişimi kanununa  aykırı  bulanlardandı onlar. Dünyanın düzeni  insanın iç ve dış  kabuğunu çatlatırken; kimini  geleneksel doğurganlığa, kimini maddesel varlığın tekliğine, hiçliğine savurtuyordu gayri ihtiyari. Kadın da Adam da bunun farkındaydı. İçlerindeki sert, berk, pek katı  ve  aşırı tok , doymuş  madde, değişimin değişimiyle; yumuşacık, sıcacık, masum,yaşamaya aç açık bir  can, yeni  bir nefesle yol alıyordu iki ayrı bedenin belinden belleğine.
 51. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Çok yoğun geçen bir gecenin sonun da yatar yatmaz uyuya kaldılar.
 Odanın kendisini karanlığa teslim ettiği her gecenin sonu bir sabaha çıkardı. Besbelli bu gecenin sonu da öyleydi. Hiç de umdukları gibi olmayacağını anlamaları uzun sürmedi. Bu kez de gece düşleri hareketlendirecekti zihinlerini.  İçine gömütlendikleri yatakları   çok rahat olsa da Kadın  ve Adam   karmakarışıktı. Kah yüzleri dönük birbirine, kah  sırt sırta ve arada  sarılıp nefes nefese  uyumayı denediler. Olmadı.  Olmadı.  İkisi de sıkıntılıydı. Uyumak için can atarken; dirençli bir uyanıklıkla karşı karşıyaydılar.  Yeter dedi Kadın ilk.  Aykırılık vardı ortada. Bu gece yan yana aynı yatakta uyumaları mümkün değilse,  inatlaşmak saçmaydı illa ki.  Üstünden yorganı sıyırdı. Önce sağ bacağını yere değdirdi ardından solu. Bedenin tümü kalkmalısın komutuna uydu. Kadın  oturma odasındaki kanepeyi açtı. Kıpırdanmaktansa kalkıp ayrı yatayım,  bari sevgilimin  uyumasına engel olmayayım diye düşündü. İçerden üstüne battaniye getirdi. Güzelce örtünüp gözlerini sıkıca yumdu.
Sevgilisinin yanından usulca kalkıp odadan dışarı çıktığını uyumak üzere yumulmuş gözlerinden gördü Adam.  O da  huzursuz  diye düşündü. Kadının yatağa dönmesini beklerken  kendinden geçti.  Erkek ve Kadın  ayrı odalarda uykuya dalmıştı  onca düşten sonra.
Gecenin bitmeye niyeti yoktu. Göz kapakları  yorgunlundan kaçarken Adam kendini  kendini  yayın esnasında buldu.  Romantik müzikleri ardı ardına dinleyicinin beğenisine sunarken, tonmayster  karşıdan işaret etti elindeki  beyaz kağıdı gösteriyordu.
Kulaklığı çıkararak  “Ne var?” dedi.
Israrla bir kadın telefon numarasını size vermemi istedi diyerek kağıdı uzattı.
 Yayın  odasına geçti.  Meçhul kadın dedi. Telefon numarasının  ona ait olduğunu  anlamakta gecikmedi. Sapır sapır döküldü kendine olan  özgüveni. Şimdi ne olacaktı?   Gözü karardı bacakları titredi bir an.  Offf! Bu gece çekemem meçhul kadın havası nazı melankolisi… bir yanı ise meraktaydı. Bir saatlik yayın süresi bitmek  bilmedi  Dj’ye. Son müzik parçasını birkaç romantik sözle süsledikten sonra verdi yayına. Çıktı sonra. Bar cafede canı  birkaç yudum içecek içmek istedi. Vazgeçti. Yürüdü kalabalığı yararak. Arabada sükut buldu. Yalnız kalabilmişti nihayet. Kağıt yazan telefon numarasını çevirip çevirmemekte tereddüt etti. Sevgilisinin ne düşünebileceğine takıldı aklı.  Onun basit bir telefonlaşmaya aldırmayacağını çok iyi bilmesine rağmen, meçhul kadına kızdı. Beni zor duruma sokmaya ne hakkı var diye. Fakat, hıçkırıktan yeni çıkmış o sesi tekrar duymak istedi tüm egosuyla.
-Alo!
-Efendim.
- Kiminle görüşüyorum?
- Müptelanız bir izleyicinizle dedi Meçhul Kadın.
-Mutlaka onurlandım hanımefendi ama enteresan geldiniz bana.
- Evet. Enteresan olmayı severim.
-Özel numaranızı bırakmaktaki  amacınızı anlamadım?
- Bunları buluşunca konuşalım mı?
-Çok cesursunuz. Dedi Adam.
- Siz mi teklif etmeliydiniz?
-Ha ha hayır!
--Öyleyse dedi Meçhul Kadın.
--Yarın Tramvay Meydanında   mor  pelerin  giyeceğim bekleyin beni.
 Erkek, tamam diyemeden telefon kapandı ve esrarengiz  ses kayboldu.  Aracındaki ağır  atmosferinde boğulacak gibiydi adam.   Elinden tutulmamış  bir aşkın  gözyaşına benzeyen  ahizedeki  sesin kendisine nasıl bir oyun oynayabileceğini düşündükçe  delirmek üzere olduğunu hissediyordu.
 Kararlı bir şeklide telefonu çevirdi. Karşıdan yanıt gelmesini beklemeden:
Kusura bakmayın yarın çok önemli bir işim var. Gelemem! Gelemem! Diye bir iki kez ısrarla tekrar etti. Bir uyandı ki ter içinde. Nabzı hızlı hızlı atmakta.  Rüyaymış dedi. oda karanlık.  Sevgilisinin soluğu ılık ılık ensesinde.  Kolları belinde.   Huzur buldu erkek. Meçhul Kadının  karabasan gibi  rüyasına da çökmesi garip bir tesadüf müydü? 
  
