YENİ HİKAYE BİRİNCİ BÖLÜM
Adam ne zamandır yeni bir hikaye yazmamıştı. Yazmaya oturunca hiç sebepsiz yere içi daralıyordu. ilk eserindeki başarıyı yakalayamamaktan korkuyordu ve yenisini yazmaktan da zorlanıyordu bu yüzden. Selim İleri’nin bir yazısını okumuştu. Bütün yazarlar arada bir “artık yazamayacağım!” korkusu çekermiş diye. Acaba kendisi de öyle bir dönemde miydi? Önceden, önünde açık duran ajanda beyaz kağıt falan filan dinlemez sayfalarca durmadan hikayelerini yazıverirdi. Zaten, yeniden basılmaya karar verilen daha önce yayınlanan kitabı da yayınevinin kararsızlığı yüzünden hala çıkamamıştı.Yazıları ile ilgili düşüncelere dalmışken , sevgilisiyle o gün buluşacağı aklına geldi. Kalbinde uçurumun kıyısından ayağı kaymış da boşlukta uçuyormuş hissine benzeyen heyecan yumakları duyumsadı . Ama, aynı düşünce hızıyla da sanki bahtının ışıkları söndü sandı. Evi kara kapkara bir deliğe dönüştü. Vücudunun bir şeyleri eksilmeye mi başlamıştı? Amalardan, acabalardan, kendine sorularından, sorgulamalarından dolayı; son günlerde sık sık başı ağrır olmuştu. Yaşamında azgın dalgalanmalara yer vermeye niyeti olmadığı gibi, tanınmış bir öykücü olmadan da dünyadan göçüp gitmeye gönlü razı değildi. Adam, evinde tek başına yıllardır yalnız yaşıyordu. Kendi başına yaşamaya çok alışmıştı. Evine aşırı bağlıydı; gölgesinden bile kıskanacak kadar. Eviyle olan ekstrem bağını, konukları onun nüktedar sohbetlerinden anlamaları pek mümkündü. Çünkü, evine olan ketumluğuna dair sarih veya salih göndermeler yapmaktan çekinmezdi. Bazen de apaçık; “Birileri evime fazla girip çıktığında elimde olmadan rahatsız oluyorum!”da diyebilirdi. Adam başka bir alemdi. Nev-i şahsına münhasırlardandı. Ama, işte onun da bir derdi vardı. Çözümleyemediği. Hem de kendi kendine çözümlemesi gerektiğine inandığı türden. O’na göre doktorundan vücudunu saran sinsi hastalığını öğrenene kadar her şey yolundaydı. Normaldi. Sıradandı yaşamı. Daha geçen hafta arkadaşlarıyla toplandıkları meyhanede, hafif çakır keyifle “ hikayelerini nasıl yazdığını, okuyucu kitlesinin kimler olması gerektiğinden filan söz etmemiş miydi?” Arkadaşlarına “edebiyatın, hikaye dalında genç neslin temsilcisi olduğunu teyit ettirmişti. Hikayelerinin karakterlerini belirleme tekniğini, gözlem gücünün önemini söylemişti. Sosyal bir olgunun hikayesini yazmak gerekliliğini ise sözcüklerin üstüne basa basa anlatmıştı. Bu hatırladıkları çok kısa bir süre önceye değindi. Adam, O akşamı anımsadı ve hemen unutmayı. O akşama dair anımsadığı her şey canını acıtacaktı çünkü. Acı çekmesinin bir tek nedeni vardı; hastalığını öğrenmesi. Hastalığını öğrenmesiyle beraber belleğinde çok şey değişmişti. Edebi kimliği, ömrünün kısacık bir dilimine bedeldi. Bu bedel de şimdilik öngörüsüyle hafızasına mezara gömer gibi gömütlenmeliydi. Ruhunda karşılaştığı durum şimdiye kadar dünyada yok denilecek kadar az insan da görülmüştü…
YENİ HİKAYE (İKİNCİ BÖLÜM)
Doktoru, hastane kütüphanesinde bulunan tıp dergilerini incelediğini ve doktor arkadaşlarımla da sizin rahatsızlığınıza dair konuştum. Bana anlattıklarınızdan yola çıkarak yaptığım tetkikler son derece olumlu ve fiziki anlamda herhangi bir etkilenmeniz söz konusu değil şu durumda size diye Adam’ı ferahlatma gayesi düşünmekten ziyade bulguların sonucunu açıklıyordu. Tıp literatüründe bu tür ayrıcalıklı ve çok az rastlanan, dahası hastalık mı, ruhsal bir değişim mi gibi çözümlemesiz olaysınız açıkcası bana göre.( doktor, dudağını hafifce bükerek) Korkacak bir sağlık problemi olarak gözükmese de durumunuz bundan sonraki günlerde farklı yaşamak isteyebilirsiniz dedi. Adam, Anlaşılan hayatım alt üst olacak diye düşünmekten alamadı kendini. Mesleğinin uzmanı olan doktoru ise gayet sakin bir şekilde açıklamalarını sürdürerek: Emarelerin izleri dış görünüşünüzde farklılık belirtisi olmayacağı yönünde. Dediğim gibi fiziki herhangi bir değişim beklenmemekteyim. Şimdiye kadar nasılsanız öyle olmaya devam edeceksiniz. Sizin, hastalığınızdan kaynaklanan tedirginliğinizi anlıyorum merakınızı da. Doktor olarak benden beklediğiniz yanıtı yaptığım tetkikleri dikkate alarak söylemek en doğrusu. Sevindiren nokta, biyolojik değerlerinizde bir dengesizlik yok tetkik sonuçlarına göre. Bu da demektir ki; erkek portföyünüzü koruyacaksınız. Hastalığınızın enteresan olan tarafı, hormonlarınızla alakalı. Hımm! Yani, bir bakıma, hastalığın tutumu ve bedensel seyirleri beyninizin duyusal kısmını etkisi altına alacak. Hormonlarınızın anormalliğini fazla detaya inmeden ve sizin zihninizde karışıklığa sebebiyet vermeden kısaca böyle tanımlayabilirim. Bakın bir örnek vereyim: Kadınsı hislere hüküm veren bir zerre hormonalcik var her erkeğin bedeninde, tıpkı her kadının bedeninde erkek hormonalcikleri taşıdıklarından varsayarak yola çıkalım sizinle. İşte o hormonalcik bir müddetliğine sinir sisteminizde gezintiye çıkacak. Bir erkek olarak siz az veya çok (artık hastalığınızın ilerlemesine göre) beyefendi tavrından istem dışı olarak hanımefendi edasını yaşama geçireceksiniz. Yalnız şunu unutmadan hatırımdayken söyleyeyim en çok dilinize vurabilir(kadın şıklığı ve cilvesel sözcüklerle mesela) ve o rahatlıkla neşeli bir hanıma dönüşme ihtimaliniz var. Bir alt bilginiz olsun diye söylüyorum. Mesele bu kadar! Büyütülecek fazlaca da bir şey yok şimdilik. İlerde hastalığınız nicelik ve nitelik değiştirirse birlikte ne yapacağımıza karar veririz. Ama doktorun olarak tek bir isteğim olabilir. Hastayım kompleksinden rica ederim uzak durun. Ruhunuzda kocaman kara delikler açılmasın. Normal yaşantınıza devam edin. Bir erkek olarak, onlarsız yapamadığımız kadınlar hakkımızda ne düşünüyor diye düşünmüşsünüzdür zaman zaman. Durumunuzu kolaylaştırmak adına işte size bir fırsat. Kendinizi inandırın yeni halinize ve kabulünü kolaylaştırmak elinizde. Bilimsel bir deneyi gerçekleştirmek için öbür tarafa, kadın tarafına geçtim deyin kendinize. Evet bu bir ironi, ironi olmasına ama size hayatınızı tiye aldırabilecek bir ironi. Farz-ı misal beynimiz buna inansın. Mecbur tamam mı!Beynimizden bahsediyorum, bize inanmak zorunda sonuç olarak. Sanırım sizin için de en kolay yol. Anlatabildim mi acaba? Ufacık bir notum daha var: Varsayalım sevgiliniz var. Uyumlu ilişkinize aynen devam edebilirsiniz. Ama yine de ufak çatlamalar için hazırlıklı olun derim. Ya da ilk paniklemelerinizle partnerinizi şaşırtabilirsiniz de. Her iki halde hastalığınızın geçici tepkileri. Lütfen sakin olun ve sakinleşmeyi bekleyin. Durumunuzla ilgili arkadaşlarınızla konuşmayın. Çünkü, her kafadan çıkan bir ses sinirlerinizin yıpranmasına neden olabilir. Çevrenizi hal ve tutumunuzdan dolayı kuşku meraklı halkası sarabilir. Kendinize sıkıntı yapmayın bu tür etkileri rahat olun, hiçbir şey yokmuş ve hasta olan siz değil başkasıymış kadar rahat davranın hatta. Size söyleyebileceğim başka bir şey yok sanırım bugünlük. Ben hastanede ya da muayenehanemde nerede olursam olayım sakın çekinmeyin! Ne zaman isterseniz soru sormak için ya da yardıma ihtiyacınız olursa hemen gelin. Halen sizi yakalayan hastalığa istinaden araştırmalarımız sürmekte. Gerçi, hormonal dengenizde değişime neden olan hormonalcikleri düzenleyen bir tedavi ve ilacı ne yazık ki şimdilik bulunamadıysa da hiç bulunamayacak değil ama. Bilim insanlarının tıbbi çalışmaları sürmekte. Umarım size çare olacak ilacımızın müjdesi yakındır. Ümidimizi kesmeyelim biz derken doktoru ayağa kalkarak Adam’a elini uzattı ve tekrar geçmiş osun diyerek muayene odasının kapısından uğurladı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Adam, o gece uyumadan önce intihar etmeyi düşündü. Sevgilisine “ölmek istiyorum” diye mesaj attı. Çok aralamadı kapı çalındı. Sevgilisiydi gelen. Kapının açılması ve sevdiği adamı sağ salim görebilmenin ardından, gerilen vücudunu puf gibi geriye doğru bıraktı kadın. Teninde seyir seyir seyirmelerle bir an duraladı. Şaşaladı! Sevincinden de çıldırdı ama. Ödü kopmuştu mesajı okuduktan sonra. Ya bir şey olmuşsa, ya yetişemezsem diyerek.. fakat, adama, bilerek onu kaybetme korkusunu belli etmedi. Bu cezayı hak etmişti Adam. Zaten, kızgınlığı da geçecek gibi görünmüyordu. Telefonunda bir mesajınız var sevgilim’den, diye açıp bir çırpıda okuyuverdiği heyecansı sms’in intihardan söz etmesi sonrasında kadının bir iç çekimi sızısıyla yüzüne yerleşiveren donuksu duruk ifadesi silineceğe benzemiyordu. Sinirlendiğini saklaması için geçerli mazeret aramasına da olanak yoktu bu telaş ve panikte. Az sonra patlayacak volkanın kızgın ateşiyle birlikte erkeğin yüzüne lavlarını fışkırtacak dağ kadar şişindi bir an. Adam, sevgilisinin bakışlarından enikonu korktu. "E e herhalde senden aldığım mesajla allakbullağım," der gibiliği gerçek bir nakkaş ancak bu kadar ustaca nakşedebilirdi bir kadının yüzüne ve sesinin kasvetine. Çarpışma başlıyordu. Kadın,yağmur bulutunun içinde gizil bombamsı, ses gücünde ve olanca hararetiyle: “kadın olsan kaprisini anlardım" dedi Nemruttu sanki. Aksi ve ıslık gibi kısık ve kınından çekilmiş kılıçla başı gövdesinden savrulan sözleriyle. Adamın gönlüyse bir avuç kordu aynı zamanda. Kadının bihaberliğine yad edercesine içerlek:
“Hastalanan sen değilsin de ondan böyle konuşuyorsun”dedi gözleri. Durgun bir göl gibiydi ve suskunluğu seçmişti.
Kadınsı hislerle sarmalanınca sinir ağları ve git gide yaşamıma tesiriyle başa çıkamaz olursam diyen Adam, koltuğa çöküp, omuzlarını kısıp, sırtını iyice kamburlaştırıp höykürerek çocuk gibi ağlamaya başladı. O ' ki, kızınca incecik iki çizik arası ateş kırmızısı dudağından ateş, duman tütütmeye meyledecek kadar yaklaşan ve ürkek güvercin gibi ikircikle sınırlı, kaçak öfkeli hallerden sakınan biri olmuştu hep. Avaz avaz vaveylasıyla bütün bunları düşünerek bağırıp çağırmaya başladı Kadın: " Ne oldu sana? Kötü bir şey mi var? Sen kim ağlamak kim? Nefret edersin ajitasyon dersin böyle zamanlarda. Çıldırıcağım ya. Hele o mesaj? Aklımı kaçıracaktım az kalsın. Senin tarzın değil anlatabiliyor muyum? Şimdi söyle bana, ne oldu çabucak anlat. Yoksa çat! edecek yüreğim. Sorularının karşılığını almak ve Adam’ın anlatacaklarını dinlemek için susmayı tercih etti. Adam, doktorunun söylediklerini anlatıp anlatmamakta tedirgindi. Emin olduğu bir şey vardı Kadını gözlerini gözlerinden ayırmasın istiyordu. Gözbebeklerinden yansıyan sevginin ışığıyla ve anaçsı şefkatiyle kaybettiği gücünü geri kazanabilirdi. Gerçek ortadaydı. Sana ihtiyacım var dedi kadına. Kadın’ın şaşkınlığı karşı karşıya olduğu Adam’da aniden ortaya çıkan duygusal değişimiyle alakalıydı. Alışık olmadığı sevgilisinin son tutumuydu. Tutarsız gözüküyordu ve tutunamayanlar gibi. Hiç yapmazdı bunu. Asla. Asla. Çünkü ne zaman kendini zayıf hissetse evine kapanır telefona çıkmaz, cep telefonunu dahi tık diye kapatır ve günlerce kimseleri arayıp sormadan iletişimsiz yaşardı. Ta ki girdiği buhrandan çıkıncaya. “ Müthiş üşüyorum!”diyen sevgilisine sıkıca sarıldı Kadın: “Neden? Neden? Neler oluyor canım?”
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Adam, soğuk bedeninin bir yerlerinde yanan har har ateşiyle üşüyordu. Kolları sımsıkı erkeğini saran Kadının kalbi üşüdü ta derinden, en derininden. “Canım, aşkım, bebeğim ne oldu sana?” diyerek koruma hissiyle yanıp tutuşurken bir yandan da beyinciğinin bombelerine hırlamaya hazır hayretler gizlenmişti. Ama sobelenemeyecek kadar oyunsu olmayan bir döngüydü yaşanan ve çocuksuluktan çok uzaktı gözyaşlarının nedeni. An’ın bütünleştirdiği iki sevgili, neler olduğunu, erkeğin intihar meylinin söze dökemeyeceklerini biliyorlardı. Adam’ın titremeleri, üşümeleri sadece, sevdiğinin teninden süzülen berraklıkla durulabilirdi. Kadın, aurasında çepeçevre tavaf eden enerjiyi, nefesiyle erkeğinin çakralarına üfleyiverdi. Adam nihayet kendine geldi. Denge bulduğu bedeni yorgundu. Daha fazla ayakta kalmaya dayanamadılar. Yatak odasına doğru uzandılar. Sarılmış halde yatağın üstünde erkek ve kadın, gözlerini kapattı o an’a ve herkes kendi dünyasından uzakta olmayı seçti bir müddetliğine. Anlaşılan ikisi de geçmişle şimdiyi karşılaştırmak üzere sözleşmişti hiç konuşmadan. “Nereye bakıyorsun sevgilim?” evet, nereye? Adam, Kadının bazı akşamlarda dışarıda yemekteyken göz dalmalarının sebebini sormasına kızardı. Gelişigüzel yanıtlar verirdi. Halbuki O’ “ Sen ve ben ve biz buradayız?” derdi kısacası. Anlamazdım dedi zihninden, ne kadar anlayışsızmışım. Kirpiklerinde saklı kalmış nazlıca bir gözyaşının akmasına müsaade edip Adam, kıvracık dilinden dökülen tümcesi: “Sen haklıymışsın!” kadının kulağına aynen ulaşan ses duyumu böyleydi. İçeriği yüklü mü yüklü bir söylemdi iki vurgulu cümle. Göz kapağına eğilmiş kaşlarını alnına doğru kaldırarak Kadın: “Ben haklıyım öyle mi? Neden ama ?” “Hiiç?” erkeğin açıklayacağı bir durum vardıysa da vazgeçmişti. Odaya sinen giz kokusu demin ki bir bedeni ikiye ayırmaya yetti. Bir hışımla yatağın orta yerinde belinin üzerine dikleşerek kadın: “ Allah’ım delirmek üzereyim. Anlama sınırlarımı zorlama artık aşkım. Lütfen! Ne için haklıymışım bilmek istiyorum. Bilmece gibi konuşmandan hoşlanmadım! ” dese de sevgilisi iç kapısını sürgülemişti az evvel. “ Unut olanları tamam mı. Geldi ve geçti.” Adam’ın yanıtı kesindi.
“Ne geldi, ne geçti anlamadım ki?” ısrar etmeye devam eden Kadın’ın çabası boşunaydı. “ Açıklaması yok.”
“Ama neyin açıklaması yok hayatım?” bu kez de kollarını kerpeten gibi kadına sarıp:
“Bu mevzu bitmiştir sevgilim.”diyerek dudağını güvenli ihtirasıyla sundu sevdiğine susturabileceğini umarak. Umduğundan beter bir şüpheyle:
BEŞİNCİ BÖLÜM
“ Ne yani?”dedi kadını.
“Öyle yani.” Olabildiğince avutan cevabıyla dinginleşmiş, dirilmiş eril ve ehildi Adam. Yine kendinden emindi eskisi gibi.
“Olmazz! Olamaz! Sabahtan beri telaş ve tedirginliğim nedensiz miydi? Direniyordu Kadın.
“Evet!” dedi Adam. “Aynen öyle. Ne bekliyordun? “
“Seni tanıyorum bebeğim, sen de bir şey var ve önemli. Yoksa, asla kazan kaldırmazdın hayata.”
Kadının kafasını göğsüne bastırdı Adam. “Ne yani hayata kazan kaldıran hep sen mi olacaksın. Hem sıkıldım artık ciddi ciddi. Haydi çıkıp biraz hava alalım.”
Başı sevdiğinin göğsünde “Ne bileyim? Ben seni hiç böyle görmedim.”dedi Kadın.
“ Farzet ki şu an da görmedin. Bir şey olur mu?”
” Yook..” dedi Kadın, biraz şaşırarak. “Mesaj atan sensin. Sorularınla beni şaşırtan da .”
Olan oldu, Adam, kadınsı ve şen bir kahkahayı; beklenen misafiri baş köşeye buyur edercesine eğildi ve elini uzattı saygıyla saya saya bir iki üç ve patlattı uçsuz bucaksız uçurumdan uç da uç. Sustu sonra. Bir kadına baktı, bir susturduğu kahkahasına. İlk kez, pervasızca güldüğünün hesabını sormayacak kadar vakur bir Kadın’a sahip olmanın kendi kendine vermiş olduğu kibir ve gururla:
“Dur sana bir çay demleyeyim birlikte içeriz ”dedi şımararak. Çok çok şaşırma sırası Kadına gelmişti yine ve az kalsın küçük dilini yutacaktı.
“A a a a sen çay sevmezsin ki. Çay seven erkekleri çok kadınsı bulursun sen!?”
“Bu demek ki bundan böyle çay içmeyi sevecek mişim...” dedi ve isteklice sarıldı hayretle kendisine bakan kadını.
Kadın da tüm sevecenliğiyle erkeğine sarılırken onun rakı merakını, kadehine sevdalı gibi kardeşliğini falan ve her yudumda hayatın tadı şerefine içişlerini hayalinde canlandırmaktan vazgeçemezdi bir anda. İçinden konuşmaya kurgulamaya yatkındı öteki kadın. “Canım, canım.. çay su içmeler, demlemeler… sevgilim uçmuş sanki!? Bir sebebi var değişiminin ama? Ama ne ne? Neyse ve her ne ise nasılsa söyleyecek veya bir müddet sonra mutlaka anlayacağım” gibilerden devam eden içsel mırıltıları sürerken karnından, sessiz ve soluksuz takip ediyordu sevdiğini Kadın mutfağa gidişinin ardından.
“Hayır olsun” dedi Adam da kalben kendine. Yeni kimliğimi, benliğimi ve filizlenen kadınsı hislerimi pek erken yaşamaya başladım “hayrola” demeye getirdi rahat davranışlarıyla, kahkahasıyla. Hayır! Öyle gelmedi. Öyleydi. Aklı bir karış havada yazacağı öykülerin kurgusunda bir ışık yanmıştı şuurunda.
“ Yeni hikayesinde yazmak istediği kadının adı ipek olmalıydı benim Kadın’ım gibi.” Çay suyunu ocağa koydu. Su kaynarken sevdiğini öptü kokladı. Teninde gezindi hafif hafif. Ürperdi tenleri birlikte. Uzun uzun öpüşmeleri kısrak gibi tırısla dolandı mutfakta alev alev. Çaydanlığın fokurtusunu duymadılar önce. Sonra çelik çaydanlığın onları azarlar gibi çata patlarına dikkat kesilip çayı demlediler.
ALTINCI BÖLÜM
Çeşmenin incecik akan suyundan çaydanlığı soğuk suyla silme doldurup tekrar ocağın üstüne koydu Adam. Kendisini keyifli bir tebessümle izleyen Kadını sarıldı öptü öptü öptü dudağından arzuladı filiz filiz sevdalanmayla yepyeniden heyecan heyecan. Oracıkta sevişme isteğiyle yanıp tutuşması Adamın da keyfini yerine getiriverdi “Bir değişiklik yoktu belinde beleğinde. Oh nihayet! İçi ferahladı.” "Seni tanıyamıyor gibiyim ama yeni halinde hiç fena değil. İlginç! Yeniden keşfetmek sevgilimi! Böyle düşününce şimdi bak beni de heyecan bastı” diyen sevgilisine bir hoş bakış fırlattı muzipçe.. Adam ve Kadın tuhaf, tutkulu ve acemi aşıklar gibi sarıldı birbirine. Üç gün önce bir gün nasılsa ayrılacağız diyerek muhtemel bir hayal kırıklığı yaşıyorken ikisi de dipdiri duyguların dalgasız denizinde yüzmeye hazırdı. Sevecen dokunuşları el ayalarının, avuçlarının ateşiyle tenlerin de gezinirken… Kadın, hiç yaşamadığı bir esintiyle sallandığını hissetti. Sevişmenin acelesinden uzak, bir ihtimal bekleyişlerine dahil sevilmekti bu.. Kadın, Adamdaki sıra dışı değişikliğe aldırmadan bedeninin ürpermelerine kısık kısık yanıt verdi. Telaş yoktu. İhtiras yoktu dokunuşlarında. Kaynayan çayın altını söndüren hangisiydi? Çünkü hem Kadın, hem Adam aynı anda uzanmış ve parmakları ocağın düğmesini çevirmek üzereydi. Ocağın düğmesinde karşılaşan parmaklar değince birbirine yeni tanıyormuş gibi Adamını, Kadın ve onun yepyeni kadınsı duygularından habersiz ; yeni hikayesini yazıyorlardı birlikte. 20 Ağustos 2008...
İKİNCİ GÜN
Adam uyandı uyanacak arası yana döne yatağında kadınını aradı. Canı sıcacık onu sarılmak çekmişti. Mis gibi kokusunu içine çekerek sevgilisiyle biraz daha uyumak istiyordu. Sabahın perdeden sızan ilk ışıklarıyla yatak odasına dalıvermesini oldum olasıya sevmezdi. Yatağın bir yanı boştu. Adam, daha öncesinde sevgilisinin yatakta olup olmamasına dikkat etmezdi. Ne bileyim uykusu kaçmıştır, lavaboya gitmiştir diye düşünür uykusunu bölmezdi. Ama bugün farklıydı. Hayatında ilk kez içinde bir kuşkuyla atlayıverdi yataktan, banyonun ışığını görünce kalbi pıt pıt yatağa dönecekken, canı bir sigara çekti. Sehpanın üstündeki sarı çakmağı aldı "çat'" diye bir sigara yaktı. Ayak ayak üstüne attı, dumanı içine çekip selametle tüttürü tüttüre yarımı geçmişti ki... kısacık, erkeksi saçları diken diken sevgilisi şortunu hala çekmeye çalışarak banyonun kapısından göründü.
"Hayrola!"dedi.
Adam, sigara tiryakisi olmadığını unutarak " Hiç? Seni merak ettim de şekerim." Dedi. Kadın konuşmayı anlamamış gibi “Sen manyak mısın ya gecenin bir yarısı ? Ne biçim konuşuyorsun ? " diye fırçaladı adamı.
" Ne varmış sözlerimde? Yatakta seni göremeyince şekerim?" sözü yarıda kesildi. Kadın uykudan uyanmanın sersemliğiyle:
"Hayır, hayır! O değil. Şekerimler falan... Sen uçmuşsun sanki ... yoksa bana mı öyle geldi? Radyoda yeni bir dj’ lik formatı mı deniyorsun anlamadım? Beni merak etmen… hem de gece yarısı… çok hoşuma gitti"diye diye yan yan vücudunu eliyle sakinleştirmeye çalışarak ve hafifce yalpalayarak uyku haline bir an önce dönmek üzere tam giderken
Kadın yatak odasının kapısından geri döndü ve çok önemli bir şeyini unutmuş aceleciliğiyle: "Ama, ama sen sigara içiyorsun?"
YEDİNCİ BÖLÜM
"Ama, ama sen sigara içiyorsun?"
Hiç beklemediği bu soru karşısında ne yapacağını bilmez vaziyette Adam, elindeki sigarayı küllüğün içinde söndürmeye çalışarak bozuntuya vermeden: “ : "Ay ay benim cicimin de gözünden hiçbir detay kaçmazmış…” dedi ve tatlı şuh bir gülüşle O da yatak odasına yürüdü. Gece son saatlerini sayarken Kadın ve Adamın en hengameli bakışıverişleri kara kırış gözbebeklerinin göz göze gelmelerine neden oldu hem utangaç hem tutuk tutuk. Bir yabancılık ruhsalında yeni tanışmış iki çiftin kekeleşmesi görülmeye değerdi. Susuşmanın efsanevi çekingenliği haliyle evin buz mavisi salonunda ılık rüzgarlar esmeye başladı.. Sabahın ilk ışıkları ise pencerenin, perdenin kıyıcıklarından dan sızmaya can atıyordu şafakla beraber. "Hadi yatalım artık sevgilim" diyen Adama itiraz etmeyecek derecede uyumaya hevesle kadın yatağa önce uzandı ve kıvrıldı, yatak buz gibiydi. Vuuu diyerek sevgilisine sarıldı iyiden iyiye üşüyordu Kadın. Aradan geçen bir saatte perdelerden sızan gün ışığı çoğalarak duvarlarda ahenkli renkler oluşturmuştu. Kadın ve Adam ışığın odalarındaki varlığını yadsımadılar ve detaylarla ilgilenmeden biraz önceki sigara içme sahnesi bir serap misali farz etmeyi yeğlediler.. Erkeği dünden şu an’a bambaşka tanıyamadığı biri gibiydi sanki. Fakat pamuk çuvalı kadar huzurlu yumuşacıktı. İçinde gerçekten mutlu baloncuklar uçuyordu. Bak işte, şimdi de parmakları usulca teninde geziniyordu sevisini yayarak doruğa çıkacağından emin bir dağcı gibi.
İsteksiz, arzusuz, alışkanlıktan ibaret bir iki öpüşten sonra üstüne çıkıveren o Adam ve kendi haykırışları "acele etme! Dokun bana. Dokun bana" yalvarışlı isteyişinin yarımlığını hatırlamaya ne gerek vardı. Gecenin, gittim, gideceğim uzamında bir beden oluvermiş halde öylece uyuyakaldılar sarmaşık gibi 18 Ekim 2008... öğleden sonra ve Kadın saat: 10:00 uyandı.
Bacağının yorgandan dışarıda kalan, kalın etçil baldırlarında ısrarcı bir sineğin gezinmesinden rahatsız olarak uyanmak zorunda kaldığına sinirle adeta tepinerek sineği kovmaya çalıştı.Sinek "vızz" ediyor gittiğini sanırken, kadının eline, yüzüne tekrar arsızca konuyor, uçuyor "vız" diye dönüp dönüp geliyor ve kadınla kovalamaca oyunu oynuyordu.
Kısacık saçları kirpi gibi havada kadın bir hışımla kalktı, sineğin üstüne hömererek eline geçirdiği bulüzünü indiri indiriverdi. Güya sineği öldürecekti. Sinek "vız!"diye tavana doğru havalanırken, kadının savurttuğu bulüzünü komodinin üstündeki her ne varsa şangırtısıyla halının üzerine saçıldı. "Allah'ın belası sinek" diye kadının ağzından çıkan avaz ve kızgın sözlerin biri bin paraydı... Kadın hala uykusunu alamamıştı. Canı uyumak istiyordu.
Adam tam o şamatanın ortasında " şeker ne oluyor burada?" diye yarı uykulu gözkapakları kapalı sayılacak kadar kısık başını yastıktan kaldırdı.Kadın halının üzerindekileri toplamaya çalıştığı yerden başını çevirdi " sen uyumana devam et! Şeker meker… aaa! Çekemem vallahi, başına saksı mı düştü? Sinek belasıyla uğraşıyorum. Senin şekerinsem hem, yanıma gel madem.!"dedi.
Adam bir dem de sıçrayıp, pişkinlikle, kadının yanına çömeldi. Bir iki tane bir şey toplarmış gibi yaparak kadının dizlerine dayandırdı elini ve parmağının birini ve ikincisini merdiven gibi derinlerine ilerledi bacağının yukarılarına doğru teninde. Kadın kadınca bakıverdi adamın gözlerine. Biraz önceki edepsiz sinirinden vazgeçişle ve edep yerine ulaşan ılıklıkla. Hiç böyle bir şey beklememişti adamından. Kadın, daha fazla düşünmesine fırsat vermedi adama bedenini çekiverdi bedenine
YEDİNCİ BÖLÜMÜN DEVAMI
Sırtına batan ruj, far, parfüm şişesi vs. aldırış etmeden dün gece sevişmeden uyumalarının acısını çıkarırcasına sevişmeye başladılar. Adamın dili ilk kez Kadının dilini yutarcasına emiyordu. Kadın arzudan çıldırıyordu. Dakikalarca öpüşerek aşk oyunu oynadılar. Her ikisi de yeni yepyeni tensel bir değişimle yanıp tutuşuyordu. Adam el ayasının içinden Kadına yumuşak dokunuşlarıyla haz yüklüyor; Kadın onu emiyor , ruhu sevgiye doyuyordu. Sevilmenin hası hisi sisi ve perdesinin tülüsü uçuşuyor iç içe; o an ilk kez yavaş yavaştı erkeği iksiri sudan ötesi ballı yumuşaklığa kayarken. Sonra Adamın beline yontularak incelmiş bir okun sivriliği vücudunu delercesine batarmış gibi oldu "ah! Ah!" diye inleyen dillerde döl döl küfürlü edepsiz sevişme sözleri son defa inci inci dökülürken Kadın ve Adam boşluğa düştüler boşalarak birlikte. Nefeslenmeleri yatak odasını doldurdu. O halı, o odanın halısı, serildi serilesiye yatak odasına onları böyle hiç görmemişti. İki sevgili onun üstünde terli terli uzanıyordu mutlu ve yorgun. Gözleri kapalı kendilerinden geçmiş bir vaziyette. Ve sinek, aynı sinek, kaçak göçek "vızır vızır!!!" hala dolanıyordu sapık emellerine kavuşamamış tecavüzcü gibi.
SEKİZİNCİ BÖLÜM(yeni hikaye)
Kadın, halının üstünden kıvracık kalktı. Tüysüleri çıplak tenine kavisler çizmişti. Sevgilisi bin yıllık derin bir uykuya dalmıştı. Nü haline muzipçe gülümseyerek “Ne kadar da korunmaya muhtaç kocaman bir çocuk O ” diye geçirdi içinden. Uykunun mışıl mışıl denen birinci bölümündeydi erkeği. İkinci bölümündeyse kesilen soluk varyasyonu, soluğun genizde kaybolmuşluğuna tanık oldu. Kadın, tedirgin olmadım, dese yalan söylemiş olurdu. Sevgilisinin sesi soluğu geri gelemeyecek sandı. Eğildi üzerine, eliyle omzuna dokundu, tam uyandırmaya çalışıyordu ki, Adam’ın yinelenen mışıl mışıl, tısıl tısıl yaşama dönüşe adaptasyonuyla “oh!”dedi Kadın, yüreği yerine oturdu. Ardından daha güçlü ve zorlu bir yamacı tırmanırken azıcık horlamaya benzer korkak nefeslemeleri duyuldu. Halının üstünde kendinden geçmiş sevi sonrasındaki Adam, uyanık hallerinden fersah fersah uzak, çölde sanki gariban aşık pozu veren biri siyah biri beyaz aynı karede buluşmuş fotoğrafı anıştırıyordu.
Kadın, sevgilisini ilk kez uyurken bu kadar yakınen ve ilgiyle ve enteresan detaylara takılarak seyrediyordu. Gözlendiğini hissetmiş gibi Adam da kollarını kitleyerek birbirine yan döndü. Sırtı kadına dönükken gevşeyen karın kasları halıya değiyordu.
O’nun sırtını, sırtından oyluğunu, dizkapağını, ayak bileğini, elini, elinin uzun uzun parmaklarını, tırnağını silvetini içsellemek isteyen Kadın, yatak odasında yerde uzanık vücudunu kaçak ve sabıkalı bakışlarla süzdü. İlk tanıştıklarında göbeğin var işte, göbeklisin falan diyerek sohbetlerinde espriyle karışık kızdırı kızdırıvermelerine; genç Adam fren koyar gibi arabasının debriyajına, rejime girmiş on kilo birden vermişti. Böylece hızla form tutmuş ve daha da sportmen bir görünüşe sahip olmuştu.
Partnerini yarı baygın uyku ritüelinde iyiden iyiceye incelemeye tabii tutması nedeniyle dembudem Kadının bakışıvermeleri gayri ihtiyarı kendisine dönmüştü. Tıpkı, yaban ve yabancı birini görmüş gibi oldu. İster istemez göz bebekleri vücudundaki fazlalıkları bölgesel kayıt altına aldı. İki yıl içinde aşırı şişmanlamıştı. Belli belirsiz göbeğine ikinci bir ayva göbek eklenmiş ve göğüsleri iç çamaşırından taşım taşım görünür olmuştu. Elbise giydiğinde dekoltene dahilim ben de diye diye hem de. Kadın memnun rahat rahat canı, ruhu nasıl çekerse seçkin markalardan alır giyinirdi. Çünkü kendinden emin, yuvarlak, yumuşak, yufka ekmeğe sarılan iştah açıcı bir kadındı. Cazibesi albenisi çarpan bir havası vardı. Hangi ortama girse tümsekleri, tepeleri, dik yokuşları yol eden bir hayranı çıkardı karşısına. Aman, der gibi Kadın göbeğini içine çekerek “yemekten vazgeçemiyorum n’payım!” dercesine odadan çıktı." Odadan çıktı çıkacakken
Zzzzztttttt!!! O da ne? Yatak odasının meşhur sineği. avizenin kıyısından fantazyalarıyla kadının önünden uçtu gitti. “ Nihayet!” dedi sineğin gidişine Kadın. O sırada, baygın nefesiyle derdest Adam aslında uyumuyordu, ama tam olarak uyanık da sayılmazdı. Çok ilginç bir şekilde komik olan O da Kadın gibi ruhen sevişme sonrasındaki zayıf ve narinliklerini düşünmekteydi. Çocuk gibi saf ve masum ve hafif hafif ve parıltılı, mutlu vücudun ve gözlerin ve ıslık ıslık dillerin melodisindeydi zevkin hercai yanı ve bir duble çaya eklenen tostlu bir sıradan sade kahvaltı da. Böyle zikredilen beraberliğin iki kutup yıldızı gökkuşağının yedi renginin beyazındaydı zaman mekan ve uzamında ve Kadın, sabahlığına çarpa çarpa yorulan poposundaki sivilcenin iltihaplı ucu açılmış kanarken banyoya girdi.
DOKUZUNCU BÖLÜM
O sırada kapının zili uzun uzun çaldı. Kadın, bekledi, içerde uyuyan sevgilisi uyanır mı diye. Banyonun kapısından “Sevgilim zil çalıyor kapıya bir bakar mısın?” diye seslendi. Yanıt gelmedi. Kapının zili ısrarla çalmaya devam edince Kadın, duş almak için çıkardığı sabahlığını aceleyle giyerek bir yandan Adam’a uyanması için seslenerek yatak odasına doğru, dış kapının yanına vardı açmak için. Anahtarı çevirmeden “ Kim O?”dedi. Dışarıdan gelen yanıt; yaşlı ve tok bir kadın sesiydi. “Ev sahibi.”
Kadın kapıyı açtı “Afedersiniz beklettim sizi” diyerek ev sahibinin gönlünü almak ister gibi yaptı. “Kıyafetim için özür dilerim, tam banyoya girecektim de…” ev sahibinin suratı gevşeyecek oldu, ama vazgeçti. “Beyefendi yok mu” dedi yaşlı ev sahibi, “kendisiyle görüşmek istediğim bir konu var. Siz nesi oluyorsunuz kızım?” diye sordu karşısına dikiliveren kadına merakla. Ev sahibinin merakı Kadının hoşuna gitmedi. Sevgilisiyim diyecek kadar samimi miyiz seninle der gibi yaşlı kadına sıkkın ve boş boş bakıp zoraki bir tebessümle: “Arkadaşıyım. Dedi cılız bir sesle. İzninizle, arkadaşımı çağırayım” derken kapıyı usulca kapattı.
Yatak odasına girdi sevgilisinin uyandırmak üzere. O da ne? Adam ayakta ve giyinikti. “ A! Sen!?” dedi göz göze geldiler. Erkeğin tedirginliği her halinden belliydi.
“Ne var, ne oldu? Ev sahibin geldi.” Adam elini cebine sıkıntıyla sokup “ Biliyorum” dedi. “ Seslendiğimi duydun mu?” “Duydum.” Kadın “ Anladım sıkıntın ev sahibinle ilgili. Kapıyı açmasa mıydım? “ Biraz öyle” dedi Adam. Yinelenen zil sesiyle irkildiler.
Bir an ne yapacağına karar veremeyen çift yatak odasından asılır gibi çıktı. Kadın banyoya girdi Adam kapıyı açtı.
“Kusura bakmayın kendimi toparlamam biraz uzun sürdü” dedi. Kar beyazı saçları ve derin çizgilerle yüzünü gençlikten yaşlılığa çevirmiş yaşlı kadın yorgun görünüyordu.
“Bankadan geliyorum. Kirayı yatırmamışsınız.” Adam “çok özür dilerim hanımefendi, yayınevinden alacağım para gecikince yatıramadım” dedi.
“İçeri buyurun lütfen daha rahat konuşuruz. Buraya kadar yordum siz hem de dinlenirsiniz.” diyen nazik genç Adama ev sahibi.
“ Yalnız değilsiniz. Arkadaşınız da var. Rahatsız etmeyeyim.” Yanıtını verirken gönülsüz gönülsüz, içinden de dinlenebileceği rahat bir koltuk hayal etmekteydi.
“Hayır, rica ederim hanımefendi. Lütfen böyle buyurun.” Adam ısrarla ev sahibini eve davet ediyordu. Yaşlı kadın da daha fazla naz etmedi. Siyah düz ayakkabısını çıkarıp eve girdi. Salon derli topluydu. Beğendi. “ Şöyle buyurmaz mısınız.” Kanepenin kıyısına oturan ev sahibine “ Çay içer misiniz?” diye sordu.
Yaşlı hanım, beyaz saçlarını alnından ensesine toplayarak “ Su, ılık bir bardak su alabilirim. Soğuk içemiyorum, boğazlarım hemen iltihaplanıyor evladım” dedi.
Mutfağa giden kiracısının ardından etrafı incelemeye devam etti.
Duvarda asılı küçük resimlerden bir aile hikayesi çıkarmak üzereyken, elinde bir bardak suyla gelen genç Adam’ın uzattığı su bardağını almaya çalışırken titreyen elinden kayan bardaktaki su eteğini ıslattı. Mahçup ama kederlenmeden “ yaşlılık işte.” Dedi. “Önemli değil efendim. Size bir etek vermek isterdim ama…” nasıl yardım edebileceğine karar veremeyen kiracısına “evladım ben alışkınım . Elimin titremesi yüzünden döker saçarım. Zahmet olmazsa sana suyumu tazeleyiver. Yorgunluğum da geçti sayılır. Bak, arkadaşın da ortalıklara çıkamıyor. Suyumu içip çıkayım ben.”
10. BÖLÜM YENİ HİKAYE
“ Olur mu öyle şey. “ iki adımda mutfağa giden Adam, elindeki su bardağını bu kez garantiye alarak, ev sahibi suyu içinceye kadar elinden bırakmadı.
“Ayakta kaldın çocuğum” diyen yaşlı ev sahibi kötü niyetli birine benzemiyordu.
“ Oğlum ben emekliyim. Bu evin kirasıyla annesi babası olmayan torunumu okutuyorum. Sen kirayı yatırmayınca onun okuluna gerekli olan parayı yatıramadık. Telefonunu da açmadın. Açmayınca mecburen evine geldim. Bundan sonra kirayı aksatmadan yatır. Benim da düzenim bana göre.”derken oldukça mülayimdi ama cümlesinin sonunda “Siz gençsiniz, ben yaşlıyım bir daha gelemem. Gelmişken kirayı bana ver evladım!.”deyivermesi aslında ültimatom gibiydi. Ev sahibi kadıncağızın, yaşca töngümen saydığı kiracısına sözlü uyarısı (dişli ve yaşlı bir cadıyım haa! Dikkat et! Beni hafife alma! Hal ve edası) Adam’ın çok canını sıktı. Sabah sabah nereden çıktın diyecekti, diyemedi. Kanepenin kıyısında yaşlı, ulu, buzlu camın sisi gibi uzak ve uz uz duran kadına baktı öfkeyle. Öfkelenmesi yersiz, umarsızlığı gerçekti. Çünkü, üstünde kirayı ödeyecek kadar para yoktu. Aklına bir çare gelmiyordu. Alternatifsizdi? Öfkelenmesi, çaresizliğindendi. Tabii ki, sevgilisinin parasal sıkıntısı olduğunu görmesi, ev sahibinin kirayı öde diye diretmesi ve ödeyemeyecek acizliği an’ın zevkini ve karizmayı yerle bir etmesi onuruna dokunmuştu fazlasıyla. Sevdiğiyle para mevzularını konuşmaktan oldum olası kaçınmıştı. Cebinde para olsa düşünmez, çıkarır verir, konuyu büyütmeden kadını evinden gönderirdi. Ne kadar zordu durumu. Öyle hissetti kendini. Ev sahibinin önünde küçüldü o an. Kibarlık olsun diye yaşlı kadını eve davet ettiği için ayrıca sinirlendi kendine Adam. Ne sanki, yorulmuşsunuz falan filanla içeri girin diye zorlamaya ne gerek vardı. Yorgunsa yorgundu. Sahici bir hikaye!dedi. Yeni Hikaye’min hisli Adamı, kirasını ödeyemedi bu ay. Al işte, bunak kadın, kiramı almadan gitmem diye inat ediyor. Ne olacak şimdi? Sevgilisine de rezil olmuştu. Hele, komşuların söylediğini duysan diye içinden geçirdi. Kim bilir ne düşünüp, ahlak zabıtası kesilirsin,diye ev sahibine içerlemeye devam ediyordu. Kovsam şunu. Olmaz! Ev onun. Kirayı ödemedim. Arada, yayınevinin sahibine de gittikçe kızgınlığı artıyordu. Ev sahibi hanımefendi de aynen Adam gibi düşünüyor olmalıydı ki: ılık suyunu içtikten sonra ferahlamış, genç adamı paylamaya hazırlanıyordu.
“Bir konu daha var evladım”dedi buruşuk elleriyle eteğini düzelterek. Yüzünün kırışları sert, keskin, esas duruşa geçmiş, tecrübeli ve olgun bir komutan ambiansının jargonuyla: “Komşular, sizin evli olmadığınız halde bir kadınla beraber yaşadığınızdan dolayı şikayet etmişlerdi önceden. Ne de olsa gözümle görmediğimden; inanıp inanmamakta tereddüt etmiştim. Bugün iki gözümle kendim gördüm. Vallahi evladım ben anlamam. Büyük şehirmiş, herkes canı çektiğiyle yaşarmış. Şuymuş buymuş…Anlamam. Kiminle nerede yaşarsan yaşa ama beni evimde böyle şeylere izin veremem! Nikahsız yaşayanları evimde oturtmam. Terbiyem, görgüm buna müsaade etmez. Haa, başka ev sahipleri buna karışmaz diyeceksin.Orası beni ilgilendirmez. Gider, onların evini kiralarsın. Yalnız bugün, kirayı avucuma isterim bir. İki: Eve kadın gelmeyeceğine dair de söz ver. Eğer, vermem diyecek olursan, derhal evimi boşaltın.”dedi ev sahibi.
“ Yesinler seni şekerim” Adam’ın ağzından çıkan argoyla harmanlanmış tatlı sülümen sözleri yaşlı ev sahibini çıldırtmaya yetti.
“Ne biçim konuşuyorsun öyle, ayın yirmi biri olmuş hala kirayı yatırmamışsın, bir de kadın gibi hitaplar yakışıyor mu yazarlığına hıı? Şekerim de neymiş? Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Ailen de hiç hanımnine yok mu ? Onlara nasıl davranılır, nasıl konuşulur keşke birazcık öğrenseydin.”
Ev sahibinin hesap soran eğitmen sesiyle zıvanadan çıkan Adam:
“Beğenmiyorsan çek git o zaman.”dedi.
11.BÖLÜM YENİ HİKAYE
Az kalsın“ Ye…”sinler seni şekerim diyecekti ki Adam. Dudağını yumdu adeta mühürlercesine.
“ Biraz sakinleşirseniz teyzeciğim sizinle konuşmak istiyorum. Kiramı bir günlük bile olsa geciktirmem neticede size gerekli olan harcamalarınızda aksamalara neden olduğu için üzgünüm cidden. Size yorgunluk verdim. Haklısınız. Özür diliyorum. Yalnız, ilk kez böyle bir gecikme söz konusu oldu. Kira sözleşmemizde yazılanlara uyduğumuz sürece bundan sonra incinmeyeceğimize söz verebilirim. Anneannem yaşında bir büyüğüm ve ev sahibim olarak saygısızlık etmek istemem ama evimize gelen konuğun kadın ya da erkek diye cinsiyetiyle ayrılmasına katılmıyorum.” Diyerek başını yana doğru çevirince sevgilisinin kapının ağzında pijamalarını giymiş bir vaziyette dikildiğini gördü. Üçü de bir müddet susuştu. İhtiyar kadın, feri sönmüş gözbebeklerini dondurdu ve kipil kipil kirpiklerini birleştirip ayırdı. Ayırıp birleştirdi. Kiracısının özel hayatına karıştığına nadim olmuş gibiydi. Ne diyeceğini bilmeden bekleşen üç yetişkin; ikisi kadın biri erkek üçlü grup, güne, bir fırtınaya bodoslama dalıyorken; kıyıya vurmuş ölü kuşlar gibi kumların üzerine serilmişlerdi sere serpe.
Ağustos güneşinin kavrum kavrum kavrulan sıcağının nem ve yapışkan terleri şıpırdayarak akıyordu yeryüzüne. Yeryüzünden üçlünün bulunduğu odada ise doğaçlama ritim tutan cazcının saksafonundan inleyen nağmelerle bir sabah avareliği yaşanıyordu. Bir çok saatler geçmişti sanki. Ağır, vakur susuşmalarının acısını çıkarırcasına ardı ardına üçü de konuşmaya çalıştılar bir anda. Genç Adam,”Afedersiniz, hanımlar sizin sözünüzü balla keseceğim ama bugün ilk işim dışarı çıkınca yayınevinden alacağım parayı alıp hemen bankaya yatırmak olacak. Artık, sevgili ev sahibim bu seferlik anlayış gösterebilir değil mi?.” Demesine yaşlı kadının gönlü oluverdi. “Evladım, hayat dersi verecek değilim ya koca Adam olmuşsun. Ayrıca, arkadaşın da pek nazik ve hoş. Yaşlıyım ve de kadın. Kalkmış bir genç kadının özgürlüğüne set koymaya çalıştım komşularım gibi. Utandım. Kim ne derse desin. Ah! Şu bizim önyargılarımız…”
İhtiyar kadının beklenmedik özrü, kadının içine su serpti. “Teşekkür ederiz teyzeciğim. Kekle ön yargılarımızı sizin gibi çabucak bertaraf edebilsek.” dedi. Ve sevgilisine bir göz attı içeri gel dercesine.
Yatak odasına geçtiler birlikte. Kadın, Adam’ın eline cüzdanından çıkarıp saydığı parayı uzattı.
“Bu ne?” dedi Adam.
“Para. Ev sahibine ver. “
“Olmaz!” Adam, bir adım geriledi.
Kadın: “Tamam. Gurur yapmana gerek yok. Sonra ödersin. Yaşlı kadının işi görülsün sevgilim.”
Fazla uzatmadan parayı alan Adam, yatak odasından çıktı. Ev sahibi ayakta kapıdan çıkmaya hazırlanıyordu. “Kusuruma bakmayın. Sabahınızı zehir ettim. Yaşıma başıma bakıp ben de kendimi olgun sanıyordum. Ayol gençler yaşlılık bunaklığına verin artık.” Diyerek kahkahayı bastı. Odanın serencamı değişti. “Estağfurullah efendim. Asıl siz bizim toyluğumuza verin. Telefon edip size bildirebilirdim.” Derken genç Adam “ Hazır gelmişken kiranızı da buyurun” diye parayı uzattı. “Ama..” “ Anladım. Hani paranız yoktu mu diyecektiniz. Ama sanırım kimden aldığımı anladınız.”
Parayı uzatan erkek eli, parayı almaya çalışan titrek yaşlı kadın eli gayri ihtiyarı değerek birbirine alışveriş tamamlandı. Para hemen çantaya kondu. Adam seyretti.
12. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Ev sahibini kapıdan uğurladıktan sonra Adam ve Kadın rahat bir nefes aldılar. Kadın: “Ben duşa giriyorum”diyerek banyonun
pembe mermerlerini incitmek istemez gibi çıplak ayak parmaklarının ucundan ucundan yürüdü. Duşu açtı. Ağustos sıcağının bastırıverdiği sabahın kesif yoğunluğunu atmak istiyordu bir an önce. Sırtının tam ortasından yaramaz bir ter damlası çapına bakmadan, kristalize ışıltılar saçarak yol alıyordu beline doğru. Duştan akan su ise başka bir alemin ritmiyle akıyordu. Ten ve ter suyun altındaydı şimdi. Su damlacıkları, bir kadına dokunuvermenin ve teninde kadifemsi yumuşaklığın harelerini çizmenin ayırdında olmaları mümkün değildi. Kim duşun altında olsa damla akınları olarak akacaklardı buharlarıyla, sıcağıyla sarıp sarmalayarak. Sinsi ve sağır olurdu banyo duvarı o haldeyken Kadın ya da Adam. Mekanların mekan olduğundan bihaberlikleri böyle bir şeydi. Hiç fark etmezdi içine sığınan vücutların cinsiyetleri.. Dışarıda olup biteni sokmayacak kadar dosttu duşla köpük yıkanmasını seyrettiği kadına. Çocuk masalında yaşayan peri kızı gibiydi Kadın her bir anı düşlerine yakın mı yakın. Lifi mavi dantelalı, sabunu gül kokuyordu. Koklayarak sabunladığı mavi lifi bembeyaz olunca köpükten; sürdü yüzüne, karnına, bacağına, ayağına. Elini, kolunu, boynunu el çabukluğuyla sabunladı. Keyfi yerine gelmişti. Duşun altından çıkmak istemiyordu. Lifi sıcak suyun altında yıkayıp bir kez daha sabunlayarak teninde gezindi. Bombe bombe köpükler koparak birbirinden sermest ve mest olmuş mis kokulu ambersi bir yıkanma ayini sona ermek üzereydi. Kadın, durulanırken bedeninden zoraki akan son köpükler önce bir tepenin mor fundalığına, oradan meşe koruluğunun gölgeli kuytusunda saklanıyordu. Oyun oynayan haşarı çocuklar gibi söbeleneceğiz diye önüne çıkan ilk kayanın yeni çatlamış yarığından şelale olup dizlerine dayanıyordu. Tüm gücüyle dirense de suyun hafifsi kayganlığına teslim temasıyla ayacığının altında moble üstüne dantel motifler gibi nazla birikemeden akıyordu bir bilinmeze. Duş kapanıyordu birden film kopuyordu oracıkta. Kadın bir Ava Gardner edasıyla ıslak , buğulu gözleriyle, davetkar sevgilisiyle sinemadan çıkar gibi bornozunu giyiyordu. Yıkandıkça birkaç beden incelmişti sanki minyatür bir bebek gibi soft ve soft hissediyordu kendini ve “Tiffany ‘de Kahvaltı”dan geliyordu Audrey Hepbourn’le.
13. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadın, ılık suyun vücudunu hafifleten enerjisiyle sakinleşmiş
olarak duştan çıkıp bornozunu giydi. Kısacık ve dik saçları kirpi dikenine benziyordu ama yüzü bin kat güzelleşmiş gibi geldi aynaya bakınca. “Hep böyle olsa yüzüm” diye geçirdi içinden. “Budalaca bulsam da güzellik için bin bir çeşit ürünleri, çok param olsa vallahi estetik bile yaptıracağım gibime geliyor kendime…” derken müstehzi bir gülüş yansıyordu gözlerinden aynanın şevenklerine ve çarparak geri dönen ışık huzmeleri Kadınla hayal meyal noktalar koyuyordu bir iki üç nicelik ve nitelemelerle. Çevirmenlikten kazandığımı güzellik salonlarına yatıramam! Aklından geçenlere kızıyordu. Sevgilisi kirayı ödeyememişken ben de neler neler düşünüyorum?..diye geçirerek zihninden, A aa! Şimdi bütün bunlar nereden aklıma geldi sabah sabah? derken banyodaki beyaz dolabın kapağını açtı. Krem rengi bir kutunun kapağını çevirerek açtı. Kapağı açılan krem kutusundan çimene has keskin bir koku yayılmıştı. Jel pelteliğindeki nemlendirici kremi işaret parmağıyla aza aza alarak hafifce yüzüne ve boynuna narin masajlarla iyice yedirdikten sonra saçlarını yumuşak tüylü bir havluyla kurulayıp , ince telli bir tarakla taradı. Dolabın içinden arayıp bulduğu Jöleyi avuçlarına alıp hızlı ve sert hareketlerle saçlarını havalı bir şekil vermişti. Duşun verdiği uyuşukluğa kapılsa herhalde yirmi dört saat uyurdu hiç kalkmadan. Fakat sevgilisi evde tek başına kalmış, kendisinin çıkmasını bekliyordu kahvaltı için. Ne kadar uzun sürmüştü duşu. Ben olsam huysuzlanırdım inan ki. Diye diye hamarat bir ev kadını ivecenliğiyle giyindi. Bir yudumcuk sevgiye dürülmüş yaşamın; zehrini, bal kıvamına dönüştürüşüne her zaman hayret etmişti Kadın. Çok kolay elde edildiği sanılan sevgi? Sevilerle büyümüyor; sevenin sevdası, sevilen de denk tutuyordu bazı bazı kendiliğinden. Yüksünülmeyen tek şey nedir say deseler? Aşıkların dili, döne dönmeye, kıyamete kadar aşk aşk aşk diye haykırabilirdi. Doyumlu, doyumsuz her sevginin duyarlılık hali: Biyokimya içeren sihri, sevgiyi büyüten de kimbilir buydu.
24 Kasım 2008…. Pazartesi. Kadın günlüğüne böyle not düşmüştü o Ağustos sabahı için.
Banyonun kapısı tıklatılınca Kadın gayri ihtiyarı sıçrayarak:
-Efendim hayatım, dedi.
- Duştan çıkamadın. Abarttın ama.
-Tamam geldim işte.
-Söylenmekte haklısın, diyerek açılmış kapının önünde beliriveren Kadın, Adam’a özür diler gibi baktı. Sessiz kalan ikilinin suskunluğunu ilk bozan yine Kadın oldu.
- Duşa girmek ister misin?
- Olmaz.
- Neden? Dedi Kadın:
-Kahvaltı yapalım sonra girerim. Kurt gibi acıktım.
- Ah, evet, ben de acıktım.
- Haydi öyleyse dedi Adam, mutfağa gidelim.
-Dur ben şimdi çabucak bir şeyler hazırlarım diyerek öne atıldı Kadın.
Sevgilisinin sempatik sevimli sevimli koşturmasına içinden kopup gelen hislerle baktı Adam.
Tuhaf ve acaip biriydi Kadını aslında. İçine kapanık değil ama sırra kadem olurdu bazı bazı. Şeklen şemalen sıradan bir kadın denilebilirdi. Gülerken başını eğer kesik ve kıvrak kikirderken; yüzü sevilmeme ihtimali olmayan bir civcive benzerdi. Korumasız. Muhtaç. Aciz denilebilecek hatta. Aksine, sade ve özgür yaşar, bağımsızlığından ödün vermezdi. Kolay kolay yaşamından dert yanmazdı. Yalnız bir tek kusuru, işinden bahsetmeyi çok severdi. Çevirdiği kitabın karakterlerini, izin verse bir bir anlatacağından emindi Adam. Onun için, Kadın’a “Siz kadınlar işinizi neden bu kadar gerçek hayatınıza taşırsınız bilmem ki?” diye taşı atıvermesine, sevgilisinin “Seni gidi çok bilmiş. Biz kadınlarla uğraşmasan olmaz mı?” diye yanıt verişini anımsayarak mutfağa daldı.
Kadın, ılık suyun vücudunu hafifleten enerjisiyle sakinleşmiş
olarak duştan çıkıp bornozunu giydi. Kısacık ve dik saçları kirpi dikenine benziyordu ama yüzü bin kat güzelleşmiş gibi geldi aynaya bakınca. “Hep böyle olsa yüzüm” diye geçirdi içinden. “Budalaca bulsam da güzellik için bin bir çeşit ürünleri, çok param olsa vallahi estetik bile yaptıracağım gibime geliyor kendime…” derken müstehzi bir gülüş yansıyordu gözlerinden aynanın şevenklerine ve çarparak geri dönen ışık huzmeleri Kadınla hayal meyal noktalar koyuyordu bir iki üç nicelik ve nitelemelerle. Çevirmenlikten kazandığımı güzellik salonlarına yatıramam! Aklından geçenlere kızıyordu. Sevgilisi kirayı ödeyememişken ben de neler neler düşünüyorum?..diye geçirerek zihninden, A aa! Şimdi bütün bunlar nereden aklıma geldi sabah sabah? derken banyodaki beyaz dolabın kapağını açtı. Krem rengi bir kutunun kapağını çevirerek açtı. Kapağı açılan krem kutusundan çimene has keskin bir koku yayılmıştı. Jel pelteliğindeki nemlendirici kremi işaret parmağıyla aza aza alarak hafifce yüzüne ve boynuna narin masajlarla iyice yedirdikten sonra saçlarını yumuşak tüylü bir havluyla kurulayıp , ince telli bir tarakla taradı. Dolabın içinden arayıp bulduğu Jöleyi avuçlarına alıp hızlı ve sert hareketlerle saçlarını havalı bir şekil vermişti. Duşun verdiği uyuşukluğa kapılsa herhalde yirmi dört saat uyurdu hiç kalkmadan. Fakat sevgilisi evde tek başına kalmış, kendisinin çıkmasını bekliyordu kahvaltı için. Ne kadar uzun sürmüştü duşu. Ben olsam huysuzlanırdım inan ki. Diye diye hamarat bir ev kadını ivecenliğiyle giyindi. Bir yudumcuk sevgiye dürülmüş yaşamın; zehrini, bal kıvamına dönüştürüşüne her zaman hayret etmişti Kadın. Çok kolay elde edildiği sanılan sevgi? Sevilerle büyümüyor; sevenin sevdası, sevilen de denk tutuyordu bazı bazı kendiliğinden. Yüksünülmeyen tek şey nedir say deseler? Aşıkların dili, döne dönmeye, kıyamete kadar aşk aşk aşk diye haykırabilirdi. Doyumlu, doyumsuz her sevginin duyarlılık hali: Biyokimya içeren sihri, sevgiyi büyüten de kimbilir buydu.
24 Kasım 2008…. Pazartesi. Kadın günlüğüne böyle not düşmüştü o Ağustos sabahı için.
Banyonun kapısı tıklatılınca Kadın gayri ihtiyarı sıçrayarak:
-Efendim hayatım, dedi.
- Duştan çıkamadın. Abarttın ama.
-Tamam geldim işte.
-Söylenmekte haklısın, diyerek açılmış kapının önünde beliriveren Kadın, Adam’a özür diler gibi baktı. Sessiz kalan ikilinin suskunluğunu ilk bozan yine Kadın oldu.
- Duşa girmek ister misin?
- Olmaz.
- Neden? Dedi Kadın:
-Kahvaltı yapalım sonra girerim. Kurt gibi acıktım.
- Ah, evet, ben de acıktım.
- Haydi öyleyse dedi Adam, mutfağa gidelim.
-Dur ben şimdi çabucak bir şeyler hazırlarım diyerek öne atıldı Kadın.
Sevgilisinin sempatik sevimli sevimli koşturmasına içinden kopup gelen hislerle baktı Adam.
Tuhaf ve acaip biriydi Kadını aslında. İçine kapanık değil ama sırra kadem olurdu bazı bazı. Şeklen şemalen sıradan bir kadın denilebilirdi. Gülerken başını eğer kesik ve kıvrak kikirderken; yüzü sevilmeme ihtimali olmayan bir civcive benzerdi. Korumasız. Muhtaç. Aciz denilebilecek hatta. Aksine, sade ve özgür yaşar, bağımsızlığından ödün vermezdi. Kolay kolay yaşamından dert yanmazdı. Yalnız bir tek kusuru, işinden bahsetmeyi çok severdi. Çevirdiği kitabın karakterlerini, izin verse bir bir anlatacağından emindi Adam. Onun için, Kadın’a “Siz kadınlar işinizi neden bu kadar gerçek hayatınıza taşırsınız bilmem ki?” diye taşı atıvermesine, sevgilisinin “Seni gidi çok bilmiş. Biz kadınlarla uğraşmasan olmaz mı?” diye yanıt verişini anımsayarak mutfağa daldı.
14. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadının mutfağa geçmesiyle geri dönmesi bir oldu. Ayakları adeta yerden kesildi . Gözlerine inanamadı önce, kahvaltı masası hazırlanmış ve harika görünüyordu. Topuklarının üstünde üç yüz altmış derece döndü ve Adama çılgınca bir çığlıkla:
-Delisin sen dedi.
-Yeni mi anladın, dedi Adam gayet ciddi.
- Çok enteresan! Bu sabahı sanırım uzun süre unutamayacağım.
Adam:
- Hadi söylenmeyi bırak da kahvaltımızı yapalım derken,
kendi hazırlamış olduğu kahvaltı masasına keyifle oturdu.
-Çayı kupada mı istersin madam?
-Hayır, hayır, küçük bardak lütfen!dedi Kadın. Bardağa çay koyarken
- Kahvaltı masasıyla ilgili iltifatlarınızı bekliyorum… sözünü tamamlamadan
- Çok beklersin beyefendi dedi Kadın. Soran gözlerle başını kaldıran Adam:
- Ne demek istedin anlamadım?dedi.
- Kahvaltının büyüsünü bozmayalım istersen. Daha sonra konuşalım mı? Ekmeğine tereyağ sürmeye devam etti.
Adam, çatalı ve bıçağı elinden masaya koyarak:
- Bence şimdi konuşalım dedi.
Kadın: “ Peki, nasıl istersen. Bu sabah olanlar çok canımı sıktı.
Hangileriymiş onlar?
İnanamıyorum ya. Bir de hangileriymiş diye soruyorsun. sabah erkenden ev sahibinin kapıya dikilmesi, kirayı istemesi, seninle benim ilişkimizi sorgulaması, para sıkıntısı içinde olduğun…bütün bunları ev sahibinden öğrenmek hoşoma gitmediği gibi birbirimize bu kadar mı yabancıyız? Söyle lütfen. Canım kavga etmek mi istiyor dersen. Evet. Evet. Evet. İkimizi bugüne kadar hiç konuşmadık. Gerek görmemiştim. Ama öyle değilmiş. Konuşmalıymışım anladın mı? biz her şeyi paylaşıyoruz sanıyordum. Paran yoksa, neden haberim yok? Kızmakta, kırılmakta haksız mıyım?
Gözbebeklerinin kenarından gözyaşları pıt pıt aktı kadının “mutfak” diyebildi . Adam, mütereddit ve pür telaşla “büyütülecek bir şey değil”dedi. “ Ağlanacak bir durum göremiyorum ayrıca?”
- Sinirlerim bozuldu ondan. Diyebildi Kadın. “ Kahvaltının tadını kaçırmaya ne gerek vardı?
-Öyle mi diyorsun? Bütün söyleyeceğin nu kadar mı?
- “ Ne söyleme mi bekliyorsun ki? Özür dilerim. Yeter mi. Bir iki atıştırıp gideceğim zaten kulübe geç kaldım.”
- “Asla bırakmam!”dedi Kadın “ Kira meselesi nedir? Bana zor durumda olduğundan hiç bahsetmeyişine fazlasıyla içerledim. Beni bu halde bırakıp gitmene izin veremem.”
- - İşe giderken senden izin almak zorunda olduğumu hatırlamıyorum.
- “ Bugün DJ arkadaş izine ayrıldı gitmek zorundayım ” Deyip tartışmayı keserek sandalyesinden ayağa kalktı Adam. “Sigara mı verir misin?” diyen Kadına :
-Geç kaldım diye karşılık vererek arkasını döndü. Arkasını döner dönmez bir şangırtı duyuldu. Adam şok geçirir gibi irkilerek döndü, neler oluyor gibisinden ve sevgilisinin yumruğunu masanın ortasına vurduğunu görmekte gecikmedi. Kahvaltı masası karmakarışıktı. Adam’ın bedeni buz gibi olmuştu. Ağzına geleni söylemeye ramak kala tuttu kendini. “Sakinleştin mi” dedi. “Çok sinirlisin.” “Nihayet fark edebildin?” dedi ve Adam mutfaktan çıktı.
Kadının gönlü incecik dal gibi “çıt” etti. Çıtırtısını adam duyar diye korktu Kadın. Tekrar ağlamamak için dirençle harmanladı sözlerini “yorum yok.”dedi. Adam, “Yapma!” dedi. Kadın “yaptım bile” ve “sen böyle istedin. Bilmem hatırlatmama gerek var mı?” diyen Kadına Adam bir göz kırptı ve sustu adam ve kadın.
15. BÖLÜM YENİ HİKAYE
sigara mı verir misin diyen Kadını duymazdan gelerek:
-Geç kaldım ben! Çok geç kaldım. Zamanım inan ki hiç yok!”deyip pratik bir adımla kapıya vardı.. Mutfak kapısından tam çıkmak üzereydi ki, bir şangırtı duyuldu. Neler oluyor gibisinden irkilerek geri döndü? Sevgilisinin yumruğu hala masanın ortasında ve ifadesiz yüzü heykel misali kendisini çağırıyordu . Kahvaltı masası karmaşasında kırılan bardak kırıkları döşemeye saçılmıştı. Adam’ın bedeni, sıcak çaya koyverilmiş buzun alışma evresine benzer sıcak soğuk karşıtlığındaydı. Ani bir patlamanın eşiğine bir gelip, bir giderken; cep telefonuna durmadan gelen sinyalden huzursuzluğu gittikçe artıyordu. Evden çoktan çıkmış olması gerekirken olaylar üst üste geliyor evden bir türlü çıkamıyordu. Kadının, reflekslerinin sınırlarını zorlayan, ılımlı, tatlı iç ritmini altüst eden, teşbihte hata olmaz dedirten “masaya yumruk metaforu?” Nereden çıkmıştı? Adam, kızgınlığına set koymaya çalışırken , sevgilisinin çıkışını anlayamadığından sıkıntılıydı. Off! Tamam! Tamam! Cep telefonunun çalmasıyla iyice gerginleşerek “Geliyorum, geliyorum” diye söylendi”. Gitmesi gerekiyordu. Konuyu uzatmamak için:“Sakinleştin mi” diye sevdiği kadına içindeki fırtınayı belli etmemeye çalışarak, imgeler dolusu bakışla boca ettiği kelimeleri --sakinleş be güzelim--dercesine sordu. “ Çok sinirlisin. Neden?” diyen erkeğin gözlerinin içine pes melodik ses tınısını bastırarak dilini dişine doğru “Nihayet fark edebildin?” serzeniş ve sitemin bavulu epeyce doluydu.. Adam alındı bu sefer. “Neden? Senin tarafından bakınca aptal gibi mi görünüyorum?” işe gitme telaşını unuttu. Kulübe gecikse de mutfakta; Kadın ve Adam karşılıklı birbirine kesif bir cızırdamayla cıngılar, çıngıllar gönderiyordu sessiz ve derinden derinden . Tartışma kaçınılmazdı. Önce Kadın yayını gerdi ve bir ok yaydan çıktı:
-Tartışmayı saptırma.
- Hayır , saptırmıyorum dedi Adam.
- Saptırıyorsun.
- Ne yapayım? Senin gibi masaya yumruk mu vurayım. Kadın:
- Evet, canım. Masayı yumruklamak, kalp kırmaktan daha iyi değil mi?
- Sana göre şekerim, dedi ve Adam mutfaktan çıktı. Çıkarken söylenmeyi ihmal etmedi.
"Hayatım boyunca böyle manyak bir gün görmedim.
"""Gün de bir manyaklık yok. Biz tuhafız. Sen tuhafsın. Kendinle ilgili her şeyi benden saklıyorsun?"
" "Ne düşünürsen düşün bebeğim. sakinleşmeden seninle kavga etmeye niyetim yok anladın mı?"
16. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam, çalıştığı kulübe bir an önce gitmek için hızlı arabasını park ettiği yere doğru yürüdü. Bir terslik olmadan çalıştığı mekanda olmalıydı. Yoksa patronu canına ot tıkardı. Kulübün sahibinin nerde ne zaman yapacağı belli olmazdı. Çalışanları , patronun günlerce surat asmasına alışkın olmalarına rağmen sonuçta bir şey değişmez ortam gerilirdi hiç yoktan yere.
Bugün de kesin öyle bir durum olacaktı bu kadar gecikmeden sonra. Olmaması olasılıkların çok dışındaydı.
Bütün olumsuzlukları düşüne düşüne arabaya bindi ve kapıyı kapatıp çalıştırdı.
Evinin köşesini dönüp ana yola geçip rahatlayınca biraz, radyoyu açtı. Zenci bir şarkıcının soft sesinin gırtlak nağmelerinde bu sabahı unutmak istiyordu. Zenci şarkıcı ses devinimlerinde bir çığlık gibi tiz yankıların kadınsı melankolisini yaşatıyordu Adama tam istediği gibi. Bir yerlere gidiyor, bir yerlerden gerisin geriye geliyordu. Yeni bir hikaye yazma aşamasında her şeyden, bedeninden bile sıkıldığını itiraf etmeye cesaret etse neler olurdu acaba? Boyutsuz ve soyutsuz yaşanabilir miydi? Aman aman halleşmelerin kadınsılığı veya yaman erkek, takıntılı arkadaşlarımın onaylamadığım absürd hardlığı… sıkıldım dedi. Orta bir yer olmalıydı. Rahat. Fazla efor sarfetmeden canının çektiği karaktere bürünüp davranışlarda özgür olunabilmeliydi. Son günlerde özellikle doktorla konuşmasının ardından böyle kaçamak yapmak zihnine iyi geliyordu.
İhtiyacım olan para pul maddi gelirlerimin yetemez oluşu, ev sahibimin kirayı istemeye gelmesiyle incelmelerim, zayıflığım mıydı? Karnımdaki yangınların nedeni bir tek o değildi ki. Bedenimden bir şeyler eksilir korkusu üste çıkıyordu fezaya varan teorilerimle. Zerrelerce haz detayları, aksesuar gibi boynunda vebaldi. Ve veballerden sıyrılıp kadınların his duyargaları geçiyordu sinesinden sine sine içine. Yumuşuyorum. Yumuşuyorum ben. Duygusal kızlar gibi ağlamaklı oluyorum sıkça.
Eski tok ve gür ve soğuk sular akan kalbimde ıpılık bir pınar damlıyordu önündeki oluğa şıp şıp gözyaşı gözyaşı.
Deryalaşıyor, sevecenliğn sessizce devrimini içselleştirip Kadına yumrukladığı masanın kızgın hesabını sormadan ayrılıyordu mutfaktan. Cık cık! Hayret ki ne hayret etmiştir sevgilim diye başını iki yana salladı. Yaşadığımın hikayesini yazmalıyım. Ne güzel bir hikaye olur. Adını Yeni Hikaye koyarım. Kurgulamada zorlanmam dedi. Realitesini mükemmel yakaladığım eserimi yayınevine verirken iyi bir anlaşma da yaparım. Kızkardeşim de haklı. Babadan kalma evin kirasını yıllardır ben alıyorum. Yayınevinden aldığım para geçinmeme yetmiyor dememe artık kardeşimi inandıramıyorum. Onun da kocası açgözlü. Daraltıyor hayatını. Ne iğrenç adam. Bir yerde karşılaşmaktansa nalet olsun, kirayı siz alın dedim, Ağustos ayı kiramı veremedim. Sevgilim de haklı. Kızcağıza hiç böyle şeylerden bahsetmediğim doğru. Bazen sesli bazen içinden konuşmaları yol buyunca arabanın hızındaydı. Geçim sıkıntısı çekmediğimden şimdiye kadar anlatmaya değer bulmadığım da doğru ama dedi kendi kendine. Trafiğin keşmekeşinde buldu arabasını. Off! Sırası mı dedi. Sıcak bir yandan, trafik bir yandan, çalan kornalar cabası… ne kadar sabırsızdı araba sürücüleri. Trafiğin akmasını beklemeye başladı.
17. bölüm YENİ HİKAYE
Yol boyunca araba kullanırken Adamın içsel konuşmaları hiç durmadan sürmeye devam edecekti ama trafiğin keşmekeşine takıldı o sıra. Yol tıkanmıştı. İlerde bir kaza olmalı diye düşündü. Parmaklarını direksiyona vura vura beklerken ayağını hafifce sallamaya başladı. Bir iki üç beş dakika derken saatin geçmek bilmediği başka bir anına yakalandığını anlamakta gecikmedi. İşe yetişmesi kaygısıyla dudağını gayri-ihtiyarı dişleriyle ısırarak çevreyi incelemekten başka yapacak bir şeyi olmadığı da aşikardı. Şehrin içinde değildi ama dışında da sayılmazdı. Öğlenin dan sıcağında arabanın camlarına vuran kavruklukla, hayal meyal gölgeleriyle geçen insanları seyre daldı bir müddetliğine. Alnına birikmiş terleri kağıt peçete yardımıyla silerken insan ve yaşamını yazdığı tümcelerin cümlesinden esinlendiği karakterlerinin üzerine aforizmalar kurgulamayı denemeye karar verdi. Yolun açılmasını beklerken can sıkısı azalmış olurdu. Bir, dedi sanki yeni bir hikaye yazmaya oturmuş bilgisayarıyla baş başa hissiyle. Hemen herkesin bir derdini çektiği ceremesi vardır ömür denen bıçaksırtıyla eyerlenen dünyada. Kimler kimler ve neler için ve ne niçinler ve hiç olmayacak nedenlerle törpülenir insancıl gel gitlerimiz, med cezrimiz. Ya da fevkalade gerçeğin mürüvvetini görebilmek maharetini de edindirerek yürüyüp gidiyordu şu hayat, ey hayat ey.. diyen Adam ve görüş açısını değiştirince aynadaki silvetler de değişiverdi sıralıca. İşte şu sıkıntıyla giden tıknaz adam, ev almak için çektiği kredinin ödeme günü yarın olabilir. Yatıracağı parayı tamamlayamadıysa ne yapacağı telaşı alıp başını gitmiştir zihninde. Başını kaldırıp ufka doğru bakınca ta uzakta fark ediverdiği köprüden geçmekte acele eden fakülteliyi gördü. Kikirik delikanlı belki de altı yıldır okuduğu bölümü sevemediğinden dolayı bir türlü bitirememiştir… Ailesinin yanında mahcup yaşıyordur. Çalışmaya başlamamasından dolayı acaip kasılıyordur kimbilebilir?.. Ya şu yol kıyısında bekleyen gayet süslü kız dershane öğrencisiyse sınav heyecanı sarmıştır çoktan. Ona rağmen kendine özgüvenli belli. Saçlarını çıt çıt kırıldım edasıyla kulağının arkasına attırıvermesine bakılırsa erkek arkadaşı kafede bekliyor. Buluşup hayaller kuracaklardır mutlaka. Kazanacakları üniversiteyi, kuracakları işi, evlendiklerinde oturacakları yeşil panjurlu evi… Biz de böyleydik… cık cık.. Ve işte başka bir arıza çift daha: Karşı yolun bir dönemecinden birden bire bitiveren ve kıvrakça giden bir çift kavga etmiş de barışmaya yer arıyorlar gibi yan yana ve dokundu dokunmaya bir nefeslik mesafede yürümekten memnun görünüyorlardı.
Adam arabadan dışarıya bakarken, gözlerinin süzgecinde rastgele seçiverdiği birkaç insan yaşamını süzgecinden geçirmişken trafik hala güzergaha kapalıydı. Demek ki tıkanıklığın önemli bir sebebi vardı. Yabancı bir devlet adamı bizi ziyarete gelmiş ve şehrin tarihi mekanlarına gidecek diye yol kapatılmışsa… Her ihtimal geçerliydi.
Adam,parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi. Öff! Patron ne dese haklıydı. Çoook geç kalmıştı. Cebinden müdürüne ulaşmaya çalıştı. Telefon çekmiyordu. “Hay aksilik!” derken artık sırtından ter boşanıyordu tepeden tırnağa. Dj’in mazereti olmazdı. Olmamalıydı. Yayınına yetişememiş olması kendi acemiliğinin bir kanıtı gibi sırıtıyordu adeta. Teknik olarak DJ yayın akışından saatler önce orada olmalı ilkesini bir gün bile çiğnememişti. Ama bugün her şey tepetaklaktı. Yayın yönetmeni herhalde ter içinde sinir harbiyle beni beklemektedirdiye düşündü. Sesimin meltemi, tatlı hafifliğinde saatler öncesinden tül tül esmeli tüyleri ürpertmeliydi dinleyicilerimin. Parmaklarını büktürdü Adam. Yakasını düzeltti. Aynaya baktı. Benzi kararmıştı biraz sonra sararacaktı hırstan. Ne yapacağını bilemiyordu? Yanı başında duran arabada bir kadın bir erkek sigara içerken keyfli gibiydiler. Acaba??... dedi içinden. Korna çalan arabanın sahibi bunalmış kafasını camdan çıkararak kızgın kızgın söyleniyordu. O da başını uzatarak derin bir nefes aldı. Havanın nem ve sıcağıyla nefesine daral geldi. Ağır ağabeylerden kalma bir esnemeyle bekleyişin umutsuz seremonisinde kayboldu Adam.
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM
Cep telefonunda tekrar müdürüne ulaşmayı denedi. Genel yayın yönetmeni telefonu meşgule verince, kulüpteki sıkıntının hat safhada olduğunu ve müdürünün kendisine dargınlığının ayyuka çıktığını anladı. Ama yapacak bir şey yoktu. Trafik hala akıp gidemiyordu bir türlü. Arkadaki araba kuyruğunun tık nefesi ensesinde kımıl kımıl kımıldandı. Ön koltuğun bir kıyısında bükülü duran eski gazetelere göz attı, abuk subuk haberlerden gına gelmiş bir sayfanın en alt köşesinde bir cinayetin sırlarını ifşa eden satırlara takıldı gözleri. Bir kulüp baskınında öldürülen gencin birdenbire parlayan yıldızının söndürülmesi ağdalı bir dille yazılmıştı. Ben olsam bu haberi nasıl yazardım dedi. Hikayeleştirirken, öteberiye dağılan ipuçlarını kurgusal bir uzantıda oturtmak kolay. Gazete küpürüne sığıpta ;dünyaya sığamayan bir genç adamın dramı gibi daha ne cinayetler vardı bir solukta can damarı kesiliveren. Gazete şişman zayıf herkesi yaz diyetine çağıran üçüncü sayfasında Adam “eee yetti” der gibi elinden gazeteyi bıraktı ve radyoyu açtı. Eli kolu bağlı vaziyette mecburen ve İsyankarane şekilde tesadüfen açılan radyoyu dinlemeye koyuldu.
“Merhaba” dedi Dj. “Ben Dj’yiniz Seyyah ve radyonuz Gezgin radyodasınız bendenizle.” DJ’in sesi mükemmel kritikler yapan eski yarışma sunucularının çeken tınısındaydı. Adamın sakinleşmesi bir dakikadan fazla uzun sürmedi. Radyonun sesini biraz açtı. “ 1950 yıllarında moda olan cazseverlerle takılıp bugün ben Gezgin’le kulüp Havana’nın yolunu tutacağız seyyah olacağız beraberce sevgili dinleyicilerim. Her zaman olduğu gibi müzik kutumuza bir aşkın hikayesini atıp; şarkılarını çalacağız öyküsünün. İşte ilk sırada satın aldığımız Tereza River’den başlayalım isterseniz “Müzik Müzik Müzik… heyt! Dostlar hayal kurmaya davetle az sonra beraberiz dedi ve DJ’in sesi kayboldu çalınan parçanın ritmiyle. Hiç ara açmadan Natking Cole “Mona Lisa”yla yayan yabıldak yola düşmüş Afrikalı’nın güldüğü ve ağladığı mı anlaşılmayan bir tablosuna ağıt ediyordu yumuşacık boğumlu sesiyle. Adama “Bu ne ya!” demeye vakit bırakmayan DJ :” Arjantin, Küba, Meksika dolaşacağızzzz günün bu saatinde. Önce Müzik müzik müzik sonra Mona Lisa…. Nasılsınız bakalım?” diye radyo dinleyicisiyle özel bir otokontrol sistemi kurduğundan acaip emindi. “ Vayy be ne DJ miş. Veresbitle koruda gezgin seyyah gibi oldum sahiden de “ diye elini dizine vurarak söylendi.
I9 BÖLÜM YENİ HİKAYE
Mona Lisa’yı Frank Sinatra’dan dinlemiş, gırtlağının nağmelerinde yumuşak yuvarlanmalarla romantizmin hayalini kurmuştum o söylerken. Hard yüz hattının inadına dedi Adam, beyzi bir beyzbol sopasının kendi gideceği kuyuyu bulması gibi salınıverirdi söz düetlerini. Koca koca gölgelere sığamayan harikulade sesini dinlemeye doyamazdım. Dinleyicilerim “ehh!” deyip delirtmeye vardırana kadar çalardım şarkılarını.
Mona Lisa’yı Natking Cole’ün seslendirmesi apayrı bir dinletiymiş içimi kıyım kıyım kıyan açlıktan beter parçaladı beni, parçamın her birisi egzotizmin puslu yaylalarında gözü karardı sanki. Koptu dünyadan ve trafik durmuş, saatlerce bekliyormuş falanmış filanmış… DJ’ Seyyah :”Doris Day’in hikayesinin öncesinde bir müzik arası verelim diye mısır gevreği çıtıpıtısıyla Adamın kulağını kendisine doğru dikkat kestirdi. “Jost for you” plağını çeviriyorum az sonra efendim az sonra pikap sustuğunda ben yine burada olacağımmmm.”dedi.
“Vay vay! Artistik Seyyah hazretleri, Gezgin radyo! İmkansızı başarmanın bir nevimünhasırı bu kendine özgü. Kendimi beğene beğene ne hale düştüm oldum şu anda neredeyse. Kör gözüme başka bir radyoyu dinlemezsem, egolarımın şişini indiriverir elin oğlu Gezgin seyyahnamesiyle tık”diye. Adam karnı ağrıyan numaracı bebeler gibi arabasının koltuğunda o yana bu yana sallana sallana Doris Day’in sarışın melodisine katıldı ara ara. Ne zaman şarkıcı sustu ve ne zaman DJ? Ama kulağında müzikallerin şirin sarışını Doris Day’in macerasını dinlediğini neden sonra anladı ve ne kadar radyoyu dinlerken dalıp gitmelerin tuzağına düştüğünü geç de olsa anlayı anlayıverdi. İş işten geçmiş olsun üstadım, demeye getirdi kendine.
“Bir varmış, bir yokmuş… geçmiş zaman mı desem, geçememiş zaman mı? Balerin olmak aşkıyla yanıp tutuşan bir kız varmış. Gece gündüz parmaklarının ucunda narin narin primadonna olmaya hevesle çalışırmış. Rüyalarında “Saraydan Kız Kaçırma” operetinin sonunda alkış tufanıyla sahnede selamladığını görürken uyanırmış çoğunlukla. Ve o sabahların birisinde annesi, şehre gitmek için hazırlanmasını söyleyince, heyecanla kurdele robalı sarı elbisesini giyip, babasından önce arabanın arka koltuğuna oturup annesini beklemeye koyulmuş. Minik kalbinde bir tezcanlı sıkıntı dolanı dolanıvermiş ama Doriscik zıp zıp zıplayan farenin peynir peşinde tıkırdayarak kaderine koşması gibi başka bir şey düşünmüyormuş. Evlerinden uzaklaşırken gamzesinde kalan bir son gülüşle gözünü kısarak bakmış. İçinden bir ses, evine dönüşünün eskisi olamayacağına kayıt düşmüş yüreciği bir yumruk. Anne! Efendim! Anne ! Efendim Dori? Be be ben sözlerinin gerisi gelememiş. Gözleri kararan dünyanın feci bir feryatıyla yoldan çıkan arabanın sessiz sessiz kanayan yarasına yetişen ambulansın sağlık görevlileri küçük Doris’i ve annesinin ve babasının baygın bedenini hastanaye taşımışlar. Doris kendine gelince bacaklarının çizik ve kırığını görünce dünyası başına yıkılmış günlerce günlerce ve haftalarca ağlamış ağlamış. Kimse onu ikna edemiyormuş. Bir gün, bir gün sonra ve sonrasında ben de şarkı söylerim o zaman demiş. İçli caz parçalarını hüzünle karışık şahane düşlerle süslü sade ve dingin seslendirince o yaşta masalı cazlı fevkalade devam etmiş… ya ya yaşasın Doris Day’in yaşam aşkı ve yine “Jost for you” yine yine dinlemeye doyamayacaksınız Seyyah ben efendim Gezgin Radyo farkıyla hoşçakalınnnnn” demiş. Adam’ın mest hali geçemeden açılan trafiğin yoğunluğuna kapılıp seyir durumu zincirlemesinden diğer bir densiz sürücünün nedensiz korna sesiyle sıçramasıyla ancak adapte olabilmişti nerede olduğuna dair. El frenini indirdi. Vitesi boşa aldı. Marşa bastı. Kontağı çevirip debriyaja bastı vitesi bire getirdi hafifce gaz verip ayağını debriyajdan çekerek işine gitmek üzere yola koyuldu.
BÖLÜM YENİ HİKAYE
Arabasının koltuğunda kaykılmış vaziyetinden toparlanarak Adam dikleştirdiği omuzlarından gelen güçlü bir komutla koluna, eline ve parmaklarının birleşimi avucuyla yüklendi el frenini indirdi debriyaja basarak vitesi bire taktı, kontağı çevirip hafifce gaz verip ayağını debriyajdan çekerek işine gitmek üzere yola koyuldu ama bu mest hali geçemeden açılan yolun yoğunluğuna kapılıp seyir durumu zincirlemesine geçivermesi çok ani olmuş ve bu nedenle de bir densiz sürücünün korna sesiyle sıçrayarak trafikte olduğuna ancak inanabilmişti. Trafikte olmanın kesmekeşinde işine gitmekte olduğunun gerçeğine varınca içi cık cık etti. Kulüpte karşılama töreni yüzünü ekşitecekti. Hemen cebini çıkardı. Numaraları bir eli direksiyonda tık tık tık bası basıverdi parmaklarının hızına güvenirdi. Çalan telefonunu uzun uzadıya dıdıtlatmadan müdürü hiç ummadığı kadar sakin ve yavaş bir sesle “efendim” dedi. Adam, panikledi adeta. Hani nerdesin? Gelme! İstersen diyebilecek azarsı tonlamalı yanıt beklerken… Kendi olumsuz kurgusunda bir anda kendi yıkıldı . Fazla nağmelenmeden o da “ çok özür dilerim Ahmet bey. Yolda kaza var sanırım. Trafikte sıkıştım kaldım. Gelmek üzereyim.” Ahmet bey renk vermedi “ tamam. Bekliyoruz.”dedi ve telefonu kapattı. Adam, bir iş var bunda. Ahmet bey!!! Geç kaldığım için bir an teşekkür edecek sandım. İnsanları tanımak ne kadar zor. Şunu yapar, şöyle davranır diyorsun. A a a a ! oluyorsun. Hiç önemli değil geç kalman!dedi sanki diye bir tuhaf oldum. İşime mi son verdi. Yerime birini mi buldu? Sorularıyla boğuşurken Adam kulübe 100 metre mesafedeydi en fazla. Nasıl oldu anlamadı ama radyo hortlakların yeryüzünü basması gibi arabanın atmosferinde patladı yüksek perdeden: 100.101 sıfır frekansında Gezgin Radyo Seyyahı sizinle Pazar dinleyicileri diyen sese döndü “A! Yeter Seyyah. Canıma tak demiş saatimde olamazsın sen, bitmemiş miydin hem ?” diye laf attı. Yanıtını homurandı. Bitmemişsin. Ben o sırada yola çıkma telaşıyla radyoyu kapatıyorum diye sesini kısmışım. Seyyah, Adamın varlığından bihaber kısık egzotik sesiyle konuşuyordu biteviye Dean Martin, Barbara Streisand ve cazın babası Louis Armstrong bakir ormanların bir deli bakiresince şel şel şelaleden düştüler nehrin suyuna kırk kırık kristalize içdenizimize daldılar köpük köpük… ve adamlar… ve kadınlar… ve Tanrılar cazı yarattı kızgın toprakların hüzünlü keseklerinde. Hala çalınan parçalarla dağılmadıysanız dinleyicilerim Seyyahınızın serenadı tur değişimine uğrayacak gelecek programa kadar sabır sabır bekleyin. Şimdilik hoşçakalınnnnn müzik yolcuları. Mooooola. Adam radyoyu kapattı. Arabayı otoparka çekti. Yün hırkasını çıkarmış nene gibi üşüme sonrası bir titreme geldi üstüne. İç geçirdi. Ahmet beyle karşılaşmaya bir tarafı hazır değildi. Bir tarafı ise asi gençlik gibi direnmeye…
Kulübün Pazar olması dolayısıyla kalabalık olması Adamı görünür olmaktan koruyarak stüdyoya daldı hemen. Yayın akışının alt üst olduğu bugünün anısına not düşer gibi, canlı capcanlı volümü heyecanlı bir ses tınsıyla “ sabahtan beri buradayım… sizden ses çıkmıyor. Ben Herkül nerdesinizzzzzz?” diyerek programını başlattı. Bekliyordu ne zaman gelecek diye Ahmet beyi göz ucuyla. Hande Yener’den bir yaz parçasını koydu.. Ve teri boynundan aşağı aşağı serseri mayın gibi yuvarlanıyordu tişörtünden içeri.
21. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Yayın odası serindi ama Adam, mahkumun prangası sökülmüş ayağının hala zincirlerle bağlı şiddetinde stresliydi. Tenini ıslak ıslak eden terine söz geçirmesi mümkün değildi. Koltukaltında halkalarla iz eden nem ter yapışığı rahatsız ede dursun kendini; gözlüklerinin altından müdürü Ahmet bey, yayın odasını süzüyordu. Profesyonel Dj olmasa eli ayağına karışır, sözcüleri birbirine. Hey neler oluyor orada? Kimse yok mu? Size en özel hikayelerimi anlattım… yorumlarınızı alayımmmmm. Ve işte beklediğiniz parçalardan biri daha sizin için çalıyorum.” Dedi. Cam kabin dışında çatık kaşlı müdürü. Yarı kızgın! İki çift gözünün bebeğinin biri ay aydınlığında diğeri yay gerginliğinde “neden?” diye soran bakışlarla dikiliydi üstüne. Mazeretlerimi anlatmaya kalksam… çığ uğultusuyla homurtular dağ yamaçlarından yuvarlanabilir mi acaba? Altından kalkamayacağım bir serzenniler yumağını çözmeye düşkün değilim ifadesinden düşeyazan karşı bakışlar fırladı gitti kendiliğinden müdürüne Adamın gözlerinden. Müdürün yay gergini kaşının altındaki gözü; ay aydınlığındaki gözüne ; söz, senin deyiverdi umulmadık biçimde. Suskunluğun kehaneti sarmıştı yayın odasının iç ve dış ve her yanını.
“Harcıalem bir kelam edeceğime, senin cebinden bana ulaşman yeterli!”diyen bir ezcümle fısıltısıydı iki gergin adamı sakinleştiren. Ahmet bey, yarı gülümseyen vakarıyla geldiği gibi gölgesini, gövdesini, görevini alıp önüne zapturap rap rap ve gözlüğünü onartarak burun kemçiğine gayet rahat çıktı gitti.
Adam “harika!” dedi. Felaketin eşiğinden dönmüş bir şehrin pervasızlığında aniden önüne çıkıveren virajı tırısadak geçen doru atın kişneyen sesiyle mikrofona eğildi: “ Herkülün maceralarını dinleyenler bana ulaşsın lütfen!” dedi.
Ve beklenen telefon bağlantılarından hikayecikler türedi Adamın tümce yazıtlarına. Kimi dilin kumsalında yanan inciyle tane tane konuştu. Kimi sordu soruşturdu, geçmiş zaman melodileri ve yabancı şarkıcılara yer veriyorsunuz diye? Ama ama dedi Herkül, programın ilk bölümünde Türkçe hit parçalar çaldım Frank Sinatra’dan “My Darling” demesem miydi?
Dinleyicinin biri: Hiç detay atlamam ben sayın Herkülcümmmm. Hayali hikayenize bayıldım doğrusu dedi hah hah hah… Herkül de dayanamadı bastı kahkahayı “Artık bugünlük program kaçamağım için affedildim diyebilir miyim?dedi. karşıdan davudi bir yanıt “ tereddüdünüz olmasın. Fevkalade bir DJ’siniz.” “teşekkürler o sizin fevkaladeliğinizden kaynaklanıyor efendim.” Birkaç dinleyici arabesk dinlemek istediklerini söylediler. Radyo yayın akışı ertelenmiş aşkların kavuşması kıvamında heyecanı yoğun, hararetli bağlantılarla sürüp gitti. Son parçayı anonsundan sonra bir kadın ısrarlı tonlamasıyla programa bağlanmak isteyince Adam, bu günün ortalama bir gün olmadığı anlaşıldı diyerek telefondaki kadını yayına aktardı. Uzun soluklu, çizgileri eğri sobe çizilen seksek oyunundaki kareleri atlaya zıplaya geçen kız çocuğu hayalindeki kadınla paslaşmalı konuşmasının ardından çok enteresan bir noktada son buldu canlı telefon bağlantısı.
Yayından çıktığında koridor upuzun ve sallanıyor sandı. Beyni zonkluyordu Adamın. Son telefon bağlantısındaki kadın serseme çevirmişti. O’na anlatmalıyım dedi.
Kulübün uğultusundan kaçmak için lavaboya girdi. Elini yüzünü yıkadı. Saçını eliyle bastıra bastıra ıslattı. Tişörtünü havalandırdı. Kasığındaki baskıyı ancak fark etti. Tuvalete girdi. Çıktığında karnında kocaman bir boşlukla rahatlamıştı. Yemek yesem mi? yok yok! Beni bekliyordur. Yemek yer gidersem onu ihmal ettiğime enikonu üzülür. Kahvaltımız da bir şeye benzemedi zaten. Eve giderken hazır börek falan alsam. Belki yemeğe çıkarız…
22. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadın, sevgilisinin anahtarı çevirip elinde poşetlerle kapıdan içeri girivermesine alışık olmayan biri gibi ürperdi birdenbire. Yorgunluğun yüzünden damladığını hemen fark etti ama …? Zaten kendisi de sabah ki tartışmanın ardından işime geç kaldım diyerek çıkıp giden erkeğiyle didişememesinin hıncını cam kapı silerek, elektrik süpürgesiyle adeta halıları döverek, döşemeyi silerek, tersine dünya dercesine balkondan çarşafları çırpı çırpı vererek temizlikçi kadınların hamaratlığı ve el çabukluğu ile vücudunu yormaktan yorulmuştu hani neredeyse. Akşamın, balkondan mor çiçek demetiyle demetlenip gurup gurup güneş hanendesinin lal e dönüşmüş dinletisinde dinlenmek kaydıyla uzanıvermişti ikili koltuğun birine. Uzandığı yerden adama "gel yanıma" dedi. Adam hiç itiraz etmeyerek elindeki poşetleri mutfağa masanın üzerine bırakıp acelesizce kadının yanına uzandı. "Nasıl geçti yayın?" deyince … Adam "sorma, müthiş müthiş! Bugüne kadar yayın adrenalimin dozunun tavana böyle yükseldiği hiç olmamıştı."dedi.
Kadın—Anlat ne duruyorsun o zaman? Sıkıcı bir günün ardından bana çok iyi gelecek.
Adam—İnanamam! Kimbilir ne tempo yakalamışsındır ev sen ve yalnızlık… objeler, nesneler ve söz çarpışmalarımızın yarıda kalmış düellosu… dolmuşsundur sen şimdi.
Kadın—A!!! Nereden anladın?
Adam—Yüzünde imgeler şantiyesi kurmuş gibisin şekerim.
Kadın—Nasıl yani? Dur aynaya bir bakayım benim yüz ifademdeki şantiyeme.
Adam— Ne bileyim başka türlü tarif edemedim ki?.. bir tuhaf ve inan çok çekici.
Kadın—Tuhaf derken?
Adam— Ney dinletisinden dönmüşsün gibi. Hıh! Uysal uysal bir şey olmuşsun huzurlu yaramazlık sonrası sakinliği olur ya hani küçük kızların öyle, öyle işte.
Kadın—Vay! Sevgilimmmm.(Adama sıkıca sarılarak) Acaip havaya soktun beni tatlı Dj’im.( parmağını Adamın saçının dip sınırlarında ileri geri gezdirirken) boşver sen beni, kendi maceralı Pazar seremonini anlat aşkım. Seni can kulağımla dinleyeceğim. Hiç baskıya da gelemem bilirsin. Çünkü, bugün ne yaptığıma dair ipucu versem mi?... Vermesem mi?...diyorum da hani?... Yok! yok! Gizemiyle kalmalı. Belki de ara sıra sıkıldığımda denerim yine. Hımm?? Sana söylersem gülersin. Moralim bozulur olurum falan da fişman da... Afrodizyası harika kadınlık hallerinden birkaçıyla barış imzaladım gibi bir şeyler işte tamam mı.
Adam—Tamam şekerim, tamam.. Fakat ne biçim kadınlık haliyse sana pek yaraşmış. Bana güvenebilirsin izci sözü!
Kadın—Ha ha … Hi hi.. Hadi sen başla artık, başlamazsan yaygarayı basacağım az sonra.
Adam—Bak şimdi, evden çıktım acaip ve korkunç bir trafiğe yakalandım. Sinirim tepemde bir kucak dolusu sıcakla arabada off! Pöf! Yolun açılmasını bekleyecektim. Yapacak bir şey yoktu. Telepatik sallanmalarım, bacağımı zıplatmalarım kar etmiyordu. Gelene geçene eyvallah demelerim, mini karekterize anekdotlarım vesaire vesaire… hepsi hepsi bitti yol trafiğe açılmıyordu bir türlü..
Kadın, sevgilisinin anahtarı çevirip elinde poşetlerle kapıdan içeri girivermesine alışık olmayan biri gibi ürperdi birdenbire. Yorgunluğun yüzünden damladığını hemen fark etti ama …? Zaten kendisi de sabah ki tartışmanın ardından işime geç kaldım diyerek çıkıp giden erkeğiyle didişememesinin hıncını cam kapı silerek, elektrik süpürgesiyle adeta halıları döverek, döşemeyi silerek, tersine dünya dercesine balkondan çarşafları çırpı çırpı vererek temizlikçi kadınların hamaratlığı ve el çabukluğu ile vücudunu yormaktan yorulmuştu hani neredeyse. Akşamın, balkondan mor çiçek demetiyle demetlenip gurup gurup güneş hanendesinin lal e dönüşmüş dinletisinde dinlenmek kaydıyla uzanıvermişti ikili koltuğun birine. Uzandığı yerden adama "gel yanıma" dedi. Adam hiç itiraz etmeyerek elindeki poşetleri mutfağa masanın üzerine bırakıp acelesizce kadının yanına uzandı. "Nasıl geçti yayın?" deyince … Adam "sorma, müthiş müthiş! Bugüne kadar yayın adrenalimin dozunun tavana böyle yükseldiği hiç olmamıştı."dedi.
Kadın—Anlat ne duruyorsun o zaman? Sıkıcı bir günün ardından bana çok iyi gelecek.
Adam—İnanamam! Kimbilir ne tempo yakalamışsındır ev sen ve yalnızlık… objeler, nesneler ve söz çarpışmalarımızın yarıda kalmış düellosu… dolmuşsundur sen şimdi.
Kadın—A!!! Nereden anladın?
Adam—Yüzünde imgeler şantiyesi kurmuş gibisin şekerim.
Kadın—Nasıl yani? Dur aynaya bir bakayım benim yüz ifademdeki şantiyeme.
Adam— Ne bileyim başka türlü tarif edemedim ki?.. bir tuhaf ve inan çok çekici.
Kadın—Tuhaf derken?
Adam— Ney dinletisinden dönmüşsün gibi. Hıh! Uysal uysal bir şey olmuşsun huzurlu yaramazlık sonrası sakinliği olur ya hani küçük kızların öyle, öyle işte.
Kadın—Vay! Sevgilimmmm.(Adama sıkıca sarılarak) Acaip havaya soktun beni tatlı Dj’im.( parmağını Adamın saçının dip sınırlarında ileri geri gezdirirken) boşver sen beni, kendi maceralı Pazar seremonini anlat aşkım. Seni can kulağımla dinleyeceğim. Hiç baskıya da gelemem bilirsin. Çünkü, bugün ne yaptığıma dair ipucu versem mi?... Vermesem mi?...diyorum da hani?... Yok! yok! Gizemiyle kalmalı. Belki de ara sıra sıkıldığımda denerim yine. Hımm?? Sana söylersem gülersin. Moralim bozulur olurum falan da fişman da... Afrodizyası harika kadınlık hallerinden birkaçıyla barış imzaladım gibi bir şeyler işte tamam mı.
Adam—Tamam şekerim, tamam.. Fakat ne biçim kadınlık haliyse sana pek yaraşmış. Bana güvenebilirsin izci sözü!
Kadın—Ha ha … Hi hi.. Hadi sen başla artık, başlamazsan yaygarayı basacağım az sonra.
Adam—Bak şimdi, evden çıktım acaip ve korkunç bir trafiğe yakalandım. Sinirim tepemde bir kucak dolusu sıcakla arabada off! Pöf! Yolun açılmasını bekleyecektim. Yapacak bir şey yoktu. Telepatik sallanmalarım, bacağımı zıplatmalarım kar etmiyordu. Gelene geçene eyvallah demelerim, mini karekterize anekdotlarım vesaire vesaire… hepsi hepsi bitti yol trafiğe açılmıyordu bir türlü..
23. bölüm yeni hikaye
Yolun niçin kapatıldığını anlayabilsem… dedi Adam. Yani sevgilim, tatil günü pazar maceramın her repliğine ayrı harelerle, gözbebeklerinin kocaman kocaman açıldığına göre radyomu açtığımı söylemenin zamanı geldi demektir.
Bu kadarcık mı?
Ne dediniz hanfendi. Duyamadımmm da!!!?
—Evet, radyo açmanın esrarengiz olduğunu düşünmüyorum.
Eee..dedi kadın.
—Fevkalade bir soru canım. Arabada radyo açmak? Sıradan değil mi? Hem soru sorup, hem de verilecek yanıtı çürütmeye çoktan hazır ve vücudunun ritmik fizyolojik sallanmalarına hayır demeyen Adam, sevgilinse uzun uzadıya araba farı sinyali gibi bakış attı.
--- Ne? Dedi.
Adam sen bilirsin o zaman dedi. Hikayemi anlatmaya devam edeyim. Dur bir dakika, nerede kalmıştımmm? Hı.. aslına bakarsan, tatlım Dj’in sihirli sesi anahtarın beynimde çıkırt! diye madeni bir döngü yaşattı bana. Anahtarın rezesi, radyocu arşivlerimin duvarlarımı söktü kökünden anlatabildim mi aşkım.Kitlendim radyoya. Yayını dinlerken afsunlamdım adeta kafamı başka bir yere döndüremediğim gibi bir de pür dikkat haldeyim ki sorma. Kıskandım adamı o derece. Dinleyici kitlesi de süperdi süper.
— Olmadı ama. Süper sözcüğü yanlışlıkla ağzımdan çıksa…
Kızardım değil mi sana deyince Adam, Kadın, “ kızmadan öte , sana yakışmıyor diye bozmalarına fena halde içerlerdim dedi.
Ah şekerim! Oldu bir kere. N’olursan bugün boş ver sözcüklere takılma. Enteresanlıklar bitmedi daha. Son dinleyicim tarz bir kadınla yayında konuştuklarımızı bir duysan.
--Anlatsana.
--Anlatacağım.
--E ee ne bekliyorsun hala. Dedi Kadın.
--Dün programda canlı olarak istekleri alıyor; arşivde varsa karşılıyordum diye başlayan Adam’ın oldukça etkilenmiş hali sevgilisinin gözünden kaçmadı.
--Eee..
--Ağlamaklı sesle bir kadın; anlıyorum ki, hıçkırıktan yeni çıkmış, kendini toplayan bir sesle, alo dedi ve sustu dedi Adam. Ben isteğini verecek diye birkaç saniye bekledim. Sonra ben, sessizliği bozarak; "Ne oldu!?" dedim. Evet dedi bu olabilir. Sizden, Miles Davis'in Kind of Blue'nin ilk parçasını istiyorum: "SoWhat"'ı çalabilir misiniz? Dedi. Memnuniyetle ama şimdi değil, diye cevap verdiğimde; anlıyorum arşivinizde olmayabilir, parçayı şimdi size e-mail edebilirim; istiyorum ki, duygumu herkesle paylaşayım.
Kadın-Rock parçaları arasına, caz'ı yerleştirmek nasıl fikirdi.
24. bölüm yeni hikaye
Ben de öyle düşünüyordum ki, dedi Adam, sıradakini yayına verdim ve e-mailime göz attım, parça düşüvermiş. Sırada başka istekler de vardı; onları da düzenledim. Bilgisayardan, gelen müziği dinlemeye koyuldum. Müzik açılınca grup enstrümanları birlikte çaldılar bir süre, sonra diğerleri geri çekilirken trompetiyle Miles Amca öne çıktı, aldı -uçurdu beni de öylece; coştu coşturdu, işte bu dedim caz denen nane, kendimce. Böyle düşüne dururken caz müziğiyle ilişkin etkileşiminden hala yere basmayan ayaklarıma dur! Ma- sı- nı emreden beynim de ise son telefon konuğum o kadın vardı hakikaten ben oradaydım. Dönüşümün biletini kesmeyen akıl kumkumalarıma “Ne yapıyorsunuz siz? demeye dilim varmadı doğrusu. Neden olmasındı?..
Samimi bir dilek, aktif bir yönlendirme; meçhule bir mesaj vardı kadının tavrında; aklıma bir fikir geldi, bunu neden bir kapanış parçası yapmayayım; bir istek de benden olsun değil mi, hediyem. Sonra caz, rock'tan pek uzak da değil ikisi de birbirini besleyen damarlar. Bundan dolayı izleyici kaybım olmayacağına inandırdım doğrusu kendimi.
Esrarengiz kadınla ilişki böyle bitmemeli dedim. Mesajının edilgin bir aracı olmamalıydım; O’ da beni merak etmeliydi?... Ediyor olmalı fikrine sapır sapır saplanmışım ki kapanış seslenişini yeniden tasarladım. Yepyeni isteklere dönerken; yüreklerde cız! Cız! Eriyişin en damardanı bir parça olmalıydı ki kımıldamaya müsaade etmesin dinleyicisine. Şöyle en yavaşından, tene giren ince ayarlı iğne ucundan damlar gibisini seçmeliydim. Parmaklarım bilgisayarın kara karakterlerinde iki dakika tıkırdamasıyla anonsum senkronize buluşuverdi: "Şimdi, aramızdan yıllar önce ayrılmış Miles Amcadan, So What, "N'oldu" adlı parçayı dinleyeceksiniz. Miles Amca cazın ruhunu bu dokuz dakikaya sığdırmış ve çok da harika müzikalitesi yüksek dedim. Rock'un da beslendiği sadakatli ana damarlardan biri de caz, kulağınıza hiç yabancı gelmeyecek, alıp götürecek istediğiniz yere sizi. Bir de bu parçayı programın kapanış müziği olarak size armağan etmeme vesile olan izleyicime de benim bir armağanım olacak. O da gelecek programda. Bir Reggae parçası bu, Bob Marley'den gelecek ve No Woman no Cry, "Ağlama Kadın" diyoruz/diyeceğiz! Dedim.
“İlginç” dedi Kadın.
“ Bu kadar mı?”
“Yani evet!”
Adam, ne demek bu şimdi? İyi mi? Beğendin mi? Hoşuna gitmedi mi?
---???
Heyecanımı paylaştığın için teşekkür ederim dercesine baktı Adam, Kadına.
Romantizmi ile bir anda seni büyüleyen kadına bayıldım açıkcası dedi sevgilisi sevimlice.
Oho…
—Ne? Ne? …Kadın şımarık şımarık söylendi.
E ee daha daha ?dedi Adam.
Melankoliklerin , yayına bağlanıp Dj'lere unutulmazlık yaşatmaları mesai içinde, çok ekstrem bir tutku, karşıdaki kadınmış erkekmiş aldıramam boşa umutlanma!
Kıskanmadım diyorsun?
Hayır!dedi Kadın net ve kesin ve nefes kesen ifadesine hayran kaldı adam.
Gelirken çok düşündüm bunu. Seninle paylaşıp paylaşmamakta kararsızdım.
İnanmıyorum? Kadın afallayarak inanmıyorum! deyince
Adam bir müddet sessiz kaldı.!??
Kadın, o ara mutfağa geçip çay koyduktan sonra geri döndüğünde, bir sigara yakıp yanına bir küllük aldıktan sonra
25. bölüm yeni hikaye
--Sana enteresan bir şey söyleyeyim mi.
--Lütfen!
-- Nasıl anlatabilirim bilmem ama ? Meçhul ve esrarengiz kadınla yayın esnasında konuşmanız, ondan farklı etkilenmen benim için sadece detay , ondan daha ötesinde, aklımı karmakarışık eden.
--Neymiş o?
-- Kadından bahsederken , hıçkırıktan yeni çıkmış hali dedin… İçim bir hoş oldu. Çelebiliğin ve narin dilin duygulara, hislere dair. Sanki…
-- Rica ederim canım, kurduğun cümlen yarıda kalmasın.
--Seni incitecekse..
--Hayır. Hayır! Ne hissettiğini gerçekten bilmek istiyorum.
-- O zaman, ilk kez telefonda konuştuğun kadının ses tınısında; hıçkırıktan yeni çıkmışlığını anlayıvermek?
-- Çok mu önemli?
-- Fazlasıyla.
--Bir erkek için mi, benim için mi?
-- Her ikisi de.
--Meleğim unuttun mu ben hikayeciyim.
-- Yok, yok öyle değil sevgilim. Bu başka bir hikaye tınlaması. Yarası kapanmamış mazinin kulağını çınlatıveren. Sesin sana ait olduğu sanılabilir desem, acaba çok mu abartmış olurum? Kadın hislerinde yazı derecenin ayarı kısık hatta cimrileşirsin hikayelerinde sen.
--Ciddi misin?
--Tahmin edemeyeceğin kadar.
-- Sevgili dırdırı değil benimkisi. Kıskanma güdüsüyle de hareket etmek bana göre değil.
Adam, Kadına duru dupduru bakarak;
“Gülbeşekerim mi?.
--Tamamı tamamına.
---Haydi ya?
--Anlatma biçiminle örtüşen senin iç alemindi en emin fikrim.
--Böyle bir romantik takılmaların? “No Women No Cry”lar, metaforizm değişimi hissediyorum. Kokusu incecik narin ve kadınsı yaklaşımın ben de heyecan yarattı farklı farklı…
-- Aslında şey…
-- Var değil mi bir nedeni?
Adam, temkinle
-- Yoo… Bak bak hazırcevap sevgilime, ufaktan gülümsemeleriyle yepyeni kurgular peşinde mi ne?
-- Beni kandıramazsın hayatım. Burnuma bir sır kokusu geliyor deyince Kadın ”
-- Kandırmak mı? Seni öyle mi? Ayıp ediyorsun bebeğim.
-- Pardon ama vurgulamandan dolayı yansıyan giz diyelim. Özür dilerim yanılgıysa hissim eğer.
Sevdiği kadının yüzünü avucunun içinde sıkıp sıkıştırarak erkek, tatlı bir iki öpücükle; dizlerinde ikisinin dermanı olan aşkın fermanıyla
26. bölüm yeni hikaye
--Şekerim bak şimdi alınırım. Zihninde soru işaretlerinin yanıtını hemen verebilirim dedi Adam.
Sevgilisinin koltukaltından başını uzatarak sehpanın üzerindeki küllükten dumanı tüten sigaradan bir nefes çekti.
-- Pes yani, iki dakika sigara içmeden duramazsın da.. Sigaranın dumanı yüzüme gelirse bozuşuruz akşam akşam. Sen acıkmadın mı? benim karnım acıktı . Biraz bir şeyler yiyelim mi.
-- Aç karnına sigara içme mi diyorsun, akşam sohbeti yeter mi diyorsun!Hangisi hıı?
-- Sence?
--
-- Aç karnına yeter diyorsun!
-- Yani.
-- Ah! öyleyse gel mutfağa geçelim. Ne yiyeceğimize karar verelim.
--Sen seversin diye köfte ve bol yeşilli salatalık malzeme aldım. İçecek de aldım. İstersen köfteleri ben kızartayım.
-- A! Çok düşüncelisin yine, eskiden demek istemiyorsam da gönlümü şımartıyorsun teklifinle karışmam sonra. Acaba seni çalıştırsam mı meçhul kadın çıkarmasıyla harpten çıkmış yorgunluğunu dinlemeden sevgilimin.
-- Sen bilirsin tatlım. Emrindeyim. Sözüm hala geçerli. Kadın iki şıkkı değerlendiren küçük talebelerin eteğini çekiştiren mızık mızık senlibenli sevecen:
-- Çok güzel bir yemek yeme fırsat kaçırdığımı biliyorum ama yorgunluğun yüzüne ve yüzüme aynamız olunca şekerim kıyamam mutfakta koşturmana. Bugün ben de oldukça yorgun sayılırım. En iyisi ne yapalım biliyor musun?
--Bilmiyorum?
Gülüşerek “ Söylersen bilebilirim.”dedi Adam cilvesiyle sesinin.
--Dışarıda yiyelim. Hava almaya ihtiyacım var dedi Kadın.
Adamın duraklamasıyla şipşak çalışıveren kadının beyni, ev sahibiyle geçen sabahı hatırlatmakta gecikmedi.
Çok özür dilerim sevgilim, ne kadar düşüncesizim değil mi. parasal sıkıntını unutuverdim bir an! lütfen kusura bakma.
Aşkım, kadınım olur mu öyle şey.Kusur falan ne demek? Kredi kartımla istediğin yerde yemek yiyebiliriz. Artık o kadar da değiliz.
Kadının içi yine de rahat değildi. Mutfakta ayaküstü Adamı dinliyordu
27. bölüm yeni hikaye
---- Yalnız yarın sabah ilk işim yayıncımla oturup gelir gider hesabıma ait konularda ciddi ciddi konuşmalıyım. Sen de hazırlan bu arada, yemeğe dışarı çıkalım. Getirdiklerimi dolaba koymayı da unutmayalım.
--Hayır, hayır evimizde kalalım. Aldığın köfteleri kızartalım. Yarın gece çıkarız yemeğe.
Adam, Kadına baktı. Gözlerinin sessiz bakış görüş değişiminden ısrar etmenin etkisi olmayacağını anlayınca, dışarıda yemek yemekten vazgeçti.
O zaman dedi Adam, yarın hazır gitmişken alışveriş de yapar mıyız?
Yayıncınla görüşmene göre dedi kadın pratikçe. Neden? Alışverişten söz ediyorsun farkında mısın? Olmaz mıyım?derken Adam masayı çat diye beş parmağıyla kapattı. Sabahleyin ev sahibinin karşısındaki çaresizliğine nokta koyan son yumruğa benzeyen fotokopik ve telaşının telafisiyle kabaca “Birkaç alacağım var onları toparlayacağım”dedi.
Acelen ne hayatım alışverişe başka bir gün çıkarız. Şöyle bol paralı bir gününde hem de. Olmaz mı.
O halde dediler mutfağa, dar daral gelme darmadağanlığa. Çift olarak geçtiler tezgahın başına. Hazır köfteyi kızartmaya koyuldular. Salata masaya kondu zeytinyağıyla parlatıldıktan sonra. Yaldızlandı yeşil marul. Salata tabağının hürremiydi incecik tirildeyen kesilmiş haliyle kıvırcıklar.
Her şey kendiliğinden oluyordu. Kim Kadın, Kim Adam? Ayrımcılık yoktu. Mutfak, daha bu sabah Adam kim? Kadın kimin yanıtını; Kadınadam; Adamkadın bilmecesini yaşamıştı. Masaya ilk yumruğu Kadın vurmuştu. Hesaplanmamış ilişkinin iletişimsizliğinin kopuyordu bir parçası sahibinden besbelli. Aynı akşam yine yumruk yedi masa beş parmaktan mutfağın gözü önünde ve hesap kesen en son nokta formülünde. Ne aralık ikilinin arasındaki uçurum mesafesi kapanmıştı. Mutfak da şaşkındı.
Terazinin dengesinde yarın vardı akşamın alacakaranlığında. Ölçen biçen, kıymayan, kıyamayan ama lezzet çeşni fevkalade. Yenilecek tadılacak sunuma hazırlanıyordu mutfaktaki o masa şimdi. Şimşekler çakıp yakmayan canı. Karanlıkta ışık saçan iki göz, menevişli fosfor yayan yakamozlar kadar romantik Kadın ve Adam karşılıklı masanın iki ucunda.
Çiftimiz tatlısülümen konuşarak bir karı koca huzurunda ; karıncalar kadar tutumlu, timsahlar kadar pusuda, kürkü için canına kıyılmış sansar kadar tehlikeli saatler geçirdiler. Fakat geçirdiler. Kalpleri kırılmadan, dökülmeden.Yatağa uzanırken mutfaktaki yıkanmamış bulaşıklara aldırış etmeden seviştiler. Kadının ev kadınlığı tutmamış masayı öylece bırakmıştı. Adamın erkekliği şu masayı toplayıvere dönüşmemişti; ne Kadına ne içindeki yeni yetişip gelen kadınsı duyularına.
Profilleri ve başları yastığa yan yatmışken, onlar da yan yanaydılar. Düşlerinde ne garibandılar ne soylu. Boyutsuz mekanda cüce çengiler beyza başlıklı taçlarıyla tavaf ediyordu görünmez oluncaya kadar döne döne. Usluydu gece, mutfak usul. Çıt çıkmayan evin duvarlarında gerçek hadise yarın denen gelecek zamanda varoluştu her zamankinden apayrı. Masa kır kılıbık Adamın vukuatında. Kadının hasekilik aurosuyla; eskiden su dolanan kılcal damarları ayrılarak nesneliğinden yaren oldu kızla erkeğe. Canlıyken günleri hard kart katı aynı masa ve cansızken; boyalı örtülü tertipli masalığının farkındaydı kesin ve net ve bir tek kendisiydi bunu bilen. Kimleri terk etmişti kendisiyleyken Adam. Terkedilmişti üç yıl önce masanın kulakları duya duya. Yine ona kapanıp hüngür hüngür ağlamıştı Adam kimseler görmeden kadının ardından. Bir kadınını diğer kadın hiç bilmeden bu Kadınla beraberliğine tanık olan masanın, bilincine ne Adam ne Kadın dikkat etmiyordu. Masanın örtüleri gelene gidene, dolaba, halıya göre değişse de özündeki tahta mertliği aynıydı bu akşam da yine. Mükemmel donatılmıştı akşamın aşkıyla hevesle. Gece yarısı yorgunluğu üzerinde kaldı ama. Yarım salata tabağı, köfte yağı bulaşığı mavi çiçekli porselen servis tabağı, kadehin dibinde bir kırık beyaz şarap, tuzluk, çatal bıçak dibinde kıvırcık, gece kurumaya terkedilen dilimli çavdar ekmeği sepetinde, markasız solgun birkaç peçete, kara çekirdekleriyle zenci dişi parlaklığında bıçak yarası iyileşmemiş karpuz dilimlerinin eşliğinde bekleyen tık tık saatli gecelerin tıkırtısız masasıydı o bu akşam.
28. bölüm yeni hikaye
Adam, pazartesi sabahı erkenden kalktı. Kadınsa bin yıllık uykuda görünüyordu. Sıcak yaz gecesi odaları bunaltıcı olduğundan dolayı yorgan yerine çekiverdiği çarşafın üstünden sıyrıldığını görünce sevgilisinin üşüyeceğini düşündü. Yatağın kıyısına tortop olmuş minimini çiçekli çarşafı göğsünün hizasından başlayarak örterken kadına; şimşek çakmasına benzer aniden çata pata parıldayan ışığında onu ilk kez görmüş gibi oldu. İncecik alınmış kaşlarının, gözkapakları örtülü yüz ifadesinde; gündelik yaşama hiç dönmeyecek bir kayıtsızlık gördü onda. Hiçleşme nevinden. Gün boyu bin bir düşünceyle birleşen, ayrışan, çelişen, uzlaşan, başkaldıran göz, ağız, dil; yaşadığını unutmuş ruhun cansız hayali kadar dingin görünüyordu oysa. Derin uykudaki kadınsı yüzü tekildi sevgilisinin. Her anın bir çeşitlemesi yüzler ve yüzleşmelerin izi kaybolmuştu. Hafif nefeslenmeleri dışında durgun, donuk duru ifadesiyle nasıl bihaberdi kendisinin onu seyrettiğinden. Sevgilisi uykulu halini seyredildiğini görse, tepkisi ne olurdu acaba? Kısacık saçlarının birazı tedirgin dik dik yastığa uzak; bir kısmı baş derisine yapışmış sıkıca, ayrılmamak için dibinden saç telinin, tutunmuş baş altına. Diğer saç tutamları tutuşmuş yastık altına ve kulakların arkasına saklanmış olanlar ise iç kulaktan gelecek haberi dinlemekle meşgul yatık durmaktalardı her halükarda. Burun kemeri gevşemiş dudağa aşkın. O arada üst dudağa yakın, yaşlanmanın bir rivayeti olmasa da belli belirsiz bir kırışık, bir rüya geçidinden geçer gibi devenin hörgücüyle geçmişe uzanmıştı. Oradan bir boğaz gibi ağız bir başka geçişli yol biçen ve dil. Kırmızı beyaz kış bulutundan sarkan bir ufak çizgili pembesi işaret ederdi konuşunca geleceği, geleceğe. Uykuya teslim olmuş kadının vücudu çölde seraba düşmüş bedevi gibi yaşam gerçeğiyle aykırı ve tezattı anda. Bir daha uyanmamak hissine eyvallahsızdı.. Savunmasız. Çekincesizdi.. Yatağında uzanmış uzamış bedeni sorgulama şansı yoktu. Ki, elim nerede, kolum kıvrık mı? Üstüm açık saçık mı , sırtım kambur, bacağımın biri diğerine küsmüş mü soramazdı uyuyan. Uyumayan ise eğer isterse, sakince seyredebilir ve bütün her şeyi irdeleyebilirdi. Beli bükülü ikiye, vücudu bir kocaman “S”diye… Adam gönül hanının kapısını bir kez açmıştı en sevgili ve uykusuyla yolculuğa. Yolcu yolakçıya kendisi de eşlik ederek iç görüşmelerine uyanan taraftan olmak kaydının verdiği hazla.Yataktan bugün benim kalktığım gibi aniden serice veya derin bir depresyonlu isteksizliğinde uyanılır kimi öyle kimi böyle.. Yataktan kaçarcasına kalkıveren ya da esneme gerneşme düzenine alışkınlıkla da kalkanlar da dahil, ben veya Aşkım, bir dakika önce uyurken nasıldık acaba dememiştim şimdiye değin. Hayretine hayret etse de etmese de; sabah, her sabahtan farklıydı bugün Adam için. Yeni bir hikaye yazmaya yol açan çakmaktaşı sevgilisinin yüzü cayırtısıyla yanıyordu içselinde sessizce. Ateşi alev alev görünmeyen, dumanı tütmeyen nefesin harıyla Kadın, emrine amade dürtüleriyle yanmaya can atan kahramanı. Üç köşeli yüzünün her bir köşesinde, sevgilisinin hikaye örgüsünde yüzde yüz hatlarıyla yön gösteren pusula emsaliyim diyor gibiydi kadın uykusunu açmaya ret eden ve ölümden bir önceki adımı atabilirim de; atmayabilirim de... Kararsızlığının tam bir kararsızıydı aslında sevgilisi uykunun en güzel kuyusunda. Adam irkildi birden. Ardından silkinerek neler düşünüyorum diyerek kendini uyardı adeta. o ruh halinden çıkmak ister gibi kıvranarak; bir yol hikayesi uykudan öncem ve sonram ve ağır bir Pazartesi dercesine sevgilisinden bakışlarını ayırdı. Hafta başı ve yayıncımla görüşmek için bir an önce çıkmazsam odadan akşamı edebilirim dedi diliyle dişi arasında. Detaylar, notlar almaya başlayabilirim... yeni hikaye bile yazabilirim diye akıl yürütürken Adam. Kadına da belki de kaçıncı rüyasında; Adamın seyir haline dönüştürdüğü anlıksal düşünleri bir başka adlandırmayla örneğin:“uykusunda bir kadın ve betimlemeleri seyirliği vesvesesinde ” malum olmuş olabilirdi. Şöyle bir rüyayla: Kadını bir detektif adım adım izlerken fark edip çarşafı başının üstüne kadar çeker figüründe. Bütün bunları farzederek Adam son bir gayretle sevgilisini seyretmekten vazgeçerek gitmesi gerektiğini kesinleştirdi. İvecenlikle, sevgilisini sabah uykusuyla baş başa bırakıp yürüdü. Yatak odasında perde koyusu loşluğunun yalnızlığında kadın hala uyuyordu.
Adam oda kapısını yel hafifliğinde çekti.. Ama birden giysilerini içeride unuttuğunu fark eder etmez uff! Diyerek geri açtı kapıyı kendine doğru çekerek. Sevgilisi uyanacak diye ödü koptu. Kız, dün çok yorulmuştu. Pantolonunu, tişörtünü aldı. Az önceki gibi bir kaplumbağa tısıltısıyla çekip kapıyı yeniden banyoya daldı. Ve jet hızıyla hazırlandı. Yüzüne traş losyonunu sürerken aynadaki benliğine yakışıklıyım galiba deyip kendi kendine dil çıkarıp eğlenmek istedi kendisiyle çünkü, yayıncısıyla tartışıp tartışmayacağına dair kuşkularını ancak böyle akıldışı edebilirdi ona göre.
Arabanın anahtarını eve bıraktı. Gideceği yer yakındı nasılsa. Trafiği çekemem bugün fazla gelir park edecek yer aramak falan fişman diye düşündü. Yürüyüveririm yarım saat, kafam sakinler, bacaklarım açılmış olur. Konuşacaklarımı da zihnimde belirlemiş olurum hem dedi kalbinden.
Adam, pazartesi sabahı erkenden kalktı. Kadınsa bin yıllık uykuda görünüyordu. Sıcak yaz gecesi odaları bunaltıcı olduğundan dolayı yorgan yerine çekiverdiği çarşafın üstünden sıyrıldığını görünce sevgilisinin üşüyeceğini düşündü. Yatağın kıyısına tortop olmuş minimini çiçekli çarşafı göğsünün hizasından başlayarak örterken kadına; şimşek çakmasına benzer aniden çata pata parıldayan ışığında onu ilk kez görmüş gibi oldu. İncecik alınmış kaşlarının, gözkapakları örtülü yüz ifadesinde; gündelik yaşama hiç dönmeyecek bir kayıtsızlık gördü onda. Hiçleşme nevinden. Gün boyu bin bir düşünceyle birleşen, ayrışan, çelişen, uzlaşan, başkaldıran göz, ağız, dil; yaşadığını unutmuş ruhun cansız hayali kadar dingin görünüyordu oysa. Derin uykudaki kadınsı yüzü tekildi sevgilisinin. Her anın bir çeşitlemesi yüzler ve yüzleşmelerin izi kaybolmuştu. Hafif nefeslenmeleri dışında durgun, donuk duru ifadesiyle nasıl bihaberdi kendisinin onu seyrettiğinden. Sevgilisi uykulu halini seyredildiğini görse, tepkisi ne olurdu acaba? Kısacık saçlarının birazı tedirgin dik dik yastığa uzak; bir kısmı baş derisine yapışmış sıkıca, ayrılmamak için dibinden saç telinin, tutunmuş baş altına. Diğer saç tutamları tutuşmuş yastık altına ve kulakların arkasına saklanmış olanlar ise iç kulaktan gelecek haberi dinlemekle meşgul yatık durmaktalardı her halükarda. Burun kemeri gevşemiş dudağa aşkın. O arada üst dudağa yakın, yaşlanmanın bir rivayeti olmasa da belli belirsiz bir kırışık, bir rüya geçidinden geçer gibi devenin hörgücüyle geçmişe uzanmıştı. Oradan bir boğaz gibi ağız bir başka geçişli yol biçen ve dil. Kırmızı beyaz kış bulutundan sarkan bir ufak çizgili pembesi işaret ederdi konuşunca geleceği, geleceğe. Uykuya teslim olmuş kadının vücudu çölde seraba düşmüş bedevi gibi yaşam gerçeğiyle aykırı ve tezattı anda. Bir daha uyanmamak hissine eyvallahsızdı.. Savunmasız. Çekincesizdi.. Yatağında uzanmış uzamış bedeni sorgulama şansı yoktu. Ki, elim nerede, kolum kıvrık mı? Üstüm açık saçık mı , sırtım kambur, bacağımın biri diğerine küsmüş mü soramazdı uyuyan. Uyumayan ise eğer isterse, sakince seyredebilir ve bütün her şeyi irdeleyebilirdi. Beli bükülü ikiye, vücudu bir kocaman “S”diye… Adam gönül hanının kapısını bir kez açmıştı en sevgili ve uykusuyla yolculuğa. Yolcu yolakçıya kendisi de eşlik ederek iç görüşmelerine uyanan taraftan olmak kaydının verdiği hazla.Yataktan bugün benim kalktığım gibi aniden serice veya derin bir depresyonlu isteksizliğinde uyanılır kimi öyle kimi böyle.. Yataktan kaçarcasına kalkıveren ya da esneme gerneşme düzenine alışkınlıkla da kalkanlar da dahil, ben veya Aşkım, bir dakika önce uyurken nasıldık acaba dememiştim şimdiye değin. Hayretine hayret etse de etmese de; sabah, her sabahtan farklıydı bugün Adam için. Yeni bir hikaye yazmaya yol açan çakmaktaşı sevgilisinin yüzü cayırtısıyla yanıyordu içselinde sessizce. Ateşi alev alev görünmeyen, dumanı tütmeyen nefesin harıyla Kadın, emrine amade dürtüleriyle yanmaya can atan kahramanı. Üç köşeli yüzünün her bir köşesinde, sevgilisinin hikaye örgüsünde yüzde yüz hatlarıyla yön gösteren pusula emsaliyim diyor gibiydi kadın uykusunu açmaya ret eden ve ölümden bir önceki adımı atabilirim de; atmayabilirim de... Kararsızlığının tam bir kararsızıydı aslında sevgilisi uykunun en güzel kuyusunda. Adam irkildi birden. Ardından silkinerek neler düşünüyorum diyerek kendini uyardı adeta. o ruh halinden çıkmak ister gibi kıvranarak; bir yol hikayesi uykudan öncem ve sonram ve ağır bir Pazartesi dercesine
Adam oda kapısını yel hafifliğinde çekti.. Ama birden giysilerini içeride unuttuğunu fark eder etmez uff! Diyerek geri açtı kapıyı kendine doğru çekerek. Sevgilisi uyanacak diye ödü koptu. Kız, dün çok yorulmuştu. Pantolonunu, tişörtünü aldı. Az önceki gibi bir kaplumbağa tısıltısıyla çekip kapıyı yeniden banyoya daldı. Ve jet hızıyla hazırlandı. Yüzüne traş losyonunu sürerken aynadaki benliğine yakışıklıyım galiba deyip kendi kendine dil çıkarıp eğlenmek istedi kendisiyle çünkü, yayıncısıyla tartışıp tartışmayacağına dair kuşkularını ancak böyle akıldışı edebilirdi ona göre.
Arabanın anahtarını eve bıraktı. Gideceği yer yakındı nasılsa. Trafiği çekemem bugün fazla gelir park edecek yer aramak falan fişman diye düşündü. Yürüyüveririm yarım saat, kafam sakinler, bacaklarım açılmış olur. Konuşacaklarımı da zihnimde belirlemiş olurum hem dedi kalbinden.
29. bölüm yeni hikaye
Pıt pıt pıt merdivenleri indi önce bir ve ikinci kata varınca, aklına bir şey takılmıştı. Almayı unuttuğu nesne, nevale her neyse…obsesifler gibi kapının örtülmediğine dair içi bazı insanlarda görülen takıntı hastalanmasına benzeyen bir haldelikle fişfiklenmişti. Ocağı kapattım mı? Pencere açık mı kaldı? Doğal gaz kaçak yaparsa vay vaylamalarını açık ara sollayan kuşkuyla, dönüverip geri indiği merdivenleri tekrar tık nefeste acelece çıkarak; son bir kez evin kapısının sıkıca çekilip çekilmediğini kontrol etmeyi ihmal etmedi Adam.
Allahım dedi. Ben de mi Sinan gibi olmak üzereyim. Bana ne oluyor bugün? Yayıncıyla görüşmem dolayısıyla mı geriliyorum. Sinirlerim yay gibi. Eskiden olsa evden çıktıktan sonra başımı alır giderdim. Vay başıma gelenler dedi içten içe. Doktorumun bahsettiği durum mu harekete geçiyor? Dalgalanıverdi zihni. Kadınsı kişiliğin değişimi böyle mi belli edecek ben de, acabasını sorguladı şimşek hızıyla. Kalbine pıtırak gibi dikenler batı batıvermiş oldu her yanına. Ter bastı alnından ayağının tabanına. Üstüm başım ter kokacak demekten de kendini alamadı diğer taraftan. Off! bee! Oldu mu ya? Yürümekten vazgeçip taksiye mi binsem? Bir türlü karar veremiyordu. Ne tuhaf, hala evde bir şey unutmuşum kaygısı çekiyorum diyen iç fısıldaşmalarıyla başa çıkmaya çalışırken… Bir öyle, bir böyle binanın dışına çıktığını; havanın misafir rüzgarının yüzüne çarpmasıyla anlayıp ferahladı. O anla birleşen vücudu ürperişlere teslim oldu. Bedenine dikkati kesildi. Üstüne giydiği tişörtünü, güne uygunluğuyla bir numara ilan etti ve seçiminden memnun memnun çok etkileyiciyim diye onayladı tarzını. Aklına mağrur bir teşekkürle ve olağanüstü bir güven duygusuyla yürümeye devam etti.
Aslında önemli bir konuda görüşmeye gideceği zaman beyaz giymeyi tercih ederdi. Hengameli rengarengin çekiciliğnden kurtuluşu bellemesi beyaz rengi ve müptelalığı; fiziğinde tamamlayıcı bir yanı olduğuna inanmasındandı. Ondan severdi beyaz giymeyi çoğunlukla. Bütün olumlamalara rağmen bu sabah canı beyaz giymeyi çekmemişti. Çünkü nicedir gardropta bekleyen açık kavuniçi çizgili pembe tişörtünü gözüne çarpmış bir anda kaynaşıvermişti ruhu tişörtle. Altına krem yazlık kotu da gayet şık durmuştu.
Adam, kesintisiz bir kararlı yürürken parasal vaziyetini düzeltmesi gerektiğini inançla birkaç istiare zincirlemesine; zihnini bulandıracağını bile bile sara sara sarıldı. Alıvermiş gibi keratayı eline ve ayakla ayakkabı arasında aracı kurumu dikeyliğinde. Soku soku verip ayağının ardındaki ayakkabıya gibi yeni kitabının telif hakkını alamadığını sokuşturacaktı yayıncısının kulağına. Şunun şurasında iki günlük yazarlar bile kendinden çok alıyordu söylediklerine göre. Yayıncısıyla kazanç meselesini konuşurken, incik boncuk hesabına dökmeyi düşünmüyordu . Yekten yazdıklarımın karşılığını istiyorum diyecekti. Bu zaman değin, ailesinden geliri olması nedeniyle geçinmek de hiç zorluk çekmemişti. Fakat artık gelirleri tehlikedeydi. Yani kesilebilir tehlikesi kol geziyordu çevresinde. Onun için ayağını yere basarak harcamasını ayarlamalıydı. Parasız kalmamıştı hiç. Cebinde paranın bittiği olmamıştı. Param yok dememişti kimseye, dün sabah ev sahibine demek zorunda kaldığı gibi. Sevgilisi imdadına yetişmeseydi Allah bilir daha neler olacaktı Pazar sabahında?.. Geçim, geçinme yolda aklın yolu birdi. Beşti. Yüzdü. Milyondu. Milyardı. Dişe dokunursan dişli; dokunmazsan hiç mi hiçsin demeye gelen sistemle herkesin bir yolu ve yöntemi vardı başa çıkabilmek için. Emeğin karşılığı, üretimin verimin karşılığının alınmadığı gün, hafta, ay ve yıllar nasıl geçerdi. Yemeden, içmeden, tatil yapmadan?... Hikayelerini yazarken işin bu tekinsiz kazanma, geçim derdi tereddütleriyle içli dışlı olmazdı. Yeni bir durumdu bu. Parasızlıkla yüz yüze kalıvermek. Başını önüne eğdi asfaltın sıcağı laf anlamaz, lafazanca yüzüne karşı çalındı. Adam, karşıya baktı , karşıdan gelen aksi birine rast geldi gözü, başını eğdi. Karşıdan gelenin negatifine yakalandı. Başını yukarı kaldırdı. Gökyüzü kanına girdi sıcacık kayarak damarlarından. Ilık bir Ağustos sabahındaydı bir hikayeci farkında olarak daima yukarı bakmalıydı ve sözleri yukarılara çekmeliydi onu. Yeni hikayeler yedi kat yukarıda gökyüzünden öte bir mesafeden dökülür gibi metaforlarıyla yazılmaya yazmaya hazır ola sokardı işte böyle yazarları. Başı hala yukarıya doğru ve açık bilinci, düşü, kurgusu, gerçeği Adamın ve ben yazarım, yazmalıyım dedi şunları kendine. Ve yayınevinden girmek üzere adımını attı kapıdan.
30. bölüm yeni hikaye
Adam, yayınevinin kapısından içeri adımını atar atmaz, telefonla konuşan yayınevinin sahibi pat diye kapatıp telefonu, ahizeyi yerine yerleştirmeye çalışırken…
--Ooo hoş geldiniz efendim dedi.
Siz buralara uğrar mıydınız gibisinden çok gereksiz abartı bir ayaklanma babından güler yüzle karşıladı. Eh, dedi, Adam, bu güler yüzün ardından hesap kitap kısmetimiz kesilmese bari diyerek yarı resmiyetle elini uzattı; lalübali olmaya hiç niyetli değilim dercesine. Yayınevi sahibi hava civalara alışkınım edasında, o da uzattı parmakları birer metre ve kuru budaklı elini. Şipşak tokalaştılar iki adam ve geri çektiler ellerini. Spor müsabakasında ringe çıkmış iki pehlivandılar hemen hemen.
Birinci raundu ben kazandım der gibi Adam, köşesine çekilmiş haddinde, otur denmesini beklemeden tekli koltuğa oturuverdi. Oturuvermesiyle birlikte koltuğun içine gömülünce, eyvah, bu halde derdimin “D”sini anlatamamın telaşı kapsadı içini. Ne yapsam ki? Ayağa kalkıp dikiliversem…Ne düşünür ki? Yayınevi sahibi öyle kelli felli biri değildi. Birkaç tane zayıf kuru dal duldasına sığışmışların yağmurdan sonra sıkı sıkı sıkılıp çamaşır misali buruşmuş halini andırıyordu.
Uzun mu? Uzun. Zayıf mı? pek değil. eğik bükük oluyordu ya yürürken gösterişi kayboluyordu. Tek cankurtaranı ve olanca süksesi; kocaman arkalıklı kahverengi makosen koltuğuydu.
Adam bir sıfır yenikti bu durumda.
Kahramanlarınız fevkalade şanslı hikayenizde deyince
Adam, sözünü tam planladığı gibi gediğine koydu:
--Ama, hikayenin yazarı onlar kadar şanslı değil deyiverdi bir çırpıda çabucak.
Yok canım, neden acaba?dedi. Pişkince bir soruydu hikayecinin tarafından bakılacak olursa.
--Parasal mevzular dün oldukça canımı sıktı Yasin bey diye tatlı sert yapıştırdı sözünü Adam.
Ofisin ferah havası dar daralır oldu bir iki dakikalığına. Dosya dosya çıktıların beklediği masanın; karmaşasını, onu oraya, bunu buraya düzeltti kısa mesafeli suskunlukta patronu odanın.
--Siz de haklısınız. Beklentilerinizi karşılamak isterdim. Kabul edin ki, kitap satışınız son günlerde eskisi kadar rağbet görmemekte. Ha, genel olarak zaten piyasa böyle diyebilirsiniz. Fakat, gerçekten satışlarınız çok durgun. Bir kitap basmak kolay bir şey değil. Baskısı, dizgisi, telif hakkını korumak için çırpınıyorum inanın bana dedi.
Adam, pes etmek niyetinde değildi.
--Pek tabii kitap basmanın masrafsız olduğunu bilmekteyim. Ki, bugüne kadar, asla para ile ilgili bir konuşmayla karşı karşıya kalmadım sizinle. İlk kitabımı çıkarırken, ortağınız gibi sizin kazancınız adına heyecan yapmıştım hatırlarsanız. Kitabımın yayınlanması önemliydi o günlerde. Hikayelerimin kitabevi raflarında yer alması yeterliydi . Size kendi sözünüzü hatırlatmak mecburiyetindeyim. “ Sizin cevhersiniz bizim için. Hikayeleriniz yok satacak. Siz de, biz de müthiş rahatlayacağız. Eminim!” bundan demiştiniz. O günden bugüne açıkçası para konusu bana dokunmadı, ben de size. Dün ve dünden önceki günlerde maddi sıkıntılarım yüze vurdu. Kıyıya vurdum tam anlamıyla. Müsait şartlarda ne ise kitabımın gelirini kağıda dökelim istiyorum.
Yayınevi sahibi gerginleştiğini söze dökmemeye özenle:
--Vallahi çok iyi olur. Anlaşmaya dökülmemiş işlerden kaçarım ziyadesiyle dedi.
Adam:
--Yeni Hikaye’mi de konuşalım. Satışların yüzde otuzunun benim hesabıma yatırılması… ağzından çıktı dan diye.
Ooo ne yapıyorsunuz siz? Ben o kadar kazanmıyorum. Ödül almış yazarlarımızla çalışıyoruz. Ancak bu kadar veriyoruz. Yeni Hikayenizi yayınlamakta yorgunu yokuşa zorlamayın lütfen!
--Nasıl yani? Adam, sözün gıynadığı (oynadığı)yere geldiğini anladı. Bir soruyla geçiştirmeye çalıştı.
Yeni Hikayemin adı da “Yeni Hikaye” konusu çok ilginç. Çok okunacağına güvenim sonsuz.
Bu kadar güvenmeyin dedi yayınevi sahibi gözünün yuvalarından fırlayan gözbebeklerini kırpıştırarak.
--Geçen aylar içinde hiç para almadım. Ve yazdıklarıma güvenmemi sağlayan biri olarak, eserlerimden kazan/kazan olmasa kitabımı basmayacağınızı bile bile… başını iki yana sallayarak: Blöflere ihtiyacımız yok seninle benim dedi; senli benliye dökerek diyalogu. Hakkımı alamazsam, ya da vermezseniz giderek size kodlanmış olan seyir defterimdeki saygımın azalabileceğini ima etmiş oldu Adam. Ofisin hakimi benimi, öyle ustalıkla idare etti ki yayınevi sahibi de… Baskısı çok satan hikayecisini kırmadan dökmeden:
-- Yüzde otuz demeyle olmaz! Yüzde on beş de anlaşabiliriz diyerek bir adım geri atıyorum bak, demişimle elini takır takır oturduğu yerden uzattı anlaşmak için. Yazarın tarafından ise olağanüstü bir rahatlama oldu. Nihayet, yolum açıldı pazarlık masası kurulduğuna göre. Kitapların az satıyor demesi demek ki, gerçek değil bir manevraymış diye düşündü.
Yüzde yirmi isterim ve geçmiş hesapların tümünü alırım bugün. Ev sahibime söz verdim hesabına para çıkaracağım.
Telefonun numaralarını basıp sekreterine en tok ses perdesinden:
--Kızım bize iki çay söyle! Ya da dur bir dakika. Telefonu hatta tutarak:
--Ne içersin?diye sordu o da senli benli. Adamla yayınevi sahibi birlikte yemeğe birkaç kez yemeğe çıkmışlardı ama bir türlü aralarındaki sınırı silememişlerdi. Şimdi sınırların çizileceği dakikaydı.
--Çayınızı içmek isterdim kahvaltı yapsaydım eğer dedi.
Sahi mi? İnanır mısınız bu ne tesadüf, ben de kahvaltı yapmadım dedi yayınevinin sahibi.
Ne yapalım? Sizinle kahvaltıda konuşmamızı sürdürelim mi? Gönülsüz mü, gönüllü mü kahvaltı daveti? Adam için mühim değildi, patronu içinse başka bir kibarlık alternatifi söz konusu olamazdı.
Kül yutmaz hasım kadar uyanık ikilinin çekiştireceği mevzu para olunca kıt kanaat alışveriş eden karı koca gibi ortak nokta kahvaltıya gitmek en sağlamcı yoldu ticarette.
--Çok iyi olur dedi. Kızım biz kahvaltıya çıkıyoruz.
31. bölüm yeni hikaye
Adam ve patronu önlü arkalı düştüler odadan dışarı çıkarken. Ofisin asansörü çalışmıyordu. Merdivenden inerek dışarı çıktılar.
-Araban var mı?
- Hayır.
Yayınevinin sahibi, olanca heybetine sinen kamburumsu bedeniyle patır kütür adımlarını atarak:
-Evin yakın demek.
-Sayılır dedi Adam.
-Şehrin şamatacı şevenginin çok yakınında olmak nasıl bir duygu. Benim evim oldukça uzak.
-Benim özel bir seçimim değil; kiralık ev ararken bir arkadaşımın aracılığıyla öyle denk düştü.
- Kahvaltı için bildiğin bir yer var mı?dedi yayınevi sahibi.
- Evet, ara sıra gittiğim denize nazır ve buraya çok yakın bir mekan var. Teras ama değer. Nefis bir manzaraya sahip. Ne dersiniz?dedi Adam.
--Mirim derim. Bana uyar. O zaman arabaya gerek yok.
--Yok, yok. Ofisten aşağı, bir iki cadde ötede.
--Efendimm peki, o halde önden buyurun.
İki erkek aşağı yukarı konuşmadan bir süre yürüyerek eski bir İstanbul evinin restore edilmiş merdiveninden çıktılar. Gizli mabet gibi tertemiz küçük bir kahvaltılık mekan tüm modernliğiyle karşıladı onları, sahibesinin sade zarafeti eşliğinde.
--Hoşgeldiniz beyler. Nereye oturmayı arzu edersiniz?
--Benim masam boş mu?dedi Adam.
-- Her zaman ki gibi beyefendi dedi kadın. Erkekler bir iki dakika içinde masaya yerleştiler.
Boğaz gerçekten mavi göl tangoluğunda mekanla adeta içkinleşmişti. Nazik bir serinlik denizden onlara doğru esiyordu. Martılar, alaca ve alıcı ve süzülerek döne döne cık cık cıkırdanıyordu. Bir vapur düdüğü son bir veda etmeden kıyıya “yine geleceğim nasılsa… vaadiyle” denizi yararak gidiyordu. Köpükle yıkanmış gövdesinden habersiz yolcularıyla gideceği menzile vuuu diye yakınsayarak uzaklaşıyordu. Masaya henüz oturmuş iki müşteri gördükleri manzara karşısında; gökyüzündeki gümüş kırığı bulutları yum yumuşaklığıyla seyre daldılar.
“Bu yazar kısmı işte böyle”diye sohbeti başlattı yayınevi sahibi.
- Biz de çok yer gördük diye geçiniriz. Keşfiniz mükemmel. Manzara azizim şahane. Dilim tutuldu. En kısa zamanda bizimkileri alıp gelmeliyim.
Adam suskun kaldı.
--Sevgilin var mı?
Adam hafif tebessüm etti.
-Ne kadar münasebetsizim değil mi?
-- Biraz.
- Sen de fazla açık sözlü.
Hah hah hah!!!
- Sevgilim var. Evlenmemiz size bağlı artık.
-Ooo…Yok canım. Gündemi ayar inceliğiniz fevkalade. Tebrik ediyorum. Kahvaltımızın özel mönüsüne görelim hele bir deyince yayınevinin patronu.
- Şimdi hapı yuttum galiba.
-Neden?
- Damak zevkimiz. Uyuşmazsa.
Yayınevi sahibi, yazarının hesap kitabın peşini bırakmayacağına anladı. Dur bakalım diye iç geçirdi.