52. BÖLÜM  YENİ HİKAYE
Adam ve Kadın bir beden olmuş, soluk bile alırken tenlerinin pıt pıt atışını  dinlerken, cep telefonu  caz parçası melodisiyle çalmaya başladı gecenin zifirinde. İkisi de bir anda irkilerek gözlerini açtılar. “Kim bu?” dediler?  “Telefonunu kapatmamışsın galiba.” “Özür dilerim sevgilim  unutmuşum.”derken  ışığı yakmaya çalışan erkeğin, telaşlandığı yüzünden  açıkça belli oluyordu. Telefon,  komodinin üzerinde  çalmaya devam ediyordu. “Acelesi var telefonun, bakar mısın ” Adam  telefondaki numaraya baktı “Tanımıyorum  ama numarayı. ” dedi.  “Alo” 
-        İyi geceler. “ iyi geceler.”
-        Meçhul kadındı  telefon eden.  “Sizi tanımıyorum?”
Adam memnuniyetsizliğini ancak böyle anlatabildi. Meçhul kadını tınısından tanımış, tedirgin vaziyette,   ne diyeceğini bekliyordu. Nedir yahu başıma gelen?.. Dün akşamdan  beri meçhul kadından çektiğim dedi. Alışverişe çıktık, çıkmaz olaydık diyeceğim neredeyse. Alışveriş merkezinin kapısında, onu kızıyla birlikte gördüğümden beri hayatımız alt üst oldu demeye  dili varmasa da, gönlünden şimşek hızıyla böyle geçirdi.
-Sesimden tanımış olmalısınız  dedi Meçhul Kadın.
Sinirli bir sesle Adam “Saatin kaç olduğunu farkındasınızdır umarım.” Derken sevgilisi  sabahlığını giyerek mutfağa geçti. Meçhul Kadın, erkeğin sinirini görmezden gelerek:
--Farkındayım. Ama hani benim için Bob Marley’den No Women No Cry’ı çalacaktınız. Söz vermiştiniz…dedi. Sesinde yine bir hıçkırık gizleyen kadın gerçekten meçhule meyilliydi. Öyle masumaneydi ki. Çalınmasın istediği  müzik parçasının  peşine düşen kadındı. Erkek de  mecburen  dinleyicisini kırmamak için özenle seçtiği sözcüklerden cümleler kurmak zorun da kaldı:
- Önümüzdeki Çarşamba günü saat onda programım var. İstediğiniz parçayı, söz verdiğim gibi çalacağım. Fakat  merak ettim siz benim  telefon numaramı  nereden buldunuz?
Meçhul Kadın:
- Bu da  benim sırrım. İyi geceler… deyip telefonu kapatıverdi.  Gecenin bu saatinde   bu kadın delirmiş galiba dedi. Telefona baktı Adam.  Numarayı çevirip bir iki söz söylemek istedi. Aman! Boş ver ya diyerek bu gece tuhaf şeyler oluyor bize dedi. Yoksa biz de mi bir şey var gibisinden mutfakta sigara içen sevgilisinin karşısındaki sandalyeye oturdu.  Ne olursa olsun gece yarısı gelen telefonlar sakıncalıydı. Biraz çekindi. Rüyasındaki   meçhul kadının  hayaleti yetmemiş, üstüne bir de  sesiyle de ulaşmıştı kendine. Sevgilisinin sakin suskunluğunu  bozmaya çalışarak:  “ Sormadın kim diye”dedi. iyi ya dedi kadın muzipçe:
-Soruyorum işte Meçhul Kadına, sen aradığında O’nu hangi cıngılla uyaracak telefonu! Muhtemelen, John Carpenter’den The End’dır.
“Söyleyeceğin bu kadarcık mı?” Evet dedi Kadın. Benden ne tepki bekliyorsun anlamadım? Ama  gecenin esrarengiz  telefonunun  sahibi  kimdir, necidir diye irdeleyip   ciddiye almamı beklemiyorsun değil mi? Adam daha bir hayretle:
--Hadi canım. İnanmam. Hiç kıskanmadın, kızmadın mı?
--Dedim ya sevgilim.
-- Melankolik biri galiba.
 “Meçhul kadındı  telefon eden. Yüzünü bile görmeden muhteris bir histrionik mi kadın diyorsun.”
Kadın, yüzüne ışık gelen gölgeli gözbebeklerindeki kendine güvenle:
-Beklentilerin fena değil. Ama dikkat et, karşılaştığınızda beklentisini boşa çıkaran sen olma.
Erkek, duyduğu sözlerin tesirinden titreyerek:
--Yine mi, performansımla alay…? Diye sordu.
Kadın, ustalıkla “yok yok…” dese de  Adam, üf dese kırılacak sesiyle “Ama şekerim, o ne biçim ifade yüzündeki” dedi.
- Ne varmış yüz ifademde?   “Müstehzi.
 ” Alınmış mı benim sevgilim?  İkimiz de yorgunuz. Yüzümdeki ifadenin nasıl olabileceğine dair fikir yürütemem gecenin bu saatinde.   Az sonra sabah olacak. Yoksa  senin, seni  kıskanıp, çıngar çıkarmamam  mı gücüne gitti? 
Adam,  yaktığı sigarasını kadınsı ve zarafetle çekti içine ve sonu gelmiş tütünün acımtırak zehir karışımı tadını içkinleştirerek diline.
--Beni nasıl iyi tanıyorsun dedi. itiraf etmekte sakınca görmüyorum. Evet. Sakince durman, inandırıcı gelmedi bana, hem de biraz acıklı  bir  sürpriz oldu. Hayal kırıklığının duygusallığını yaşıyordu adeta. Seven kadın mutlaka kıskanırdı. Demek ki , sevgilisi onu kıskanacak kadar güçlü duygularla sevmiyordu demeye getiriyordu. Ne alaka?
 Yanıtla

53. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Dedi Kadın. “Seninle çoğu şeyi hiç konuşmadık.   Kıskanç ve bencil hislerimi eriterek gönül kovamda, salt seni  sevmeyi öğrendim zamanla.  Bir başka kadınla  sevgimizi, Biz’, kalbimi meydan  savaşına sürüklemeden sevdim seni. Birlikte böyle mutlu olma yolunu seçtim. Yanlışdır  öteki ve berikine göre ama ben böyle istedim.   Seni kaybetme korkumdan özgürleştim sevgilim. İşte o zaman kalbim ve ruhum gerçekten özgür kaldı. Kalbim seni terk ederse ben de  sana pes diyecek gücüm vardı. Anladın mı? Bunları konuşmaya zamanımız hiç olmadı. Ya da konuşunca büyü bozulurdu.  Ne bileyim?.. belki de  senin şaşırmanın nedeni, dile gelmeyenlerdi.  Aslında  bizim  beraberliğimizi götürendi bahsettiğim. Sadece farkında değildin bebeğim. Neden mutluyuz sanıyorsun? dedi Kız ve gitti erkeğin başını göğsüne aldı, saç dibine  parmaklarıyla hafif hafif masaj yaptı. Adama iyi geldi. Güzel ve hoştu. İpek kadınımı yeni tanıyor gibiyim dedi ve gözlerini kapatıp, sevgilisine teslimiyetini sonsuza değin devam ettirmek için kararını verdi. Yeni hikayemi  yazmalıyım, diyen iç konuşmasının ışıltısı gözünün  kıyısından içine kaydı. Burun kemçiği tir tir titredi.  Huzur ve  güven hissiyle dolu dolu ağlamak istiyordu. Aile olmayı isteyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Yuvası yurdu olmak çok enteresan geliyordu. Biz olabilmek, esas önemlisi. Şu an ki düşüncelerimi hayatıma geçirebilmek üç yılda  değil , üç  günde değil, üç saatlik bir gece yolculuğunun  mucizesiyle yapabiliyorum. Evlenmek! Sıradan gelirdi. Oysa, sıra dışı. Hayatını her an biriyle paylaşmaya razı olmak gönül rızanla biteviye. Kadınsı duygularının yer ettiği erkek kalbinde sıcacık ılıklıklar akıp geldi. Elini uzatıp sevgilisinin elini avucuna aldı. Pencereden doğan günün ilk ışıkları  mutfağı aydınlatırken birlikte balkona çıktılar. Güneş, pembe mor sancılarla mutluluğa heves eden  taze çifte benziyordu.  İlk bakışta, rengi  sulu sepken yağan kar tanesine, bir an çiğ  mavi mavi… Aman  Tanrım!dedi Kız. Ne çok olmuş güneşin doğuşunu seyretmediğim?..  Adamın sesi, sessizlikti. Nefesiydi. Gök yüzü ve yer yüzü  aydınlıktı. Yalnızdı. Kimsesizdi. İnsan kendine dönük, güneş dünyaya, dünya hem güneşe, hem insana dönüktü. Bir kuş çığlığı  sessizliği yırtarak yukarıya, yukarıya kanat çırpışı döne döneydi. Kızın gözleri kuşu takip edebildiği kadar yükseğe takıldı. Takıldı kaldı bir müddet güneşin beyaz, beyza gümüşiliğinde.  Kulağında hala kanat çırpan kuşun  mi fa sol tuşundan çıkan  ahenkli cıvıltısı…
“Beni terk eder gibi gidişlerine benziyor dedi işaret ederek gökyüzünü erkeğine:
“ Bazen günlerce aramazdın. Sitem etmedim. Çünkü sevmiyorum. Ya seni böyle sevecektim. Ya da senden gidecektim.
Meçhul Kadını anlıyorum. Çünkü O’nun muhterisliğindeki sınırsızlıkla tutuldum sana. Gidemeyeceğimi anladım. Kaldım . Kaldım canım. Öylece kaldım. Böylece kaldık. Birlikte, beraber kalabildik.
 Seni  aradığımda , bugün mazereti olmasa diyerek, heyecana kapılırdım.  Havai ve taşkın  tümcelerin dalgalı sesindeki  “gel” deyişine aşıktım.  “Konuğum var” deyiverince  çalgın bir kadınım halimi görseydin. Tanıyamazdın. Donuk, mat rengim, küldü.  Ölüm  kadar hüzünle kalbim taş yutardı.  Sesim soluğum çıkmazdı. Kesif, fersiz, kesintisiz, kadının güneş kucaklamış yüzünde  hislerin biriken öyküsü renkten renge dönüşerek  ışık huzmeleriyle yeryüzüne ulaşıyordu ve erkeğin kalbine.
Gece gelen Meçhul Kadın ve telefonu?...  O ne ki?.. dedi Kadın efkar tüten sözcülüyle; mazeretler, mahsurlu geceler, yasak gibi aşkın sevda denizine daldık. Alacakaranlıktı.  Yüzmekten korkmadık ama can yeleğimiz bendim. Yüreğimde  taşıdım  sevgilim. Bir kitabın   hatırlamadığım bir sayfasının bir yerinde okuduklarımla kaynaşmış olan  “Aşk iki kişiliktir. Sen de bilirsin. Hatalısındır.