-Gençlik iksiri başka dedi renk kattınız günüme sabah sabah.. Şu güzelliğe bakmaya doyamadım inan ki. Keşke fotoğraf makinem yanımda olsa… İstanbul’u keşfettiğimi söylerdim hep. Meğerse bu şehir elde edilmez bakire gibi kimine kız; kimine dul; kimine evli barklı; kimine çoluklu çocuklu; kimine fahişe yüzünü gösteriyormuş.Yedi tepeli, dokuz kocalı, tenhada masum, köhnede fukara, kalabalıkta yosma, karanlıkta koca bir zindan meretmiş. Rakı gibi içsen; sarhoş olmuyorsun ama üzüm suyu gibi içsen; körkütüksün vesselam. Şarap gibi içsen; neyzenin üflediği nefesle mevlanaya dönüyorum gibi. Ne şairle hecem katık; ne masamda yemeğim. Kırk yıldır aynı yolu geçip, aşağısından binaya kör bakıp geçiyorum… çıkıp terasında boğaza bakıp bakıp İstanbul’a tekrar aşık olacağım aklıma gelmezdi sevgili Hikayecim. Dile benden ne dilersen diyeceğim de zaten mevzumuz para. Yoksa sen özellikle mi yaptın söyle bakayım. Hadi artık bir yandan da kahvaltıyı söyle bari. Bir de onu görelim.
Adam her şey bu kadar iyi gidemez dedi. Karşımdaki, işadamı, ticaret erbabı. Bir yudum su da işi bağlar. Eli boş dönerim diye belli belirsiz sıkıntısıyla bakışlarını uzattı masanın uzağında bedeni ve kulağı kirişte mekanın sahibesine, o da müşterisine doğru:
-Her zamankinden dedi.
-Tamam beyefendi. Şimdi hazırlanır. Ekstra bir şey ister miydiniz, arkadaşınızın özel bir isteği var mı?
-Teşekkürler şimdilik yok dedi yayıncısına dönüp:
- Sana sormadım ama.
-önemli değil . dedi yayınevinin sahibi:
- Sana bıraktım.Ne yiyeceğiz diye meraklanmak hoşuma da gidiyor.
-Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
--Moralimi bozma ama.
32.BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam dün sabah ve bugün sabah tezat tam bir tezat dedi kendine. Ev sahibi kadınla, yayınevi sahibini karşılaştırmayı fırsat bilerek patronunu incelemeye koyuldu.
Parmakları nasıl da uzun ve kavlaktı adamın. Kaç yaşındaydı. Yaşı olduğundan fazla görünüyordu. Ne düşünüyordu acaba? Acemi ve çaylak bulmuş mudur beni? Nerede kaldı bu kahvaltı. Gelse de bir an önce işimi bitirip eve gitsem. Sevgilim uyanmıştır. O da belki kahvaltı yapıyordur diye içini geçiren Adam Sıkıldım artık dedi. Onun baktığı yöne başını çevirdi. İkisi erkek de denize doğru gözleri ufukta mahur ve mağrur; ruhlarına hafifçe dokunup kaçan müziğin güftesinde kaybolmuştu manzarayı seyrederken. İçsel serzenişleri kalplerinde bestelenmemiş şarkı gibi yumrulaştı boğazlarında, boğaza karşı oturmuşken.
--Kahvaltınız hazır beyler demesiyle,
Erkekler mekanın sahibesinin apansız masmavi gözleriyle karşılaştılar. Kadın alışkın olduğu üzere, gülümseyerek :
--Afiyet olsun, dedi masadan uzaklaşırken.
Patron, çayına şeker atıp, kaşığını yavaşca karıştırırken:
--Ben burada bazlamalı omlet yemeyi severim dedi ve portakal suyundan bir yudum içtikten sonra Adam, “Bazlamalı omlet hımm… oho ho oldukça güzel
görünüyor.” Diyerek sevinen patronuna:
-- Annemden kalma bir tat. Her sabah kızartsa itiraz etmezdim.
-- Yok yahu deme! derken çatalını batırıp ekmeği
ısırdı. bir iki lokma çiğnedikten sonra:
--Nefis, nefismiş yahu!” dedi.
--Beğeneceğinizden emindim zaten dedi Adam.
Kahvaltının bundan sonrası çatal, kaşık, tabağa gidip gelen ellerin arasında geçti. Son lokmalarını çiğneyen ilk konuşan o oldu. Her ikisinin sandalyeye atıverip gövdelerini sakinleşivermelerinden kahvaltının sona erdiği anlaşılmıştı.
--Eee söyle hadi? dedi patron.
-- Yüzde otuz da anlaşalım.
-- Çok dedin. Kağıdı,matbaası, editörü, dizgisi… yayınevinin nasıl ayakta durdurduğumu bir bilsen.
--İşin o tarafı size ait.
- Ooo,
-Haksız mıyım? Çok sattığınızda karın tümü size kalıyor. Üstelik üretkenliğimi bilirsiniz. Son romanım “Yeni Hikaye.” Müthiş bir konu yakaladım. Okurlarımı sürükleyeceğinden eminim.
--Gel sizinle açık bir anlaşmaya imza atalım.
-- Ne kadar açık?
-- Kitap satışlarınızı birlikte takip edelim. Karın yüzde otuzu yine sizin olsun.
--Ne demek bu şimdi anlamadım?
--Yeni Hikaye’niz tutmazsa hiç para talep etmeyeceksiniz ama, ne dersiniz?
-- Mirim derim.
--- Hah hah ha ! bir an masaya yumruk atacağınızı sandım. Beni, benim sözümle bağladınız. Fevkalade bir üslup. O hikayelerin boşuna yazmamışsın. Şaşırttınız beni. Üstadım el sıkışalım verin elinizi. Adam uzattı elini naz etmeden. Kurumuş parmakların korunaklı avucunda sıktı sıktı sıkıca patron hesabı öderken cüzdanı çıkarmak için elini kullanacak olmasa öylece ineceklerdi merdivenlerden. Olmadı. Hesabı ödemek için cebinden cüzdana, oradan kredi kartına ulaştı parmakları. Hesabı ödeyip, kahvaltı için mekanın sahibesine teşekkür edip ayrıldılar yine arkalı önlü iki erkek. Anlaşmadan ikisi de memnundu. Adam “ Yeni Hikaye’sine güveniyordu.. Çünkü kendi hikayesinden yola çıkacaktı.
Aşağı inince yarın görüşelim diyerek ayrıldılar.
Parmakları nasıl da uzun ve kavlaktı adamın. Kaç yaşındaydı. Yaşı olduğundan fazla görünüyordu. Ne düşünüyordu acaba? Acemi ve çaylak bulmuş mudur beni? Nerede kaldı bu kahvaltı. Gelse de bir an önce işimi bitirip eve gitsem. Sevgilim uyanmıştır. O da belki kahvaltı yapıyordur diye içini geçiren Adam Sıkıldım artık dedi. Onun baktığı yöne başını çevirdi. İkisi erkek de denize doğru gözleri ufukta mahur ve mağrur; ruhlarına hafifçe dokunup kaçan müziğin güftesinde kaybolmuştu manzarayı seyrederken. İçsel serzenişleri kalplerinde bestelenmemiş şarkı gibi yumrulaştı boğazlarında, boğaza karşı oturmuşken.
--Kahvaltınız hazır beyler demesiyle,
Erkekler mekanın sahibesinin apansız masmavi gözleriyle karşılaştılar. Kadın alışkın olduğu üzere, gülümseyerek :
--Afiyet olsun, dedi masadan uzaklaşırken.
Patron, çayına şeker atıp, kaşığını yavaşca karıştırırken:
--Ben burada bazlamalı omlet yemeyi severim dedi ve portakal suyundan bir yudum içtikten sonra Adam, “Bazlamalı omlet hımm… oho ho oldukça güzel
görünüyor.” Diyerek sevinen patronuna:
-- Annemden kalma bir tat. Her sabah kızartsa itiraz etmezdim.
-- Yok yahu deme! derken çatalını batırıp ekmeği
ısırdı. bir iki lokma çiğnedikten sonra:
--Nefis, nefismiş yahu!” dedi.
--Beğeneceğinizden emindim zaten dedi Adam.
Kahvaltının bundan sonrası çatal, kaşık, tabağa gidip gelen ellerin arasında geçti. Son lokmalarını çiğneyen ilk konuşan o oldu. Her ikisinin sandalyeye atıverip gövdelerini sakinleşivermelerinden kahvaltının sona erdiği anlaşılmıştı.
--Eee söyle hadi? dedi patron.
-- Yüzde otuz da anlaşalım.
-- Çok dedin. Kağıdı,matbaası, editörü, dizgisi… yayınevinin nasıl ayakta durdurduğumu bir bilsen.
--İşin o tarafı size ait.
- Ooo,
-Haksız mıyım? Çok sattığınızda karın tümü size kalıyor. Üstelik üretkenliğimi bilirsiniz. Son romanım “Yeni Hikaye.” Müthiş bir konu yakaladım. Okurlarımı sürükleyeceğinden eminim.
--Gel sizinle açık bir anlaşmaya imza atalım.
-- Ne kadar açık?
-- Kitap satışlarınızı birlikte takip edelim. Karın yüzde otuzu yine sizin olsun.
--Ne demek bu şimdi anlamadım?
--Yeni Hikaye’niz tutmazsa hiç para talep etmeyeceksiniz ama, ne dersiniz?
-- Mirim derim.
--- Hah hah ha ! bir an masaya yumruk atacağınızı sandım. Beni, benim sözümle bağladınız. Fevkalade bir üslup. O hikayelerin boşuna yazmamışsın. Şaşırttınız beni. Üstadım el sıkışalım verin elinizi. Adam uzattı elini naz etmeden. Kurumuş parmakların korunaklı avucunda sıktı sıktı sıkıca patron hesabı öderken cüzdanı çıkarmak için elini kullanacak olmasa öylece ineceklerdi merdivenlerden. Olmadı. Hesabı ödemek için cebinden cüzdana, oradan kredi kartına ulaştı parmakları. Hesabı ödeyip, kahvaltı için mekanın sahibesine teşekkür edip ayrıldılar yine arkalı önlü iki erkek. Anlaşmadan ikisi de memnundu. Adam “ Yeni Hikaye’sine güveniyordu.. Çünkü kendi hikayesinden yola çıkacaktı.
Aşağı inince yarın görüşelim diyerek ayrıldılar.
33. bölüm yeni hikaye
Adam evine dönmekte acele ediyordu. Bir çırpıda merdivenleri çıktı. Anahtarı çevirip kapıyı açtı sessizce süzüldü içeri. Kadını hala uyuyor sanmasından dolayı balkona çıktı. İçine kocaman bir nefes çekerek şehri süzdü. Düne göre bugün keyfi gayet iyi sayılırdı. Yayınevi sahibiyle görüşmesinden memnun ayrılmıştı. Yeni Hikaye’si için acele etmeliydi. Yüreğinde azıcık azıcık filizlenen coşkulu kadınsılığının ipuçları, yazacağı romanda pusulası olacaktı. Yan dairenin balkonuna bir kadın acelece çıkıp, kenarda duran çiçeklerini sulamasını seyretti bir süre ve gidip sevgilisini uyandırmaya karar verdi. Yatak odasının kapısını “pıt” diye açıp daldı odaya:
Aaa ! dedi gayri ihtiyari. Yatak bomboştu. Camın bir kanadı açıktı. Çarşafın buruşuğuna bakıp hımm aceleyle çıkıp gitmiş vay be ne oldu ki? diyerek telaşlandı Adam. Hemen telefona sarıldı. Sevgilisini aradı. Cep telefonu kapalıydı. Birden çıldırdı. Panikle telefonu tekrar tekrar aradı. Aradı. “Şu anda aradığınız numaraya ulaşılamıyor” sözünü duydukça aynı monotonlukla iyice sinirlendi. Nereye gitmiş olabilirdi? Dün gece yarın erken gideceğinden hiç söz etmemişti.
Bu ne ya şimdi? dedi Adam. Acaba kendi evine gitmiş olabilir mi? Ama telefonu neden kapalı? Çat!diye “başka biri mi var hayatında” diyemedi kendine. Yüreğinde ezilme gibi bir his çığlaştı. Kalp atışı sıklaştı. Ölüyorum sandı bir an. Hiç böyle olmamıştım. Bu da mı kadınsı hislerimin oyunu mu? Ve bu oyun hiç hoşuma gitmedi dedi kendine. Yatak odasına geri dönüp bir not aradı. Olur ya, sevgilisinin şarjı bitmiştir. Telefonu açmaya vakti olmamıştır. Acil bir işi çıkmıştır. Her detayı gözünün önünde canlandırdı. O’nun bir erkekle buluşmuş olabileceği ihtimalinden uzak durmaya çalıştıkça; burgu gibi yana döne dolanan düşüncesi çıldırtacaktı Adamı neredeyse?
Mutfağa baktı. Bulaşıklara dokunulmamıştı. Küllükte son bir sigara izmariti de akşamdan kalmaydı? Banyoya yöneldi. Islak fayanslardan anlaşılan duş almıştı sevgilisi.
Bilinmezin verdiği şüpheyle yangın yerine dönen bedenini bir sigara sakinleştirebilirdi belki. Çakmak ve sigara baktı boş yere sevgilisinin bırakmayacağını bile bile aranırken…
34. bölüm yeni hikaye
Yatağın sağında duran komodinin alt çekmecesini çekti, sigara ve çakmak bulmak birdenbire önemli oluvermişti sakinleşebilmek için. Yana döne eski bir dostunu arar gibi tırtık mırtık arıyordu çekmeceyi ve her yanı.
Bu evin, kendi evi ve yatak odasının da kendine ait olduğunu unutmuştu.Adam, çekmecede ona ait çorap, mendil, kalem, kitap olabilirliğini ise kafasının karışık olmasından dolayı tamamen beyninden silmiş durmadan karıştırıyordu.
Yatağın sağındaki çekmeden bir şey, eh yani, sigara çakmak bulamayınca, solundaki çekmeceyi olanca hırs ve öfkeyle açtı. Bir iki iç çamaşırı vardı çekmecede beyaz lacivert kahverengi katlı vaziyette altta, üstünde ise çok eski sahaftan alındığı belli olan Stendhal’ın “Kırmız ve Siyah” adlı kitabı durmaktaydı. Önce ilgisini çekmedi kitap. Çekmeceyi çat! kapattı.Kapatmasıyla gözüne bir şey çarpar gibi oldu sandı, çekmeceyi tekrar açtı.Yanılmamıştı. Kitabın arasında katlanmış, bir beyaz kağıt vardı. Normal şartlarda aldırış etmezdi. Kitabın arasında görünen beyaz bir kağıdı önemsemezdi. Şu anki melankolisiyle beyin fırtınası yaşıyordu. Aklı fikri zikri paranoyalarıyla tık tık tık kitabın arasında duran mektup kağıdını bir iki üç ve dört hamlede açtı ve okumaya başladı.
“Bir Tutam İpek Kadın
Adam durmadan vuruyordu, başına başına kadının. yüzünde beliren korkunç ifadeden, içinde, kadına öfke yığınları olduğu belliydi.
kadın, yumuşacık bir top ipek yığını gibi inen yumrukların acısını omuzlarında hissetmedi. Karşısında tüm heybetiyle duran adam; ne kadar önemsizdi. Kocaman elleri vardı yavan ve yaban. Sırtlan gibi dişeyen ve ağız dolusu hakaretin biri bin para…Odaya yayılırken darmadağın tuzla buz oluyordu sonunda.
Bir Tutam İpek Kadın, dayak sonrasında kalakaldı öylece bir müddet. Ve aniden kalkıp yerinden sekerek gitti, camı açtı. Gece, yavaşca girdi gözlerinden, gözbebeklerinin tam göbeğine yerleşti kadının. Pınarlarında biriken gözyaşlarını tuttu attı, tuttu attı içine. Gece, Kadının acılarını simsiyah zamanlarında önce ovdu ovundurduktan sonra , öfkeyi, gece'liğinin içine bir sis perdesiyle gizledi. Ardından, sonsuzluğa saldı dumanıyla zehir zemberek geri dönmemesiye. Kadın acısını hatırlamayacak şekilde unutulmak üzere. Kadının yüreğinde düğüm düğüm oldu artık o zaman: "Sakın ağlama! Sakın ağlama!" diyordu Gece, ama kadın gizlice sessizce ağlamak istiyordu hala! İpeksiliği incinmiş, gönlünün, teninin bir yerlerinden elim elim elenmişti. Gözlerinin gölgesine hüzünler düşmüştü. Kirpikleri ıslak ıslak. Yüzü alabildiğine mutsuzdu kadının. Damla damla gözyaşlarını geceye bırakıyordu.
Adamsa kadını dövdükten sonra hırsla ve soluyarak namaza durmuştu.
Bir tutam İpek kadın'a indirdiği yumrukları, hak yolunda, haklı kılmak uğruna. Adam, sesli sesli dua ediyordu. Kadın, iğrenerek değil acıyarak baktı adama. İçinde nefretten, hınçtan eser yoktu. Sadece dibi görünmeyen bir boşlukta kaybolduğunu hissetti.
İpeksi kozasını delen kelebekleri, kanatlı melekler gibi hale hale çevresinde uçuşuyordu. Bir gökkuşağı dudağı ve ağzından dökülen sözcükleri hala rengarenkti kadının. Adama baktı, o eğilip secdeye vardı. Dilinde, Kunut duaları gayet gergin, yassı namazının Salavat-ı vitrinin tüm kutsalları adına bu gece tanık olduklarına başkaldırıyordu. Adama, sesleniyordu; sessiz karanlığın lal olmuş diliyle Kunut duası:
Adam durmadan vuruyordu, başına başına kadının. yüzünde beliren korkunç ifadeden, içinde, kadına öfke yığınları olduğu belliydi.
kadın, yumuşacık bir top ipek yığını gibi inen yumrukların acısını omuzlarında hissetmedi. Karşısında tüm heybetiyle duran adam; ne kadar önemsizdi. Kocaman elleri vardı yavan ve yaban. Sırtlan gibi dişeyen ve ağız dolusu hakaretin biri bin para…Odaya yayılırken darmadağın tuzla buz oluyordu sonunda.
Bir Tutam İpek Kadın, dayak sonrasında kalakaldı öylece bir müddet. Ve aniden kalkıp yerinden sekerek gitti, camı açtı. Gece, yavaşca girdi gözlerinden, gözbebeklerinin tam göbeğine yerleşti kadının. Pınarlarında biriken gözyaşlarını tuttu attı, tuttu attı içine. Gece, Kadının acılarını simsiyah zamanlarında önce ovdu ovundurduktan sonra , öfkeyi, gece'liğinin içine bir sis perdesiyle gizledi. Ardından, sonsuzluğa saldı dumanıyla zehir zemberek geri dönmemesiye. Kadın acısını hatırlamayacak şekilde unutulmak üzere. Kadının yüreğinde düğüm düğüm oldu artık o zaman: "Sakın ağlama! Sakın ağlama!" diyordu Gece, ama kadın gizlice sessizce ağlamak istiyordu hala! İpeksiliği incinmiş, gönlünün, teninin bir yerlerinden elim elim elenmişti. Gözlerinin gölgesine hüzünler düşmüştü. Kirpikleri ıslak ıslak. Yüzü alabildiğine mutsuzdu kadının. Damla damla gözyaşlarını geceye bırakıyordu.
Adamsa kadını dövdükten sonra hırsla ve soluyarak namaza durmuştu.
Bir tutam İpek kadın'a indirdiği yumrukları, hak yolunda, haklı kılmak uğruna. Adam, sesli sesli dua ediyordu. Kadın, iğrenerek değil acıyarak baktı adama. İçinde nefretten, hınçtan eser yoktu. Sadece dibi görünmeyen bir boşlukta kaybolduğunu hissetti.
İpeksi kozasını delen kelebekleri, kanatlı melekler gibi hale hale çevresinde uçuşuyordu. Bir gökkuşağı dudağı ve ağzından dökülen sözcükleri hala rengarenkti kadının. Adama baktı, o eğilip secdeye vardı. Dilinde, Kunut duaları gayet gergin, yassı namazının Salavat-ı vitrinin tüm kutsalları adına bu gece tanık olduklarına başkaldırıyordu. Adama, sesleniyordu; sessiz karanlığın lal olmuş diliyle Kunut duası:
“ Biz seninle uzlaşamayız zayıfı ezen, zavallı adam. Eğer, aydınlanmaya karşı durursan, bilime inanmazsan , biz de sana ve yalvararak dua etmene inanmayız!!! O Kadına, yumruk vurarak sen aciz kalmadın mı be Adam? Kendi insanlığını unutmadın mı söyle Adam? Şimdi vicdanından eksilenlerin hesabını yapacağına, ne ararsın Tanrının karşısında? Af mı bekliyorsun? Huzur mu??? İyi düşün. İnsanın Tanrısı; vicdanı, ey adam diye diye seccadenin çevresinde üzgün üzgün tavaf ederek Kunut duası; dualaşıyordu semaya doğru.
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı, ne adam ne de şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu annebaba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı, ne adam ne de şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu annebaba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”
35. bölüm yeni hikaye
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı, ne adam, ne de şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu anne baba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”(Bir Tutam İpek Kadın, Annem)
Adam, parmaklarının dokunduğu kağıda baktı. Sarsılmıştı. Beyaz kağıdın hafif sarımtırak rengi, harflerin gölgeleri uzun uzamış ve kargacık burgacıklaşmış halinden belli ki, uzun süredir katlı kalmıştı. Dolayısıyla, kendisi de mektupçuğun yer etmiş kat çizgilerine pes ederek katladı mektubu ama, ne yapıp ne yapmaması veya gerisin geri kitabın arasına koyup koymamakta kararsızdı. Kısacası, kısacık yazının, bir yaşama bedel tecrübesini gizlediği aşikardı. Adam, tıpkı, devrime yenik düşen diktatörün şaşkınlığındaydı. Devrik diktatörün, hüküm gecesinin sakıncalı, tekinsizliğindeydi. Labirent misali kapanıp kaldığı sarayından kaçma planı bir: teslim olup yargılanmak. İki: gizlice kaçıp kurtulmak. Üç: nefesini, can canan tenini solduracak bir ölüm yoklamasıyla intihar edip hayattan soyutlanmak arasında kalan, çıkışsız yoluna benziyordu şu anı. Kaldı ki, okudukları iç açıcı bir hatıra değildi. Sevgilisi küçük bir kızken dahi, eş, anne, kadın gücüyle dayak olayını oracıkta zihninde aşmayı becermiş hatta çözümlemişti. Çözümlemesinde: Şiddete karşı, şiddetli olmamayı seçmişti. Küçük bir kızın beyni, aile üçlemine tekme tokat giriveren, şiddetin sancısını kıskıvrak yakalamış bir cam kafese kapatmıştı. Şiddet ve şiddete başvuran, görmezden gelinemeyecek bir yara gibi ama üstüne tuz biber misali şiddete maruz kalanın da karşısındakine yumruk vurması merhem değil demeye getirmişti. Sevgilim küçücük yüreciğiyle nasıl başarmış, akıl dilini seçmiş diye düşünmekten kendini alamadı Adam. Kritik zamanın can havliyle dahi sorunun; suspus, ezik, kabul görmüş tavırla da çözüleceğine katılmıyordu. Mektubun özüne dokunan kalemşör kız bambaşka bir ak buluttan yağıyordu damla damla yaz yağmuru gibi güneşi saklıyordu sanki içinde. Akı akıveren ışıltısı güneşin, kızın gözbebeklerinden geçiyordu a'na ve gergin ve öfke ve kavga girdabından kurtulup, ortamı sulh eden, sakin ve sahiden bir bakışıyla sükuneti huzuru buyur eden oluyordu yazdıklarıyla. O kıza göre herkese, her kefeye ölçü ölçü sabır, saygı, anlama dinleme mesafesi dağıtandı güçlü olan. İnsanlık davasının anayasasında yazılmayan, doğruya aykırı olsa da doğasında kabalık seviyesi yüksekti, kor kor yanıyordu gönülde, genetikte ve vurana vur, kırana kır vuruşlarının yanıt olmayacağına dairdi sözleri. Bilge miymiş bu kız dedirtecek kadar bütün duyuşlarını, minnacık dünyasının merkez noktası, kalbine ikna edebilmeyi başarmıştı işte. Tümcelerin iç dış, alt üst parentez, ünlem, soru işareti, yer gök kapsamındaki mesajı; sevi dokunuşunu yumuşak dokularında eritip, eritip geleceğe umut sızdıran bir mektuba dönüştürdüm bakın! diyordu. Erkek kimliğinin tüm var oluşuyla Adam, kendi beyninde yer eden cümlelerin anlamını başka türlü açıklayamazdı. Hala elinden taşıdığı mektupla bir an önce yatak odasından çıkmalıyım diye düşündü. Anbeanlık değişen duyusal ritmin çölündeki Adam gibi bir bu yana bir öte yana çöğe çöğe, kadınsı narinliğini içinde hormon hormonal damarlarında yürümesiyle eşzamanlı odadan dışarı attı kendini. Mazeret falan değildi hisli olması, doktor muayenesiyle kesinleşmişti. Adamın şaşkınlığı bir değildi beş değildi. Yıllardır beraber yaşadığı kadını hiç tanımamıştı. Mesela çevirmenliği dışında yazma yeteneğiyle ilk kez karşılaşması, diğer taraftan hikayeciliğindeki özgün, özgür, özürsüz yazışı ve anlatımı da kafasına takılmıştı. Sevgilisi, O küçük kızçesi, anneciğinin savunmasız kaldığı zor anında tanıktı. Gerçek bir hikayeci gibi olayı imgelerle, sembollerle bugüne taşımıştı. Şiddetin damgasını, yüksek zekasıyla sahneden silip süpürmeye kayıt düşen, unutturmayan mührünü vurmuştu. Hikayecilik, yazarlık, yazmak neydi? Buydu işte. Benim hikayeciliğimi ikiye böldü. Mektup öncesi ve sonrası biz ve ben olacağım sanırım bundan sonra dedi içinden. Bir kız çocuğu ve dövülen annesi, döven babası ya da fırtınalı bir akşam sofrası başına geçmiş bir ailenin ortasından kalan üç beş kişiyi, çirkin ve çirkef dayağı, dayakçıyı, yarılan yırtılan hayatları, kanayan kararan kalpleri, ipince incelmiş hayallerini narin tümceciklerle, çok nadir bir beynin onarıcılığıyla öyküleştirmesi muhteşemdi. Edebi hayat, edebiyat insanla başlayıp, insanlığı yok etmeye çalışanın, arasındaki farkı dil dil hikayeleştiren yeni yeni hikayelerin tümüydü.
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı, ne adam, ne de şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu anne baba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”(Bir Tutam İpek Kadın, Annem)
Adam, parmaklarının dokunduğu kağıda baktı. Sarsılmıştı. Beyaz kağıdın hafif sarımtırak rengi, harflerin gölgeleri uzun uzamış ve kargacık burgacıklaşmış halinden belli ki, uzun süredir katlı kalmıştı. Dolayısıyla, kendisi de mektupçuğun yer etmiş kat çizgilerine pes ederek katladı mektubu ama, ne yapıp ne yapmaması veya gerisin geri kitabın arasına koyup koymamakta kararsızdı. Kısacası, kısacık yazının, bir yaşama bedel tecrübesini gizlediği aşikardı. Adam, tıpkı, devrime yenik düşen diktatörün şaşkınlığındaydı. Devrik diktatörün, hüküm gecesinin sakıncalı, tekinsizliğindeydi. Labirent misali kapanıp kaldığı sarayından kaçma planı bir: teslim olup yargılanmak. İki: gizlice kaçıp kurtulmak. Üç: nefesini, can canan tenini solduracak bir ölüm yoklamasıyla intihar edip hayattan soyutlanmak arasında kalan, çıkışsız yoluna benziyordu şu anı. Kaldı ki, okudukları iç açıcı bir hatıra değildi. Sevgilisi küçük bir kızken dahi, eş, anne, kadın gücüyle dayak olayını oracıkta zihninde aşmayı becermiş hatta çözümlemişti. Çözümlemesinde: Şiddete karşı, şiddetli olmamayı seçmişti. Küçük bir kızın beyni, aile üçlemine tekme tokat giriveren, şiddetin sancısını kıskıvrak yakalamış bir cam kafese kapatmıştı. Şiddet ve şiddete başvuran, görmezden gelinemeyecek bir yara gibi ama üstüne tuz biber misali şiddete maruz kalanın da karşısındakine yumruk vurması merhem değil demeye getirmişti. Sevgilim küçücük yüreciğiyle nasıl başarmış, akıl dilini seçmiş diye düşünmekten kendini alamadı Adam. Kritik zamanın can havliyle dahi sorunun; suspus, ezik, kabul görmüş tavırla da çözüleceğine katılmıyordu. Mektubun özüne dokunan kalemşör kız bambaşka bir ak buluttan yağıyordu damla damla yaz yağmuru gibi güneşi saklıyordu sanki içinde. Akı akıveren ışıltısı güneşin, kızın gözbebeklerinden geçiyordu a'na ve gergin ve öfke ve kavga girdabından kurtulup, ortamı sulh eden, sakin ve sahiden bir bakışıyla sükuneti huzuru buyur eden oluyordu yazdıklarıyla. O kıza göre herkese, her kefeye ölçü ölçü sabır, saygı, anlama dinleme mesafesi dağıtandı güçlü olan. İnsanlık davasının anayasasında yazılmayan, doğruya aykırı olsa da doğasında kabalık seviyesi yüksekti, kor kor yanıyordu gönülde, genetikte ve vurana vur, kırana kır vuruşlarının yanıt olmayacağına dairdi sözleri. Bilge miymiş bu kız dedirtecek kadar bütün duyuşlarını, minnacık dünyasının merkez noktası, kalbine ikna edebilmeyi başarmıştı işte. Tümcelerin iç dış, alt üst parentez, ünlem, soru işareti, yer gök kapsamındaki mesajı; sevi dokunuşunu yumuşak dokularında eritip, eritip geleceğe umut sızdıran bir mektuba dönüştürdüm bakın! diyordu. Erkek kimliğinin tüm var oluşuyla Adam, kendi beyninde yer eden cümlelerin anlamını başka türlü açıklayamazdı. Hala elinden taşıdığı mektupla bir an önce yatak odasından çıkmalıyım diye düşündü. Anbeanlık değişen duyusal ritmin çölündeki Adam gibi bir bu yana bir öte yana çöğe çöğe, kadınsı narinliğini içinde hormon hormonal damarlarında yürümesiyle eşzamanlı odadan dışarı attı kendini. Mazeret falan değildi hisli olması, doktor muayenesiyle kesinleşmişti. Adamın şaşkınlığı bir değildi beş değildi. Yıllardır beraber yaşadığı kadını hiç tanımamıştı. Mesela çevirmenliği dışında yazma yeteneğiyle ilk kez karşılaşması, diğer taraftan hikayeciliğindeki özgün, özgür, özürsüz yazışı ve anlatımı da kafasına takılmıştı. Sevgilisi, O küçük kızçesi, anneciğinin savunmasız kaldığı zor anında tanıktı. Gerçek bir hikayeci gibi olayı imgelerle, sembollerle bugüne taşımıştı. Şiddetin damgasını, yüksek zekasıyla sahneden silip süpürmeye kayıt düşen, unutturmayan mührünü vurmuştu. Hikayecilik, yazarlık, yazmak neydi? Buydu işte. Benim hikayeciliğimi ikiye böldü. Mektup öncesi ve sonrası biz ve ben olacağım sanırım bundan sonra dedi içinden. Bir kız çocuğu ve dövülen annesi, döven babası ya da fırtınalı bir akşam sofrası başına geçmiş bir ailenin ortasından kalan üç beş kişiyi, çirkin ve çirkef dayağı, dayakçıyı, yarılan yırtılan hayatları, kanayan kararan kalpleri, ipince incelmiş hayallerini narin tümceciklerle, çok nadir bir beynin onarıcılığıyla öyküleştirmesi muhteşemdi. Edebi hayat, edebiyat insanla başlayıp, insanlığı yok etmeye çalışanın, arasındaki farkı dil dil hikayeleştiren yeni yeni hikayelerin tümüydü.
36. bölüm yeni hikaye
erkeğin beyni zınk etti yeniden. erili dişili içinde diken diken dirildi belleğinde. Az önce kuşkuların kulvarında sekerken dolu dizgin, düşündüklerine bin pişman oldu. Ah! O kısa mektupçuğun yıllarla sınırlanamayan hayat dersini hiç ummadığı bir zamanda "dan!" diye almıştı işte. Dün akşam masayı yumruklayan ben ve o küçük kızı içinde taşıyan, büyüten kadın;sevgilim. Şiddetten ne kadar uzaksak bir o kadar da çok yakınındaydık. Sabır taşı çatlatan ufacık sözü kelamı bahane ederek "Çat! Çat!" tokatlar, tekmeler, çitmeler... bağırış, nara veryansın... Her ikimizde kırıp döküp odayı, beriyi, öteyi ve bedenimizi hırpalardık yok yere.
O evde daha sonra neler olmuştur?Adam tahmin etmeye çalışıyordu. Sevgilisi babasına
yalvaran gözlerle ve korkuyla bakarak dudağını büke büke ağlamış mıdır? Ya dayak sonrası annesi, zedelenen gönlünü hangi taşa çalmış, zihninden neler geçirmiştir? Kızının yazdığı mektuba göre yaşama tutunabilen kadın olabilmiş miydi gerçekten de. Kocasına affettim seni!dedi mi ? Diklendi mi, küstü mü? hediye mi aldırdı? Hayatı dar, dünyayı çekilmez buldu ya da tam tezat; ev süpürüp, cam kapı silerek kafasını dağıtmaya mı çalıştı? Yoksa, tartıştığımız gün ben kulübe gidince evi temizlemesi, onun annesinden gördüğü içsel bir başkaldırış mıydı?. Hımm! Çok akla yakın. Annesi, olaylı gecenin ertesinde, tutunamayanlardan olmamıştı ona göre. Kızını kucağına kavuşturup ağlayıp sızlamamış, babevine şikayete gitmemişti. Sanırım yaşadıklarının hüznüyle elenen yüreciği pıt pıt ağlasa da içten içe asil ve onurlu gözyaşlarıyla damla damla.İçli içli kızının saç buklelerini öperken gecenin karanlığında yaralarını sarmayı yeğ tutmuştu ki anne, küçük kızı o gecenin anısını yazarken acıyı hafifleten, çözümlü cümleler kurmuştu böylesine.. Gecenin sessiz atmosferine haşin, hoyrat sahneleri salıvermişti. Şiddet canavarını uçurum uçurum atıp, parçalayıp; geriye dönüşünü şuurunda engellemişti. Vay anam vay! dedi Adam kendine, benim sevgilimden ne kadın, çocuk hikayeleri çıkarmış da haberim yokmuş dedi. Kızın dediği doğru, gerçekten yabancıymışız birbirimize. Mektubun irdelemesini daha ne kadar sürdürebelirdi bilinmez ama hıçkırıkları boğazından çıktı çıkacaktı eğer kapı çalmasaydı. Zırrr zırrr.
Kapının sırası mı demeye mecali kalmamıştı. Başı uğul uğul gitti kapıyı açtı.
Sevgilisiydi gelen. Buzdolabından yeni çıkmış buz kadar donuk bir ifadeyle bön bön bakarak sevgilisine ve aslında içten içe şen şakrak dans eden kalbiyle, kapının önünde hazır ol duruşuyla dikilen kadına:
--Sen neredesin? Çok merak ettim? Deli olmak üzereyim . Aklıma kötü kötü şeyler geldi?diyerek dilinden birbirinden alakasız sorular dökü dökülüverirken sevgilisine sarılıverdi ve bir öpücük kondurdu yanağına. Kaşını yukarı yukarı çektirerek kadında
-- Mesela, dedi?... Kapının önünde sanki sorguya çeker gibisin . Seni merak ettirdim diye beni eve almayacak mısın yoksa hıı? dedi erkeğin beline dolanarak sarmaşık misali.
Dün sabah senin, bu sabah da benim başıma neler geldi hiç sorma aşkım?
- Hadi ya?
-- Ne oldu sana? Sesin kısık ve üzgün gibi dedi kadın.
--Yok canım önemli bir şey yok dedi Adam. Beni bırak da olanları anlat.
-- Var bir şey.
--Yok dediysem yok sevgilim.
--Var dedi kadın. Allahaşkına ne oldu önce sen söyle.
--Offf diye itiraz edince Adam. Kadın ısrar etmeninanlamsızlığına kanaat getirdi. Anlatacaklarının tadını çıkara çıkara:
-- Kaç gündür eve gitmedim. Çeviriler beklemekte. Biraz çalışır dönerim dedim.. Benim evin caddesine henüz döndüm tamam mı? Taksinin biri uçarcasına yanıma duruverdi zıppadak. Sıçramasam bana çarpacak. Kapılar açıldı çarpıldı şak diye adamın biri kadını itikleyerek indirdi araçtan. Vurdu vuracak arasında dil döş küfür önümde yürümeye başladılar. yy! Başımdan aşağı kaynar su mu desem, ter mi bastı vücudumu desem? .. Ürperdim. Pek fena oldum. Dayanamayıp öfkeme çatacağım sıra durdum, sustum. Annem geliverdi o an yanıma, ve o geceyi anımsadım.
-- Olamaz bu kadarı dedi Adam.
Kadın:
-- Olmaz olan ne?
-- Hiiç ya. Bir şey geldi aklıma. Sen devam et.
-- Sinir oldum şoföre de. Kaygısızca sürdü gitti arabayı.
“Beyefendi kadın dövmeye utanmıyor musunuz?” dedim. Kızgın kızgın başını iki yana sallayan adama ters ters bakarak kadının tarafına geçiverdim. Kadın bir tuhaf tı. Hatta çok tuhaftı. Saçı başı dağılmış gözü gözüme kaydı inan ki, iliklerime işledi nazarı.
--Siz kadınların nerede ne yapacağınız belli olmuyor işte.
-- Doğru inan ki, çok doğru sevgilim. Bu adamın asıp kesmesi bana vız gelir der gibiydi. Asıl asalet ondaydı. Annem sandım bir an o kadını içim titredi. Küçükken bir gece… sustu kadın
erkeğin beyni zınk etti yeniden. erili dişili içinde diken diken dirildi belleğinde. Az önce kuşkuların kulvarında sekerken dolu dizgin, düşündüklerine bin pişman oldu. Ah! O kısa mektupçuğun yıllarla sınırlanamayan hayat dersini hiç ummadığı bir zamanda "dan!" diye almıştı işte. Dün akşam masayı yumruklayan ben ve o küçük kızı içinde taşıyan, büyüten kadın;sevgilim. Şiddetten ne kadar uzaksak bir o kadar da çok yakınındaydık. Sabır taşı çatlatan ufacık sözü kelamı bahane ederek "Çat! Çat!" tokatlar, tekmeler, çitmeler... bağırış, nara veryansın... Her ikimizde kırıp döküp odayı, beriyi, öteyi ve bedenimizi hırpalardık yok yere.
O evde daha sonra neler olmuştur?Adam tahmin etmeye çalışıyordu. Sevgilisi babasına
yalvaran gözlerle ve korkuyla bakarak dudağını büke büke ağlamış mıdır? Ya dayak sonrası annesi, zedelenen gönlünü hangi taşa çalmış, zihninden neler geçirmiştir? Kızının yazdığı mektuba göre yaşama tutunabilen kadın olabilmiş miydi gerçekten de. Kocasına affettim seni!dedi mi ? Diklendi mi, küstü mü? hediye mi aldırdı? Hayatı dar, dünyayı çekilmez buldu ya da tam tezat; ev süpürüp, cam kapı silerek kafasını dağıtmaya mı çalıştı? Yoksa, tartıştığımız gün ben kulübe gidince evi temizlemesi, onun annesinden gördüğü içsel bir başkaldırış mıydı?. Hımm! Çok akla yakın. Annesi, olaylı gecenin ertesinde, tutunamayanlardan olmamıştı ona göre. Kızını kucağına kavuşturup ağlayıp sızlamamış, babevine şikayete gitmemişti. Sanırım yaşadıklarının hüznüyle elenen yüreciği pıt pıt ağlasa da içten içe asil ve onurlu gözyaşlarıyla damla damla.İçli içli kızının saç buklelerini öperken gecenin karanlığında yaralarını sarmayı yeğ tutmuştu ki anne, küçük kızı o gecenin anısını yazarken acıyı hafifleten, çözümlü cümleler kurmuştu böylesine.. Gecenin sessiz atmosferine haşin, hoyrat sahneleri salıvermişti. Şiddet canavarını uçurum uçurum atıp, parçalayıp; geriye dönüşünü şuurunda engellemişti. Vay anam vay! dedi Adam kendine, benim sevgilimden ne kadın, çocuk hikayeleri çıkarmış da haberim yokmuş dedi. Kızın dediği doğru, gerçekten yabancıymışız birbirimize. Mektubun irdelemesini daha ne kadar sürdürebelirdi bilinmez ama hıçkırıkları boğazından çıktı çıkacaktı eğer kapı çalmasaydı. Zırrr zırrr.
Kapının sırası mı demeye mecali kalmamıştı. Başı uğul uğul gitti kapıyı açtı.
Sevgilisiydi gelen. Buzdolabından yeni çıkmış buz kadar donuk bir ifadeyle bön bön bakarak sevgilisine ve aslında içten içe şen şakrak dans eden kalbiyle, kapının önünde hazır ol duruşuyla dikilen kadına:
--Sen neredesin? Çok merak ettim? Deli olmak üzereyim . Aklıma kötü kötü şeyler geldi?diyerek dilinden birbirinden alakasız sorular dökü dökülüverirken sevgilisine sarılıverdi ve bir öpücük kondurdu yanağına. Kaşını yukarı yukarı çektirerek kadında
-- Mesela, dedi?... Kapının önünde sanki sorguya çeker gibisin . Seni merak ettirdim diye beni eve almayacak mısın yoksa hıı? dedi erkeğin beline dolanarak sarmaşık misali.
Dün sabah senin, bu sabah da benim başıma neler geldi hiç sorma aşkım?
- Hadi ya?
-- Ne oldu sana? Sesin kısık ve üzgün gibi dedi kadın.
--Yok canım önemli bir şey yok dedi Adam. Beni bırak da olanları anlat.
-- Var bir şey.
--Yok dediysem yok sevgilim.
--Var dedi kadın. Allahaşkına ne oldu önce sen söyle.
--Offf diye itiraz edince Adam. Kadın ısrar etmeninanlamsızlığına kanaat getirdi. Anlatacaklarının tadını çıkara çıkara:
-- Kaç gündür eve gitmedim. Çeviriler beklemekte. Biraz çalışır dönerim dedim.. Benim evin caddesine henüz döndüm tamam mı? Taksinin biri uçarcasına yanıma duruverdi zıppadak. Sıçramasam bana çarpacak. Kapılar açıldı çarpıldı şak diye adamın biri kadını itikleyerek indirdi araçtan. Vurdu vuracak arasında dil döş küfür önümde yürümeye başladılar. yy! Başımdan aşağı kaynar su mu desem, ter mi bastı vücudumu desem? .. Ürperdim. Pek fena oldum. Dayanamayıp öfkeme çatacağım sıra durdum, sustum. Annem geliverdi o an yanıma, ve o geceyi anımsadım.
-- Olamaz bu kadarı dedi Adam.
Kadın:
-- Olmaz olan ne?
-- Hiiç ya. Bir şey geldi aklıma. Sen devam et.
-- Sinir oldum şoföre de. Kaygısızca sürdü gitti arabayı.
“Beyefendi kadın dövmeye utanmıyor musunuz?” dedim. Kızgın kızgın başını iki yana sallayan adama ters ters bakarak kadının tarafına geçiverdim. Kadın bir tuhaf tı. Hatta çok tuhaftı. Saçı başı dağılmış gözü gözüme kaydı inan ki, iliklerime işledi nazarı.
--Siz kadınların nerede ne yapacağınız belli olmuyor işte.
-- Doğru inan ki, çok doğru sevgilim. Bu adamın asıp kesmesi bana vız gelir der gibiydi. Asıl asalet ondaydı. Annem sandım bir an o kadını içim titredi. Küçükken bir gece… sustu kadın
37. bölüm yeni hikaye
Evet canım, genç bir kızken bir gece dedin ve sustun.
--O gece de ne oldu ?
-- Ne mi oldu sevgilim. Yanımdaki şiddetin şirretine maruz oldu olacak arası sırat köprüsünden geçen kadınla,gözümün önünde dövülen annem ve ben; gözbebeklerimizin sessizliğinde konuşmuş gibi olduk adeta anladın mı? Bunu bir erkeğin anlamasını asla bekleyemem, senden de.
- Neden? Neden benim de annemden ya da babamdan, ne bileyim çevremden şiddetin tecavüzüne uğramadığı mı düşünüyorsun? Şiddet sadece kadına mı sanıyorsun? Belki erkek olarak delikanlı olduktan sonra sahip olduğumuz güçle, kadınlardan daha az dövülebiliriz. Kendimizi korumak kolaydır size göre. Cüddemize bakıp kimse cesaret edemez dövmeye. Sana bir şey söyleyeyim mi: ben ilkokula gidiyorum ve beşinci sınıftaydım. Matematik sorusuna yanıt veremedim diye, öğretmenim cetveli dikine dikine küçücük avuçlarımı kabartıncaya kadar vurdu vurdu vurdu. Ağlayamadım bile. Ve ben matematik dersini hiç sevmedim ömrüm boyunca. Edebiyata sığındım bilinçaltımda.
Kadın baktı Adama. Ellerini aldı avuçlarının içine. Sıktı sıktı. Sıktı. Avucun içini yüzüne çevirdi erkeğinin öptü kokladı. Öptü kokladı. Öptü kokladı.
- Sanırım seni onun için çok seviyorum. Kaderlerimiz bir. Aynı yazılmış tarihimiz ve yazılmamış anılara sahibiz.
Adam duramadı atıldı:
-- Hayır, senin bir tane yazılmışın var, dedi.
--Hangisi dedi kadın. Adam mektubu oradan bir yerden bulup uzattı:
-Bunu dedi.
-Aaa onu tamamen unutmuştum. Nereden buldun? İçinde neler yazılı, şu an sorsan hatırlamam çoğunu.
Yatak odasında seni aramaya çalışırken kitabın arasından çıkıverdi karşıma.
- Hadi ya! Nasıl yani, yatak odasında beni aramak? Nasıl bir şey?
--Hadi yahu beni zorlama. Seni bulamayınca panik yaptım. Bana bir not falan bıraktın mı diye arandım yokuşa sürdüm aklımı.
--Saçmalamışsın ama.
- Heyyt abartmayalım.
Mektubu versene . Al. Kadın oracıkta kıvrıldı kanapenin üstüne ayaklarını diz altına çekerek samimice, sırtını Adama dayadı başladı okumaya. Saçları önce eğildi başının hizasına, iki büklüm karnı ve yüzü hiç görünmedi son satıra kadar. Bittiğinde buğulu gözlerine meçhul bir şahıs bakıyormuşcasına uzaklara dikti bebeklerini:
“Annemden biliyorum, bu kadın nasıl sakin kalabiliyor diye içim içimi yemiyor. Bazı kadınlar böyle davranıyor. Şiddetin ağdalı ağusunu, kendisini dövene beslediği şefkatle arınabiliyor. Tuhaf ama gerçek. Annemden içselime yansıyan ışığın aydınlık sıcak öyküsü böyle, mektubumda öyle. Yangınlı alazlı kadın olmadım. Çocuğum olsa hırsımı ondan alır döver miydim? Annem. Babamdan dayak yiyen annem. O da beni dövdü aslında. Öfkelendirdiğimde annemi, dişlerini sıktı mı bilirdim mutlaka şamar atardı.
--Tuhaf dedi Adam.
-- Tuhaf gerçekten. Hepimizin bir şamarlık patlaması var şu hayata, aileye, çevreye, polise, karakola. Polis dedim de acaba kadınla ilgili ne yapayım, polise haber vereyim mi derken düşünürken acele acele.. Kadın bana dönüp “ Abla hiç düşünme polisi, barıştırıp gönderiyorlar, kol ve yen meselesi” demez mi? Kadının kolunu sıkı sıkı tuttum ki: “Biz yalnız değiliz abla” dedi korkma der gibi, sen ben biz olalım yeter ki der gibi… Kül yuttum kor tükürdüm bu sözle. Kocası mı neyin nesi ise yanındaki adam “ yürü!”diye bağırınca kadın mağrur ve dik başlı, başlı başına bir devleti peşinde sürüklercesine yürüdü gitti. Ben kaldım ve annem de böyleydi dedim kendime. Köşeyi dönünceye kadar arkalarından baktım. Caddeler de gelip geçen dolu, umursamadan kadını adamı ve beni dünya telaşındalar. Takip etsem şunları dedim ama kadın aşmıştı çoktan.
Eve gidilmezdi olanlardan sonra. Sana geldim.
-- İyi ki geldin. Meraktan çatlardım.
--Ne güzel beni merak etmen. Bayıldım doğrusu.
-- Mektubu sana sormadan okudum bozuldun mu?
-Evet biraz. Eski bir sevgili hatırası çıksaydı karşına, seni ne kadar üzerdi, düşünemiyorum bile.
--Aslında ben de öyle bir şey arıyordum canımı yakacak.
-
-- Ömür boyu içinde sancı çekersin. Ne gereği var.
O geceden sonra, annemle babamı bir arada görmek güz sancısı gibiydi, ben sancıları sevmem o yüzden. Sana da tavsiye etmem. Yarı rüzgarlı, toz tufana benzer gözün hiçbir şey görmek istemez. Miden bulanır. Hep uyumak istersin. Ama sancı seni bir türlü uyutmaz.
38. bölüm yeni hikaye
-- Sancı dedin, doğru ona benzer bir şey yaptım bende. Sigara aradım.
--İnanmam. Sen sigara tiryakisi misin?dedi kadın hayretle.
--Yook yahu.
-- Sigara ararken mektubu buldun. Uzanarak kanapeye kadın Adamın vereceği yanıtı bekler gibiydi gözlerini yumarken bir dakikalığına.
-- On beş yaşındaydım annemle babamın kavga ettiği o gece dedi. Babam anneme hiç anlamadığım bir nedenle ani bir öfke patlaması sonucu vuruvuruvermişti. O an korkudan ağlayamamıştım donayazmış petlek petlek gözlerimle. Annemin acısı kıpkırmızı yüzünden belliydi. Yanardağ misali yankılar saçan gözbebekleri ağlamaktan fersahlarca uzaktaydı. Sonra ben, okuduğun mektubu yazarken ağladım. Aynı an için annem, uyumak için gözlerimi sıkı sıkı kapattığım gecenin bir vaktinde saçlarımı okşarken sıcacık, hüzünlü ve gözyaşılı yanağını yanağıma sürerken ağlamıştı.
-- Üzüldüm şimdi dedi Adam.
--Hı hı. Çantamdan bir sigara versene.