 
54.  bölüm yeni hikaye
 Yaşadığını dışardan görenler  uyarmaya çalışır seni.  Senin, bile bile ölüme gider gibi gözü kapalı sevdiğini söylerler. Niçin? Neden? Aşkının hatasını yüzüne vururlar. Ama sen yine de öyle davranırsın. Hatanı yinelemekten korkmazsın. Adeta zevk alırsın. Acını kanatmak için zafiyette şarkılar dinlersin. Acı çekmek istiyor da olabilirsin dibine kadar. Herkesin anlaması gerekmez. Sen böyle yaşamak istersin diyordu. Aşağı yukarı ben de bunlar gibi düşünüyordum sana hissettiğimle birebir örtüşen. Dolayısıyla, egolarımı şişirmedim. Şımartmadım. Çevremi saran kozmiğin esrarengizliğini sevdim seninleyken. Benden ayrı olduğun zamanların hesabını yapmadım. Hislerimi, hissettiklerimi, hissettirdiklerini, hissettiklerimizi şüpheli kurgulamalarla üzmedim. Üzdürmedim. Zihnimin zehirli bahçesinde not, anekdot arşivlemedim.. Detaylarına inmedim. Bu aşkın alınyazısını kaderine terk etmedim. Ta ki,  alışverişten dönene değin. Orada bir şey oldu? Biz’im yazgımıza bir  anne kızın elele fotoğrafı dokundu.  Sana da. Bana da…  Çat diye. Sustu kadın. Erkeğin ne diyeceğini beklemeden. “Üşüdüm. İçeri giriyorum.” Dedi.
Adam, düş bahçesinin dikenli tarafına  hiç geçmediğini nihayet anlamıştı. Geç kalınmış zamanın telafisi erken oluyordu. Sabah kadar yakın. Gecenin döngüsünü  sabırla beklemek gibi. Güneşe  yüzünü çevirip, beraberliklerinin hikayesini  yazan kadının ardından gitti.
Kadın göğsünde düğümlenenleri çözmüştü. Daralması geçmişti. Yatak odasındaki yatağına uzanmıştı. Yaşamı  aşkı, sevgilisi, sevisi… Sevişi, sövüşü, dövüşü hepsi beraberce geliş, giriş, vuruş, veriş, ve bir alış verişti sade ve sadece. Nefes nefese kalıncaya değin.
 Ve bir iç yangınıyla yanı başında dikilen Adam ne düşünüyordu?diye merak etmekten kendini alamadı. Bir iç ses ahenginde her şey, her sözün yankılaması iki kalbin sırça sarayında duyuluyordu.  Kızın ki erkeğe. Erkeğin ki de kıza. Kadının içinden geçen soruya,
 Ne mi düşünüyorum  sevgilim?dedi Adam. Seni düşünüyorum ve sözlerini. Yokuş yukarı yürüyorum. Veryansın hayata. Küfredeceğim bana izin verse gece.  Güneş doğmasın. Gitmesin gece. Şu an bitmesin. Konuşalım. Konuşmalara doyamayalım. Kıtlıktan çıkmış aç bir insan  gibi sen ve ben anı, taşkın hali içimize, bize sinsin istiyorum dedi.
 Kadın, istekle sevgilisinin iç sesine uydu.
-Sen de mi? dedi. evet , evet, ben de dedi Adam. Yemin et! Yemin et. Hayır. Sen yemin et.  Sözlerin hangisi kızın, hangisi erkeğindi?  Birbiri içine geçmiş, sımsıkı kenetlenmiş  sevi ağında hiç fark etmiyordu kimin konuştuğu  kaygısı. Yaşanmış,  yaşanacak ne varsa sahiplenerek  ipekli yorganı  dört elle çekip örtünmüşlerdi. Artık, açıkta kalan, yetmeyen bir soru işareti kalmamıştı hayatlarında.
 Yorganın altında  göz gözü görmez  karanlıkta  birbirlerini görüyorlardı. Bir başkalık geldi   Kadın ve Adamın yüzüne. Bir başka bakış gözlerine. Yeni tanışan iki çiftin utanışına yakalanmış. Ses çıkarmaya çekinik çift, eskiyen zamanın aşkı bitireceğini savunanlara inat sarmaş dolaştı yeniden. Yine yine  sevdalı ve  bir cenini canlıya dönüştürmeyi  sahiden istiyorlardı. Tohumla  toprağın  gömüşmesi  ve baharı bekleyen günler aylar… rüzgarın çevik adımları, şimşeğin  hıçkırıklı  ışığı,  karakterine can veren hikayecinin hayal dünyasının durduğu an. İşte bu andı. Kekliğin keklik gibi sıçramadığı, aksağın yürüyüverdiği, kaosun düzene geçiverdiği, ihtirasın  seviye dönüştüğü, ihanetin sadakate geçişi:
Benimle evlenir misin?
 55. bölüm yeni hikaye
Adamın teklifi  yatak odasında çın diye çınladı.. Kararlı, içten, isteyen, çok isteyen bir sesle dillendirilmiş teklifin kaderini  cesaretle uzattı erkek sevdiği kıza.
Kadın, ilk önce sağır oldu. Duyduğunu tekrar etti içinden.  Ne söyleyeceğini gerçekten bilemedi bir iki dakika.
--Seni seviyorum. Seninle yaşamak istiyorum. Karım olmanı istiyorum! 
Kadın,  bir yaranın kabuğunu kaldıran doktor gibi soğukkanlı başını eğdi önce sonra mazinin kapısını araladı istem dışı güçlü güçlü . Bedeninin kavisi düzleşti. Budha gibi ayaklarını doladı birbirine. Omzu  sırtı dim dik ve T harfi tıpkı. Karnını bir nefesle içine çekti. İki elini avuç avuca ayak bileklerinin üst temasında  birleştirdi.  Gözlerini yummuştu çoktan. Havarilerin  huşusuyla  tekrarlayan nefeslemeler  çekti kalbine doğru dem bu dem. Onun ne diyeceğini bilemediği  an be an’lardaydı. Kalbinin sesi, sessizliğin sesini dinliyordu.
Sevgimizin arka bahçesinde neler oluyordu? Bu sorunun yanıtına gelecek cevap erkeğin kalbine güveniyorum  sana diyecekti. Beraberlik kendiliğindenlikten çıkıp,  şahitler huzurunda, nikah memurunun “Bu Adamla evlenmeyi kabul ediyor musunuz?” sorusuna  Kadın “evet!” dedikten sonra, dönüp erkeğe “Siz Bu Kadınla evlenmek istiyor musunuz?” deyip bekleyecek  Adam “  Evet! Evet!.” Gökyüzünden gürleyen gür akortlu DJ nidasıyla noktayı koyacak, salondan kopan  alkış tufanı, artık beraberlikleri  onaylanmış  çiftin  gülümsemelerinin resmini fotoğraf  karesinde ebediyete ulaştıracaktı. Karlı kışların tozutup geçtiği balkonda iki kişi, erkek ve dişi. Kadın ve Adam. Hanımefendi, beyefendi. Ana Baba. Karı Koca. İki eşin gönlü açık,  sardunyaları açmış. Balkon kapısı açık salona doğru… Evlilik kokusu sarmış odayı ve  kapısından  sarmaşıklar gibi çocuklar sarkıtabilecek  bir teklife ne demeliyim dedi  Kadın? Kalbine soruyordu.
  Sor O’na dedi:
-        Seni olduğun gibi sevdim. Bu bağla, bir  bağlılık yemini verdiğinde, verdiğin sözün ağırlığının farkında mısın? de, O’na.  Kadın  gözlerini açmadan, pes melodik bir sesle kalbinin söylediğini yineledi erkeğe.
Adam,  her şeyi göğüslemeye kesin karar vermişti:
“Evet! Dedi Adam. Evet! Senin huzurunda evet! İstersen hemen yanıt verme sevgilim. Ben beklemeye hazırım.  Bizim için her gün hiç bıkmadan yineleyeceğim emeğimi.”dedi.
 Kadın, gözlerini açtı.
“ Tamam! Dedi. Bir tek isteğim var. Benden  bir şey saklıyorsan şimdi söyle. O zamanın, zamanı  sevgilim!  İçini kurt gibi yiyen bir halini fark ettiğimi biliyorsun. Onu bilmem gerek!  Madem her şeyi konuşuyoruz. Aramızdaki görünmez duvarları yık! Senin kalbine göçeyim,  zaman kaybetmeyelim.”
Adam, beklemediği  fırtına yağmurunun  sağanağında sırılsıklamdı. Kız mantık yürütmeyi sürdürüyordu.
 “ Bir his bu.  Sana sarıldığımda biri daha  var beni kollarına alan anlıyor musun? Üçgenin üç köşesi de sahipli gibi. O kim, nedir, nedensiz midir… ” Yanıtsızlık  her şeyi berbat edebilecek kadar ortadaydı.
 Erkek, dikleşti bu kez.