Adam ve Kadın birer sigara yakıp içerken kadın canayakın, can yakıcı bir bakışla:
-- Çocukluk işte…O gece gitmedi gözlerimin önünden günlerce, haftalarca, aylarca. O mektubu tekrar yazmaktan korktum . Annem, şiddet dolu gecenin üstüne daha fazla gitmedi. Belki de beni etkilemesin diye. Babamla arada ters ters bakışmalarının dışında bana yansıtmamaya sözleşmişler gibiydi ama ben konuştuklarını işitmedim. Okula gittiğim zamanlarda halledilmiş ve kapanmış bir hesaptı onlara göre. Annem bir ateşle hastalandı hastaneye yattı. Babam beni sevecek olduğunda “Annem sen yüzünden hastalandı.” Demiştim. Babamın o dakika gözlerinin buğulanıp sokağa fırlayışını hiç unutmam. Babama kırgınlığım yıllarca sürdü mü sürmedi mi net bir yanıtım yok. Fakat, şiddet incelmiş narin bir duyarlılığım oldu. Şiddet karşıtı gösterilerin çoğunda bulundum.
-- Ne diyebilirim dedi Adam.
--Hiçbir şey. Yıllar geçince artık eskisi gibi incitmiyor yaşadıkların. İnsan kocaman bir kadın olunca babasına eskisinden daha çok ihtiyaç duyarmış. O yüzden babamı anlamaya çalışıyorum her geçen gün itinayla, özenle. İnsan neler neler yaşarmış. Büyüdüğünde hayat çok farklı. Çok farklı. çocukluk aslına bakarsan, her çocuğun biraz da masalı.
-- Hayat! Ey hayat! Dedi Adam. Seninle öykülerimin karakterlerin çiziminde farklı düşünüyoruz.
-Yok canım dedi Kadın.
----Denemelerimde şiddet hakkında düşündüklerimi yazdım. Acıdan nemalanmak söz konusu sanısına kapılmanı istemem ama senin mektubunu yayınlatacağım. Aile içi şiddeti, yarasını, koparta koparta en sahicisinden anlatmışsın. Yazının içeriğinde değindiğin şiddetin yarattığı travmayı iyileştirmeye ve kabuk bağlaması gereken o geceye dair, kolaylıkla kimsenin başaramayacağı; şiddetsiz olma çözümün nerdeyse mükemmel. İnsanilik en üst düzeyde. Ve sen bunu çocuk aklı ve gözüyle yazarken başarmışsın tebrik ediyorum seni.
--Teşekkür ederim hayatım. Böyle düşünmen bana iyi geldi. Bazen sen kadın tarafımın ağır bastığını söylersin ya. Ayrımcılığı sevmedim. Erkek düşmanı kesilmedim ama kadın dayanışmasına öncelik verdiğim doğru. Annemle babam hala beraber yaşlanıyorlar. Yalnız o gecenin ben de kayda düşen önemi var bunu duyumsadım meslek sahibi olmak için mücadelemin bir tarafında gizli nedendi.
-- Hayran kaldım sana.
-- Canım sağol. Ne güzel seninle konuşabilmek.Yaralarım iyi ki kabuk bağlamış. Zamanla soğumuş kızgınlığım. Kine küfre tabiatımdan dışlamışım. Erkeği de yetiştiren kadın diye düşünmüşüm suçlu aramadan. Yarı yarıya geçmişimle uzlaşmaya ikna etmişim kendimle, babamla ve erkeklerle bedenimi ve ruhumu. Şiddete şiddet? Tercihim olmamış. Bensem eğer, bu yüzden. ve senin senliğini kabulleniyorsam bu yüzden. Seven de sen, döven de sen yani her insanın kişilik bölünmesi, parçalanması, kırılması ve hoyratlığı olduğunu anlayabiliyorsun bazen. Evlilikten soğumuyorsun. ama neler olabileceğini az çok kestirebiliyorsun. ayağın yer basıyor insanı tanımak,irdelemek ve dayak olayını yaşatmamak adına gayret gösteriyorsun öngörülerinde.
-- Sen çok doluymuşsun.
- Senin gibi.
-- Hadi canım sen de. senin yanında çömezim dedi Adam. Kadınına gurur duyarak sarıldı. iyi ki mektubu bulmuşum. seni yeni tanıdım sanki.
-- Utandırma.
-- Mahçup sevgilim benim. Mektubun gerçek bir öykü. Mutlaka yeni romanımın içinde yer alacak.
– Sen bilirsin. Hoşuma gider sadec.
Adam Kadının yanına diz çöktü. “ Aşkım” dedi.
--Alışverişe gidelim mi?
Kadın canlandı:
--İhtiyacım var. Dışarı çıkalım. Bir erkeğin cüzdanındaki parayı bitirmek… Neşemi yerine getirebilir bak!dedi
-- Sancı dedin, doğru ona benzer bir şey yaptım bende. Sigara aradım.
--İnanmam. Sen sigara tiryakisi misin?dedi kadın hayretle.
--Yook yahu.
-- Sigara ararken mektubu buldun. Uzanarak kanapeye kadın Adamın vereceği yanıtı bekler gibiydi gözlerini yumarken bir dakikalığına.
-- On beş yaşındaydım annemle babamın kavga ettiği o gece dedi. Babam anneme hiç anlamadığım bir nedenle ani bir öfke patlaması sonucu vuruvuruvermişti. O an korkudan ağlayamamıştım donayazmış petlek petlek gözlerimle. Annemin acısı kıpkırmızı yüzünden belliydi. Yanardağ misali yankılar saçan gözbebekleri ağlamaktan fersahlarca uzaktaydı. Sonra ben, okuduğun mektubu yazarken ağladım. Aynı an için annem, uyumak için gözlerimi sıkı sıkı kapattığım gecenin bir vaktinde saçlarımı okşarken sıcacık, hüzünlü ve gözyaşılı yanağını yanağıma sürerken ağlamıştı.
-- Üzüldüm şimdi dedi Adam.
--Hı hı. Çantamdan bir sigara versene.
Adam ve Kadın birer sigara yakıp içerken kadın canayakın, can yakıcı bir bakışla:
-- Çocukluk işte…O gece gitmedi gözlerimin önünden günlerce, haftalarca, aylarca. O mektubu tekrar yazmaktan korktum . Annem, şiddet dolu gecenin üstüne daha fazla gitmedi. Belki de beni etkilemesin diye. Babamla arada ters ters bakışmalarının dışında bana yansıtmamaya sözleşmişler gibiydi ama ben konuştuklarını işitmedim. Okula gittiğim zamanlarda halledilmiş ve kapanmış bir hesaptı onlara göre. Annem bir ateşle hastalandı hastaneye yattı. Babam beni sevecek olduğunda “Annem sen yüzünden hastalandı.” Demiştim. Babamın o dakika gözlerinin buğulanıp sokağa fırlayışını hiç unutmam. Babama kırgınlığım yıllarca sürdü mü sürmedi mi net bir yanıtım yok. Fakat, şiddet incelmiş narin bir duyarlılığım oldu. Şiddet karşıtı gösterilerin çoğunda bulundum.
-- Ne diyebilirim dedi Adam.
--Hiçbir şey. Yıllar geçince artık eskisi gibi incitmiyor yaşadıkların. İnsan kocaman bir kadın olunca babasına eskisinden daha çok ihtiyaç duyarmış. O yüzden babamı anlamaya çalışıyorum her geçen gün itinayla, özenle. İnsan neler neler yaşarmış. Büyüdüğünde hayat çok farklı. Çok farklı. çocukluk aslına bakarsan, her çocuğun biraz da masalı.
-- Hayat! Ey hayat! Dedi Adam. Seninle öykülerimin karakterlerin çiziminde farklı düşünüyoruz.
-Yok canım dedi Kadın.
----Denemelerimde şiddet hakkında düşündüklerimi yazdım. Acıdan nemalanmak söz konusu sanısına kapılmanı istemem ama senin mektubunu yayınlatacağım. Aile içi şiddeti, yarasını, koparta koparta en sahicisinden anlatmışsın. Yazının içeriğinde değindiğin şiddetin yarattığı travmayı iyileştirmeye ve kabuk bağlaması gereken o geceye dair, kolaylıkla kimsenin başaramayacağı; şiddetsiz olma çözümün nerdeyse mükemmel. İnsanilik en üst düzeyde. Ve sen bunu çocuk aklı ve gözüyle yazarken başarmışsın tebrik ediyorum seni.
--Teşekkür ederim hayatım. Böyle düşünmen bana iyi geldi. Bazen sen kadın tarafımın ağır bastığını söylersin ya. Ayrımcılığı sevmedim. Erkek düşmanı kesilmedim ama kadın dayanışmasına öncelik verdiğim doğru. Annemle babam hala beraber yaşlanıyorlar. Yalnız o gecenin ben de kayda düşen önemi var bunu duyumsadım meslek sahibi olmak için mücadelemin bir tarafında gizli nedendi.
-- Hayran kaldım sana.
-- Canım sağol. Ne güzel seninle konuşabilmek.Yaralarım iyi ki kabuk bağlamış. Zamanla soğumuş kızgınlığım. Kine küfre tabiatımdan dışlamışım. Erkeği de yetiştiren kadın diye düşünmüşüm suçlu aramadan. Yarı yarıya geçmişimle uzlaşmaya ikna etmişim kendimle, babamla ve erkeklerle bedenimi ve ruhumu. Şiddete şiddet? Tercihim olmamış. Bensem eğer, bu yüzden. ve senin senliğini kabulleniyorsam bu yüzden. Seven de sen, döven de sen yani her insanın kişilik bölünmesi, parçalanması, kırılması ve hoyratlığı olduğunu anlayabiliyorsun bazen. Evlilikten soğumuyorsun. ama neler olabileceğini az çok kestirebiliyorsun. ayağın yer basıyor insanı tanımak,irdelemek ve dayak olayını yaşatmamak adına gayret gösteriyorsun öngörülerinde.
-- Sen çok doluymuşsun.
- Senin gibi.
-- Hadi canım sen de. senin yanında çömezim dedi Adam. Kadınına gurur duyarak sarıldı. iyi ki mektubu bulmuşum. seni yeni tanıdım sanki.
-- Utandırma.
-- Mahçup sevgilim benim. Mektubun gerçek bir öykü. Mutlaka yeni romanımın içinde yer alacak.
– Sen bilirsin. Hoşuma gider sadec.
Adam Kadının yanına diz çöktü. “ Aşkım” dedi.
--Alışverişe gidelim mi?
Kadın canlandı:
--İhtiyacım var. Dışarı çıkalım. Bir erkeğin cüzdanındaki parayı bitirmek… Neşemi yerine getirebilir bak!dedi
39. bölüm yeni hikaye
Kadınlar dışarı çıkarken bekletmeyi severler. Bu Kadın da diğer zamanlarda olsa aynı şeyi yapacaktı. Farklı bir gündü oysa. Hemen, hemen hava almaya ihtiyacı vardı. Adamı bekletip bekletmemek derdi değildi. Bukalemununun orman yeşilinde rengiyle beraber bedenini de bir anda farklı görünüme büründürmesi tetikliğinde gardroptan haki yeşili şal desenli elbisesini üstüne çekivermesi bir dakikayı geçmemişti ki daha ben hazırım dedi sevgilisine.
Adam, bravo sana dedi. Çıkalım o zaman. Kadın boynundan geçiriverdiği küçük çantasıyla pabuçlarını giymiş, kapıda bekliyordu. Tamam aşkım. Asansör geldi mi.
Asansörde bakışları birbirine kaymadı, ne düşündükleri yalnız kendilerine ait kaldı. En son katta indiklerinde akşamın ışıkları şehri ayrıcalıklı bir çekicilik katmıştı.
Nereye gideceğiz? Bilmem ki?
İnanmam! Alışverişe çıkan kadın mutlaka bilir nereye gideceğini. Gerçekten, şu an için bir planım yok dedi kadın.
Ünlü modaevlerini bilmek zorunda değilim şekerim sadece alışveriş fikri benim derken Adam arabayla oturdukları sokağın köşesinden dönmek üzereydiler.
O arabanın içinde olmaktan memnun görünürken Kadın Ve Adam dünyanın merkezi sayılan İstanbul’un barındırdığı binlerce çiftten yalnızca biriydiler. İstanbul da yaşıyor olmak, ırmağın ortasında, suyunun devinimlerini hissederek şekillenmekti. Bazen kişiliği, bazen yaşamı, mekanı, aşkı, işi ve çok çeşitli tercihleri. Taşkın bir şehirdi İstanbul. Her şeyi taşkınıyla yaşıyordu. İyiliğini de kötülüğünü de. İnsanları da benzer duygular aleminde iyi veya kötüydüler tanımlamalara göre içten, dıştan bakış açısına göre. Her çeşit insanı ve yaşamını akan ırmağından aşırıyordu karşı kıyıya. İnsanlara ne kötü davranıyordu, ne iyi... Şehir, şehir olalı beri itiraz etmeden insanlara, yanıla yıkıla tahammül sınırlarının üstünde insana tepelerinde mekan olmaya devam etmekten vazgeçemiyordu. İç İstanbul Taksim, Cihangir, Beyoğlu… yerli yapancı ama hepsi dünyalı, bir dolu sanatçı, sanatsız, kılıklı kılıksız, asiliz diyen, demeyen, Biz İstanbulluyuz diyebilenlere ayrıcalıksızdı. Kimine,taşım toprağım altın da dedirtmiş. Kimine, üstüm altım tarih de ... Anadolu’dan gelenler şaşkınlıkla, Avrupa’dan gelenler hayranlıkla onun boğazdan görünüşünü her seferinde dinmeyen aşık olma büyüsüyle seyretmiş. İstanbul yedi tepe, köy köy milletlerin emsalini akşam yatırmış koynuna, sabah uyandırmış. Tarlabaşı’nda taksidolmuşcular şehrin gerçek kurdu olmuş, kuşlar gibi bir baştan bir başa şehrin işcisini, emekcisini, tezgahtarını, memurunu işine yetiştirmiş. Vapurlar dolusu yolcular karşıdan karşıya, Avrupa’dan Anadolu yakasına bitmeyen akışıyla yaşam ırmağında yaşamaktalar İstanbul’un. Şikayet eden gelmesin dememiş bu şehir. Şehirlileri sonradan gelenlere, dillerinden arasıra kaçırmışlar “sayılı insan gelsin İstanbul’a demişler. Hadi köyümüze dönelim” diyen çıkmamış. İstanbul bu, eyvallahı olur mu? Hülyalı, dalgalı, hareketli, zorlu mücadeleli. İstanbullu açım dese İstanbul aldırmıyor. Tokum dese de. Toprağında ilim serbest, okumak alabildiğine derya deniz, dergah, üniversite… inandım diyene kilise, cami , havra ezan, çan serbest. Kırk kere kuşatılmış. Kuşatan, zaferini çağ değiştirmeye bedel tutmuş… Ama İstanbul hiç değişmemiş. Gelene geçene hal yol olmuş. Bir bakarsın mağrur, bir bakarsın, yemyeşil, bir bakarsın, yoksul, bir bakarsın şehirde yoksun. İstanbul yine var olmuş onunla yola devam etmek isteyenlere. 30 kasım 2008 İstanbul – Taksim yolu. Adam ve Kadın dalgın ve yavaş yavaş müzik dinlerken nereye gittiklerinin pek farkında olmaktan vazgeçmişlerdi.
40. bölüm yeni hikaye
Hiç gezmedikleri bir alışveriş merkezinin önünde arabayı durduran Adama, Kadın bir tek söz etmeden eşlik etti içeri girerken. Alışveriş merkezi kalabalık değildi, tenha da…Rengarenk ışığın giysilere ayrı bir albeni kattığı yan yana dükkanlar, bakir ormanlarda hiç dokunulmamış yeşilin bakire yaprakları gibi tiril tiril müşterilerine göz kırpıyordu. Dükkanların vitrinleri satışı hızlandıracak şekilde dekore edilmişti. Reyonlarla ilgilenen güzel, ince kızlar giysiyi müşterisine kibarca uzatıp bekliyordu. Alışveriş molasında Her türlü yiyecek, her çeşit içecekle hizmet veren kafe, restoranlar seç seçebildiğin kadardı. Her türlü insan, her türlü giyimin ve herkese göre düşünülmüş alışveriş merkezinde dolaşıyordu Adam ve Kadın. Elleri, bedenleri, başları, gözleri bir hizadaydı çünkü, erkek sevgilisine erişmek için sırtını hafif eğmiş kamburunu çıkararak yürüyordu. Uzaktan yakından gelip geçenler göz ucuyla bakıp karşısındaki insana, kendi içine dönüp geçip gidiyordu yukarı kata yürüyen merdivenle ya da aşağıya. Alışveriş merkezi yaratılmış bambaşka bir dünya idi. Alım gücünün kullanıcısı insanın doyasıya alış veriş yaparak benliğini mutlu ettiği, dünyanın ve yaşamın merkezi bu mekan; giriş çıkışı varlıkla yokluğu karşı karşıya getirirdi daima. Buranın kapısından içeri girene kimse girme demez, kapıda duran güvenlik görevlileri çantalarını teknolojinin elverdiğiyle kontrol ederdi. Serbestçe dolaşılan altı üstü, kat katı, kafesi her yerinde alışveriş merkezinin bulunabilirdin. Ama beğendiğin harika bir giysi, pabuç, çantaya gözün takılınca… kredi kartına, cüzdanına, paraya elini değmek zorunda kalabileceği önceden bilinen de bir yerdi. Nice serseri göz çapkın bakışlarla şu vitrindeki siyah dekolteyi süzmüştür kimbilir… nerelerde giydiğini düşleyerek dedi Adam Kadına dönerek. Ne dedin dedi Kadın, Adama fısıldayarak?
--Bak şu şeker pembesi elbise tam sana göre.
--Hangisi?
-- Mankenin üstündeki.
--Off! Bana göre çok fosforlu o.
--Şekerim sen bana güven, yakışacak giy bak.
--Giysi denemeyi sevmem . Beğenir ve alırım.
--Hiç kadınca değil.
--Fahriye de böyle söylerdi.
--Fahriye kimse tanımıyorum. Ama doğru söylemiş.
--Ben detayına inmeden bir şey almam.
Kadın Adama dönüp
--Pazarlık yaparım deme sakın.
--Sıkı pazarlıkçıyımdır.
--Bu da çok kadınsı.
--Aynen şekerim. Herkesle alışverişe çıkmam. Yalnız daha iyi oluyor. Seninle de ilk kez.
--Yani…
-- Öyle işte. Vitrinlere dikkat ettin mi mor bu yıl çok moda.
--Hı hı farkındayım. Şuraya bir girelim mi.
--Girelim dedi Adam.
Kadın bir iki reyonu dolaştı. Elinde mor üstüne siyah şal desenli U yakalı kolsuz bir elbiseyi tutarak:
--Bunu almak istiyorum dedi.
--Biraz daha dolaşsaydın.
--Çekemem şekerim.
-- Hayalkırıklığına uğradım. Reyon reyon dolaştırılmayı göze alan birini bulan bir kadının, kısa ve net bir şekilde kararını vermesine alışık değiliz biz erkekler ve hayatımda ilk kez yaşıyorum.
--İyi ya. Şimdi senin istediğin varsa alalım. Yalnız, çay ve sigara içmeye ihtiyacım var.
-- Şimdi sen bu elbiseyi alıyor musun?
--Evet.
-- Tamam. Eli cebine giderken, Kadın da aynı anda elini çantasına attı. Adam izin vermedi. Kadının eli çantada kaldı. Paketi eline uzatan tezgahtar kıza teşekkür etti çıktılar, kafeye doğru giderken Kadın elini Adamın avucuna koydu, sokuldu burnunun dibine “Teşekkür ederim.” Dedi ve gözlerini utanca benzer hoş bir buğuyla yere çevirdi.
41. bölüm yeni hikaye
Bir müddet usul, yavaş, yavaştan… yavaştan adımlarını sayar gibi alışveriş merkezinin cafelerin bulunduğu en üstün bir altına çıktılar. Masanın birine, kadın önce, Adam sonra oturdu. “ Ne yiyelim ?”dedi. Kadın, “Çay içelim, sen acıktın mı? “Acıktım gibi.” “ O zaman sen ne yiyeceğimize karar verirken, ben bir çay sigara içeyim. Olur mu?” “Bana uyar” dedi Adam , masadan kalktı lahmacun, pide pişirilen açık fırının bölümüne yürürken geri dönüp geldi.
--Vazgeçtim. Ben de bir çay içeyim. Alışveriş yarım kalmasın. Yarın söyleşim var, yeni bir gömlek bana şans getirebilir. Sen seçersin gömleği, yorulmamış olurum, ne dersin?
Kadın çantasından sigarasını çakmağını çıkardı. Garsona bir çay dedi. Çakmağı ateşleyip sigarasını yakarken;
--Çok zor bir şey istedin benden. Gördüğün gibi, ilk gözüme çarpanı alıyorum. Sıkılıyorum gez gez gez. -Alışveriş ben de tuhaf bir boşluk yaratıyor.
-- Hayret! Ciddi misin? Bir kadının ağzından bunları duymak da ben de tuhaf bir etki yaratıyor. Oho… ben saatlerce dolaşırım.
İki sevgili çaylarını içerken yanlarından geçenler eğreti ve eğri nazarlarını değdirip değdirip çekiyordu onlardan. Bu bakış, görüş bilinçli miydi? Hayır, alışveriş merkezini gezen tozan herkes, birbirine aynı yakın mesafeden veya aynı uzaklıktan göz atıyordu. Adam ve Kadın da diğer insanlara; eğreti ve eğri nazarlarını değdirip değdirip çekiyordu gayri ihtiyari.
Sonra Adam, Kadına baktı. Kadın, gri bir bulutun yağmurlaşmasına ramak kala gibiydi. İçindeki kadınsı hislerinin kanı kaynayıverdi. Sarılıp öpmek geldi Kadını, su içer gibi kana kana. Sihirbazın sihirli değneği şu ana değmiş her şey hafifçe dönüyor gibiydi. Çarpıcı bir sarhoşluğu, aşkın bir mutluluğu kalbi hiç bu derece tatmamıştı. Arkadaşlarıyla birlikte bir iki kadeh içtikten sonra hüzünle karışık neşeyle hoşsohbet ve taşkın duygular yaşardı ara sıra ama böyle hissetmemişti. İçkinin tesiriyle dili çözülürdü.
Öykülerinden söz edilmesine bayılırdı sarhoşken. Şimdi sarhoş değildi ama bir ses kulağına kendi hikayeni yazsana diye fısıldıyordu. Fısıltının dilinde sevgilisine yazmak istediği mektuplar gizliydi.
“Sevgilim… Gönül bahçemin sabırlı bekçisi. Hikayelerimin dişi kedisi. Neden beni uyarmadın? Duyumsamadan olmaz kadınlık ve erkeklik.
İncecik nazlanmaların tadını, acelesiz aşkı…neden anlatmadın?
Ya ben hastalanmasaydım; bir yanım kadın olmasaydı ruhen…
Ne bilirdim kıymetini ben’tanem?
Şimdi şuan bana bakarken ne düşünüyorsun merak ediyorum. Hala bana ne olduğunun bilmecesine takılmış duran, çakmak gözlerin yanıksı ve aydınlıksın.
Gönlünden geçenleri kıskanıyorum sevgilim…
Ne güzel gülümsüyorsun dedim mi hiç sana?”
42. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Ne güzel gülümsüyorsun dedim mi hiç sana?
Demedin dedi kadın, mimiklerinde eflatun mini mini minelerini sabah yelinde bir açıp bir kapayan dağ çiçeğinin sadeliğiyle.
Meraklı gözlerini sevgilisinin gözüne dikip, işaret parmağıyla dudağına dokundurdu, ayağa kalktılar, Adam kolunu beline doladı Kadının. Yürümeye başladılar vitrinlere bakarak. Kadının göz pınarlarından iki damla yaş aktı mutluluktan. Süzülen gözyaşı dudağının kıyısında diliyle birleşti. Tuzluydu tadı. Sevincin hüznü karışmıştı. Gözyaşı, sevdasını yüklemişti bir damlaya.
Bedenlerine sığınan yürekleri, yanlarından gelip geçenler gibi yanık kozasını delip geçmişti kanat çırparak . Sarmaş dolaş alışveriş merkezinin erkek reyonuna yaklaşan çiftin, kadınsı tözleri kendi içinde sessizce sözleşmişti.
-Gel, şuraya bir bakalım.
-Bakalım.
-Beyaz gömlek bakacaktık.
-Tabii efendim, kaç beden?
Gömlek reyonunda modelleri farklı her renk gömleğin asıldığı askıları öne arkaya çekerek incelemeye koyuldular. İndirimli satışlarımız bu tarafta beyefendi diyen elemana yan gözle bakıp donuk bir gülümsemeyle yanıt veren Adam, Kadının uzağında kalmamaya özen gösteriyordu.
-Hadi çıkalım. Çıkalım dedi ve çıktılar. Yandaki dükkana girdiler. Gözleri delip deşerek gömlekleri seçmeye çalışıyordu.
-Şu nasıl?dedi Kadın erkeğine dönerek. Adam bir an baktı.
-Olmaz!
- Neden?
-Yakası büyük bence. Fiyatına baksana.
- Fiyatı uygun. Ya şu?
- Hangisi?
- Onun beyazı mat. Şöyle ışıldayan beyaz gömlek istiyorum.
-Afedersiniz bakar mısınız? Beyaz gömleklerin hepsi bu kadar mı?
- Evet efendim. İlerde bir reyonumuz daha var isterseniz oraya bakın.
-Ne dersin sevgilim?
-Sen nasıl istersen. Oradan da çıktılar. Yeni gömlek reyonunda beyaz bir gömleği askısında iyice inceleyerek:
-Bunu denemeni istiyorum diyerek Adama uzattı. Kabinde beyaz gömleği giymeye ikisi birden girdi.
Kadın,
- Gayet güzel oldu. Mızmızlık etmeni yasaklıyorum. Sevgilisi,
-Sen beğendin mi?
-Beğenmesem söylerdim.
-Omuzlarındaki dikişleri sevmedim ama..
-- Çok incemiksin . Yakıştı diyorum. Hem bana seç dedin, hem de seçimime güvenmiyorsun. Alındım doğrusu.
--Tamam tamam şekerim. Alıyoruz.
Gömleği paket yapar mısınız? Bir dakika bekletebilir miyim sizi?
--Gömleğin fiyatı ne kadar?
---Üstündeki etikette yazıyor efendim. Etiketi okumaları bir saniye sürmedi.
--Çok pahalı. Kalsın der demez Kadın atıldı.
--Saçmalama. Fiyatı çok hesaplı ayrıca, ben seçtim. Beğendim dedim.
--Şekerim senin gibi akıllı bir kadın şantaj yapıyorsun diye algılayacağım Meseleyi.
--Mesele yapan sensin. Saatlerdir dolaşıyoruz. -Yoruldum ve alışveriş beni hep sıkmıştır. Senin için katlanıyorum ama..
--Tam aksi, ben de çok hoşlanıyorum. Didik didik giysilerle didişmek, tarzım bu söylemiştim.
--Tamam o zaman ben cafeye gidiyorum. Sen istediğin kadar didiş gömleklerle. Orada buluşuruz deyip çıktı Kadın cafenin içinde boş bir masa buldu oturdu. Arkasından Adam, paketiyle geldi. Suratı asılmaktan öte kırılmış vazoya benziyordu.
43. bölüm yeni hikaye
--Asma suratını öyle.
Olanca kırgınlığını gözbebeklerine yükleyerek sevgilisine baktı Adam. Başını yana çevirdi. Gelene geçeni boş nazarla süzmeye daldı bir süre. Sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi aynı yavaşlıkta döndürerek:
--Mağazada beni bırakıp gidecek bir neden bulamıyorum. Bu kez de Kadın, amaçsız bir iki kem küm ederek , kendisini bırakıp gitme nedenini ikna etme gayretine düşmeden:
--Özür dilerim,dedi gözünün birini kırparak sigarasından bir nefesi çekti, üfledi. Sessizlik çöktü masaya. Garson, boş çay bardağını alırken:
--İki çay daha alabilir miyiz?
--Ben istemem. Bir şeyler yiyelim daha sonra içerim dedi erkek, gözleme, lahmacunu sıcak sıcak servis eden tarafa yürümeye hazırlandı.
--Sen bıçakarası severdin değil mi?
--Kaşarlı pide de olabilir, dedi Kadın. Gel yanıma dedi Adama.Adam geldi
--Ne var?
--Eğer suratını asmaya devam edersen, bir lokma yemem.
-- Tamam. Geçti geçti dedi Sevgilisine. Kadın, o gittikten sonra, etrafta ki masalara gözlerini öylesine gezdirdi.
Karşısında boş duran masaya genç görünümlü bir adam yaklaşıyordu. Yanında da şık bir kadın vardı. Kadın, uzaktan şık görünmesine rağmen kilolu olmasına tahammül edemiyormuş gibi, mavi çizgili harmanisini vücuduna sarıp sarmalamakla meşguldu. Onları izlememek için direniyordu . Kadın, garip ve içgüdüsel bir fanteziyle genç erkeğe yakın hissediyordu kendini. Kilosuyla başı dertte izlenimi veren kadın ilgisini çekmiyordu. Erkeğin sırt profilini birine benzetiyorum. Kime , kime…diye belleğini sorgularken beyni bulanıklaşmıştı. Ne meraklı kadın demesinler diye de tedirgindi. Ama içi fık fık edip bir temaşalık an için, olabilir, ne var ki, bakmakta diye de sesler gelmekteydi gaipten gibi ama o sesler beynindeydi. Devam eden iç mırıltıların uğultulu temposu yükseliyordu. Mesela bir yerden tanıdıktır, diyerek; birini izinsiz izlemenin normal olduğu, düşüncesinin avutmasına karşı çıkamıyordu. Bir, iki kaçamak, ehil olmayan, tekinsiz gözbebeklerini baktı çekti, baktı çekti. Bir anlık bir temas ve göz çabukluğuyla erkeğin de gözü kaydı kendisine gayri ihtiyari . “Semih!” dedi ve durdu ve sustu. Sigarayı yer gibi içti şaşkınlığından. Dumanını savurdu yukarıya. O, beni fark etti mi diye ürkek ürkek tekrar baktı. Genç erkek, kadının anlattığını dinliyordu. Çok değişmişti Semih. Saçını uzatmış, biraz kilo almış bakışları aynı derin ve demli, etkileyiciydi hala.. Balık etinde kadınlara meraklıymış bak sen diye düşünüverdi nedense? Beklide kendisinin de kilolu olmasıydı böyle düşünmesine neden olan. Ve çok geçmişte kalan bir anısı bavulunu topladığı gibi kaKadın istese de, istemese de;masasına döküldü fermuarını açarak.
Semih, dedi kadın, ilk gördüğümde büyülemişti beni. Çok enteresan ve duru bir yakışmış hali vardı kaşının, gözünün, dudağının yüzüne. Çok uzaktan fark edilebilecek beyazımsı ışıltılarıyla kumral kısa saçları altın gibi parlıyordu. Alnına iki parmağım sığınacak kadar dardı. Yeşil bademin yeni sulanmış ipildek hali gözlerinde renk olmuş ve gölgesi gibi duran kaşları dahi simliydi onun. Hafif taslak ve dışarı fırlak pembe yanaklarını iki eşit ovale ayıran burnu bir soru işareti? Kıpkırmızı ve kalemle çizilmiş minicikti. Gırgır geçmeye hazırdım onunla. Erkek güzeli nereden çıktı demiştim içimden. Hayatımda böyle güzel yüzlü bir erkeği tanımamıştım. Kusursuz bir erkek ilahı karşımda duruyordu. Boyu ortanın üstünde ve popolarını yaratan ölçüyü kaçırmıştı biraz ve beline doğru diklenmesi ama nefisti.. Bu bir başka çekim gücüne sahip bir ayrıntıydı benim için. Bir erkeğin arka profiline göz atmayalı epey olmuştum. Acaip bir takıntıydı bendeki. Belinin alt yanından kopmuş kaya gibi sert ve orada oldukların ima eder popolu erkeklere bayılırdım. Semih’in de öyleydi. Sırtı dümdüzdü ve atletik görünüyordu oldukça.
44. bölüm yeni hikaye
Bazen ben de bir kadın olarak hislerimi saniyelik hatta bir saliselik diyebileceğim kadar kısa süreli gelip geçici heyecanların kucağına Don Juanlar gibi teslim ederdim. Hafif bir yele uğramış yaprak gibi titrerken dudağımdaki ıslığımı frenleyemezdim. “Vav!” dedirten çılgınlığımı şımartmayı severdim.
Pek bir hoşnuttum halimden. Tiyatro kulisinde kızlarla gevezelik ederken ansızın kısmetim ayağıma gelmişti. Böylece gelmişti. Öylece gelmişti. İçimdeki Ben’i dürtükleyen etkileşimiyle. Sürrealizmiyle.
Oyunda rolünü ezber tutmaya çalışan kızlardan birinin uzaktan tanıdığıymış Semih. Kulis onun güzelliğiyle çarpılmıştı. Rolleri hafızasından silinmiş kızların kalbinin, aynı anda çatlayacakmış ölçüsünde çarptığına yemin edebilirdim. Onu görür görmez aynen “vav!”dedim ben de. İçimden ama. Semih’i gören arkadaşı Melek çok şaşkın vaziyette
--Sen buralarda ne arıyorsun Semih’çiğim? Dedi.
--Şöyle bir merhabalaşmaya uğrayamaz mıyım?
Melek biraz mahçup olarak:
--Aaa tabii tabii. Ama oyun başlamak üzere, oyundan sonra dışarıda bir yerlerde oturalım, zaman geçirelim. Şu an için affet beni lütfen,dedi.
-- Cici kız, affedilecek bir şey yok ki. Bilirsin beni derken Semih, kulisteki varlığının hakim olduğu gücü gayet iyi bilmekteydi. Melek, Semih’in kendisi için geldiğine büyülenmiş gözleriyle inanmaya çalışıyordu. Yüzü kızarmış, pembe allık rengi git gide narçiçeğine çalınmıştı.
-- Bilmez miyim??Yalnızca beni seyretmeye gelmeni beklemiyordum. Daha fazla heyecanlandırma beni. Oyundan sonra bol bol konuşuruz.
Melek,kulisten Semih’i böyle geçirdi. Melek’ten ayrılan Semih’i salona geçiyor sandım. Hemen ardından çıktım. Kulisten çıkışımın nedenini kestiren kızların benim arkamdan kıkırdaşmaları kulağıma uzandı. Hiç mi hiç umursamadım.
--Pardon, dedim. Semih bana baktı.
--Sizi nereden tanıyorum? Gözüme yabancı gelmediniz. Semih’in ipildek badem yeşili gözleri sulanarak, son derece kendine güvenle kartvizitini uzatarak:
--Elmaslar şirketinin genel müdürüyüm. Bir iş görüşmesinden olabilir mi?dedi. Gençlik alameti işte, Semih’in holding imparatoru olmasından dolayı neredeyse dudağım uçuklamak üzereydi. Kendimi hiç kasmadan:
--Şirketinizin sanatsal etkinliğinde bir kez bulunmuştum dedim. Siz de orada konuşma yapmıştınız. Net olarak hatırladım. konuşmanız uzun süre belleğimde yer etmişti.
-- Beni hatırlamanıza hayret ettim doğrusu? Ben Semih bu arada,diyerek tanışmayı yineledik.Semih, hayret ettiğini söylese de ilgisini çekmeyi başarmıştım.
--Neden dedim? Ve adımı dilimin ucuna ekledim.
-- Gerçekten ipeğe benziyorsunuz adınız gibi dedi. Ayrıca hiç kavisiniz yok. Fiziğiniz size ve adınıza ne güzel uymuş.
-- Teşekkür ederim. Şişman dememek için iltifatlarınızı güzel sözlerle bezelemenize ne desem acaba.
-- Harika!deyin. Siz bir harikasınız bence.
-- Siz de muhteşem bir iştiareci.
--Teşekkürler diyerek Semih devam etti:
-- Şirketimiz bünyesinde insanın iç dinamiklerini harekete geçirecek ve doygunluğun doruk noktasında sanatsal doyumları ön plana geçirecek stratejileri hayata geçirip sanatçılara yatırım yapan geceler düzenler. O gecelerde konuşmak gerekir. Duyarlılıklarımızı anlatırken bazen de duygusal olabiliyoruz. Demek ki, sizin bulunduğunuz gece çok hisli bir anıma denk gelmiş. Yine de beni şaşırttınız! Heyecanlandım açık söylemek gerekirse. Hem de çok. Benimle bir çay içmek ister misiniz?
--Şeref duyarım, dedim ve tiyatro salonundan çıktık.
Her şey değişiverdi. Benim o anı kurguladığımdan şüphelenmedi. Kendimle gurur duydum. Hayallerim gerçek olmuştu. Bir prensle baloya giden külkedisi misali, uydurduğum masala inandırmıştım. Ben ve O, ikimizin bir masala ihtiyacımız varmış. O masalın tam zamanıymış. Çağrıma yanıt veren zamanın da iyiliği üstündeydi. Olasılıklar Teorisi, gerçekleşme olasılığına boyun eğmişti.. Her şey birbirine zincirleme bağlanmaya hazırdı.. Benim kulise gitmem. Onun oyun öncesi Melek’i görmek istemesi, benim söylediğim yalanın Semih’in hayatında yaşadığı anlardan olması… Kurguya dair bir ipucu yoktu. Bütün detaylarını hayalimden çaldığım masalımın baş karakterleri bizdik ve çığırından çıkan dakikalarla baş başa bir masada oturuyorduk.
45. bölüm yeni hikaye
--Bıçaksırtı yaptırdım seninkini diyen sesi duyunca Kadın, irkildi. Elindekilerini masaya bırakan Adam,
--Ben başlıyorum çok acıktım dedi ve yemeğini yemeye başladı.
Geçmişin kesitlemesi durağanlaştı. Semih, silikleşti. Kadın, karşı masaya baktı istem dışı. Masada başka bir çift oturmaktaydı. İki fakülteliye benziyorlardı. İnce, cılız gayetten sportif görünümlü iki sevgili , Semihlerin yerine geçmişti şimdi. Yüzleri birbirine yakın, elleri dairevari çemberler çizerek hararetle konuşuyorlardı. Kızın saçları beline yakın sırtı gözükmüyordu. Oğlan kızı hayranlıkla ve dikkatle dinliyordu. Kendilerini izleyen iki çift kadın gözünden bihaberdiler.
--Deminden beri nereye bakıyorsun anlamadım? dedi Adam. Kadın o zamana değin, uzak, çok uzaktan gelen yorgun ve yoğun hayal kırıklığıyla başını gömdüğü o çarşaftan çıkarır gibi:
-- Hiç, dedikten sonra, bir pasta hikayemi hatırladım. Çikolatayla bezeli bir dilimi kesersin, önüne alırsın, çatalı batırırsın ve bir türlü ağzına götüremezsin, yemeyi beceremezsin. Oysa süslü fantezisiyle pastayı nasıl da canın çekmiştir. Ama yemek mümkün değildir. Senin elinde de değildir. Pastanın da yapacak bir şeyi yoktur. Çünkü, içi böcek dolu, mağara gibidir. Onu görmemek için başını çarşafa gömersin. Pasta gider. Ertesi sabah uyanır uyanmaz, hatırlamaya çalışırsın. Velhasıl, pastadan geriye anımsayabileceğin hiçbir şey kalmamıştır.
Sevgilisinin sözünü keserek Adam araya girdi ve gergindi:
--Sevgilim, anlamadığım şu pasta hikayenle bir şey mi ima ediyorsun? Bir. Kabul et ki, tuhaf bir hikaye! İki. Pasta macerasına benzemiyor. Üç. Ve şimdi bizimle ne ilgisi var? Dört. Beş, aşırı meraklı bir olmamakla beraber, hikayeni nereye bağlayacağını çok merak ediyorum. Cidden senden gerçek bir yanıt bekliyorum, lütfen dedi ve sustu.
Sevgilinin, dilinin ucuna geldi. Semih, diye birini gördüm şurada oturan, dibime kadar gelen bu erkekle, rastlantısal bir tanışma sonrasında tıpkı pasta hikayemde olduğu gibi hayal kırıklığı yaşadım demek. Evet, bir an, tamamı gerçeklerden oluşan hikayesini anlatmak için kıvrandı Kadın. Alışveriş merkezinde durup dururken, az önce, gökten düşen zembille bavullar dolusu anılarından seçmece bir replik Semih çıkmıştı karşısına. Olacak gibi değildiyse de, olmuştu.
Dilinin ucuna gelen anı repliği frenlemesi daha uygundu ortama göre. Sevgilisi gerilmişti. Sakinleşmeye ihtiyaç vardı.. Hiç yoktan tartışmaya zemin hazırlamak ona göre değildi.
--Hiç saçmaladım işte dedi. Sanırım babamla ilgili bir hikaye. Aklıma geldi her nedense? Sıradan bir anı bilirsin sen de dedi Kadın. Sevgilisini rahatlatmak amaçlı tümceler kurarken; alışveriş merkezinde sevgilisinin zamanına dönmüştü tamamen.
Adam, hikayeci kadınlara bayılırım ama bugün giysilerin hikayesini yazalım oldu mu sevgilim, diyerek pide ve ayrandan oluşan mönüyü yemek üzere başlarını eğdiler bir müddetliğine. Ağızları dolu dolu. Kah ayranı yudumlayarak, kah acı bir biberi dillerinin ucuyla kesip biçerek. Yinelenen bir devamlılık hakimdi çevreye. Mesela yan masa yine boştu. Kimin gelip oturacağı bilinmezindeydi. Bir kadının, erkeğin, çocuğun belleğinde ne anılara bedel olacağı bilinmezindeydi. Olasılıklar içinde bin beş yüz kesit vardı yaşanacak. Bir o kadar da insan yüzü ve hatıraları, pasta öyküsü belki de. Kim bilebilir di neyin, nasıl, nerede, niçinleri çağrıştırabileceğini?.. Bir an, anlık bir bakış, bir sırt profili, figürün yürüyüşü, bir gülümsemenin gamzesinde bir çizik, bir harfin dil ucundaki pelteli aksanı;kimleri, kimselere anıştırıp meydan okuyordu müsvedde defterindeki kapanmış insan hesaplarına. Kadın ve Adam yemeklerini yerken ihtimal O da bunu düşünüyor diyerek melankoliyle iç çekiştiler karşılıklı:
--Bir çay alabilir miyiz,dediler garsona birlikte. Sigara yaktılar birlikte. Sevgilim sen sigara içmezsin demedi Kadın. Adam, sigarayı sevmem demedi. Sigaradan bir son nefes çekerken her şey normal göründü gözlerine:
--Kalkalım mı?
--Kalkalım. Paketler elinde iki kişi birlikte yürüyerek geriye alışveriş yapan bir sürü sevgili bırakarak kapıdan çıktılar.
Sokak karmaşık geldi iki kişiye. Arabalar gelip dönüyor. Park edecek bir yer arıyorlardı. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık alışveriş merkezine girmeye hazırlanıyordu
46. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Bir kadın küçük bir kızın elinden tutmuş, onlar çıkarken kapıdan içeriye girmeye çalışıyordu, gözleri kocasının arkalarından gelip gelmediğini kontrol ederek.
Tuhaf oldu ikisinin de yüreği. Kadın “Cahit buradayız biz” diye seslenirken Adam irkildi duyduğu sesin tınısıyla. Meçhul Kadın!dedi sesli sesli. Kim? Kim? Boşver… diyen sevgilisine üstelemekten vazgeçmedi Kadın. Sonra sonra söylerim dedi Adam. Aaa ! olmaz ki ama, merak ettim şimdi söyle.
“Meçhul Kadın”dı o. Nereden çıkardın? Sesinin tınısından. Hıçkırıktan yeni çıkmış gibi. Yıllar sonra duysam yine tanırım dedi Adam. Kadının saçları kirpi gibi dikeldi ama, kıskanç toy bir atın huysuzluğundan çok, Adamın hisli kadın sesini tarif edişi değişik geldi. Hıçkırıktan yeni çıkmış sesi mutlaka duymak istiyorum dedi Adama. Radyodan ses kaydını alıp gelirim, dinlersin şekerim.
Evliymiş de bak sen!(erkek kendi kendine söyler gibiydi).
-- Anne kız gayet hallerinden memnun görünüyorlardı değil mi? bana pek Meçhul Kadın havası var gibi de gelmedi dedi Kadın.
--Hayatım, bazen ses ve görüntü tamamen zıt olabilir. DJ’lerin kulağı kurt rezisdanslıdır. Şaşmaz!
Sen öyle diyorsan dedi sevgilisi aracın kapısını açıp koltuğa yerleşti, erkeğin arabayı çalıştırmasını seyretmeye verdi dikkatini. Aklında Meçhul Kadın ve kızı vardı. Meçhul Kadın kim? Nasıl biri?diye düşünmek başka bir şeydi? Kızının elinden tutmuş, anne’yi düşünmek bambaşkaydı. Kadınlar ve annelikleri?... farklı farklıydı. Kimi kadın anne, kimi kadın, kadınlığı seçerdi. Kimi kadınlarda; hem anne, hem kadınlığı bir arada yürütmeyi seçerdi pratik zekalarına güvenerek. Bir kız çocuğu ise evcilik oyununda seçerdi anneliği. Bez bebeklerine anaçlık ede ede. Can gelmemiş memesini , oyuncak bebeğinin sahte plastik ağzına dayayıp emzirerek. Göre göre annelik, alıştıra alıştıra kız çocukluğundan kadınlığa ve oradan anneliğe geçiş seremonisi. Dersi ezberi olmayan, doğal, içgüdüsel. Geninde annelik, doğurganlık taşıyan Kadına da nihayet onun da anne olabileceğini hatırlatmıştı Meçhul Kadın ve kızı alegorisinde. Anneliğinin sırtına kambur gibi dayandığını, yüklendiğini anladı. Dayandıkça, yüklendikçe yükü ağırlaştı. Takatsız, dermansız kaldı Kadın. Annesi geldi hayaline pür i-pak. Tertemiz. Parka giderken beraberce. Babasıyla babaannesini ziyaret edişleri… Babası, her gitmesin de; küçük bir oğlan çocuğu yaramazlığında, annesinin dizinde yarım saat gözleri kapalı uzanırdı. Dut yaprağında beslenen yanık koza gibi Kadın da düş bahçesinden parça pinçik atıştırıyordu. Sığındığı kozalar delinip kelebekler uçsa uçsa nereye kadar uçardı? Yok olmaya uçardı. Bilerek bunu yirmi dört saati çiçekleri koklardı kelebek. Kelebeğin sonsuzluğa koşan narin kanatlarında bir kız çocuğunun ufaklığını gördü kadın. Bir de biraz önce annesinin elinden tutan kız çocuğunu gördü. Ve kendi elinden tutmaya çalışan bir kız gördü hayal meyal. Gülümseyen o küçük elin ipeksi dokusunda dişilik kerameti siliniverdi. Kadınsılık alametleri önemsizleşti. Kuzusunu emziren kokulu bayır koyunundaki içgüdüsel annelikle eşteşti yavrusunu besleme, büyütme kaygısı aleminde. Bebek doğurmak? Kadın hiç böyle bir hayal kurmamıştı. Absürd bir hayaldi. Hayatın anlamsız saçmalığına dem vuran akıl tutulmasıydı, dünyaya bir bebek dünyaya getirmek. Sevgilisi ile beraberliklerinde bir yuva kurma, evlat sahibi olma, konuşulmayandı. Çoluklu çocuklu kadın rüyası görmeye gece, gece yarısı, sabaha karşı, şafak, tan ağartısı veya gündüz düşlerinde vakit ayırası olmamıştı. Dank eden neydi zihninde Kadını, anneliğin serüveninde gezdiren? Meçhul Kadın’dı elbette. Esrarengiz hıçkırıklı sesinin simetrisinde kızıyla elele görüntüsü. Kadını zincirleme çağrışımlarla, özündeki doğasının bağrından kopan meşhur, üretken doğurganlığına sürüklemişti genel geçer tabiat kanununa uyarak.
47. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adama baktı. Bu adam çocuğumun babası olabilir mi? Şimdiye kadar “bir kızımız olsun, bir bebeğimiz olsun. Saadetimiz tam olsun” vaveylaları bize yabancıydı. Kıyısından köşesinden tutup kulağını çekmemiştik. Neden sonra, sevgilisine döndürdü başını. O ne düşünüyordu acaba? Baba olmak istemiş miydi? Çocuklardan bahis açılıp sohbet etmedikleri için Kadın, erkeğinin bu konuda ne düşündüğünü hiç kestiremiyordu. Daldığı suyu incitmeden yüzen iki balık acemiliğiyle, bebeğini, büyütürken hayal kurmak; nicedir unutulan gelenekseliydi. Havuzunda mayosuyla güneşlenen bir yazlıkçının tatil hayali kadar havadar ve iklimin elverdiği kadar sıcacık, kısacık sürecek annelik sevdasına elveda diyerek, kurduğu düşten çıkmak en iyisiydi. Kadın düşünü yarıda bırakınca bu kez Adam düştü aynı yola. Arabanın farı uzayan yolu aydınlatıyordu. Işığın yola vuruşuyla kaçışan siyah parıltıları görmüyordu erkek. Bir şey dürtüyordu kendisini. Haydi düş kur, haydi düş kur gibisinden. Meçhul kadın, elinden tuttuğu kızıyla alışveriş merkezine girerken; Adamda kendi kendine bir küçük kızım olsa… Onun babası olsaydım melankolisiyle ters istikamette yol alıyordu. İçseline varan yol ve dışsal yolun varacağı menzil şu anda belirmişti. Evlilik. Eşi ve kadını ve kızı… O evin eşi, babası;ailesi. Yuva. Gecenin öteki yüzü gibi. Her gün yaşantısıyla birebir örtüşen sevgilisine döndürdü öteki yüzünü gecenin. Sevgilisi, eline iğne iplik alıp yastıklarını daha bir ömürlüğüne dikmeyi istememişti. Kendisi de kırk elli yıllığına “evlilik” imzasının derdine düşmemişti. Hatta aklından geçmemişti. O’nu, eşim, çocuğumun annesi olarak içine sindiremeyişimin bilinçaltı bir nedenim mi vardı? Parmakları direksiyona ve sevdiğim kadına evlenme teklifi etsem ne düşünüre çevirdi usul usul. Kadının mütemadiyen gözü yoldaydı.
Adam ve Kadın “ Biz ne zaman evleneceğiz ?”diye bir kez bile bu soruyu kendilerine sormaya yeltenmemişlerdi . Sevgilisi kendi düşlerinden sorumlu ve Adamın eş, baba, aile, yuva düşlerinden bi haber gecenin karanlığından fırsat bilip bir aile düşüne dönüştüğünün farkında değildi. İki yol tek yola doğru kayıyordu. Gecenin gizli yüzü Adamın ve Kadının yaşamının içine akarken görünmeyen gerçekleri gün yüzüne çıkarıyordu. Tuhaflık aracı sarmıştı. Adam sevgilisinin karnına gözlerini kaydırdı. Baba olması için bu kadın baştan başa değişecekti. Çehresinde kızının temayülünü çizdi. Bir suret ki, avuç içi kadar. Mihrabında dua ile sevi muhabbetini birleştiren canlı bebek. Her ikisinin elinin, belinin, dilinin tadını alacak. Has tadı yine o bebeğin olacaktı.
48. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kızım! Kız çocuğumun babasıyım bugüne bugün oldu Adam.. Nasıl enteresan bir duygu rüzgarıyla savruldu. Sevgilisininse gözü dalmış uzayan yola. İkisi de birinci tekil şahsın sen ben ve O, kızımız zamiriyle şimdiki zamandan hoşnuttu. Her hallerinden belliydi. Eve yaklaştıkça ikisi de peşine düştükleri düşlerine kıyamıyordu. Karşı kavşakta bir yol ayrımı olsa da azıcık uzasaydı yol. Sokak sokak dolaşsalardı otomobille. Hiçbir zaman anne baba, eş, aile, yuva kavramına, kuş gözü kadar bir delikle delinip kulakları; evlat isterim diye çınlamamıştı. Karanlık bir gecenin alışveriş yolu; altı üstü camdan, fardan pencereli ev kimliğine bürünmüştü. Işıklı yol gecesi, evcildi. Kadın ve Adamı ehlileştirendi. sırlarını eleveren gece gezgini ikilisi!. Yol, farkında mıydı erkek ve kadının seremonisinden? Hayır, farkında olmadığı gibi, nereden nereye gittiğini merak bile etmezdi kişiyi aslında. Kimini , gurbetinden alır hasretine kavuşturur;kimini, sevdiğinin kucağından ayırır. Uzakların yapayalnızı ederdi. Bütün bunları farkındalık yaratmak için değil, yol; gerçek bir yol olduğu için yapardı. O, bütün gece yolculuklarının , yolcularına sadece sınırları çizili, kurallarla gidilip gelinendi. Başlangıcı ve sonu olmayandı. Sonsuzluğun teknik hizmetine sunulmuştu. Far objesinin birkaç metre ilerisini aydınlatabilme gücüyle yapardı bütün bunları. Gündüz yol serüveni de, aynı kaygı ve aynı zamanda kaygısızlığıyla eşlik ettiği yolculuklardı. Yol ilk günden bugüne hep vardı. Herkes için vardı. Çoğuldu. Çoğalırdı. Bir değil, birlikti. Ayrımcı söylencesi tükenmezdi. Bir ve birden fazla , çift yol, dört yol, beş yoldu… Sürer giderdi… Yolcusunun yolunu kesmezdi. Düşen, düşerdi, düşlerinin peşine. Kadın, kadın olduğunu, annesi ve kızı olduğunu ve eşinin peşine düşürürdü. Özgür, asi, laf anlamaz içerde de bir yol bulurdu. İçseline sinen bu yolsa, düş beşiğinde sallanan içbükey aynada görünürdü, görmek isteyene. Adam ve Kadına yansıyan gibi. Vesvesesinden arınmış, yalnızlığın tekliğini, çiftleştirmeye şahit olmak adına. Yeterli miydi? Bilinmezdi. Ne nedendi, ne nedensiz? Yürüyen bir imzaydı. Öylece uzanıp giden yatay ve dikey yol ve yolları.. Ve yolcusunu, sessizliğin sesiyle, ahengiyle konuşturdu: “Annesi de sen olmalısın “dedi . Ne dedin sen?derken Kadın. Herhangi bir kadın gibi karnındaki sonsuz doğurgan, üretgen anaçlığının varolma varlığını normal sayan, sıradan nefes almalarını soluyordu. Ayrıntının gizil gücü iki sevgilinin arzularına gem vurmuş, özlemleri dışa vurmuş hayallerinde saklıydı. Tatlı bebek çığlıkları duyulan bir hayaldi bu..Öyle ki, Erkek ve Kadının tıpatıp aynı hayali düşü gördüğünden emin olarak; bir yöne , birleştiren yöne ruhen teslimiyetiyle bir küçük canlıya elini vermesiydi. Vadiye bakan yamaçlarında, kartallar alçak uçuşa geçtiğinde, sığırcık gizlenmesi gibi annesinin karnına sinen bebeğin, babası olmak kolay değildi. Dışardan bakana göre hızlı bir film şeridi gibi doğan; dünyaya gelen her bebeğin yeni hikayesi, sırat köprüsü kadar geçilmesi inceydi, zordu. Kadın ve Adamın dirimsel, duyumsal buluşması farklı her noktada uyuşması gerekiyordu. Yeni Hikaye’sinde olduğu gibi . Kadınsı hisleriyle yoğunlaşan yeni hayatında erkek varlığıyla; sevdiği kadının, kadınlık kefaretiyle, derinden doğum sancıları çekmesine eskisi gibi müsaade edemeyeceğini anlamıştı Adam. Özünde filizini salan üçüncü kökü, kadın kişiliğini boy attırmıştı. İlişkisinde muhafazakar bir bütünlük yaşamak gerektiğini öğretmişti. Mütereddit sevgi dilinin şımarık ve ukala çocuğu Kadın Ve Adam . Hayır! Hayır! İkisi de vazgeçmişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Araçtan inerken alışverişe giden ve dönen farklıydı. Kendilerine, sevgilerine, birbirlerine anne baba kimliğini uygun gören olgunluğuyla ve Yeni Hikaye’nin kaderini değiştirecek iki sevgiliydiler.
49. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Eve girdiklerinde gecenin yarısı olmuştu. İkisi de çok yorgun görünüyordu. Paketleri girişte masanın üzerinde bırakıp mutfağa geçtiler. Sessizleştiler. Düşlerinin götürdüğü yere gitmekten korkuyor gibiydiler. Üç yıl boyunca hayatlarını kayıt altına alacak ciddi düşüncelerle ruhları hiç böyle çarpışmamış, heyecanlanmamıştı. Derin, devinimsel gözlemlerle geleceklerini büyütecin gerçeğinde seyretmek onlara göre değildi. Çetin tartışmaları sevmeyen sıra dışı sevgilinin sıradan buluşmalarla sürüp giden hayatı vardı. Beraberlikleri süresince özgürlük alanlarının sınırları incecik çizgiyle çizilmişti sanki. Her ikisinin de sıkıldığında çekip gitme, günlerce birbirinden habersiz ve sorumluluk duymadan yaşadıkları haftalar pekala olmuştu. Şimdi ne oluyordu? Kızın ve erkeğin yolu farklı bir yöne kaymıştı. Konuşamıyorlardı. Çünkü en azından bu geceye ve gece düşlerine ait, daha fazla adım atmaktan çekinmeleri gerekiyordu. Yarın sabaha acele verilmiş bir kararla çıkarlarsa ve sabah, verdikleri kararların ağırlığıyla kendilerini ezik hissederlerse neler olabilirdi? Düşünmek bile istemiyorlardı. Kadın bir sigara yaktı. Adam bir bardak çay içti. Gözleri, endişeyle her ikisini de süzdü. Elleri , parmaklarına dokunmaya çekimser kaldı. Meçhul Kadının elinden tutmuş kız çocuğuyla ilgili munis anne hali akıllarının bir köşesinden dalıvermiş ve başka bir şey düşünemez hale getirmişti ikisini. Akşamdan beri mütemadiyen bunu düşünüyorlardı . Beraber yaşamayı seçmiş çiftin, dile gelmeyen, dile düşmeyen, beyinlerinin mükemmel telepatisiyle; hayalleri ve düşleri bilmece olmaktan çıkmıştı. Nasıl olur diye düşünmek sonucu değiştirmezdi. Çünkü, dağın başından inen suyun, aşağı vadideki dereye nasıl, neden, niçin ulaştığı kadar sorgulanabilir miydi? Doğanın doğalı ve kendiliğinden olagelen bir telepatiydi. Alış veriş sonrasındaki gece yolculuğunda zihinlerinde patlak veren -annesi ve babasının elinden tutmuş küçük kızı üçlüsü- heveskarlığı gün yüzüne, düş yüzüne ve yaşama dair planlarına nokta koymuştu nikah imzası kadar geçerli sayılabilecek. Yepyeni bir olasılıktı. Bir gün önce böyle olacağı söylense Kadına ve Adama reddecekleri bir ihtimaldi. Hatta, hatta itiraf etmek gerekse modernitenin yadsınamaz gerçeği, aşırı bireysel, bağımsızlığa zafiyet olarak geliştirilen karşıt düşünceler; aile olmayı küçümseyen tarzda idi. Onlar da çağın gezgin fikirlerinden hayli etkilenerek ara sıra içkiyi fazla kaçırdıklarında evlilik kavramını irdelerdi.. Temayüllerini gevşeyen bedenleri gizleyemez, ses tellerine hakim olamaz,” eli kolu bağlı gibi iki insanın nikah imzasıyla birbirlerini zorunlu sorumluluklara sürüklenmesine karşıyım” derdi Adam. Kadın başıyla onaylar. “Senin kadar evliliğe karşı değilim hattı zatında; imzanın, kadın ve erkeğin üstündeki yetkisi; toplum içinde yetkin ve bağımsız yaşamalarına faydalı. Toplumla bireyin karşılıklı olarak yazılı olmayan sözleşmesiyle, sistemsel anlamda kabul görmesi birbirini. Yani çiftlerin saygın ve rahatlık politikası anlatabildim mi sevgilim? Kadına tek güvence yolu biçilen evliliği onaylamadığım gibi evlenmek için can siparane olan kadınları da anlamıyorum?. Ama ,iki insan sevdasıyla, illa ki biz evlenmek diye tutturuyorsa.. .A! bu ne demek ayol? Yapmam. Dudak bükmem…”deyip yüksek sesle nutuk çeken savunmasına mim koyardı Kadın. Kadın susunca Adam “ bir ömür boyu bir insanla yaşamak, sevmek, sadık kalma modası eskidendi. Evlilik uzun bir yol olarak sürerse, canı sıkılan kadın veya erkek, yol değişikliği yapabilir. Yapabilmeli de.” Deyince Kadın atılarak “ ihanetin temeli dediğin sanırım. Özellikle biz kadınların psikolojisini çökerten bozan; kadının kadına, erkeğin erkeğe ihanetinin de söz konusu olduğu hiç temenni edilmeyen çelişkili birliktelikler, evlilikler yaşadıklarımız. Karışık kavram çelişmeleri…
50 . BÖLÜM YENİ HİKAYE
işte”diye uzar giderdi sohbet. Erkek, sevgilisinin söylediklerini tuhaf bulurdu dumanlı kafasıyla ve “öyleyse açıkla bakalım? Kadının kadına, erkeğin erkeğe ihanetini?" derdi. Kadın dünden hazır, içi cık cık ediyor düşündüklerini ifade etmeye… “ Çünkü, kadın ya da erkek -ihanetleşmeyi- kendi cinsiyle değil, karşı cinsle gerçekleştirir. Hımm… şöyle söyleyeyim: Farklı tercihi olanları, genellememin dışında tutarak, bir erkek, kadın partnerini kiminle aldatır? Başka bir kadınla, yani partnerinin benzeriyle. Oldu mu?. Değiştirelim durumu: Erkeğini aldatan kadınsa, kimle olabilir ? Başka bir erkekle... Öyle değil mi sevgilim? Herkes aynı zamanda kendi cinsinin ihanetini yaşar. Açıklamam, mantık dersinde gördüğümüz önermelere benzedi ama, mecburen. Ki, hoş, aslında , kimse kimseye de ihanet etmez! “ “Vay bee!” diye haykırırdı Adam. “ Sen de ne önermeler varmış da… Haberimiz yokmuş aşkım.” “Dur! Dur! Sözümü kesme! Bitmedi. Birkaç adım daha ileriye gideyim: Herkes, kendi kendinin ihanetini yaşar sevgilim. Derin mevzular bunlar. Taş devrinden bugüne kimse tam olarak içinden çıkmayı becerememiş.”derdi feylesofca. Yüzündeki müstehzi gülümsemeyi bilgiçlik karışımında erkeğine sunan kadın edasında. Sigarasının dumanını yana doğru başını çevirip, eğerek, hafif şehla ve çakırkeyif olmuşlukla üflerdi ıslık gibi, ıslak dudağıyla Kadın. Adam yine yine itiraz eder. Israr eder…İlkeler, kavramlar yaşama dair bitmeyen nazariyeler, kuramlarla donanmış kainatın düzenini tartışmaktan büyük bir zevk alırlardı o akşamlarda.. Evrensele dönük fikriyatlarının savunma hattı bu gece yolculuğu itibariyle çökmüştü. Olan buydu ikisinin de muallakta kalmasına neden. Dengeleri, dengesizlikleri birbirine karışmıştı. İki sevgili o yüzden hayallerini dile getirmemek için inanılmaz bir gayretkeşlik içindeydi. Kıpır kıpır kıpırdanan bebek fikrini belleklerinden silmeye, ya da gecenin sabaha dönmüş yüzeyinde geçiştirmeye çalışıyorlardı. Dışa dönük ikili, biri hikayeci, biri çevirmen… Bin bir çeşit masalın eşiğinde idi. Evliliğin yeri yurdu olmayan beraberlikleri; yıkılmadan yumulmadan, boyut mu değiştiriyordu? Bir gecede yaşanan dönüş neyin nesiydi ? Biz nereye gidiyoruz Sevgilim? sorgulamasını, her ikisi de yapmak üzereydi Kadın, Adama; Adam, Kadına. İkircikli olmamaları olanaksızdı.. Gecenin haleti ruhiyesine denk düşen evli barklı bir çift olma serüveni ve çocuk sahibi olma sorumluluğuna adım adım yaklaşmaktaydılar. Kısa bir süre öncesine kadar, dişi kuş misali mini minnacık bir dev Kadınla; eril kuş gibi ağzındaki kuru çöpü canı istediği yere bırakan özgür mü özgür Adamdı sevgililer. Birbirlerini böylece kabul etmişlerdi. Özgürlüğüne düşkün iki kişi, iki bireyleşmiş insan. Gökyüzünde güneş açsa, kalplerinin çarpışına göre kanat çırpandılar. Yeryüzünde gül ağacı, kayın ormanı, dal budak, çalı çırpı olsa bile ne hissediyorsa umursamadan yaşamaya çalışırlardı.. Kişisel yaşam hevesinin havası güzeldi. Geniş, engin doruğundan inmeye,daralmaya, daraltmaya niyet etmemişlerdi. Hele bir üçüncü ve minik varlığın oluşumuyla çoğalmadan medet ummak?.. Kim kime tum tuma hasletindeydi onlara göre. Rüyasında görse hayra yormazdı erkek, kadın da cenaze ortaya gelmeden kefen biçmeyecek kadar uslu ve aklı caizdi. Fevkalade bir farklılık tadındaki hücrelerden oluşan ceninin, macerasına katılıp katılmayacaklarına karar vermek kolay mıydı?.. Bir gün gelip aile olmayı istemek kadar doğal olanın bu alemde. Evrimin değişimi kanununa aykırı bulanlardandı onlar. Dünyanın düzeni insanın iç ve dış kabuğunu çatlatırken; kimini geleneksel doğurganlığa, kimini maddesel varlığın tekliğine, hiçliğine savurtuyordu gayri ihtiyari. Kadın da Adam da bunun farkındaydı. İçlerindeki sert, berk, pek katı ve aşırı tok , doymuş madde, değişimin değişimiyle; yumuşacık, sıcacık, masum,yaşamaya aç açık bir can, yeni bir nefesle yol alıyordu iki ayrı bedenin belinden belleğine.
51. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Çok yoğun geçen bir gecenin sonun da yatar yatmaz uyuya kaldılar.
Odanın kendisini karanlığa teslim ettiği her gecenin sonu bir sabaha çıkardı. Besbelli bu gecenin sonu da öyleydi. Hiç de umdukları gibi olmayacağını anlamaları uzun sürmedi. Bu kez de gece düşleri hareketlendirecekti zihinlerini. İçine gömütlendikleri yatakları çok rahat olsa da Kadın ve Adam karmakarışıktı. Kah yüzleri dönük birbirine, kah sırt sırta ve arada sarılıp nefes nefese uyumayı denediler. Olmadı. Olmadı. İkisi de sıkıntılıydı. Uyumak için can atarken; dirençli bir uyanıklıkla karşı karşıyaydılar. Yeter dedi Kadın ilk. Aykırılık vardı ortada. Bu gece yan yana aynı yatakta uyumaları mümkün değilse, inatlaşmak saçmaydı illa ki. Üstünden yorganı sıyırdı. Önce sağ bacağını yere değdirdi ardından solu. Bedenin tümü kalkmalısın komutuna uydu. Kadın oturma odasındaki kanepeyi açtı. Kıpırdanmaktansa kalkıp ayrı yatayım, bari sevgilimin uyumasına engel olmayayım diye düşündü. İçerden üstüne battaniye getirdi. Güzelce örtünüp gözlerini sıkıca yumdu.
Sevgilisinin yanından usulca kalkıp odadan dışarı çıktığını uyumak üzere yumulmuş gözlerinden gördü Adam. O da huzursuz diye düşündü. Kadının yatağa dönmesini beklerken kendinden geçti. Erkek ve Kadın ayrı odalarda uykuya dalmıştı onca düşten sonra.
Gecenin bitmeye niyeti yoktu. Göz kapakları yorgunlundan kaçarken Adam kendini kendini yayın esnasında buldu. Romantik müzikleri ardı ardına dinleyicinin beğenisine sunarken, tonmayster karşıdan işaret etti elindeki beyaz kağıdı gösteriyordu.
Kulaklığı çıkararak “Ne var?” dedi.
Israrla bir kadın telefon numarasını size vermemi istedi diyerek kağıdı uzattı.
Yayın odasına geçti. Meçhul kadın dedi. Telefon numarasının ona ait olduğunu anlamakta gecikmedi. Sapır sapır döküldü kendine olan özgüveni. Şimdi ne olacaktı? Gözü karardı bacakları titredi bir an. Offf! Bu gece çekemem meçhul kadın havası nazı melankolisi… bir yanı ise meraktaydı. Bir saatlik yayın süresi bitmek bilmedi Dj’ye. Son müzik parçasını birkaç romantik sözle süsledikten sonra verdi yayına. Çıktı sonra. Bar cafede canı birkaç yudum içecek içmek istedi. Vazgeçti. Yürüdü kalabalığı yararak. Arabada sükut buldu. Yalnız kalabilmişti nihayet. Kağıt yazan telefon numarasını çevirip çevirmemekte tereddüt etti. Sevgilisinin ne düşünebileceğine takıldı aklı. Onun basit bir telefonlaşmaya aldırmayacağını çok iyi bilmesine rağmen, meçhul kadına kızdı. Beni zor duruma sokmaya ne hakkı var diye. Fakat, hıçkırıktan yeni çıkmış o sesi tekrar duymak istedi tüm egosuyla.
-Alo!
-Efendim.
- Kiminle görüşüyorum?
- Müptelanız bir izleyicinizle dedi Meçhul Kadın.
-Mutlaka onurlandım hanımefendi ama enteresan geldiniz bana.
- Evet. Enteresan olmayı severim.
-Özel numaranızı bırakmaktaki amacınızı anlamadım?
- Bunları buluşunca konuşalım mı?
-Çok cesursunuz. Dedi Adam.
- Siz mi teklif etmeliydiniz?
-Ha ha hayır!
--Öyleyse dedi Meçhul Kadın.
--Yarın Tramvay Meydanında mor pelerin giyeceğim bekleyin beni.
Erkek, tamam diyemeden telefon kapandı ve esrarengiz ses kayboldu. Aracındaki ağır atmosferinde boğulacak gibiydi adam. Elinden tutulmamış bir aşkın gözyaşına benzeyen ahizedeki sesin kendisine nasıl bir oyun oynayabileceğini düşündükçe delirmek üzere olduğunu hissediyordu.
Kararlı bir şeklide telefonu çevirdi. Karşıdan yanıt gelmesini beklemeden:
Kusura bakmayın yarın çok önemli bir işim var. Gelemem! Gelemem! Diye bir iki kez ısrarla tekrar etti. Bir uyandı ki ter içinde. Nabzı hızlı hızlı atmakta. Rüyaymış dedi. oda karanlık. Sevgilisinin soluğu ılık ılık ensesinde. Kolları belinde. Huzur buldu erkek. Meçhul Kadının karabasan gibi rüyasına da çökmesi garip bir tesadüf müydü?
Çok yoğun geçen bir gecenin sonun da yatar yatmaz uyuya kaldılar.
Odanın kendisini karanlığa teslim ettiği her gecenin sonu bir sabaha çıkardı. Besbelli bu gecenin sonu da öyleydi. Hiç de umdukları gibi olmayacağını anlamaları uzun sürmedi. Bu kez de gece düşleri hareketlendirecekti zihinlerini. İçine gömütlendikleri yatakları çok rahat olsa da Kadın ve Adam karmakarışıktı. Kah yüzleri dönük birbirine, kah sırt sırta ve arada sarılıp nefes nefese uyumayı denediler. Olmadı. Olmadı. İkisi de sıkıntılıydı. Uyumak için can atarken; dirençli bir uyanıklıkla karşı karşıyaydılar. Yeter dedi Kadın ilk. Aykırılık vardı ortada. Bu gece yan yana aynı yatakta uyumaları mümkün değilse, inatlaşmak saçmaydı illa ki. Üstünden yorganı sıyırdı. Önce sağ bacağını yere değdirdi ardından solu. Bedenin tümü kalkmalısın komutuna uydu. Kadın oturma odasındaki kanepeyi açtı. Kıpırdanmaktansa kalkıp ayrı yatayım, bari sevgilimin uyumasına engel olmayayım diye düşündü. İçerden üstüne battaniye getirdi. Güzelce örtünüp gözlerini sıkıca yumdu.
Sevgilisinin yanından usulca kalkıp odadan dışarı çıktığını uyumak üzere yumulmuş gözlerinden gördü Adam. O da huzursuz diye düşündü. Kadının yatağa dönmesini beklerken kendinden geçti. Erkek ve Kadın ayrı odalarda uykuya dalmıştı onca düşten sonra.
Gecenin bitmeye niyeti yoktu. Göz kapakları yorgunlundan kaçarken Adam kendini kendini yayın esnasında buldu. Romantik müzikleri ardı ardına dinleyicinin beğenisine sunarken, tonmayster karşıdan işaret etti elindeki beyaz kağıdı gösteriyordu.
Kulaklığı çıkararak “Ne var?” dedi.
Israrla bir kadın telefon numarasını size vermemi istedi diyerek kağıdı uzattı.
Yayın odasına geçti. Meçhul kadın dedi. Telefon numarasının ona ait olduğunu anlamakta gecikmedi. Sapır sapır döküldü kendine olan özgüveni. Şimdi ne olacaktı? Gözü karardı bacakları titredi bir an. Offf! Bu gece çekemem meçhul kadın havası nazı melankolisi… bir yanı ise meraktaydı. Bir saatlik yayın süresi bitmek bilmedi Dj’ye. Son müzik parçasını birkaç romantik sözle süsledikten sonra verdi yayına. Çıktı sonra. Bar cafede canı birkaç yudum içecek içmek istedi. Vazgeçti. Yürüdü kalabalığı yararak. Arabada sükut buldu. Yalnız kalabilmişti nihayet. Kağıt yazan telefon numarasını çevirip çevirmemekte tereddüt etti. Sevgilisinin ne düşünebileceğine takıldı aklı. Onun basit bir telefonlaşmaya aldırmayacağını çok iyi bilmesine rağmen, meçhul kadına kızdı. Beni zor duruma sokmaya ne hakkı var diye. Fakat, hıçkırıktan yeni çıkmış o sesi tekrar duymak istedi tüm egosuyla.
-Alo!
-Efendim.
- Kiminle görüşüyorum?
- Müptelanız bir izleyicinizle dedi Meçhul Kadın.
-Mutlaka onurlandım hanımefendi ama enteresan geldiniz bana.
- Evet. Enteresan olmayı severim.
-Özel numaranızı bırakmaktaki amacınızı anlamadım?
- Bunları buluşunca konuşalım mı?
-Çok cesursunuz. Dedi Adam.
- Siz mi teklif etmeliydiniz?
-Ha ha hayır!
--Öyleyse dedi Meçhul Kadın.
--Yarın Tramvay Meydanında mor pelerin giyeceğim bekleyin beni.
Erkek, tamam diyemeden telefon kapandı ve esrarengiz ses kayboldu. Aracındaki ağır atmosferinde boğulacak gibiydi adam. Elinden tutulmamış bir aşkın gözyaşına benzeyen ahizedeki sesin kendisine nasıl bir oyun oynayabileceğini düşündükçe delirmek üzere olduğunu hissediyordu.
Kararlı bir şeklide telefonu çevirdi. Karşıdan yanıt gelmesini beklemeden:
Kusura bakmayın yarın çok önemli bir işim var. Gelemem! Gelemem! Diye bir iki kez ısrarla tekrar etti. Bir uyandı ki ter içinde. Nabzı hızlı hızlı atmakta. Rüyaymış dedi. oda karanlık. Sevgilisinin soluğu ılık ılık ensesinde. Kolları belinde. Huzur buldu erkek. Meçhul Kadının karabasan gibi rüyasına da çökmesi garip bir tesadüf müydü?
52. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam ve Kadın bir beden olmuş, soluk bile alırken tenlerinin pıt pıt atışını dinlerken, cep telefonu caz parçası melodisiyle çalmaya başladı gecenin zifirinde. İkisi de bir anda irkilerek gözlerini açtılar. “Kim bu?” dediler? “Telefonunu kapatmamışsın galiba.” “Özür dilerim sevgilim unutmuşum.”derken ışığı yakmaya çalışan erkeğin, telaşlandığı yüzünden açıkça belli oluyordu. Telefon, komodinin üzerinde çalmaya devam ediyordu. “Acelesi var telefonun, bakar mısın ” Adam telefondaki numaraya baktı “Tanımıyorum ama numarayı. ” dedi. “Alo”
- İyi geceler. “ iyi geceler.”
- Meçhul kadındı telefon eden. “Sizi tanımıyorum?”
Adam memnuniyetsizliğini ancak böyle anlatabildi. Meçhul kadını tınısından tanımış, tedirgin vaziyette, ne diyeceğini bekliyordu. Nedir yahu başıma gelen?.. Dün akşamdan beri meçhul kadından çektiğim dedi. Alışverişe çıktık, çıkmaz olaydık diyeceğim neredeyse. Alışveriş merkezinin kapısında, onu kızıyla birlikte gördüğümden beri hayatımız alt üst oldu demeye dili varmasa da, gönlünden şimşek hızıyla böyle geçirdi.
-Sesimden tanımış olmalısınız dedi Meçhul Kadın.
Sinirli bir sesle Adam “Saatin kaç olduğunu farkındasınızdır umarım.” Derken sevgilisi sabahlığını giyerek mutfağa geçti. Meçhul Kadın, erkeğin sinirini görmezden gelerek:
--Farkındayım. Ama hani benim için Bob Marley’den No Women No Cry’ı çalacaktınız. Söz vermiştiniz…dedi. Sesinde yine bir hıçkırık gizleyen kadın gerçekten meçhule meyilliydi. Öyle masumaneydi ki. Çalınmasın istediği müzik parçasının peşine düşen kadındı. Erkek de mecburen dinleyicisini kırmamak için özenle seçtiği sözcüklerden cümleler kurmak zorun da kaldı:
- Önümüzdeki Çarşamba günü saat onda programım var. İstediğiniz parçayı, söz verdiğim gibi çalacağım. Fakat merak ettim siz benim telefon numaramı nereden buldunuz?
Meçhul Kadın:
- Bu da benim sırrım. İyi geceler… deyip telefonu kapatıverdi. Gecenin bu saatinde bu kadın delirmiş galiba dedi. Telefona baktı Adam. Numarayı çevirip bir iki söz söylemek istedi. Aman! Boş ver ya diyerek bu gece tuhaf şeyler oluyor bize dedi. Yoksa biz de mi bir şey var gibisinden mutfakta sigara içen sevgilisinin karşısındaki sandalyeye oturdu. Ne olursa olsun gece yarısı gelen telefonlar sakıncalıydı. Biraz çekindi. Rüyasındaki meçhul kadının hayaleti yetmemiş, üstüne bir de sesiyle de ulaşmıştı kendine. Sevgilisinin sakin suskunluğunu bozmaya çalışarak: “ Sormadın kim diye”dedi. iyi ya dedi kadın muzipçe:
-Soruyorum işte Meçhul Kadına, sen aradığında O’nu hangi cıngılla uyaracak telefonu! Muhtemelen, John Carpenter’den The End’dır.
“Söyleyeceğin bu kadarcık mı?” Evet dedi Kadın. Benden ne tepki bekliyorsun anlamadım? Ama gecenin esrarengiz telefonunun sahibi kimdir, necidir diye irdeleyip ciddiye almamı beklemiyorsun değil mi? Adam daha bir hayretle:
--Hadi canım. İnanmam. Hiç kıskanmadın, kızmadın mı?
--Dedim ya sevgilim.
-- Melankolik biri galiba.
“Meçhul kadındı telefon eden. Yüzünü bile görmeden muhteris bir histrionik mi kadın diyorsun.”
Kadın, yüzüne ışık gelen gölgeli gözbebeklerindeki kendine güvenle:
-Beklentilerin fena değil. Ama dikkat et, karşılaştığınızda beklentisini boşa çıkaran sen olma.
Erkek, duyduğu sözlerin tesirinden titreyerek:
--Yine mi, performansımla alay…? Diye sordu.
Kadın, ustalıkla “yok yok…” dese de Adam, üf dese kırılacak sesiyle “Ama şekerim, o ne biçim ifade yüzündeki” dedi.
- Ne varmış yüz ifademde? “Müstehzi.
” Alınmış mı benim sevgilim? İkimiz de yorgunuz. Yüzümdeki ifadenin nasıl olabileceğine dair fikir yürütemem gecenin bu saatinde. Az sonra sabah olacak. Yoksa senin, seni kıskanıp, çıngar çıkarmamam mı gücüne gitti?
Adam, yaktığı sigarasını kadınsı ve zarafetle çekti içine ve sonu gelmiş tütünün acımtırak zehir karışımı tadını içkinleştirerek diline.
--Beni nasıl iyi tanıyorsun dedi. itiraf etmekte sakınca görmüyorum. Evet. Sakince durman, inandırıcı gelmedi bana, hem de biraz acıklı bir sürpriz oldu. Hayal kırıklığının duygusallığını yaşıyordu adeta. Seven kadın mutlaka kıskanırdı. Demek ki , sevgilisi onu kıskanacak kadar güçlü duygularla sevmiyordu demeye getiriyordu. Ne alaka?
Yanıtla
Adam ve Kadın bir beden olmuş, soluk bile alırken tenlerinin pıt pıt atışını dinlerken, cep telefonu caz parçası melodisiyle çalmaya başladı gecenin zifirinde. İkisi de bir anda irkilerek gözlerini açtılar. “Kim bu?” dediler? “Telefonunu kapatmamışsın galiba.” “Özür dilerim sevgilim unutmuşum.”derken ışığı yakmaya çalışan erkeğin, telaşlandığı yüzünden açıkça belli oluyordu. Telefon, komodinin üzerinde çalmaya devam ediyordu. “Acelesi var telefonun, bakar mısın ” Adam telefondaki numaraya baktı “Tanımıyorum ama numarayı. ” dedi. “Alo”
- İyi geceler. “ iyi geceler.”
- Meçhul kadındı telefon eden. “Sizi tanımıyorum?”
Adam memnuniyetsizliğini ancak böyle anlatabildi. Meçhul kadını tınısından tanımış, tedirgin vaziyette, ne diyeceğini bekliyordu. Nedir yahu başıma gelen?.. Dün akşamdan beri meçhul kadından çektiğim dedi. Alışverişe çıktık, çıkmaz olaydık diyeceğim neredeyse. Alışveriş merkezinin kapısında, onu kızıyla birlikte gördüğümden beri hayatımız alt üst oldu demeye dili varmasa da, gönlünden şimşek hızıyla böyle geçirdi.
-Sesimden tanımış olmalısınız dedi Meçhul Kadın.
Sinirli bir sesle Adam “Saatin kaç olduğunu farkındasınızdır umarım.” Derken sevgilisi sabahlığını giyerek mutfağa geçti. Meçhul Kadın, erkeğin sinirini görmezden gelerek:
--Farkındayım. Ama hani benim için Bob Marley’den No Women No Cry’ı çalacaktınız. Söz vermiştiniz…dedi. Sesinde yine bir hıçkırık gizleyen kadın gerçekten meçhule meyilliydi. Öyle masumaneydi ki. Çalınmasın istediği müzik parçasının peşine düşen kadındı. Erkek de mecburen dinleyicisini kırmamak için özenle seçtiği sözcüklerden cümleler kurmak zorun da kaldı:
- Önümüzdeki Çarşamba günü saat onda programım var. İstediğiniz parçayı, söz verdiğim gibi çalacağım. Fakat merak ettim siz benim telefon numaramı nereden buldunuz?
Meçhul Kadın:
- Bu da benim sırrım. İyi geceler… deyip telefonu kapatıverdi. Gecenin bu saatinde bu kadın delirmiş galiba dedi. Telefona baktı Adam. Numarayı çevirip bir iki söz söylemek istedi. Aman! Boş ver ya diyerek bu gece tuhaf şeyler oluyor bize dedi. Yoksa biz de mi bir şey var gibisinden mutfakta sigara içen sevgilisinin karşısındaki sandalyeye oturdu. Ne olursa olsun gece yarısı gelen telefonlar sakıncalıydı. Biraz çekindi. Rüyasındaki meçhul kadının hayaleti yetmemiş, üstüne bir de sesiyle de ulaşmıştı kendine. Sevgilisinin sakin suskunluğunu bozmaya çalışarak: “ Sormadın kim diye”dedi. iyi ya dedi kadın muzipçe:
-Soruyorum işte Meçhul Kadına, sen aradığında O’nu hangi cıngılla uyaracak telefonu! Muhtemelen, John Carpenter’den The End’dır.
“Söyleyeceğin bu kadarcık mı?” Evet dedi Kadın. Benden ne tepki bekliyorsun anlamadım? Ama gecenin esrarengiz telefonunun sahibi kimdir, necidir diye irdeleyip ciddiye almamı beklemiyorsun değil mi? Adam daha bir hayretle:
--Hadi canım. İnanmam. Hiç kıskanmadın, kızmadın mı?
--Dedim ya sevgilim.
-- Melankolik biri galiba.
“Meçhul kadındı telefon eden. Yüzünü bile görmeden muhteris bir histrionik mi kadın diyorsun.”
Kadın, yüzüne ışık gelen gölgeli gözbebeklerindeki kendine güvenle:
-Beklentilerin fena değil. Ama dikkat et, karşılaştığınızda beklentisini boşa çıkaran sen olma.
Erkek, duyduğu sözlerin tesirinden titreyerek:
--Yine mi, performansımla alay…? Diye sordu.
Kadın, ustalıkla “yok yok…” dese de Adam, üf dese kırılacak sesiyle “Ama şekerim, o ne biçim ifade yüzündeki” dedi.
- Ne varmış yüz ifademde? “Müstehzi.
” Alınmış mı benim sevgilim? İkimiz de yorgunuz. Yüzümdeki ifadenin nasıl olabileceğine dair fikir yürütemem gecenin bu saatinde. Az sonra sabah olacak. Yoksa senin, seni kıskanıp, çıngar çıkarmamam mı gücüne gitti?
Adam, yaktığı sigarasını kadınsı ve zarafetle çekti içine ve sonu gelmiş tütünün acımtırak zehir karışımı tadını içkinleştirerek diline.
--Beni nasıl iyi tanıyorsun dedi. itiraf etmekte sakınca görmüyorum. Evet. Sakince durman, inandırıcı gelmedi bana, hem de biraz acıklı bir sürpriz oldu. Hayal kırıklığının duygusallığını yaşıyordu adeta. Seven kadın mutlaka kıskanırdı. Demek ki , sevgilisi onu kıskanacak kadar güçlü duygularla sevmiyordu demeye getiriyordu. Ne alaka?
Yanıtla
53. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Dedi Kadın. “Seninle çoğu şeyi hiç konuşmadık. Kıskanç ve bencil hislerimi eriterek gönül kovamda, salt seni sevmeyi öğrendim zamanla. Bir başka kadınla sevgimizi, Biz’, kalbimi meydan savaşına sürüklemeden sevdim seni. Birlikte böyle mutlu olma yolunu seçtim. Yanlışdır öteki ve berikine göre ama ben böyle istedim. Seni kaybetme korkumdan özgürleştim sevgilim. İşte o zaman kalbim ve ruhum gerçekten özgür kaldı. Kalbim seni terk ederse ben de sana pes diyecek gücüm vardı. Anladın mı? Bunları konuşmaya zamanımız hiç olmadı. Ya da konuşunca büyü bozulurdu. Ne bileyim?.. belki de senin şaşırmanın nedeni, dile gelmeyenlerdi. Aslında bizim beraberliğimizi götürendi bahsettiğim. Sadece farkında değildin bebeğim. Neden mutluyuz sanıyorsun? dedi Kız ve gitti erkeğin başını göğsüne aldı, saç dibine parmaklarıyla hafif hafif masaj yaptı. Adama iyi geldi. Güzel ve hoştu. İpek kadınımı yeni tanıyor gibiyim dedi ve gözlerini kapatıp, sevgilisine teslimiyetini sonsuza değin devam ettirmek için kararını verdi. Yeni hikayemi yazmalıyım, diyen iç konuşmasının ışıltısı gözünün kıyısından içine kaydı. Burun kemçiği tir tir titredi. Huzur ve güven hissiyle dolu dolu ağlamak istiyordu. Aile olmayı isteyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Yuvası yurdu olmak çok enteresan geliyordu. Biz olabilmek, esas önemlisi. Şu an ki düşüncelerimi hayatıma geçirebilmek üç yılda değil , üç günde değil, üç saatlik bir gece yolculuğunun mucizesiyle yapabiliyorum. Evlenmek! Sıradan gelirdi. Oysa, sıra dışı. Hayatını her an biriyle paylaşmaya razı olmak gönül rızanla biteviye. Kadınsı duygularının yer ettiği erkek kalbinde sıcacık ılıklıklar akıp geldi. Elini uzatıp sevgilisinin elini avucuna aldı. Pencereden doğan günün ilk ışıkları mutfağı aydınlatırken birlikte balkona çıktılar. Güneş, pembe mor sancılarla mutluluğa heves eden taze çifte benziyordu. İlk bakışta, rengi sulu sepken yağan kar tanesine, bir an çiğ mavi mavi… Aman Tanrım!dedi Kız. Ne çok olmuş güneşin doğuşunu seyretmediğim?.. Adamın sesi, sessizlikti. Nefesiydi. Gök yüzü ve yer yüzü aydınlıktı. Yalnızdı. Kimsesizdi. İnsan kendine dönük, güneş dünyaya, dünya hem güneşe, hem insana dönüktü. Bir kuş çığlığı sessizliği yırtarak yukarıya, yukarıya kanat çırpışı döne döneydi. Kızın gözleri kuşu takip edebildiği kadar yükseğe takıldı. Takıldı kaldı bir müddet güneşin beyaz, beyza gümüşiliğinde. Kulağında hala kanat çırpan kuşun mi fa sol tuşundan çıkan ahenkli cıvıltısı…
“Beni terk eder gibi gidişlerine benziyor dedi işaret ederek gökyüzünü erkeğine:
“ Bazen günlerce aramazdın. Sitem etmedim. Çünkü sevmiyorum. Ya seni böyle sevecektim. Ya da senden gidecektim.
Meçhul Kadını anlıyorum. Çünkü O’nun muhterisliğindeki sınırsızlıkla tutuldum sana. Gidemeyeceğimi anladım. Kaldım . Kaldım canım. Öylece kaldım. Böylece kaldık. Birlikte, beraber kalabildik.
Seni aradığımda , bugün mazereti olmasa diyerek, heyecana kapılırdım. Havai ve taşkın tümcelerin dalgalı sesindeki “gel” deyişine aşıktım. “Konuğum var” deyiverince çalgın bir kadınım halimi görseydin. Tanıyamazdın. Donuk, mat rengim, küldü. Ölüm kadar hüzünle kalbim taş yutardı. Sesim soluğum çıkmazdı. Kesif, fersiz, kesintisiz, kadının güneş kucaklamış yüzünde hislerin biriken öyküsü renkten renge dönüşerek ışık huzmeleriyle yeryüzüne ulaşıyordu ve erkeğin kalbine.
Gece gelen Meçhul Kadın ve telefonu?... O ne ki?.. dedi Kadın efkar tüten sözcülüyle; mazeretler, mahsurlu geceler, yasak gibi aşkın sevda denizine daldık. Alacakaranlıktı. Yüzmekten korkmadık ama can yeleğimiz bendim. Yüreğimde taşıdım sevgilim. Bir kitabın hatırlamadığım bir sayfasının bir yerinde okuduklarımla kaynaşmış olan “Aşk iki kişiliktir. Sen de bilirsin. Hatalısındır.
54. bölüm yeni hikaye
Yaşadığını dışardan görenler uyarmaya çalışır seni. Senin, bile bile ölüme gider gibi gözü kapalı sevdiğini söylerler. Niçin? Neden? Aşkının hatasını yüzüne vururlar. Ama sen yine de öyle davranırsın. Hatanı yinelemekten korkmazsın. Adeta zevk alırsın. Acını kanatmak için zafiyette şarkılar dinlersin. Acı çekmek istiyor da olabilirsin dibine kadar. Herkesin anlaması gerekmez. Sen böyle yaşamak istersin diyordu. Aşağı yukarı ben de bunlar gibi düşünüyordum sana hissettiğimle birebir örtüşen. Dolayısıyla, egolarımı şişirmedim. Şımartmadım. Çevremi saran kozmiğin esrarengizliğini sevdim seninleyken. Benden ayrı olduğun zamanların hesabını yapmadım. Hislerimi, hissettiklerimi, hissettirdiklerini, hissettiklerimizi şüpheli kurgulamalarla üzmedim. Üzdürmedim. Zihnimin zehirli bahçesinde not, anekdot arşivlemedim.. Detaylarına inmedim. Bu aşkın alınyazısını kaderine terk etmedim. Ta ki, alışverişten dönene değin. Orada bir şey oldu? Biz’im yazgımıza bir anne kızın elele fotoğrafı dokundu. Sana da. Bana da… Çat diye. Sustu kadın. Erkeğin ne diyeceğini beklemeden. “Üşüdüm. İçeri giriyorum.” Dedi.
Adam, düş bahçesinin dikenli tarafına hiç geçmediğini nihayet anlamıştı. Geç kalınmış zamanın telafisi erken oluyordu. Sabah kadar yakın. Gecenin döngüsünü sabırla beklemek gibi. Güneşe yüzünü çevirip, beraberliklerinin hikayesini yazan kadının ardından gitti.
Kadın göğsünde düğümlenenleri çözmüştü. Daralması geçmişti. Yatak odasındaki yatağına uzanmıştı. Yaşamı aşkı, sevgilisi, sevisi… Sevişi, sövüşü, dövüşü hepsi beraberce geliş, giriş, vuruş, veriş, ve bir alış verişti sade ve sadece. Nefes nefese kalıncaya değin.
Ve bir iç yangınıyla yanı başında dikilen Adam ne düşünüyordu?diye merak etmekten kendini alamadı. Bir iç ses ahenginde her şey, her sözün yankılaması iki kalbin sırça sarayında duyuluyordu. Kızın ki erkeğe. Erkeğin ki de kıza. Kadının içinden geçen soruya,
Ne mi düşünüyorum sevgilim?dedi Adam. Seni düşünüyorum ve sözlerini. Yokuş yukarı yürüyorum. Veryansın hayata. Küfredeceğim bana izin verse gece. Güneş doğmasın. Gitmesin gece. Şu an bitmesin. Konuşalım. Konuşmalara doyamayalım. Kıtlıktan çıkmış aç bir insan gibi sen ve ben anı, taşkın hali içimize, bize sinsin istiyorum dedi.
Kadın, istekle sevgilisinin iç sesine uydu.
-Sen de mi? dedi. evet , evet, ben de dedi Adam. Yemin et! Yemin et. Hayır. Sen yemin et. Sözlerin hangisi kızın, hangisi erkeğindi? Birbiri içine geçmiş, sımsıkı kenetlenmiş sevi ağında hiç fark etmiyordu kimin konuştuğu kaygısı. Yaşanmış, yaşanacak ne varsa sahiplenerek ipekli yorganı dört elle çekip örtünmüşlerdi. Artık, açıkta kalan, yetmeyen bir soru işareti kalmamıştı hayatlarında.
Yorganın altında göz gözü görmez karanlıkta birbirlerini görüyorlardı. Bir başkalık geldi Kadın ve Adamın yüzüne. Bir başka bakış gözlerine. Yeni tanışan iki çiftin utanışına yakalanmış. Ses çıkarmaya çekinik çift, eskiyen zamanın aşkı bitireceğini savunanlara inat sarmaş dolaştı yeniden. Yine yine sevdalı ve bir cenini canlıya dönüştürmeyi sahiden istiyorlardı. Tohumla toprağın gömüşmesi ve baharı bekleyen günler aylar… rüzgarın çevik adımları, şimşeğin hıçkırıklı ışığı, karakterine can veren hikayecinin hayal dünyasının durduğu an. İşte bu andı. Kekliğin keklik gibi sıçramadığı, aksağın yürüyüverdiği, kaosun düzene geçiverdiği, ihtirasın seviye dönüştüğü, ihanetin sadakate geçişi:
Benimle evlenir misin?
55. bölüm yeni hikaye
Adamın teklifi yatak odasında çın diye çınladı.. Kararlı, içten, isteyen, çok isteyen bir sesle dillendirilmiş teklifin kaderini cesaretle uzattı erkek sevdiği kıza.
Kadın, ilk önce sağır oldu. Duyduğunu tekrar etti içinden. Ne söyleyeceğini gerçekten bilemedi bir iki dakika.
--Seni seviyorum. Seninle yaşamak istiyorum. Karım olmanı istiyorum!
Kadın, bir yaranın kabuğunu kaldıran doktor gibi soğukkanlı başını eğdi önce sonra mazinin kapısını araladı istem dışı güçlü güçlü . Bedeninin kavisi düzleşti. Budha gibi ayaklarını doladı birbirine. Omzu sırtı dim dik ve T harfi tıpkı. Karnını bir nefesle içine çekti. İki elini avuç avuca ayak bileklerinin üst temasında birleştirdi. Gözlerini yummuştu çoktan. Havarilerin huşusuyla tekrarlayan nefeslemeler çekti kalbine doğru dem bu dem. Onun ne diyeceğini bilemediği an be an’lardaydı. Kalbinin sesi, sessizliğin sesini dinliyordu.
Sevgimizin arka bahçesinde neler oluyordu? Bu sorunun yanıtına gelecek cevap erkeğin kalbine güveniyorum sana diyecekti. Beraberlik kendiliğindenlikten çıkıp, şahitler huzurunda, nikah memurunun “Bu Adamla evlenmeyi kabul ediyor musunuz?” sorusuna Kadın “evet!” dedikten sonra, dönüp erkeğe “Siz Bu Kadınla evlenmek istiyor musunuz?” deyip bekleyecek Adam “ Evet! Evet!.” Gökyüzünden gürleyen gür akortlu DJ nidasıyla noktayı koyacak, salondan kopan alkış tufanı, artık beraberlikleri onaylanmış çiftin gülümsemelerinin resmini fotoğraf karesinde ebediyete ulaştıracaktı. Karlı kışların tozutup geçtiği balkonda iki kişi, erkek ve dişi. Kadın ve Adam. Hanımefendi, beyefendi. Ana Baba. Karı Koca. İki eşin gönlü açık, sardunyaları açmış. Balkon kapısı açık salona doğru… Evlilik kokusu sarmış odayı ve kapısından sarmaşıklar gibi çocuklar sarkıtabilecek bir teklife ne demeliyim dedi Kadın? Kalbine soruyordu.
Sor O’na dedi:
- Seni olduğun gibi sevdim. Bu bağla, bir bağlılık yemini verdiğinde, verdiğin sözün ağırlığının farkında mısın? de, O’na. Kadın gözlerini açmadan, pes melodik bir sesle kalbinin söylediğini yineledi erkeğe.
Adam, her şeyi göğüslemeye kesin karar vermişti:
“Evet! Dedi Adam. Evet! Senin huzurunda evet! İstersen hemen yanıt verme sevgilim. Ben beklemeye hazırım. Bizim için her gün hiç bıkmadan yineleyeceğim emeğimi.”dedi.
Kadın, gözlerini açtı.
“ Tamam! Dedi. Bir tek isteğim var. Benden bir şey saklıyorsan şimdi söyle. O zamanın, zamanı sevgilim! İçini kurt gibi yiyen bir halini fark ettiğimi biliyorsun. Onu bilmem gerek! Madem her şeyi konuşuyoruz. Aramızdaki görünmez duvarları yık! Senin kalbine göçeyim, zaman kaybetmeyelim.”
Adam, beklemediği fırtına yağmurunun sağanağında sırılsıklamdı. Kız mantık yürütmeyi sürdürüyordu.
“ Bir his bu. Sana sarıldığımda biri daha var beni kollarına alan anlıyor musun? Üçgenin üç köşesi de sahipli gibi. O kim, nedir, nedensiz midir… ” Yanıtsızlık her şeyi berbat edebilecek kadar ortadaydı.
Erkek, dikleşti bu kez.
“ Evet,dedi. Yeni bir hikayem var geçici bir süreliğine. İçimde kadınsılığa dair duygular yoğunlaştı. Bir müddet onunla yaşamamız gerek. Beni ve Biz’i paylaştığın O his. Daha fazla bir şey sorma . Anlatamam. Sadece Biz’e güven. Seninle beni bir vücut, bir beyin, bir kalp, bir bütün edecek bir ömrü birlikte yaşamak istiyorum. Bana inanmanı istiyorum! Seni seviyorum. Evlen benimle. Evlenelim.”
Şaşırma sırası kızdaydı. Sevgilisinin sırrı önemsizleşti birden gözünde. Olumsuz senaryolar yazmadığına öyle sevinmişti ki…
Kalbi sabırsızlanarak “Evet! De . Evet! De” diye ana atardamarlarıyla atıyordu “çıt! Pıt!”
Erkeğin iki gözü tek göz olmuş bekliyordu. Kadın, kadınsı nazlar yapmasam da atılsam kollarına “ Evet! Evet sevgilim! Evlenelim. Biz de sıradan evliler gibi kızımızın elinden tutar gezmelere, alışverişlere gideriz… Ne güzel ve ne mükemmel bir baba olursun” demek istedi hemencecik. Ama hala ağzından bir kelime çıkmamıştı. Erkek çoşkulu:“ Gelinliğinle kucağımda taşıyacağım. Ahdım var sevdiceğim. Küçük bir erkek çocuğuyken. İlerde evlenirsem, eşimi, evimin eşiğinden şu filmde olduğu gibi kucaklayıp yatak odasının kapısından geçireceğim diye söz vermiştim. O sensin. Haydi eşim ol. Senden başka biri değil o. Sen kısık bir sesle evet! de yeter ki. Ben haykıracağım EVET! EVET! EVET!” benim hikayemin Kadını sensin. Kadınımsın. 25. Aralık. 2009 Cuma.
YENİ HİKAYE BİRİNCİ BÖLÜM
Adam ne zamandır yeni bir hikaye yazmamıştı. Yazmaya oturunca hiç sebepsiz yere içi daralıyordu. ilk eserindeki başarıyı yakalayamamaktan korkuyordu ve yenisini yazmaktan da zorlanıyordu bu yüzden. Selim İleri’nin bir yazısını okumuştu. Bütün yazarlar arada bir “artık yazamayacağım!” korkusu çekermiş diye. Acaba kendisi de öyle bir dönemde miydi? Önceden, önünde açık duran ajanda beyaz kağıt falan filan dinlemez sayfalarca durmadan hikayelerini yazıverirdi. Zaten, yeniden basılmaya karar verilen daha önce yayınlanan kitabı da yayınevinin kararsızlığı yüzünden hala çıkamamıştı.Yazıları ile ilgili düşüncelere dalmışken , sevgilisiyle o gün buluşacağı aklına geldi. Kalbinde uçurumun kıyısından ayağı kaymış da boşlukta uçuyormuş hissine benzeyen heyecan yumakları duyumsadı . Ama, aynı düşünce hızıyla da sanki bahtının ışıkları söndü sandı. Evi kara kapkara bir deliğe dönüştü. Vücudunun bir şeyleri eksilmeye mi başlamıştı? Amalardan, acabalardan, kendine sorularından, sorgulamalarından dolayı; son günlerde sık sık başı ağrır olmuştu. Yaşamında azgın dalgalanmalara yer vermeye niyeti olmadığı gibi, tanınmış bir öykücü olmadan da dünyadan göçüp gitmeye gönlü razı değildi. Adam, evinde tek başına yıllardır yalnız yaşıyordu. Kendi başına yaşamaya çok alışmıştı. Evine aşırı bağlıydı; gölgesinden bile kıskanacak kadar. Eviyle olan ekstrem bağını, konukları onun nüktedar sohbetlerinden anlamaları pek mümkündü. Çünkü, evine olan ketumluğuna dair sarih veya salih göndermeler yapmaktan çekinmezdi. Bazen de apaçık; “Birileri evime fazla girip çıktığında elimde olmadan rahatsız oluyorum!”da diyebilirdi. Adam başka bir alemdi. Nev-i şahsına münhasırlardandı. Ama, işte onun da bir derdi vardı. Çözümleyemediği. Hem de kendi kendine çözümlemesi gerektiğine inandığı türden. O’na göre doktorundan vücudunu saran sinsi hastalığını öğrenene kadar her şey yolundaydı. Normaldi. Sıradandı yaşamı. Daha geçen hafta arkadaşlarıyla toplandıkları meyhanede, hafif çakır keyifle “ hikayelerini nasıl yazdığını, okuyucu kitlesinin kimler olması gerektiğinden filan söz etmemiş miydi?” Arkadaşlarına “edebiyatın, hikaye dalında genç neslin temsilcisi olduğunu teyit ettirmişti. Hikayelerinin karakterlerini belirleme tekniğini, gözlem gücünün önemini söylemişti. Sosyal bir olgunun hikayesini yazmak gerekliliğini ise sözcüklerin üstüne basa basa anlatmıştı. Bu hatırladıkları çok kısa bir süre önceye değindi. Adam, O akşamı anımsadı ve hemen unutmayı. O akşama dair anımsadığı her şey canını acıtacaktı çünkü. Acı çekmesinin bir tek nedeni vardı; hastalığını öğrenmesi. Hastalığını öğrenmesiyle beraber belleğinde çok şey değişmişti. Edebi kimliği, ömrünün kısacık bir dilimine bedeldi. Bu bedel de şimdilik öngörüsüyle hafızasına mezara gömer gibi gömütlenmeliydi. Ruhunda karşılaştığı durum şimdiye kadar dünyada yok denilecek kadar az insan da görülmüştü…
YENİ HİKAYE (İKİNCİ BÖLÜM)
Doktoru, hastane kütüphanesinde bulunan tıp dergilerini incelediğini ve doktor arkadaşlarımla da sizin rahatsızlığınıza dair konuştum. Bana anlattıklarınızdan yola çıkarak yaptığım tetkikler son derece olumlu ve fiziki anlamda herhangi bir etkilenmeniz söz konusu değil şu durumda size diye Adam’ı ferahlatma gayesi düşünmekten ziyade bulguların sonucunu açıklıyordu. Tıp literatüründe bu tür ayrıcalıklı ve çok az rastlanan, dahası hastalık mı, ruhsal bir değişim mi gibi çözümlemesiz olaysınız açıkcası bana göre.( doktor, dudağını hafifce bükerek) Korkacak bir sağlık problemi olarak gözükmese de durumunuz bundan sonraki günlerde farklı yaşamak isteyebilirsiniz dedi. Adam, Anlaşılan hayatım alt üst olacak diye düşünmekten alamadı kendini. Mesleğinin uzmanı olan doktoru ise gayet sakin bir şekilde açıklamalarını sürdürerek: Emarelerin izleri dış görünüşünüzde farklılık belirtisi olmayacağı yönünde. Dediğim gibi fiziki herhangi bir değişim beklenmemekteyim. Şimdiye kadar nasılsanız öyle olmaya devam edeceksiniz. Sizin, hastalığınızdan kaynaklanan tedirginliğinizi anlıyorum merakınızı da. Doktor olarak benden beklediğiniz yanıtı yaptığım tetkikleri dikkate alarak söylemek en doğrusu. Sevindiren nokta, biyolojik değerlerinizde bir dengesizlik yok tetkik sonuçlarına göre. Bu da demektir ki; erkek portföyünüzü koruyacaksınız. Hastalığınızın enteresan olan tarafı, hormonlarınızla alakalı. Hımm! Yani, bir bakıma, hastalığın tutumu ve bedensel seyirleri beyninizin duyusal kısmını etkisi altına alacak. Hormonlarınızın anormalliğini fazla detaya inmeden ve sizin zihninizde karışıklığa sebebiyet vermeden kısaca böyle tanımlayabilirim. Bakın bir örnek vereyim: Kadınsı hislere hüküm veren bir zerre hormonalcik var her erkeğin bedeninde, tıpkı her kadının bedeninde erkek hormonalcikleri taşıdıklarından varsayarak yola çıkalım sizinle. İşte o hormonalcik bir müddetliğine sinir sisteminizde gezintiye çıkacak. Bir erkek olarak siz az veya çok (artık hastalığınızın ilerlemesine göre) beyefendi tavrından istem dışı olarak hanımefendi edasını yaşama geçireceksiniz. Yalnız şunu unutmadan hatırımdayken söyleyeyim en çok dilinize vurabilir(kadın şıklığı ve cilvesel sözcüklerle mesela) ve o rahatlıkla neşeli bir hanıma dönüşme ihtimaliniz var. Bir alt bilginiz olsun diye söylüyorum. Mesele bu kadar! Büyütülecek fazlaca da bir şey yok şimdilik. İlerde hastalığınız nicelik ve nitelik değiştirirse birlikte ne yapacağımıza karar veririz. Ama doktorun olarak tek bir isteğim olabilir. Hastayım kompleksinden rica ederim uzak durun. Ruhunuzda kocaman kara delikler açılmasın. Normal yaşantınıza devam edin. Bir erkek olarak, onlarsız yapamadığımız kadınlar hakkımızda ne düşünüyor diye düşünmüşsünüzdür zaman zaman. Durumunuzu kolaylaştırmak adına işte size bir fırsat. Kendinizi inandırın yeni halinize ve kabulünü kolaylaştırmak elinizde. Bilimsel bir deneyi gerçekleştirmek için öbür tarafa, kadın tarafına geçtim deyin kendinize. Evet bu bir ironi, ironi olmasına ama size hayatınızı tiye aldırabilecek bir ironi. Farz-ı misal beynimiz buna inansın. Mecbur tamam mı!Beynimizden bahsediyorum, bize inanmak zorunda sonuç olarak. Sanırım sizin için de en kolay yol. Anlatabildim mi acaba? Ufacık bir notum daha var: Varsayalım sevgiliniz var. Uyumlu ilişkinize aynen devam edebilirsiniz. Ama yine de ufak çatlamalar için hazırlıklı olun derim. Ya da ilk paniklemelerinizle partnerinizi şaşırtabilirsiniz de. Her iki halde hastalığınızın geçici tepkileri. Lütfen sakin olun ve sakinleşmeyi bekleyin. Durumunuzla ilgili arkadaşlarınızla konuşmayın. Çünkü, her kafadan çıkan bir ses sinirlerinizin yıpranmasına neden olabilir. Çevrenizi hal ve tutumunuzdan dolayı kuşku meraklı halkası sarabilir. Kendinize sıkıntı yapmayın bu tür etkileri rahat olun, hiçbir şey yokmuş ve hasta olan siz değil başkasıymış kadar rahat davranın hatta. Size söyleyebileceğim başka bir şey yok sanırım bugünlük. Ben hastanede ya da muayenehanemde nerede olursam olayım sakın çekinmeyin! Ne zaman isterseniz soru sormak için ya da yardıma ihtiyacınız olursa hemen gelin. Halen sizi yakalayan hastalığa istinaden araştırmalarımız sürmekte. Gerçi, hormonal dengenizde değişime neden olan hormonalcikleri düzenleyen bir tedavi ve ilacı ne yazık ki şimdilik bulunamadıysa da hiç bulunamayacak değil ama. Bilim insanlarının tıbbi çalışmaları sürmekte. Umarım size çare olacak ilacımızın müjdesi yakındır. Ümidimizi kesmeyelim biz derken doktoru ayağa kalkarak Adam’a elini uzattı ve tekrar geçmiş osun diyerek muayene odasının kapısından uğurladı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Adam, o gece uyumadan önce intihar etmeyi düşündü. Sevgilisine “ölmek istiyorum” diye mesaj attı. Çok aralamadı kapı çalındı. Sevgilisiydi gelen. Kapının açılması ve sevdiği adamı sağ salim görebilmenin ardından, gerilen vücudunu puf gibi geriye doğru bıraktı kadın. Teninde seyir seyir seyirmelerle bir an duraladı. Şaşaladı! Sevincinden de çıldırdı ama. Ödü kopmuştu mesajı okuduktan sonra. Ya bir şey olmuşsa, ya yetişemezsem diyerek.. fakat, adama, bilerek onu kaybetme korkusunu belli etmedi. Bu cezayı hak etmişti Adam. Zaten, kızgınlığı da geçecek gibi görünmüyordu. Telefonunda bir mesajınız var sevgilim’den, diye açıp bir çırpıda okuyuverdiği heyecansı sms’in intihardan söz etmesi sonrasında kadının bir iç çekimi sızısıyla yüzüne yerleşiveren donuksu duruk ifadesi silineceğe benzemiyordu. Sinirlendiğini saklaması için geçerli mazeret aramasına da olanak yoktu bu telaş ve panikte. Az sonra patlayacak volkanın kızgın ateşiyle birlikte erkeğin yüzüne lavlarını fışkırtacak dağ kadar şişindi bir an. Adam, sevgilisinin bakışlarından enikonu korktu. "E e herhalde senden aldığım mesajla allakbullağım," der gibiliği gerçek bir nakkaş ancak bu kadar ustaca nakşedebilirdi bir kadının yüzüne ve sesinin kasvetine. Çarpışma başlıyordu. Kadın,yağmur bulutunun içinde gizil bombamsı, ses gücünde ve olanca hararetiyle: “kadın olsan kaprisini anlardım" dedi Nemruttu sanki. Aksi ve ıslık gibi kısık ve kınından çekilmiş kılıçla başı gövdesinden savrulan sözleriyle. Adamın gönlüyse bir avuç kordu aynı zamanda. Kadının bihaberliğine yad edercesine içerlek:
“Hastalanan sen değilsin de ondan böyle konuşuyorsun”dedi gözleri. Durgun bir göl gibiydi ve suskunluğu seçmişti.
Kadınsı hislerle sarmalanınca sinir ağları ve git gide yaşamıma tesiriyle başa çıkamaz olursam diyen Adam, koltuğa çöküp, omuzlarını kısıp, sırtını iyice kamburlaştırıp höykürerek çocuk gibi ağlamaya başladı. O ' ki, kızınca incecik iki çizik arası ateş kırmızısı dudağından ateş, duman tütütmeye meyledecek kadar yaklaşan ve ürkek güvercin gibi ikircikle sınırlı, kaçak öfkeli hallerden sakınan biri olmuştu hep. Avaz avaz vaveylasıyla bütün bunları düşünerek bağırıp çağırmaya başladı Kadın: " Ne oldu sana? Kötü bir şey mi var? Sen kim ağlamak kim? Nefret edersin ajitasyon dersin böyle zamanlarda. Çıldırıcağım ya. Hele o mesaj? Aklımı kaçıracaktım az kalsın. Senin tarzın değil anlatabiliyor muyum? Şimdi söyle bana, ne oldu çabucak anlat. Yoksa çat! edecek yüreğim. Sorularının karşılığını almak ve Adam’ın anlatacaklarını dinlemek için susmayı tercih etti. Adam, doktorunun söylediklerini anlatıp anlatmamakta tedirgindi. Emin olduğu bir şey vardı Kadını gözlerini gözlerinden ayırmasın istiyordu. Gözbebeklerinden yansıyan sevginin ışığıyla ve anaçsı şefkatiyle kaybettiği gücünü geri kazanabilirdi. Gerçek ortadaydı. Sana ihtiyacım var dedi kadına. Kadın’ın şaşkınlığı karşı karşıya olduğu Adam’da aniden ortaya çıkan duygusal değişimiyle alakalıydı. Alışık olmadığı sevgilisinin son tutumuydu. Tutarsız gözüküyordu ve tutunamayanlar gibi. Hiç yapmazdı bunu. Asla. Asla. Çünkü ne zaman kendini zayıf hissetse evine kapanır telefona çıkmaz, cep telefonunu dahi tık diye kapatır ve günlerce kimseleri arayıp sormadan iletişimsiz yaşardı. Ta ki girdiği buhrandan çıkıncaya. “ Müthiş üşüyorum!”diyen sevgilisine sıkıca sarıldı Kadın: “Neden? Neden? Neler oluyor canım?”
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Adam, soğuk bedeninin bir yerlerinde yanan har har ateşiyle üşüyordu. Kolları sımsıkı erkeğini saran Kadının kalbi üşüdü ta derinden, en derininden. “Canım, aşkım, bebeğim ne oldu sana?” diyerek koruma hissiyle yanıp tutuşurken bir yandan da beyinciğinin bombelerine hırlamaya hazır hayretler gizlenmişti. Ama sobelenemeyecek kadar oyunsu olmayan bir döngüydü yaşanan ve çocuksuluktan çok uzaktı gözyaşlarının nedeni. An’ın bütünleştirdiği iki sevgili, neler olduğunu, erkeğin intihar meylinin söze dökemeyeceklerini biliyorlardı. Adam’ın titremeleri, üşümeleri sadece, sevdiğinin teninden süzülen berraklıkla durulabilirdi. Kadın, aurasında çepeçevre tavaf eden enerjiyi, nefesiyle erkeğinin çakralarına üfleyiverdi. Adam nihayet kendine geldi. Denge bulduğu bedeni yorgundu. Daha fazla ayakta kalmaya dayanamadılar. Yatak odasına doğru uzandılar. Sarılmış halde yatağın üstünde erkek ve kadın, gözlerini kapattı o an’a ve herkes kendi dünyasından uzakta olmayı seçti bir müddetliğine. Anlaşılan ikisi de geçmişle şimdiyi karşılaştırmak üzere sözleşmişti hiç konuşmadan. “Nereye bakıyorsun sevgilim?” evet, nereye? Adam, Kadının bazı akşamlarda dışarıda yemekteyken göz dalmalarının sebebini sormasına kızardı. Gelişigüzel yanıtlar verirdi. Halbuki O’ “ Sen ve ben ve biz buradayız?” derdi kısacası. Anlamazdım dedi zihninden, ne kadar anlayışsızmışım. Kirpiklerinde saklı kalmış nazlıca bir gözyaşının akmasına müsaade edip Adam, kıvracık dilinden dökülen tümcesi: “Sen haklıymışsın!” kadının kulağına aynen ulaşan ses duyumu böyleydi. İçeriği yüklü mü yüklü bir söylemdi iki vurgulu cümle. Göz kapağına eğilmiş kaşlarını alnına doğru kaldırarak Kadın: “Ben haklıyım öyle mi? Neden ama ?” “Hiiç?” erkeğin açıklayacağı bir durum vardıysa da vazgeçmişti. Odaya sinen giz kokusu demin ki bir bedeni ikiye ayırmaya yetti. Bir hışımla yatağın orta yerinde belinin üzerine dikleşerek kadın: “ Allah’ım delirmek üzereyim. Anlama sınırlarımı zorlama artık aşkım. Lütfen! Ne için haklıymışım bilmek istiyorum. Bilmece gibi konuşmandan hoşlanmadım! ” dese de sevgilisi iç kapısını sürgülemişti az evvel. “ Unut olanları tamam mı. Geldi ve geçti.” Adam’ın yanıtı kesindi.
“Ne geldi, ne geçti anlamadım ki?” ısrar etmeye devam eden Kadın’ın çabası boşunaydı. “ Açıklaması yok.”
“Ama neyin açıklaması yok hayatım?” bu kez de kollarını kerpeten gibi kadına sarıp:
“Bu mevzu bitmiştir sevgilim.”diyerek dudağını güvenli ihtirasıyla sundu sevdiğine susturabileceğini umarak. Umduğundan beter bir şüpheyle:
BEŞİNCİ BÖLÜM
“ Ne yani?”dedi kadını.
“Öyle yani.” Olabildiğince avutan cevabıyla dinginleşmiş, dirilmiş eril ve ehildi Adam. Yine kendinden emindi eskisi gibi.
“Olmazz! Olamaz! Sabahtan beri telaş ve tedirginliğim nedensiz miydi? Direniyordu Kadın.
“Evet!” dedi Adam. “Aynen öyle. Ne bekliyordun? “
“Seni tanıyorum bebeğim, sen de bir şey var ve önemli. Yoksa, asla kazan kaldırmazdın hayata.”
Kadının kafasını göğsüne bastırdı Adam. “Ne yani hayata kazan kaldıran hep sen mi olacaksın. Hem sıkıldım artık ciddi ciddi. Haydi çıkıp biraz hava alalım.”
Başı sevdiğinin göğsünde “Ne bileyim? Ben seni hiç böyle görmedim.”dedi Kadın.
“ Farzet ki şu an da görmedin. Bir şey olur mu?”
” Yook..” dedi Kadın, biraz şaşırarak. “Mesaj atan sensin. Sorularınla beni şaşırtan da .”
Olan oldu, Adam, kadınsı ve şen bir kahkahayı; beklenen misafiri baş köşeye buyur edercesine eğildi ve elini uzattı saygıyla saya saya bir iki üç ve patlattı uçsuz bucaksız uçurumdan uç da uç. Sustu sonra. Bir kadına baktı, bir susturduğu kahkahasına. İlk kez, pervasızca güldüğünün hesabını sormayacak kadar vakur bir Kadın’a sahip olmanın kendi kendine vermiş olduğu kibir ve gururla:
“Dur sana bir çay demleyeyim birlikte içeriz ”dedi şımararak. Çok çok şaşırma sırası Kadına gelmişti yine ve az kalsın küçük dilini yutacaktı.
“A a a a sen çay sevmezsin ki. Çay seven erkekleri çok kadınsı bulursun sen!?”
“Bu demek ki bundan böyle çay içmeyi sevecek mişim...” dedi ve isteklice sarıldı hayretle kendisine bakan kadını.
Kadın da tüm sevecenliğiyle erkeğine sarılırken onun rakı merakını, kadehine sevdalı gibi kardeşliğini falan ve her yudumda hayatın tadı şerefine içişlerini hayalinde canlandırmaktan vazgeçemezdi bir anda. İçinden konuşmaya kurgulamaya yatkındı öteki kadın. “Canım, canım.. çay su içmeler, demlemeler… sevgilim uçmuş sanki!? Bir sebebi var değişiminin ama? Ama ne ne? Neyse ve her ne ise nasılsa söyleyecek veya bir müddet sonra mutlaka anlayacağım” gibilerden devam eden içsel mırıltıları sürerken karnından, sessiz ve soluksuz takip ediyordu sevdiğini Kadın mutfağa gidişinin ardından.
“Hayır olsun” dedi Adam da kalben kendine. Yeni kimliğimi, benliğimi ve filizlenen kadınsı hislerimi pek erken yaşamaya başladım “hayrola” demeye getirdi rahat davranışlarıyla, kahkahasıyla. Hayır! Öyle gelmedi. Öyleydi. Aklı bir karış havada yazacağı öykülerin kurgusunda bir ışık yanmıştı şuurunda.
“ Yeni hikayesinde yazmak istediği kadının adı ipek olmalıydı benim Kadın’ım gibi.” Çay suyunu ocağa koydu. Su kaynarken sevdiğini öptü kokladı. Teninde gezindi hafif hafif. Ürperdi tenleri birlikte. Uzun uzun öpüşmeleri kısrak gibi tırısla dolandı mutfakta alev alev. Çaydanlığın fokurtusunu duymadılar önce. Sonra çelik çaydanlığın onları azarlar gibi çata patlarına dikkat kesilip çayı demlediler.
ALTINCI BÖLÜM
Çeşmenin incecik akan suyundan çaydanlığı soğuk suyla silme doldurup tekrar ocağın üstüne koydu Adam. Kendisini keyifli bir tebessümle izleyen Kadını sarıldı öptü öptü öptü dudağından arzuladı filiz filiz sevdalanmayla yepyeniden heyecan heyecan. Oracıkta sevişme isteğiyle yanıp tutuşması Adamın da keyfini yerine getiriverdi “Bir değişiklik yoktu belinde beleğinde. Oh nihayet! İçi ferahladı.” "Seni tanıyamıyor gibiyim ama yeni halinde hiç fena değil. İlginç! Yeniden keşfetmek sevgilimi! Böyle düşününce şimdi bak beni de heyecan bastı” diyen sevgilisine bir hoş bakış fırlattı muzipçe.. Adam ve Kadın tuhaf, tutkulu ve acemi aşıklar gibi sarıldı birbirine. Üç gün önce bir gün nasılsa ayrılacağız diyerek muhtemel bir hayal kırıklığı yaşıyorken ikisi de dipdiri duyguların dalgasız denizinde yüzmeye hazırdı. Sevecen dokunuşları el ayalarının, avuçlarının ateşiyle tenlerin de gezinirken… Kadın, hiç yaşamadığı bir esintiyle sallandığını hissetti. Sevişmenin acelesinden uzak, bir ihtimal bekleyişlerine dahil sevilmekti bu.. Kadın, Adamdaki sıra dışı değişikliğe aldırmadan bedeninin ürpermelerine kısık kısık yanıt verdi. Telaş yoktu. İhtiras yoktu dokunuşlarında. Kaynayan çayın altını söndüren hangisiydi? Çünkü hem Kadın, hem Adam aynı anda uzanmış ve parmakları ocağın düğmesini çevirmek üzereydi. Ocağın düğmesinde karşılaşan parmaklar değince birbirine yeni tanıyormuş gibi Adamını, Kadın ve onun yepyeni kadınsı duygularından habersiz ; yeni hikayesini yazıyorlardı birlikte. 20 Ağustos 2008...
İKİNCİ GÜN
Adam uyandı uyanacak arası yana döne yatağında kadınını aradı. Canı sıcacık onu sarılmak çekmişti. Mis gibi kokusunu içine çekerek sevgilisiyle biraz daha uyumak istiyordu. Sabahın perdeden sızan ilk ışıklarıyla yatak odasına dalıvermesini oldum olasıya sevmezdi. Yatağın bir yanı boştu. Adam, daha öncesinde sevgilisinin yatakta olup olmamasına dikkat etmezdi. Ne bileyim uykusu kaçmıştır, lavaboya gitmiştir diye düşünür uykusunu bölmezdi. Ama bugün farklıydı. Hayatında ilk kez içinde bir kuşkuyla atlayıverdi yataktan, banyonun ışığını görünce kalbi pıt pıt yatağa dönecekken, canı bir sigara çekti. Sehpanın üstündeki sarı çakmağı aldı "çat'" diye bir sigara yaktı. Ayak ayak üstüne attı, dumanı içine çekip selametle tüttürü tüttüre yarımı geçmişti ki... kısacık, erkeksi saçları diken diken sevgilisi şortunu hala çekmeye çalışarak banyonun kapısından göründü.
"Hayrola!"dedi.
Adam, sigara tiryakisi olmadığını unutarak " Hiç? Seni merak ettim de şekerim." Dedi. Kadın konuşmayı anlamamış gibi “Sen manyak mısın ya gecenin bir yarısı ? Ne biçim konuşuyorsun ? " diye fırçaladı adamı.
" Ne varmış sözlerimde? Yatakta seni göremeyince şekerim?" sözü yarıda kesildi. Kadın uykudan uyanmanın sersemliğiyle:
"Hayır, hayır! O değil. Şekerimler falan... Sen uçmuşsun sanki ... yoksa bana mı öyle geldi? Radyoda yeni bir dj’ lik formatı mı deniyorsun anlamadım? Beni merak etmen… hem de gece yarısı… çok hoşuma gitti"diye diye yan yan vücudunu eliyle sakinleştirmeye çalışarak ve hafifce yalpalayarak uyku haline bir an önce dönmek üzere tam giderken
Kadın yatak odasının kapısından geri döndü ve çok önemli bir şeyini unutmuş aceleciliğiyle: "Ama, ama sen sigara içiyorsun?"
YEDİNCİ BÖLÜM
"Ama, ama sen sigara içiyorsun?"
Hiç beklemediği bu soru karşısında ne yapacağını bilmez vaziyette Adam, elindeki sigarayı küllüğün içinde söndürmeye çalışarak bozuntuya vermeden: “ : "Ay ay benim cicimin de gözünden hiçbir detay kaçmazmış…” dedi ve tatlı şuh bir gülüşle O da yatak odasına yürüdü. Gece son saatlerini sayarken Kadın ve Adamın en hengameli bakışıverişleri kara kırış gözbebeklerinin göz göze gelmelerine neden oldu hem utangaç hem tutuk tutuk. Bir yabancılık ruhsalında yeni tanışmış iki çiftin kekeleşmesi görülmeye değerdi. Susuşmanın efsanevi çekingenliği haliyle evin buz mavisi salonunda ılık rüzgarlar esmeye başladı.. Sabahın ilk ışıkları ise pencerenin, perdenin kıyıcıklarından dan sızmaya can atıyordu şafakla beraber. "Hadi yatalım artık sevgilim" diyen Adama itiraz etmeyecek derecede uyumaya hevesle kadın yatağa önce uzandı ve kıvrıldı, yatak buz gibiydi. Vuuu diyerek sevgilisine sarıldı iyiden iyiye üşüyordu Kadın. Aradan geçen bir saatte perdelerden sızan gün ışığı çoğalarak duvarlarda ahenkli renkler oluşturmuştu. Kadın ve Adam ışığın odalarındaki varlığını yadsımadılar ve detaylarla ilgilenmeden biraz önceki sigara içme sahnesi bir serap misali farz etmeyi yeğlediler.. Erkeği dünden şu an’a bambaşka tanıyamadığı biri gibiydi sanki. Fakat pamuk çuvalı kadar huzurlu yumuşacıktı. İçinde gerçekten mutlu baloncuklar uçuyordu. Bak işte, şimdi de parmakları usulca teninde geziniyordu sevisini yayarak doruğa çıkacağından emin bir dağcı gibi.
İsteksiz, arzusuz, alışkanlıktan ibaret bir iki öpüşten sonra üstüne çıkıveren o Adam ve kendi haykırışları "acele etme! Dokun bana. Dokun bana" yalvarışlı isteyişinin yarımlığını hatırlamaya ne gerek vardı. Gecenin, gittim, gideceğim uzamında bir beden oluvermiş halde öylece uyuyakaldılar sarmaşık gibi 18 Ekim 2008... öğleden sonra ve Kadın saat: 10:00 uyandı.
Bacağının yorgandan dışarıda kalan, kalın etçil baldırlarında ısrarcı bir sineğin gezinmesinden rahatsız olarak uyanmak zorunda kaldığına sinirle adeta tepinerek sineği kovmaya çalıştı.Sinek "vızz" ediyor gittiğini sanırken, kadının eline, yüzüne tekrar arsızca konuyor, uçuyor "vız" diye dönüp dönüp geliyor ve kadınla kovalamaca oyunu oynuyordu.
Kısacık saçları kirpi gibi havada kadın bir hışımla kalktı, sineğin üstüne hömererek eline geçirdiği bulüzünü indiri indiriverdi. Güya sineği öldürecekti. Sinek "vız!"diye tavana doğru havalanırken, kadının savurttuğu bulüzünü komodinin üstündeki her ne varsa şangırtısıyla halının üzerine saçıldı. "Allah'ın belası sinek" diye kadının ağzından çıkan avaz ve kızgın sözlerin biri bin paraydı... Kadın hala uykusunu alamamıştı. Canı uyumak istiyordu.
Adam tam o şamatanın ortasında " şeker ne oluyor burada?" diye yarı uykulu gözkapakları kapalı sayılacak kadar kısık başını yastıktan kaldırdı.Kadın halının üzerindekileri toplamaya çalıştığı yerden başını çevirdi " sen uyumana devam et! Şeker meker… aaa! Çekemem vallahi, başına saksı mı düştü? Sinek belasıyla uğraşıyorum. Senin şekerinsem hem, yanıma gel madem.!"dedi.
Adam bir dem de sıçrayıp, pişkinlikle, kadının yanına çömeldi. Bir iki tane bir şey toplarmış gibi yaparak kadının dizlerine dayandırdı elini ve parmağının birini ve ikincisini merdiven gibi derinlerine ilerledi bacağının yukarılarına doğru teninde. Kadın kadınca bakıverdi adamın gözlerine. Biraz önceki edepsiz sinirinden vazgeçişle ve edep yerine ulaşan ılıklıkla. Hiç böyle bir şey beklememişti adamından. Kadın, daha fazla düşünmesine fırsat vermedi adama bedenini çekiverdi bedenine
YEDİNCİ BÖLÜMÜN DEVAMI
Sırtına batan ruj, far, parfüm şişesi vs. aldırış etmeden dün gece sevişmeden uyumalarının acısını çıkarırcasına sevişmeye başladılar. Adamın dili ilk kez Kadının dilini yutarcasına emiyordu. Kadın arzudan çıldırıyordu. Dakikalarca öpüşerek aşk oyunu oynadılar. Her ikisi de yeni yepyeni tensel bir değişimle yanıp tutuşuyordu. Adam el ayasının içinden Kadına yumuşak dokunuşlarıyla haz yüklüyor; Kadın onu emiyor , ruhu sevgiye doyuyordu. Sevilmenin hası hisi sisi ve perdesinin tülüsü uçuşuyor iç içe; o an ilk kez yavaş yavaştı erkeği iksiri sudan ötesi ballı yumuşaklığa kayarken. Sonra Adamın beline yontularak incelmiş bir okun sivriliği vücudunu delercesine batarmış gibi oldu "ah! Ah!" diye inleyen dillerde döl döl küfürlü edepsiz sevişme sözleri son defa inci inci dökülürken Kadın ve Adam boşluğa düştüler boşalarak birlikte. Nefeslenmeleri yatak odasını doldurdu. O halı, o odanın halısı, serildi serilesiye yatak odasına onları böyle hiç görmemişti. İki sevgili onun üstünde terli terli uzanıyordu mutlu ve yorgun. Gözleri kapalı kendilerinden geçmiş bir vaziyette. Ve sinek, aynı sinek, kaçak göçek "vızır vızır!!!" hala dolanıyordu sapık emellerine kavuşamamış tecavüzcü gibi.
SEKİZİNCİ BÖLÜM(yeni hikaye)
Kadın, halının üstünden kıvracık kalktı. Tüysüleri çıplak tenine kavisler çizmişti. Sevgilisi bin yıllık derin bir uykuya dalmıştı. Nü haline muzipçe gülümseyerek “Ne kadar da korunmaya muhtaç kocaman bir çocuk O ” diye geçirdi içinden. Uykunun mışıl mışıl denen birinci bölümündeydi erkeği. İkinci bölümündeyse kesilen soluk varyasyonu, soluğun genizde kaybolmuşluğuna tanık oldu. Kadın, tedirgin olmadım, dese yalan söylemiş olurdu. Sevgilisinin sesi soluğu geri gelemeyecek sandı. Eğildi üzerine, eliyle omzuna dokundu, tam uyandırmaya çalışıyordu ki, Adam’ın yinelenen mışıl mışıl, tısıl tısıl yaşama dönüşe adaptasyonuyla “oh!”dedi Kadın, yüreği yerine oturdu. Ardından daha güçlü ve zorlu bir yamacı tırmanırken azıcık horlamaya benzer korkak nefeslemeleri duyuldu. Halının üstünde kendinden geçmiş sevi sonrasındaki Adam, uyanık hallerinden fersah fersah uzak, çölde sanki gariban aşık pozu veren biri siyah biri beyaz aynı karede buluşmuş fotoğrafı anıştırıyordu.
Kadın, sevgilisini ilk kez uyurken bu kadar yakınen ve ilgiyle ve enteresan detaylara takılarak seyrediyordu. Gözlendiğini hissetmiş gibi Adam da kollarını kitleyerek birbirine yan döndü. Sırtı kadına dönükken gevşeyen karın kasları halıya değiyordu.
O’nun sırtını, sırtından oyluğunu, dizkapağını, ayak bileğini, elini, elinin uzun uzun parmaklarını, tırnağını silvetini içsellemek isteyen Kadın, yatak odasında yerde uzanık vücudunu kaçak ve sabıkalı bakışlarla süzdü. İlk tanıştıklarında göbeğin var işte, göbeklisin falan diyerek sohbetlerinde espriyle karışık kızdırı kızdırıvermelerine; genç Adam fren koyar gibi arabasının debriyajına, rejime girmiş on kilo birden vermişti. Böylece hızla form tutmuş ve daha da sportmen bir görünüşe sahip olmuştu.
Partnerini yarı baygın uyku ritüelinde iyiden iyiceye incelemeye tabii tutması nedeniyle dembudem Kadının bakışıvermeleri gayri ihtiyarı kendisine dönmüştü. Tıpkı, yaban ve yabancı birini görmüş gibi oldu. İster istemez göz bebekleri vücudundaki fazlalıkları bölgesel kayıt altına aldı. İki yıl içinde aşırı şişmanlamıştı. Belli belirsiz göbeğine ikinci bir ayva göbek eklenmiş ve göğüsleri iç çamaşırından taşım taşım görünür olmuştu. Elbise giydiğinde dekoltene dahilim ben de diye diye hem de. Kadın memnun rahat rahat canı, ruhu nasıl çekerse seçkin markalardan alır giyinirdi. Çünkü kendinden emin, yuvarlak, yumuşak, yufka ekmeğe sarılan iştah açıcı bir kadındı. Cazibesi albenisi çarpan bir havası vardı. Hangi ortama girse tümsekleri, tepeleri, dik yokuşları yol eden bir hayranı çıkardı karşısına. Aman, der gibi Kadın göbeğini içine çekerek “yemekten vazgeçemiyorum n’payım!” dercesine odadan çıktı." Odadan çıktı çıkacakken
Zzzzztttttt!!! O da ne? Yatak odasının meşhur sineği. avizenin kıyısından fantazyalarıyla kadının önünden uçtu gitti. “ Nihayet!” dedi sineğin gidişine Kadın. O sırada, baygın nefesiyle derdest Adam aslında uyumuyordu, ama tam olarak uyanık da sayılmazdı. Çok ilginç bir şekilde komik olan O da Kadın gibi ruhen sevişme sonrasındaki zayıf ve narinliklerini düşünmekteydi. Çocuk gibi saf ve masum ve hafif hafif ve parıltılı, mutlu vücudun ve gözlerin ve ıslık ıslık dillerin melodisindeydi zevkin hercai yanı ve bir duble çaya eklenen tostlu bir sıradan sade kahvaltı da. Böyle zikredilen beraberliğin iki kutup yıldızı gökkuşağının yedi renginin beyazındaydı zaman mekan ve uzamında ve Kadın, sabahlığına çarpa çarpa yorulan poposundaki sivilcenin iltihaplı ucu açılmış kanarken banyoya girdi.
DOKUZUNCU BÖLÜM
O sırada kapının zili uzun uzun çaldı. Kadın, bekledi, içerde uyuyan sevgilisi uyanır mı diye. Banyonun kapısından “Sevgilim zil çalıyor kapıya bir bakar mısın?” diye seslendi. Yanıt gelmedi. Kapının zili ısrarla çalmaya devam edince Kadın, duş almak için çıkardığı sabahlığını aceleyle giyerek bir yandan Adam’a uyanması için seslenerek yatak odasına doğru, dış kapının yanına vardı açmak için. Anahtarı çevirmeden “ Kim O?”dedi. Dışarıdan gelen yanıt; yaşlı ve tok bir kadın sesiydi. “Ev sahibi.”
Kadın kapıyı açtı “Afedersiniz beklettim sizi” diyerek ev sahibinin gönlünü almak ister gibi yaptı. “Kıyafetim için özür dilerim, tam banyoya girecektim de…” ev sahibinin suratı gevşeyecek oldu, ama vazgeçti. “Beyefendi yok mu” dedi yaşlı ev sahibi, “kendisiyle görüşmek istediğim bir konu var. Siz nesi oluyorsunuz kızım?” diye sordu karşısına dikiliveren kadına merakla. Ev sahibinin merakı Kadının hoşuna gitmedi. Sevgilisiyim diyecek kadar samimi miyiz seninle der gibi yaşlı kadına sıkkın ve boş boş bakıp zoraki bir tebessümle: “Arkadaşıyım. Dedi cılız bir sesle. İzninizle, arkadaşımı çağırayım” derken kapıyı usulca kapattı.
Yatak odasına girdi sevgilisinin uyandırmak üzere. O da ne? Adam ayakta ve giyinikti. “ A! Sen!?” dedi göz göze geldiler. Erkeğin tedirginliği her halinden belliydi.
“Ne var, ne oldu? Ev sahibin geldi.” Adam elini cebine sıkıntıyla sokup “ Biliyorum” dedi. “ Seslendiğimi duydun mu?” “Duydum.” Kadın “ Anladım sıkıntın ev sahibinle ilgili. Kapıyı açmasa mıydım? “ Biraz öyle” dedi Adam. Yinelenen zil sesiyle irkildiler.
Bir an ne yapacağına karar veremeyen çift yatak odasından asılır gibi çıktı. Kadın banyoya girdi Adam kapıyı açtı.
“Kusura bakmayın kendimi toparlamam biraz uzun sürdü” dedi. Kar beyazı saçları ve derin çizgilerle yüzünü gençlikten yaşlılığa çevirmiş yaşlı kadın yorgun görünüyordu.
“Bankadan geliyorum. Kirayı yatırmamışsınız.” Adam “çok özür dilerim hanımefendi, yayınevinden alacağım para gecikince yatıramadım” dedi.
“İçeri buyurun lütfen daha rahat konuşuruz. Buraya kadar yordum siz hem de dinlenirsiniz.” diyen nazik genç Adama ev sahibi.
“ Yalnız değilsiniz. Arkadaşınız da var. Rahatsız etmeyeyim.” Yanıtını verirken gönülsüz gönülsüz, içinden de dinlenebileceği rahat bir koltuk hayal etmekteydi.
“Hayır, rica ederim hanımefendi. Lütfen böyle buyurun.” Adam ısrarla ev sahibini eve davet ediyordu. Yaşlı kadın da daha fazla naz etmedi. Siyah düz ayakkabısını çıkarıp eve girdi. Salon derli topluydu. Beğendi. “ Şöyle buyurmaz mısınız.” Kanepenin kıyısına oturan ev sahibine “ Çay içer misiniz?” diye sordu.
Yaşlı hanım, beyaz saçlarını alnından ensesine toplayarak “ Su, ılık bir bardak su alabilirim. Soğuk içemiyorum, boğazlarım hemen iltihaplanıyor evladım” dedi.
Mutfağa giden kiracısının ardından etrafı incelemeye devam etti.
Duvarda asılı küçük resimlerden bir aile hikayesi çıkarmak üzereyken, elinde bir bardak suyla gelen genç Adam’ın uzattığı su bardağını almaya çalışırken titreyen elinden kayan bardaktaki su eteğini ıslattı. Mahçup ama kederlenmeden “ yaşlılık işte.” Dedi. “Önemli değil efendim. Size bir etek vermek isterdim ama…” nasıl yardım edebileceğine karar veremeyen kiracısına “evladım ben alışkınım . Elimin titremesi yüzünden döker saçarım. Zahmet olmazsa sana suyumu tazeleyiver. Yorgunluğum da geçti sayılır. Bak, arkadaşın da ortalıklara çıkamıyor. Suyumu içip çıkayım ben.”
10. BÖLÜM YENİ HİKAYE
“ Olur mu öyle şey. “ iki adımda mutfağa giden Adam, elindeki su bardağını bu kez garantiye alarak, ev sahibi suyu içinceye kadar elinden bırakmadı.
“Ayakta kaldın çocuğum” diyen yaşlı ev sahibi kötü niyetli birine benzemiyordu.
“ Oğlum ben emekliyim. Bu evin kirasıyla annesi babası olmayan torunumu okutuyorum. Sen kirayı yatırmayınca onun okuluna gerekli olan parayı yatıramadık. Telefonunu da açmadın. Açmayınca mecburen evine geldim. Bundan sonra kirayı aksatmadan yatır. Benim da düzenim bana göre.”derken oldukça mülayimdi ama cümlesinin sonunda “Siz gençsiniz, ben yaşlıyım bir daha gelemem. Gelmişken kirayı bana ver evladım!.”deyivermesi aslında ültimatom gibiydi. Ev sahibi kadıncağızın, yaşca töngümen saydığı kiracısına sözlü uyarısı (dişli ve yaşlı bir cadıyım haa! Dikkat et! Beni hafife alma! Hal ve edası) Adam’ın çok canını sıktı. Sabah sabah nereden çıktın diyecekti, diyemedi. Kanepenin kıyısında yaşlı, ulu, buzlu camın sisi gibi uzak ve uz uz duran kadına baktı öfkeyle. Öfkelenmesi yersiz, umarsızlığı gerçekti. Çünkü, üstünde kirayı ödeyecek kadar para yoktu. Aklına bir çare gelmiyordu. Alternatifsizdi? Öfkelenmesi, çaresizliğindendi. Tabii ki, sevgilisinin parasal sıkıntısı olduğunu görmesi, ev sahibinin kirayı öde diye diretmesi ve ödeyemeyecek acizliği an’ın zevkini ve karizmayı yerle bir etmesi onuruna dokunmuştu fazlasıyla. Sevdiğiyle para mevzularını konuşmaktan oldum olası kaçınmıştı. Cebinde para olsa düşünmez, çıkarır verir, konuyu büyütmeden kadını evinden gönderirdi. Ne kadar zordu durumu. Öyle hissetti kendini. Ev sahibinin önünde küçüldü o an. Kibarlık olsun diye yaşlı kadını eve davet ettiği için ayrıca sinirlendi kendine Adam. Ne sanki, yorulmuşsunuz falan filanla içeri girin diye zorlamaya ne gerek vardı. Yorgunsa yorgundu. Sahici bir hikaye!dedi. Yeni Hikaye’min hisli Adamı, kirasını ödeyemedi bu ay. Al işte, bunak kadın, kiramı almadan gitmem diye inat ediyor. Ne olacak şimdi? Sevgilisine de rezil olmuştu. Hele, komşuların söylediğini duysan diye içinden geçirdi. Kim bilir ne düşünüp, ahlak zabıtası kesilirsin,diye ev sahibine içerlemeye devam ediyordu. Kovsam şunu. Olmaz! Ev onun. Kirayı ödemedim. Arada, yayınevinin sahibine de gittikçe kızgınlığı artıyordu. Ev sahibi hanımefendi de aynen Adam gibi düşünüyor olmalıydı ki: ılık suyunu içtikten sonra ferahlamış, genç adamı paylamaya hazırlanıyordu.
“Bir konu daha var evladım”dedi buruşuk elleriyle eteğini düzelterek. Yüzünün kırışları sert, keskin, esas duruşa geçmiş, tecrübeli ve olgun bir komutan ambiansının jargonuyla: “Komşular, sizin evli olmadığınız halde bir kadınla beraber yaşadığınızdan dolayı şikayet etmişlerdi önceden. Ne de olsa gözümle görmediğimden; inanıp inanmamakta tereddüt etmiştim. Bugün iki gözümle kendim gördüm. Vallahi evladım ben anlamam. Büyük şehirmiş, herkes canı çektiğiyle yaşarmış. Şuymuş buymuş…Anlamam. Kiminle nerede yaşarsan yaşa ama beni evimde böyle şeylere izin veremem! Nikahsız yaşayanları evimde oturtmam. Terbiyem, görgüm buna müsaade etmez. Haa, başka ev sahipleri buna karışmaz diyeceksin.Orası beni ilgilendirmez. Gider, onların evini kiralarsın. Yalnız bugün, kirayı avucuma isterim bir. İki: Eve kadın gelmeyeceğine dair de söz ver. Eğer, vermem diyecek olursan, derhal evimi boşaltın.”dedi ev sahibi.
“ Yesinler seni şekerim” Adam’ın ağzından çıkan argoyla harmanlanmış tatlı sülümen sözleri yaşlı ev sahibini çıldırtmaya yetti.
“Ne biçim konuşuyorsun öyle, ayın yirmi biri olmuş hala kirayı yatırmamışsın, bir de kadın gibi hitaplar yakışıyor mu yazarlığına hıı? Şekerim de neymiş? Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Ailen de hiç hanımnine yok mu ? Onlara nasıl davranılır, nasıl konuşulur keşke birazcık öğrenseydin.”
Ev sahibinin hesap soran eğitmen sesiyle zıvanadan çıkan Adam:
“Beğenmiyorsan çek git o zaman.”dedi.
11.BÖLÜM YENİ HİKAYE
Az kalsın“ Ye…”sinler seni şekerim diyecekti ki Adam. Dudağını yumdu adeta mühürlercesine.
“ Biraz sakinleşirseniz teyzeciğim sizinle konuşmak istiyorum. Kiramı bir günlük bile olsa geciktirmem neticede size gerekli olan harcamalarınızda aksamalara neden olduğu için üzgünüm cidden. Size yorgunluk verdim. Haklısınız. Özür diliyorum. Yalnız, ilk kez böyle bir gecikme söz konusu oldu. Kira sözleşmemizde yazılanlara uyduğumuz sürece bundan sonra incinmeyeceğimize söz verebilirim. Anneannem yaşında bir büyüğüm ve ev sahibim olarak saygısızlık etmek istemem ama evimize gelen konuğun kadın ya da erkek diye cinsiyetiyle ayrılmasına katılmıyorum.” Diyerek başını yana doğru çevirince sevgilisinin kapının ağzında pijamalarını giymiş bir vaziyette dikildiğini gördü. Üçü de bir müddet susuştu. İhtiyar kadın, feri sönmüş gözbebeklerini dondurdu ve kipil kipil kirpiklerini birleştirip ayırdı. Ayırıp birleştirdi. Kiracısının özel hayatına karıştığına nadim olmuş gibiydi. Ne diyeceğini bilmeden bekleşen üç yetişkin; ikisi kadın biri erkek üçlü grup, güne, bir fırtınaya bodoslama dalıyorken; kıyıya vurmuş ölü kuşlar gibi kumların üzerine serilmişlerdi sere serpe.
Ağustos güneşinin kavrum kavrum kavrulan sıcağının nem ve yapışkan terleri şıpırdayarak akıyordu yeryüzüne. Yeryüzünden üçlünün bulunduğu odada ise doğaçlama ritim tutan cazcının saksafonundan inleyen nağmelerle bir sabah avareliği yaşanıyordu. Bir çok saatler geçmişti sanki. Ağır, vakur susuşmalarının acısını çıkarırcasına ardı ardına üçü de konuşmaya çalıştılar bir anda. Genç Adam,”Afedersiniz, hanımlar sizin sözünüzü balla keseceğim ama bugün ilk işim dışarı çıkınca yayınevinden alacağım parayı alıp hemen bankaya yatırmak olacak. Artık, sevgili ev sahibim bu seferlik anlayış gösterebilir değil mi?.” Demesine yaşlı kadının gönlü oluverdi. “Evladım, hayat dersi verecek değilim ya koca Adam olmuşsun. Ayrıca, arkadaşın da pek nazik ve hoş. Yaşlıyım ve de kadın. Kalkmış bir genç kadının özgürlüğüne set koymaya çalıştım komşularım gibi. Utandım. Kim ne derse desin. Ah! Şu bizim önyargılarımız…”
İhtiyar kadının beklenmedik özrü, kadının içine su serpti. “Teşekkür ederiz teyzeciğim. Kekle ön yargılarımızı sizin gibi çabucak bertaraf edebilsek.” dedi. Ve sevgilisine bir göz attı içeri gel dercesine.
Yatak odasına geçtiler birlikte. Kadın, Adam’ın eline cüzdanından çıkarıp saydığı parayı uzattı.
“Bu ne?” dedi Adam.
“Para. Ev sahibine ver. “
“Olmaz!” Adam, bir adım geriledi.
Kadın: “Tamam. Gurur yapmana gerek yok. Sonra ödersin. Yaşlı kadının işi görülsün sevgilim.”
Fazla uzatmadan parayı alan Adam, yatak odasından çıktı. Ev sahibi ayakta kapıdan çıkmaya hazırlanıyordu. “Kusuruma bakmayın. Sabahınızı zehir ettim. Yaşıma başıma bakıp ben de kendimi olgun sanıyordum. Ayol gençler yaşlılık bunaklığına verin artık.” Diyerek kahkahayı bastı. Odanın serencamı değişti. “Estağfurullah efendim. Asıl siz bizim toyluğumuza verin. Telefon edip size bildirebilirdim.” Derken genç Adam “ Hazır gelmişken kiranızı da buyurun” diye parayı uzattı. “Ama..” “ Anladım. Hani paranız yoktu mu diyecektiniz. Ama sanırım kimden aldığımı anladınız.”