“ Evet,dedi. Yeni bir hikayem var geçici bir süreliğine.  İçimde  kadınsılığa dair duygular yoğunlaştı. Bir müddet onunla yaşamamız gerek. Beni ve Biz’i paylaştığın O  his. Daha fazla bir şey sorma . Anlatamam. Sadece  Biz’e güven. Seninle beni bir vücut, bir beyin, bir kalp, bir bütün edecek bir ömrü birlikte yaşamak istiyorum. Bana inanmanı istiyorum! Seni seviyorum. Evlen benimle. Evlenelim.”
 Şaşırma sırası kızdaydı. Sevgilisinin sırrı önemsizleşti birden gözünde. Olumsuz senaryolar yazmadığına öyle sevinmişti ki…
 Kalbi  sabırsızlanarak “Evet! De . Evet! De” diye ana atardamarlarıyla atıyordu “çıt! Pıt!”
Erkeğin iki gözü tek göz olmuş bekliyordu.  Kadın, kadınsı nazlar yapmasam da atılsam kollarına “ Evet! Evet sevgilim! Evlenelim. Biz de sıradan evliler gibi kızımızın elinden tutar gezmelere, alışverişlere gideriz… Ne  güzel ve ne mükemmel bir baba olursun” demek istedi hemencecik. Ama hala ağzından bir kelime çıkmamıştı.  Erkek çoşkulu:“ Gelinliğinle kucağımda taşıyacağım. Ahdım var sevdiceğim. Küçük bir erkek çocuğuyken. İlerde  evlenirsem, eşimi, evimin eşiğinden şu filmde olduğu gibi kucaklayıp yatak odasının kapısından  geçireceğim diye söz vermiştim. O sensin. Haydi eşim ol. Senden başka biri değil o. Sen kısık bir sesle evet! de  yeter ki.  Ben haykıracağım  EVET! EVET! EVET!” benim hikayemin Kadını sensin. Kadınımsın. 25. Aralık. 2009 Cuma.





10 yorum:

  1. İyi günler, Biz dünyanın her yerine 1 yıl ila 20 yıl geri ödeme süresi dönemde% 3 gibi düşük çok az yıllık Faiz Oranları ile Özel Ticari ve Bireysel Krediler sunun. Biz 100.000.000,00 TL'ye 5.000 TL aralığında kredi veriyoruz. Bizim kredileri de maksimum güvenlik için sigortalı önceliğimiz, size nasıl bir okunaklı Kredi Alacakliya almak için endişe geceleri uykularım musun? Hızlı parmağınızı çivi ısırma musunuz? Bunun yerine kendinizi dayak, şimdi Kredi Çözüm Şirketi Sayın Wilson Jones başvurun Kötü Kredi Geçmişi durdurmaya yardımcı Kredi uzmanları, Misyonumuz bir kazan çözüm bulmak için. İlgilendiği Kişiler E-posta yoluyla bana başvurmalısınız: Lender`s Adı: Mr: Wilson Jones Lender`s E-posta: creditsolutioncompany@gmail.com

    YanıtlaSil
  2. BİR kredi gerekiyor mu !!!

    Benim adım Oscar White ve ben özel bir kredi borç veren duyuyorum. i% 3 faiz oranıyla kredi sunuyor. Bana irtibat numarası ile yer ne kadar istediğiniz ve nerede bildirin ve seni borç verecek. İyice görmek için ayrıntılı bilgileri, Hükümler ve koşulu ile size sağlayacaktır. Seninle çalışmak ve bir sonraki büyük bir anlaşma ile size sunmak için sabırsızlanıyoruz!
    ilgilenen kişi oscarwhite1957@gmail.com yoluyla bana ulaşın lütfen gerekir

    Bizim hizmetler şunlardır:

    * Bireysel krediler
    * Borç konsolidasyonu kredileri
    * Kabiliyet
    * İşletme Kredileri
    * Eğitim Kredileri
    * Mortgage

    Ilgilenen müşteriler başvuru formu ve koşulları için bizim e-posta isteği gönderebilirsiniz gerekir. Kredi işleme Çalışma günleri aşmak ve kredi Transferi sadece sadece (1) saat 35 dakika değil bizim harika hizmetlerini deneyin ve kendiniz için bkz.

    sıcak Regard

    YanıtlaSil
  3. Benim adım Kenneth Mitchell, Amerika'da bulunuyorum. Tanrı'nın el işini halka yayımlamak istiyorum. Tanrı bana ve aileme çok minnettar olmuştur. 5 ay önce ülkemde (ABD) bir ev satın almak için 90.000.00 $ değerinde bir kredi arıyordum. Ve çevrimiçi çeşitli borç verenler tarafından aldatılmıştım, ancak 2 hafta önce bir arkadaşım tarafından bir borç verene yönlendirildi ve borç verenin adı Bay Kenneth Mitchell'dir. Kenneth Mitchell Loan Company'nin CEO'su kimseyle ilgilenen herhangi biri tavsiye edecektir. Gerçek bir kredi, herhangi bir kredi miktarı için [kennethmitchellloancompany@gmail.com] aracılığıyla bir borç için adamla iletişime geçmelidir.

    YanıtlaSil
  4. Merhaba,
    Bankalar bir kredi elde etmek için size dönüyor,
    Şirketim size yardımcı olması için endişelenmeyin.
    En az 2.000,00 TL'den 20'ye, milyon TL'den
    Bugün kredi için başvurun.
    Iletişim e-posta bağlantısı: rajskionlineloanservice@gmail.com

    Saygılarımızla.
    Şirket
    Bay Rajski.

    YanıtlaSil
  5. Bir krediye çok nazik bir sekilde e-posta ile ulasmaniz gerekiyorsa, Bayan Dogan'dan 50.000TL'lik borcumu aldim: creditkredi@gmail.com

    YanıtlaSil
  6. Bir krediye çok nazik bir sekilde e-posta ile ulasmaniz gerekiyorsa, Bayan Dogan'dan 50.000TL'lik borcumu aldim: creditkredi@gmail.com

    YanıtlaSil
  7. Eger bir kredi ihtiyaciniz var mi? Eger bir is erkek ya da kadin vardir ve isinizi artirmak için bir kredi ihtiyacim var ?? Eger bir is baslatmak için sermayeye ihtiyaç mi? senin kredi sorunlari ne olursa olsun biz düsük ve uygun faiz orani hem de bireyler ve sirketlere kredi teklif olarak, burada sizin yardiminiza geliyor. bugün kredi almak (Ericfinancee@gmail.com veya ericfinancee@outlook.com) bizimle iletisime geçip bugün kredi almaniz gerekmektedir.

    YanıtlaSil
  8. Hepinizi iyi günler, bunu sadece arkadaşlarınızla paylaşmak istiyorum, çünkü şimdi çok mutluyum, nihayetinde herhangi bir krediye ihtiyacınız varsa, o zaman bu e-postayla kendisiyle irtibat kurabilirsiniz: creditkredi@hotmail.com

    YanıtlaSil
  9. Hepinizi iyi günler, bunu sadece arkadaşlarınızla paylaşmak istiyorum, çünkü şimdi çok mutluyum, nihayetinde herhangi bir krediye ihtiyacınız varsa, o zaman bu e-postayla kendisiyle irtibat kurabilirsiniz: creditkredi@hotmail.com

    YanıtlaSil
  10. Oakland Başkentlerine Hoş Geldiniz, Çalışkan insanlara,% 3'lük bir faiz oranıyla bireysel kuruluşlar için ihtiyaç duydukları fonları hızlı bir şekilde almaları için maddi yardım sunuyoruz. Esnek kredi limitimiz var, Milyonlarca kişi tarafından güvence altına alın, Dakikalar içinde uygulayın. Bizim Özelliklerimiz; Hızlı Uygulama, Anında Karar, Hızlı Fonlama, Özel Destek.

    İletişim Ofisi: oakland.formal@hotmail.com

    YanıtlaSil