Parayı uzatan erkek eli, parayı almaya çalışan titrek yaşlı kadın eli gayri ihtiyarı değerek birbirine alışveriş tamamlandı. Para hemen çantaya kondu. Adam seyretti.
12. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Ev sahibini kapıdan uğurladıktan sonra Adam ve Kadın rahat bir nefes aldılar. Kadın: “Ben duşa giriyorum”diyerek banyonun
pembe mermerlerini incitmek istemez gibi çıplak ayak parmaklarının ucundan ucundan yürüdü. Duşu açtı. Ağustos sıcağının bastırıverdiği sabahın kesif yoğunluğunu atmak istiyordu bir an önce. Sırtının tam ortasından yaramaz bir ter damlası çapına bakmadan, kristalize ışıltılar saçarak yol alıyordu beline doğru. Duştan akan su ise başka bir alemin ritmiyle akıyordu. Ten ve ter suyun altındaydı şimdi. Su damlacıkları, bir kadına dokunuvermenin ve teninde kadifemsi yumuşaklığın harelerini çizmenin ayırdında olmaları mümkün değildi. Kim duşun altında olsa damla akınları olarak akacaklardı buharlarıyla, sıcağıyla sarıp sarmalayarak. Sinsi ve sağır olurdu banyo duvarı o haldeyken Kadın ya da Adam. Mekanların mekan olduğundan bihaberlikleri böyle bir şeydi. Hiç fark etmezdi içine sığınan vücutların cinsiyetleri.. Dışarıda olup biteni sokmayacak kadar dosttu duşla köpük yıkanmasını seyrettiği kadına. Çocuk masalında yaşayan peri kızı gibiydi Kadın her bir anı düşlerine yakın mı yakın. Lifi mavi dantelalı, sabunu gül kokuyordu. Koklayarak sabunladığı mavi lifi bembeyaz olunca köpükten; sürdü yüzüne, karnına, bacağına, ayağına. Elini, kolunu, boynunu el çabukluğuyla sabunladı. Keyfi yerine gelmişti. Duşun altından çıkmak istemiyordu. Lifi sıcak suyun altında yıkayıp bir kez daha sabunlayarak teninde gezindi. Bombe bombe köpükler koparak birbirinden sermest ve mest olmuş mis kokulu ambersi bir yıkanma ayini sona ermek üzereydi. Kadın, durulanırken bedeninden zoraki akan son köpükler önce bir tepenin mor fundalığına, oradan meşe koruluğunun gölgeli kuytusunda saklanıyordu. Oyun oynayan haşarı çocuklar gibi söbeleneceğiz diye önüne çıkan ilk kayanın yeni çatlamış yarığından şelale olup dizlerine dayanıyordu. Tüm gücüyle dirense de suyun hafifsi kayganlığına teslim temasıyla ayacığının altında moble üstüne dantel motifler gibi nazla birikemeden akıyordu bir bilinmeze. Duş kapanıyordu birden film kopuyordu oracıkta. Kadın bir Ava Gardner edasıyla ıslak , buğulu gözleriyle, davetkar sevgilisiyle sinemadan çıkar gibi bornozunu giyiyordu. Yıkandıkça birkaç beden incelmişti sanki minyatür bir bebek gibi soft ve soft hissediyordu kendini ve “Tiffany ‘de Kahvaltı”dan geliyordu Audrey Hepbourn’le.
13. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadın, ılık suyun vücudunu hafifleten enerjisiyle sakinleşmiş
olarak duştan çıkıp bornozunu giydi. Kısacık ve dik saçları kirpi dikenine benziyordu ama yüzü bin kat güzelleşmiş gibi geldi aynaya bakınca. “Hep böyle olsa yüzüm” diye geçirdi içinden. “Budalaca bulsam da güzellik için bin bir çeşit ürünleri, çok param olsa vallahi estetik bile yaptıracağım gibime geliyor kendime…” derken müstehzi bir gülüş yansıyordu gözlerinden aynanın şevenklerine ve çarparak geri dönen ışık huzmeleri Kadınla hayal meyal noktalar koyuyordu bir iki üç nicelik ve nitelemelerle. Çevirmenlikten kazandığımı güzellik salonlarına yatıramam! Aklından geçenlere kızıyordu. Sevgilisi kirayı ödeyememişken ben de neler neler düşünüyorum?..diye geçirerek zihninden, A aa! Şimdi bütün bunlar nereden aklıma geldi sabah sabah? derken banyodaki beyaz dolabın kapağını açtı. Krem rengi bir kutunun kapağını çevirerek açtı. Kapağı açılan krem kutusundan çimene has keskin bir koku yayılmıştı. Jel pelteliğindeki nemlendirici kremi işaret parmağıyla aza aza alarak hafifce yüzüne ve boynuna narin masajlarla iyice yedirdikten sonra saçlarını yumuşak tüylü bir havluyla kurulayıp , ince telli bir tarakla taradı. Dolabın içinden arayıp bulduğu Jöleyi avuçlarına alıp hızlı ve sert hareketlerle saçlarını havalı bir şekil vermişti. Duşun verdiği uyuşukluğa kapılsa herhalde yirmi dört saat uyurdu hiç kalkmadan. Fakat sevgilisi evde tek başına kalmış, kendisinin çıkmasını bekliyordu kahvaltı için. Ne kadar uzun sürmüştü duşu. Ben olsam huysuzlanırdım inan ki. Diye diye hamarat bir ev kadını ivecenliğiyle giyindi. Bir yudumcuk sevgiye dürülmüş yaşamın; zehrini, bal kıvamına dönüştürüşüne her zaman hayret etmişti Kadın. Çok kolay elde edildiği sanılan sevgi? Sevilerle büyümüyor; sevenin sevdası, sevilen de denk tutuyordu bazı bazı kendiliğinden. Yüksünülmeyen tek şey nedir say deseler? Aşıkların dili, döne dönmeye, kıyamete kadar aşk aşk aşk diye haykırabilirdi. Doyumlu, doyumsuz her sevginin duyarlılık hali: Biyokimya içeren sihri, sevgiyi büyüten de kimbilir buydu.
24 Kasım 2008…. Pazartesi. Kadın günlüğüne böyle not düşmüştü o Ağustos sabahı için.
Banyonun kapısı tıklatılınca Kadın gayri ihtiyarı sıçrayarak:
-Efendim hayatım, dedi.
- Duştan çıkamadın. Abarttın ama.
-Tamam geldim işte.
-Söylenmekte haklısın, diyerek açılmış kapının önünde beliriveren Kadın, Adam’a özür diler gibi baktı. Sessiz kalan ikilinin suskunluğunu ilk bozan yine Kadın oldu.
- Duşa girmek ister misin?
- Olmaz.
- Neden? Dedi Kadın:
-Kahvaltı yapalım sonra girerim. Kurt gibi acıktım.
- Ah, evet, ben de acıktım.
- Haydi öyleyse dedi Adam, mutfağa gidelim.
-Dur ben şimdi çabucak bir şeyler hazırlarım diyerek öne atıldı Kadın.
Sevgilisinin sempatik sevimli sevimli koşturmasına içinden kopup gelen hislerle baktı Adam.
Tuhaf ve acaip biriydi Kadını aslında. İçine kapanık değil ama sırra kadem olurdu bazı bazı. Şeklen şemalen sıradan bir kadın denilebilirdi. Gülerken başını eğer kesik ve kıvrak kikirderken; yüzü sevilmeme ihtimali olmayan bir civcive benzerdi. Korumasız. Muhtaç. Aciz denilebilecek hatta. Aksine, sade ve özgür yaşar, bağımsızlığından ödün vermezdi. Kolay kolay yaşamından dert yanmazdı. Yalnız bir tek kusuru, işinden bahsetmeyi çok severdi. Çevirdiği kitabın karakterlerini, izin verse bir bir anlatacağından emindi Adam. Onun için, Kadın’a “Siz kadınlar işinizi neden bu kadar gerçek hayatınıza taşırsınız bilmem ki?” diye taşı atıvermesine, sevgilisinin “Seni gidi çok bilmiş. Biz kadınlarla uğraşmasan olmaz mı?” diye yanıt verişini anımsayarak mutfağa daldı.
Kadın, ılık suyun vücudunu hafifleten enerjisiyle sakinleşmiş
olarak duştan çıkıp bornozunu giydi. Kısacık ve dik saçları kirpi dikenine benziyordu ama yüzü bin kat güzelleşmiş gibi geldi aynaya bakınca. “Hep böyle olsa yüzüm” diye geçirdi içinden. “Budalaca bulsam da güzellik için bin bir çeşit ürünleri, çok param olsa vallahi estetik bile yaptıracağım gibime geliyor kendime…” derken müstehzi bir gülüş yansıyordu gözlerinden aynanın şevenklerine ve çarparak geri dönen ışık huzmeleri Kadınla hayal meyal noktalar koyuyordu bir iki üç nicelik ve nitelemelerle. Çevirmenlikten kazandığımı güzellik salonlarına yatıramam! Aklından geçenlere kızıyordu. Sevgilisi kirayı ödeyememişken ben de neler neler düşünüyorum?..diye geçirerek zihninden, A aa! Şimdi bütün bunlar nereden aklıma geldi sabah sabah? derken banyodaki beyaz dolabın kapağını açtı. Krem rengi bir kutunun kapağını çevirerek açtı. Kapağı açılan krem kutusundan çimene has keskin bir koku yayılmıştı. Jel pelteliğindeki nemlendirici kremi işaret parmağıyla aza aza alarak hafifce yüzüne ve boynuna narin masajlarla iyice yedirdikten sonra saçlarını yumuşak tüylü bir havluyla kurulayıp , ince telli bir tarakla taradı. Dolabın içinden arayıp bulduğu Jöleyi avuçlarına alıp hızlı ve sert hareketlerle saçlarını havalı bir şekil vermişti. Duşun verdiği uyuşukluğa kapılsa herhalde yirmi dört saat uyurdu hiç kalkmadan. Fakat sevgilisi evde tek başına kalmış, kendisinin çıkmasını bekliyordu kahvaltı için. Ne kadar uzun sürmüştü duşu. Ben olsam huysuzlanırdım inan ki. Diye diye hamarat bir ev kadını ivecenliğiyle giyindi. Bir yudumcuk sevgiye dürülmüş yaşamın; zehrini, bal kıvamına dönüştürüşüne her zaman hayret etmişti Kadın. Çok kolay elde edildiği sanılan sevgi? Sevilerle büyümüyor; sevenin sevdası, sevilen de denk tutuyordu bazı bazı kendiliğinden. Yüksünülmeyen tek şey nedir say deseler? Aşıkların dili, döne dönmeye, kıyamete kadar aşk aşk aşk diye haykırabilirdi. Doyumlu, doyumsuz her sevginin duyarlılık hali: Biyokimya içeren sihri, sevgiyi büyüten de kimbilir buydu.
24 Kasım 2008…. Pazartesi. Kadın günlüğüne böyle not düşmüştü o Ağustos sabahı için.
Banyonun kapısı tıklatılınca Kadın gayri ihtiyarı sıçrayarak:
-Efendim hayatım, dedi.
- Duştan çıkamadın. Abarttın ama.
-Tamam geldim işte.
-Söylenmekte haklısın, diyerek açılmış kapının önünde beliriveren Kadın, Adam’a özür diler gibi baktı. Sessiz kalan ikilinin suskunluğunu ilk bozan yine Kadın oldu.
- Duşa girmek ister misin?
- Olmaz.
- Neden? Dedi Kadın:
-Kahvaltı yapalım sonra girerim. Kurt gibi acıktım.
- Ah, evet, ben de acıktım.
- Haydi öyleyse dedi Adam, mutfağa gidelim.
-Dur ben şimdi çabucak bir şeyler hazırlarım diyerek öne atıldı Kadın.
Sevgilisinin sempatik sevimli sevimli koşturmasına içinden kopup gelen hislerle baktı Adam.
Tuhaf ve acaip biriydi Kadını aslında. İçine kapanık değil ama sırra kadem olurdu bazı bazı. Şeklen şemalen sıradan bir kadın denilebilirdi. Gülerken başını eğer kesik ve kıvrak kikirderken; yüzü sevilmeme ihtimali olmayan bir civcive benzerdi. Korumasız. Muhtaç. Aciz denilebilecek hatta. Aksine, sade ve özgür yaşar, bağımsızlığından ödün vermezdi. Kolay kolay yaşamından dert yanmazdı. Yalnız bir tek kusuru, işinden bahsetmeyi çok severdi. Çevirdiği kitabın karakterlerini, izin verse bir bir anlatacağından emindi Adam. Onun için, Kadın’a “Siz kadınlar işinizi neden bu kadar gerçek hayatınıza taşırsınız bilmem ki?” diye taşı atıvermesine, sevgilisinin “Seni gidi çok bilmiş. Biz kadınlarla uğraşmasan olmaz mı?” diye yanıt verişini anımsayarak mutfağa daldı.
14. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadının mutfağa geçmesiyle geri dönmesi bir oldu. Ayakları adeta yerden kesildi . Gözlerine inanamadı önce, kahvaltı masası hazırlanmış ve harika görünüyordu. Topuklarının üstünde üç yüz altmış derece döndü ve Adama çılgınca bir çığlıkla:
-Delisin sen dedi.
-Yeni mi anladın, dedi Adam gayet ciddi.
- Çok enteresan! Bu sabahı sanırım uzun süre unutamayacağım.
Adam:
- Hadi söylenmeyi bırak da kahvaltımızı yapalım derken,
kendi hazırlamış olduğu kahvaltı masasına keyifle oturdu.
-Çayı kupada mı istersin madam?
-Hayır, hayır, küçük bardak lütfen!dedi Kadın. Bardağa çay koyarken
- Kahvaltı masasıyla ilgili iltifatlarınızı bekliyorum… sözünü tamamlamadan
- Çok beklersin beyefendi dedi Kadın. Soran gözlerle başını kaldıran Adam:
- Ne demek istedin anlamadım?dedi.
- Kahvaltının büyüsünü bozmayalım istersen. Daha sonra konuşalım mı? Ekmeğine tereyağ sürmeye devam etti.
Adam, çatalı ve bıçağı elinden masaya koyarak:
- Bence şimdi konuşalım dedi.
Kadın: “ Peki, nasıl istersen. Bu sabah olanlar çok canımı sıktı.
Hangileriymiş onlar?
İnanamıyorum ya. Bir de hangileriymiş diye soruyorsun. sabah erkenden ev sahibinin kapıya dikilmesi, kirayı istemesi, seninle benim ilişkimizi sorgulaması, para sıkıntısı içinde olduğun…bütün bunları ev sahibinden öğrenmek hoşoma gitmediği gibi birbirimize bu kadar mı yabancıyız? Söyle lütfen. Canım kavga etmek mi istiyor dersen. Evet. Evet. Evet. İkimizi bugüne kadar hiç konuşmadık. Gerek görmemiştim. Ama öyle değilmiş. Konuşmalıymışım anladın mı? biz her şeyi paylaşıyoruz sanıyordum. Paran yoksa, neden haberim yok? Kızmakta, kırılmakta haksız mıyım?
Gözbebeklerinin kenarından gözyaşları pıt pıt aktı kadının “mutfak” diyebildi . Adam, mütereddit ve pür telaşla “büyütülecek bir şey değil”dedi. “ Ağlanacak bir durum göremiyorum ayrıca?”
- Sinirlerim bozuldu ondan. Diyebildi Kadın. “ Kahvaltının tadını kaçırmaya ne gerek vardı?
-Öyle mi diyorsun? Bütün söyleyeceğin nu kadar mı?
- “ Ne söyleme mi bekliyorsun ki? Özür dilerim. Yeter mi. Bir iki atıştırıp gideceğim zaten kulübe geç kaldım.”
- “Asla bırakmam!”dedi Kadın “ Kira meselesi nedir? Bana zor durumda olduğundan hiç bahsetmeyişine fazlasıyla içerledim. Beni bu halde bırakıp gitmene izin veremem.”
- - İşe giderken senden izin almak zorunda olduğumu hatırlamıyorum.
- “ Bugün DJ arkadaş izine ayrıldı gitmek zorundayım ” Deyip tartışmayı keserek sandalyesinden ayağa kalktı Adam. “Sigara mı verir misin?” diyen Kadına :
-Geç kaldım diye karşılık vererek arkasını döndü. Arkasını döner dönmez bir şangırtı duyuldu. Adam şok geçirir gibi irkilerek döndü, neler oluyor gibisinden ve sevgilisinin yumruğunu masanın ortasına vurduğunu görmekte gecikmedi. Kahvaltı masası karmakarışıktı. Adam’ın bedeni buz gibi olmuştu. Ağzına geleni söylemeye ramak kala tuttu kendini. “Sakinleştin mi” dedi. “Çok sinirlisin.” “Nihayet fark edebildin?” dedi ve Adam mutfaktan çıktı.
Kadının gönlü incecik dal gibi “çıt” etti. Çıtırtısını adam duyar diye korktu Kadın. Tekrar ağlamamak için dirençle harmanladı sözlerini “yorum yok.”dedi. Adam, “Yapma!” dedi. Kadın “yaptım bile” ve “sen böyle istedin. Bilmem hatırlatmama gerek var mı?” diyen Kadına Adam bir göz kırptı ve sustu adam ve kadın.
15. BÖLÜM YENİ HİKAYE
sigara mı verir misin diyen Kadını duymazdan gelerek:
-Geç kaldım ben! Çok geç kaldım. Zamanım inan ki hiç yok!”deyip pratik bir adımla kapıya vardı.. Mutfak kapısından tam çıkmak üzereydi ki, bir şangırtı duyuldu. Neler oluyor gibisinden irkilerek geri döndü? Sevgilisinin yumruğu hala masanın ortasında ve ifadesiz yüzü heykel misali kendisini çağırıyordu . Kahvaltı masası karmaşasında kırılan bardak kırıkları döşemeye saçılmıştı. Adam’ın bedeni, sıcak çaya koyverilmiş buzun alışma evresine benzer sıcak soğuk karşıtlığındaydı. Ani bir patlamanın eşiğine bir gelip, bir giderken; cep telefonuna durmadan gelen sinyalden huzursuzluğu gittikçe artıyordu. Evden çoktan çıkmış olması gerekirken olaylar üst üste geliyor evden bir türlü çıkamıyordu. Kadının, reflekslerinin sınırlarını zorlayan, ılımlı, tatlı iç ritmini altüst eden, teşbihte hata olmaz dedirten “masaya yumruk metaforu?” Nereden çıkmıştı? Adam, kızgınlığına set koymaya çalışırken , sevgilisinin çıkışını anlayamadığından sıkıntılıydı. Off! Tamam! Tamam! Cep telefonunun çalmasıyla iyice gerginleşerek “Geliyorum, geliyorum” diye söylendi”. Gitmesi gerekiyordu. Konuyu uzatmamak için:“Sakinleştin mi” diye sevdiği kadına içindeki fırtınayı belli etmemeye çalışarak, imgeler dolusu bakışla boca ettiği kelimeleri --sakinleş be güzelim--dercesine sordu. “ Çok sinirlisin. Neden?” diyen erkeğin gözlerinin içine pes melodik ses tınısını bastırarak dilini dişine doğru “Nihayet fark edebildin?” serzeniş ve sitemin bavulu epeyce doluydu.. Adam alındı bu sefer. “Neden? Senin tarafından bakınca aptal gibi mi görünüyorum?” işe gitme telaşını unuttu. Kulübe gecikse de mutfakta; Kadın ve Adam karşılıklı birbirine kesif bir cızırdamayla cıngılar, çıngıllar gönderiyordu sessiz ve derinden derinden . Tartışma kaçınılmazdı. Önce Kadın yayını gerdi ve bir ok yaydan çıktı:
-Tartışmayı saptırma.
- Hayır , saptırmıyorum dedi Adam.
- Saptırıyorsun.
- Ne yapayım? Senin gibi masaya yumruk mu vurayım. Kadın:
- Evet, canım. Masayı yumruklamak, kalp kırmaktan daha iyi değil mi?
- Sana göre şekerim, dedi ve Adam mutfaktan çıktı. Çıkarken söylenmeyi ihmal etmedi.
"Hayatım boyunca böyle manyak bir gün görmedim.
"""Gün de bir manyaklık yok. Biz tuhafız. Sen tuhafsın. Kendinle ilgili her şeyi benden saklıyorsun?"
" "Ne düşünürsen düşün bebeğim. sakinleşmeden seninle kavga etmeye niyetim yok anladın mı?"
16. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam, çalıştığı kulübe bir an önce gitmek için hızlı arabasını park ettiği yere doğru yürüdü. Bir terslik olmadan çalıştığı mekanda olmalıydı. Yoksa patronu canına ot tıkardı. Kulübün sahibinin nerde ne zaman yapacağı belli olmazdı. Çalışanları , patronun günlerce surat asmasına alışkın olmalarına rağmen sonuçta bir şey değişmez ortam gerilirdi hiç yoktan yere.
Bugün de kesin öyle bir durum olacaktı bu kadar gecikmeden sonra. Olmaması olasılıkların çok dışındaydı.
Bütün olumsuzlukları düşüne düşüne arabaya bindi ve kapıyı kapatıp çalıştırdı.
Evinin köşesini dönüp ana yola geçip rahatlayınca biraz, radyoyu açtı. Zenci bir şarkıcının soft sesinin gırtlak nağmelerinde bu sabahı unutmak istiyordu. Zenci şarkıcı ses devinimlerinde bir çığlık gibi tiz yankıların kadınsı melankolisini yaşatıyordu Adama tam istediği gibi. Bir yerlere gidiyor, bir yerlerden gerisin geriye geliyordu. Yeni bir hikaye yazma aşamasında her şeyden, bedeninden bile sıkıldığını itiraf etmeye cesaret etse neler olurdu acaba? Boyutsuz ve soyutsuz yaşanabilir miydi? Aman aman halleşmelerin kadınsılığı veya yaman erkek, takıntılı arkadaşlarımın onaylamadığım absürd hardlığı… sıkıldım dedi. Orta bir yer olmalıydı. Rahat. Fazla efor sarfetmeden canının çektiği karaktere bürünüp davranışlarda özgür olunabilmeliydi. Son günlerde özellikle doktorla konuşmasının ardından böyle kaçamak yapmak zihnine iyi geliyordu.
İhtiyacım olan para pul maddi gelirlerimin yetemez oluşu, ev sahibimin kirayı istemeye gelmesiyle incelmelerim, zayıflığım mıydı? Karnımdaki yangınların nedeni bir tek o değildi ki. Bedenimden bir şeyler eksilir korkusu üste çıkıyordu fezaya varan teorilerimle. Zerrelerce haz detayları, aksesuar gibi boynunda vebaldi. Ve veballerden sıyrılıp kadınların his duyargaları geçiyordu sinesinden sine sine içine. Yumuşuyorum. Yumuşuyorum ben. Duygusal kızlar gibi ağlamaklı oluyorum sıkça.
Eski tok ve gür ve soğuk sular akan kalbimde ıpılık bir pınar damlıyordu önündeki oluğa şıp şıp gözyaşı gözyaşı.
Deryalaşıyor, sevecenliğn sessizce devrimini içselleştirip Kadına yumrukladığı masanın kızgın hesabını sormadan ayrılıyordu mutfaktan. Cık cık! Hayret ki ne hayret etmiştir sevgilim diye başını iki yana salladı. Yaşadığımın hikayesini yazmalıyım. Ne güzel bir hikaye olur. Adını Yeni Hikaye koyarım. Kurgulamada zorlanmam dedi. Realitesini mükemmel yakaladığım eserimi yayınevine verirken iyi bir anlaşma da yaparım. Kızkardeşim de haklı. Babadan kalma evin kirasını yıllardır ben alıyorum. Yayınevinden aldığım para geçinmeme yetmiyor dememe artık kardeşimi inandıramıyorum. Onun da kocası açgözlü. Daraltıyor hayatını. Ne iğrenç adam. Bir yerde karşılaşmaktansa nalet olsun, kirayı siz alın dedim, Ağustos ayı kiramı veremedim. Sevgilim de haklı. Kızcağıza hiç böyle şeylerden bahsetmediğim doğru. Bazen sesli bazen içinden konuşmaları yol buyunca arabanın hızındaydı. Geçim sıkıntısı çekmediğimden şimdiye kadar anlatmaya değer bulmadığım da doğru ama dedi kendi kendine. Trafiğin keşmekeşinde buldu arabasını. Off! Sırası mı dedi. Sıcak bir yandan, trafik bir yandan, çalan kornalar cabası… ne kadar sabırsızdı araba sürücüleri. Trafiğin akmasını beklemeye başladı.
17. bölüm YENİ HİKAYE
Yol boyunca araba kullanırken Adamın içsel konuşmaları hiç durmadan sürmeye devam edecekti ama trafiğin keşmekeşine takıldı o sıra. Yol tıkanmıştı. İlerde bir kaza olmalı diye düşündü. Parmaklarını direksiyona vura vura beklerken ayağını hafifce sallamaya başladı. Bir iki üç beş dakika derken saatin geçmek bilmediği başka bir anına yakalandığını anlamakta gecikmedi. İşe yetişmesi kaygısıyla dudağını gayri-ihtiyarı dişleriyle ısırarak çevreyi incelemekten başka yapacak bir şeyi olmadığı da aşikardı. Şehrin içinde değildi ama dışında da sayılmazdı. Öğlenin dan sıcağında arabanın camlarına vuran kavruklukla, hayal meyal gölgeleriyle geçen insanları seyre daldı bir müddetliğine. Alnına birikmiş terleri kağıt peçete yardımıyla silerken insan ve yaşamını yazdığı tümcelerin cümlesinden esinlendiği karakterlerinin üzerine aforizmalar kurgulamayı denemeye karar verdi. Yolun açılmasını beklerken can sıkısı azalmış olurdu. Bir, dedi sanki yeni bir hikaye yazmaya oturmuş bilgisayarıyla baş başa hissiyle. Hemen herkesin bir derdini çektiği ceremesi vardır ömür denen bıçaksırtıyla eyerlenen dünyada. Kimler kimler ve neler için ve ne niçinler ve hiç olmayacak nedenlerle törpülenir insancıl gel gitlerimiz, med cezrimiz. Ya da fevkalade gerçeğin mürüvvetini görebilmek maharetini de edindirerek yürüyüp gidiyordu şu hayat, ey hayat ey.. diyen Adam ve görüş açısını değiştirince aynadaki silvetler de değişiverdi sıralıca. İşte şu sıkıntıyla giden tıknaz adam, ev almak için çektiği kredinin ödeme günü yarın olabilir. Yatıracağı parayı tamamlayamadıysa ne yapacağı telaşı alıp başını gitmiştir zihninde. Başını kaldırıp ufka doğru bakınca ta uzakta fark ediverdiği köprüden geçmekte acele eden fakülteliyi gördü. Kikirik delikanlı belki de altı yıldır okuduğu bölümü sevemediğinden dolayı bir türlü bitirememiştir… Ailesinin yanında mahcup yaşıyordur. Çalışmaya başlamamasından dolayı acaip kasılıyordur kimbilebilir?.. Ya şu yol kıyısında bekleyen gayet süslü kız dershane öğrencisiyse sınav heyecanı sarmıştır çoktan. Ona rağmen kendine özgüvenli belli. Saçlarını çıt çıt kırıldım edasıyla kulağının arkasına attırıvermesine bakılırsa erkek arkadaşı kafede bekliyor. Buluşup hayaller kuracaklardır mutlaka. Kazanacakları üniversiteyi, kuracakları işi, evlendiklerinde oturacakları yeşil panjurlu evi… Biz de böyleydik… cık cık.. Ve işte başka bir arıza çift daha: Karşı yolun bir dönemecinden birden bire bitiveren ve kıvrakça giden bir çift kavga etmiş de barışmaya yer arıyorlar gibi yan yana ve dokundu dokunmaya bir nefeslik mesafede yürümekten memnun görünüyorlardı.
Adam arabadan dışarıya bakarken, gözlerinin süzgecinde rastgele seçiverdiği birkaç insan yaşamını süzgecinden geçirmişken trafik hala güzergaha kapalıydı. Demek ki tıkanıklığın önemli bir sebebi vardı. Yabancı bir devlet adamı bizi ziyarete gelmiş ve şehrin tarihi mekanlarına gidecek diye yol kapatılmışsa… Her ihtimal geçerliydi.
Adam,parmaklarını saçlarının arasında gezdirdi. Öff! Patron ne dese haklıydı. Çoook geç kalmıştı. Cebinden müdürüne ulaşmaya çalıştı. Telefon çekmiyordu. “Hay aksilik!” derken artık sırtından ter boşanıyordu tepeden tırnağa. Dj’in mazereti olmazdı. Olmamalıydı. Yayınına yetişememiş olması kendi acemiliğinin bir kanıtı gibi sırıtıyordu adeta. Teknik olarak DJ yayın akışından saatler önce orada olmalı ilkesini bir gün bile çiğnememişti. Ama bugün her şey tepetaklaktı. Yayın yönetmeni herhalde ter içinde sinir harbiyle beni beklemektedirdiye düşündü. Sesimin meltemi, tatlı hafifliğinde saatler öncesinden tül tül esmeli tüyleri ürpertmeliydi dinleyicilerimin. Parmaklarını büktürdü Adam. Yakasını düzeltti. Aynaya baktı. Benzi kararmıştı biraz sonra sararacaktı hırstan. Ne yapacağını bilemiyordu? Yanı başında duran arabada bir kadın bir erkek sigara içerken keyfli gibiydiler. Acaba??... dedi içinden. Korna çalan arabanın sahibi bunalmış kafasını camdan çıkararak kızgın kızgın söyleniyordu. O da başını uzatarak derin bir nefes aldı. Havanın nem ve sıcağıyla nefesine daral geldi. Ağır ağabeylerden kalma bir esnemeyle bekleyişin umutsuz seremonisinde kayboldu Adam.
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM
Cep telefonunda tekrar müdürüne ulaşmayı denedi. Genel yayın yönetmeni telefonu meşgule verince, kulüpteki sıkıntının hat safhada olduğunu ve müdürünün kendisine dargınlığının ayyuka çıktığını anladı. Ama yapacak bir şey yoktu. Trafik hala akıp gidemiyordu bir türlü. Arkadaki araba kuyruğunun tık nefesi ensesinde kımıl kımıl kımıldandı. Ön koltuğun bir kıyısında bükülü duran eski gazetelere göz attı, abuk subuk haberlerden gına gelmiş bir sayfanın en alt köşesinde bir cinayetin sırlarını ifşa eden satırlara takıldı gözleri. Bir kulüp baskınında öldürülen gencin birdenbire parlayan yıldızının söndürülmesi ağdalı bir dille yazılmıştı. Ben olsam bu haberi nasıl yazardım dedi. Hikayeleştirirken, öteberiye dağılan ipuçlarını kurgusal bir uzantıda oturtmak kolay. Gazete küpürüne sığıpta ;dünyaya sığamayan bir genç adamın dramı gibi daha ne cinayetler vardı bir solukta can damarı kesiliveren. Gazete şişman zayıf herkesi yaz diyetine çağıran üçüncü sayfasında Adam “eee yetti” der gibi elinden gazeteyi bıraktı ve radyoyu açtı. Eli kolu bağlı vaziyette mecburen ve İsyankarane şekilde tesadüfen açılan radyoyu dinlemeye koyuldu.
“Merhaba” dedi Dj. “Ben Dj’yiniz Seyyah ve radyonuz Gezgin radyodasınız bendenizle.” DJ’in sesi mükemmel kritikler yapan eski yarışma sunucularının çeken tınısındaydı. Adamın sakinleşmesi bir dakikadan fazla uzun sürmedi. Radyonun sesini biraz açtı. “ 1950 yıllarında moda olan cazseverlerle takılıp bugün ben Gezgin’le kulüp Havana’nın yolunu tutacağız seyyah olacağız beraberce sevgili dinleyicilerim. Her zaman olduğu gibi müzik kutumuza bir aşkın hikayesini atıp; şarkılarını çalacağız öyküsünün. İşte ilk sırada satın aldığımız Tereza River’den başlayalım isterseniz “Müzik Müzik Müzik… heyt! Dostlar hayal kurmaya davetle az sonra beraberiz dedi ve DJ’in sesi kayboldu çalınan parçanın ritmiyle. Hiç ara açmadan Natking Cole “Mona Lisa”yla yayan yabıldak yola düşmüş Afrikalı’nın güldüğü ve ağladığı mı anlaşılmayan bir tablosuna ağıt ediyordu yumuşacık boğumlu sesiyle. Adama “Bu ne ya!” demeye vakit bırakmayan DJ :” Arjantin, Küba, Meksika dolaşacağızzzz günün bu saatinde. Önce Müzik müzik müzik sonra Mona Lisa…. Nasılsınız bakalım?” diye radyo dinleyicisiyle özel bir otokontrol sistemi kurduğundan acaip emindi. “ Vayy be ne DJ miş. Veresbitle koruda gezgin seyyah gibi oldum sahiden de “ diye elini dizine vurarak söylendi.
I9 BÖLÜM YENİ HİKAYE
Mona Lisa’yı Frank Sinatra’dan dinlemiş, gırtlağının nağmelerinde yumuşak yuvarlanmalarla romantizmin hayalini kurmuştum o söylerken. Hard yüz hattının inadına dedi Adam, beyzi bir beyzbol sopasının kendi gideceği kuyuyu bulması gibi salınıverirdi söz düetlerini. Koca koca gölgelere sığamayan harikulade sesini dinlemeye doyamazdım. Dinleyicilerim “ehh!” deyip delirtmeye vardırana kadar çalardım şarkılarını.
Mona Lisa’yı Natking Cole’ün seslendirmesi apayrı bir dinletiymiş içimi kıyım kıyım kıyan açlıktan beter parçaladı beni, parçamın her birisi egzotizmin puslu yaylalarında gözü karardı sanki. Koptu dünyadan ve trafik durmuş, saatlerce bekliyormuş falanmış filanmış… DJ’ Seyyah :”Doris Day’in hikayesinin öncesinde bir müzik arası verelim diye mısır gevreği çıtıpıtısıyla Adamın kulağını kendisine doğru dikkat kestirdi. “Jost for you” plağını çeviriyorum az sonra efendim az sonra pikap sustuğunda ben yine burada olacağımmmm.”dedi.
“Vay vay! Artistik Seyyah hazretleri, Gezgin radyo! İmkansızı başarmanın bir nevimünhasırı bu kendine özgü. Kendimi beğene beğene ne hale düştüm oldum şu anda neredeyse. Kör gözüme başka bir radyoyu dinlemezsem, egolarımın şişini indiriverir elin oğlu Gezgin seyyahnamesiyle tık”diye. Adam karnı ağrıyan numaracı bebeler gibi arabasının koltuğunda o yana bu yana sallana sallana Doris Day’in sarışın melodisine katıldı ara ara. Ne zaman şarkıcı sustu ve ne zaman DJ? Ama kulağında müzikallerin şirin sarışını Doris Day’in macerasını dinlediğini neden sonra anladı ve ne kadar radyoyu dinlerken dalıp gitmelerin tuzağına düştüğünü geç de olsa anlayı anlayıverdi. İş işten geçmiş olsun üstadım, demeye getirdi kendine.
“Bir varmış, bir yokmuş… geçmiş zaman mı desem, geçememiş zaman mı? Balerin olmak aşkıyla yanıp tutuşan bir kız varmış. Gece gündüz parmaklarının ucunda narin narin primadonna olmaya hevesle çalışırmış. Rüyalarında “Saraydan Kız Kaçırma” operetinin sonunda alkış tufanıyla sahnede selamladığını görürken uyanırmış çoğunlukla. Ve o sabahların birisinde annesi, şehre gitmek için hazırlanmasını söyleyince, heyecanla kurdele robalı sarı elbisesini giyip, babasından önce arabanın arka koltuğuna oturup annesini beklemeye koyulmuş. Minik kalbinde bir tezcanlı sıkıntı dolanı dolanıvermiş ama Doriscik zıp zıp zıplayan farenin peynir peşinde tıkırdayarak kaderine koşması gibi başka bir şey düşünmüyormuş. Evlerinden uzaklaşırken gamzesinde kalan bir son gülüşle gözünü kısarak bakmış. İçinden bir ses, evine dönüşünün eskisi olamayacağına kayıt düşmüş yüreciği bir yumruk. Anne! Efendim! Anne ! Efendim Dori? Be be ben sözlerinin gerisi gelememiş. Gözleri kararan dünyanın feci bir feryatıyla yoldan çıkan arabanın sessiz sessiz kanayan yarasına yetişen ambulansın sağlık görevlileri küçük Doris’i ve annesinin ve babasının baygın bedenini hastanaye taşımışlar. Doris kendine gelince bacaklarının çizik ve kırığını görünce dünyası başına yıkılmış günlerce günlerce ve haftalarca ağlamış ağlamış. Kimse onu ikna edemiyormuş. Bir gün, bir gün sonra ve sonrasında ben de şarkı söylerim o zaman demiş. İçli caz parçalarını hüzünle karışık şahane düşlerle süslü sade ve dingin seslendirince o yaşta masalı cazlı fevkalade devam etmiş… ya ya yaşasın Doris Day’in yaşam aşkı ve yine “Jost for you” yine yine dinlemeye doyamayacaksınız Seyyah ben efendim Gezgin Radyo farkıyla hoşçakalınnnnn” demiş. Adam’ın mest hali geçemeden açılan trafiğin yoğunluğuna kapılıp seyir durumu zincirlemesinden diğer bir densiz sürücünün nedensiz korna sesiyle sıçramasıyla ancak adapte olabilmişti nerede olduğuna dair. El frenini indirdi. Vitesi boşa aldı. Marşa bastı. Kontağı çevirip debriyaja bastı vitesi bire getirdi hafifce gaz verip ayağını debriyajdan çekerek işine gitmek üzere yola koyuldu.
BÖLÜM YENİ HİKAYE
Arabasının koltuğunda kaykılmış vaziyetinden toparlanarak Adam dikleştirdiği omuzlarından gelen güçlü bir komutla koluna, eline ve parmaklarının birleşimi avucuyla yüklendi el frenini indirdi debriyaja basarak vitesi bire taktı, kontağı çevirip hafifce gaz verip ayağını debriyajdan çekerek işine gitmek üzere yola koyuldu ama bu mest hali geçemeden açılan yolun yoğunluğuna kapılıp seyir durumu zincirlemesine geçivermesi çok ani olmuş ve bu nedenle de bir densiz sürücünün korna sesiyle sıçrayarak trafikte olduğuna ancak inanabilmişti. Trafikte olmanın kesmekeşinde işine gitmekte olduğunun gerçeğine varınca içi cık cık etti. Kulüpte karşılama töreni yüzünü ekşitecekti. Hemen cebini çıkardı. Numaraları bir eli direksiyonda tık tık tık bası basıverdi parmaklarının hızına güvenirdi. Çalan telefonunu uzun uzadıya dıdıtlatmadan müdürü hiç ummadığı kadar sakin ve yavaş bir sesle “efendim” dedi. Adam, panikledi adeta. Hani nerdesin? Gelme! İstersen diyebilecek azarsı tonlamalı yanıt beklerken… Kendi olumsuz kurgusunda bir anda kendi yıkıldı . Fazla nağmelenmeden o da “ çok özür dilerim Ahmet bey. Yolda kaza var sanırım. Trafikte sıkıştım kaldım. Gelmek üzereyim.” Ahmet bey renk vermedi “ tamam. Bekliyoruz.”dedi ve telefonu kapattı. Adam, bir iş var bunda. Ahmet bey!!! Geç kaldığım için bir an teşekkür edecek sandım. İnsanları tanımak ne kadar zor. Şunu yapar, şöyle davranır diyorsun. A a a a ! oluyorsun. Hiç önemli değil geç kalman!dedi sanki diye bir tuhaf oldum. İşime mi son verdi. Yerime birini mi buldu? Sorularıyla boğuşurken Adam kulübe 100 metre mesafedeydi en fazla. Nasıl oldu anlamadı ama radyo hortlakların yeryüzünü basması gibi arabanın atmosferinde patladı yüksek perdeden: 100.101 sıfır frekansında Gezgin Radyo Seyyahı sizinle Pazar dinleyicileri diyen sese döndü “A! Yeter Seyyah. Canıma tak demiş saatimde olamazsın sen, bitmemiş miydin hem ?” diye laf attı. Yanıtını homurandı. Bitmemişsin. Ben o sırada yola çıkma telaşıyla radyoyu kapatıyorum diye sesini kısmışım. Seyyah, Adamın varlığından bihaber kısık egzotik sesiyle konuşuyordu biteviye Dean Martin, Barbara Streisand ve cazın babası Louis Armstrong bakir ormanların bir deli bakiresince şel şel şelaleden düştüler nehrin suyuna kırk kırık kristalize içdenizimize daldılar köpük köpük… ve adamlar… ve kadınlar… ve Tanrılar cazı yarattı kızgın toprakların hüzünlü keseklerinde. Hala çalınan parçalarla dağılmadıysanız dinleyicilerim Seyyahınızın serenadı tur değişimine uğrayacak gelecek programa kadar sabır sabır bekleyin. Şimdilik hoşçakalınnnnn müzik yolcuları. Mooooola. Adam radyoyu kapattı. Arabayı otoparka çekti. Yün hırkasını çıkarmış nene gibi üşüme sonrası bir titreme geldi üstüne. İç geçirdi. Ahmet beyle karşılaşmaya bir tarafı hazır değildi. Bir tarafı ise asi gençlik gibi direnmeye…
Kulübün Pazar olması dolayısıyla kalabalık olması Adamı görünür olmaktan koruyarak stüdyoya daldı hemen. Yayın akışının alt üst olduğu bugünün anısına not düşer gibi, canlı capcanlı volümü heyecanlı bir ses tınsıyla “ sabahtan beri buradayım… sizden ses çıkmıyor. Ben Herkül nerdesinizzzzzz?” diyerek programını başlattı. Bekliyordu ne zaman gelecek diye Ahmet beyi göz ucuyla. Hande Yener’den bir yaz parçasını koydu.. Ve teri boynundan aşağı aşağı serseri mayın gibi yuvarlanıyordu tişörtünden içeri.
21. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Yayın odası serindi ama Adam, mahkumun prangası sökülmüş ayağının hala zincirlerle bağlı şiddetinde stresliydi. Tenini ıslak ıslak eden terine söz geçirmesi mümkün değildi. Koltukaltında halkalarla iz eden nem ter yapışığı rahatsız ede dursun kendini; gözlüklerinin altından müdürü Ahmet bey, yayın odasını süzüyordu. Profesyonel Dj olmasa eli ayağına karışır, sözcüleri birbirine. Hey neler oluyor orada? Kimse yok mu? Size en özel hikayelerimi anlattım… yorumlarınızı alayımmmmm. Ve işte beklediğiniz parçalardan biri daha sizin için çalıyorum.” Dedi. Cam kabin dışında çatık kaşlı müdürü. Yarı kızgın! İki çift gözünün bebeğinin biri ay aydınlığında diğeri yay gerginliğinde “neden?” diye soran bakışlarla dikiliydi üstüne. Mazeretlerimi anlatmaya kalksam… çığ uğultusuyla homurtular dağ yamaçlarından yuvarlanabilir mi acaba? Altından kalkamayacağım bir serzenniler yumağını çözmeye düşkün değilim ifadesinden düşeyazan karşı bakışlar fırladı gitti kendiliğinden müdürüne Adamın gözlerinden. Müdürün yay gergini kaşının altındaki gözü; ay aydınlığındaki gözüne ; söz, senin deyiverdi umulmadık biçimde. Suskunluğun kehaneti sarmıştı yayın odasının iç ve dış ve her yanını.
“Harcıalem bir kelam edeceğime, senin cebinden bana ulaşman yeterli!”diyen bir ezcümle fısıltısıydı iki gergin adamı sakinleştiren. Ahmet bey, yarı gülümseyen vakarıyla geldiği gibi gölgesini, gövdesini, görevini alıp önüne zapturap rap rap ve gözlüğünü onartarak burun kemçiğine gayet rahat çıktı gitti.
Adam “harika!” dedi. Felaketin eşiğinden dönmüş bir şehrin pervasızlığında aniden önüne çıkıveren virajı tırısadak geçen doru atın kişneyen sesiyle mikrofona eğildi: “ Herkülün maceralarını dinleyenler bana ulaşsın lütfen!” dedi.
Ve beklenen telefon bağlantılarından hikayecikler türedi Adamın tümce yazıtlarına. Kimi dilin kumsalında yanan inciyle tane tane konuştu. Kimi sordu soruşturdu, geçmiş zaman melodileri ve yabancı şarkıcılara yer veriyorsunuz diye? Ama ama dedi Herkül, programın ilk bölümünde Türkçe hit parçalar çaldım Frank Sinatra’dan “My Darling” demesem miydi?
Dinleyicinin biri: Hiç detay atlamam ben sayın Herkülcümmmm. Hayali hikayenize bayıldım doğrusu dedi hah hah hah… Herkül de dayanamadı bastı kahkahayı “Artık bugünlük program kaçamağım için affedildim diyebilir miyim?dedi. karşıdan davudi bir yanıt “ tereddüdünüz olmasın. Fevkalade bir DJ’siniz.” “teşekkürler o sizin fevkaladeliğinizden kaynaklanıyor efendim.” Birkaç dinleyici arabesk dinlemek istediklerini söylediler. Radyo yayın akışı ertelenmiş aşkların kavuşması kıvamında heyecanı yoğun, hararetli bağlantılarla sürüp gitti. Son parçayı anonsundan sonra bir kadın ısrarlı tonlamasıyla programa bağlanmak isteyince Adam, bu günün ortalama bir gün olmadığı anlaşıldı diyerek telefondaki kadını yayına aktardı. Uzun soluklu, çizgileri eğri sobe çizilen seksek oyunundaki kareleri atlaya zıplaya geçen kız çocuğu hayalindeki kadınla paslaşmalı konuşmasının ardından çok enteresan bir noktada son buldu canlı telefon bağlantısı.
Yayından çıktığında koridor upuzun ve sallanıyor sandı. Beyni zonkluyordu Adamın. Son telefon bağlantısındaki kadın serseme çevirmişti. O’na anlatmalıyım dedi.
Kulübün uğultusundan kaçmak için lavaboya girdi. Elini yüzünü yıkadı. Saçını eliyle bastıra bastıra ıslattı. Tişörtünü havalandırdı. Kasığındaki baskıyı ancak fark etti. Tuvalete girdi. Çıktığında karnında kocaman bir boşlukla rahatlamıştı. Yemek yesem mi? yok yok! Beni bekliyordur. Yemek yer gidersem onu ihmal ettiğime enikonu üzülür. Kahvaltımız da bir şeye benzemedi zaten. Eve giderken hazır börek falan alsam. Belki yemeğe çıkarız…
22. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kadın, sevgilisinin anahtarı çevirip elinde poşetlerle kapıdan içeri girivermesine alışık olmayan biri gibi ürperdi birdenbire. Yorgunluğun yüzünden damladığını hemen fark etti ama …? Zaten kendisi de sabah ki tartışmanın ardından işime geç kaldım diyerek çıkıp giden erkeğiyle didişememesinin hıncını cam kapı silerek, elektrik süpürgesiyle adeta halıları döverek, döşemeyi silerek, tersine dünya dercesine balkondan çarşafları çırpı çırpı vererek temizlikçi kadınların hamaratlığı ve el çabukluğu ile vücudunu yormaktan yorulmuştu hani neredeyse. Akşamın, balkondan mor çiçek demetiyle demetlenip gurup gurup güneş hanendesinin lal e dönüşmüş dinletisinde dinlenmek kaydıyla uzanıvermişti ikili koltuğun birine. Uzandığı yerden adama "gel yanıma" dedi. Adam hiç itiraz etmeyerek elindeki poşetleri mutfağa masanın üzerine bırakıp acelesizce kadının yanına uzandı. "Nasıl geçti yayın?" deyince … Adam "sorma, müthiş müthiş! Bugüne kadar yayın adrenalimin dozunun tavana böyle yükseldiği hiç olmamıştı."dedi.
Kadın—Anlat ne duruyorsun o zaman? Sıkıcı bir günün ardından bana çok iyi gelecek.
Adam—İnanamam! Kimbilir ne tempo yakalamışsındır ev sen ve yalnızlık… objeler, nesneler ve söz çarpışmalarımızın yarıda kalmış düellosu… dolmuşsundur sen şimdi.
Kadın—A!!! Nereden anladın?
Adam—Yüzünde imgeler şantiyesi kurmuş gibisin şekerim.
Kadın—Nasıl yani? Dur aynaya bir bakayım benim yüz ifademdeki şantiyeme.
Adam— Ne bileyim başka türlü tarif edemedim ki?.. bir tuhaf ve inan çok çekici.
Kadın—Tuhaf derken?
Adam— Ney dinletisinden dönmüşsün gibi. Hıh! Uysal uysal bir şey olmuşsun huzurlu yaramazlık sonrası sakinliği olur ya hani küçük kızların öyle, öyle işte.
Kadın—Vay! Sevgilimmmm.(Adama sıkıca sarılarak) Acaip havaya soktun beni tatlı Dj’im.( parmağını Adamın saçının dip sınırlarında ileri geri gezdirirken) boşver sen beni, kendi maceralı Pazar seremonini anlat aşkım. Seni can kulağımla dinleyeceğim. Hiç baskıya da gelemem bilirsin. Çünkü, bugün ne yaptığıma dair ipucu versem mi?... Vermesem mi?...diyorum da hani?... Yok! yok! Gizemiyle kalmalı. Belki de ara sıra sıkıldığımda denerim yine. Hımm?? Sana söylersem gülersin. Moralim bozulur olurum falan da fişman da... Afrodizyası harika kadınlık hallerinden birkaçıyla barış imzaladım gibi bir şeyler işte tamam mı.
Adam—Tamam şekerim, tamam.. Fakat ne biçim kadınlık haliyse sana pek yaraşmış. Bana güvenebilirsin izci sözü!
Kadın—Ha ha … Hi hi.. Hadi sen başla artık, başlamazsan yaygarayı basacağım az sonra.
Adam—Bak şimdi, evden çıktım acaip ve korkunç bir trafiğe yakalandım. Sinirim tepemde bir kucak dolusu sıcakla arabada off! Pöf! Yolun açılmasını bekleyecektim. Yapacak bir şey yoktu. Telepatik sallanmalarım, bacağımı zıplatmalarım kar etmiyordu. Gelene geçene eyvallah demelerim, mini karekterize anekdotlarım vesaire vesaire… hepsi hepsi bitti yol trafiğe açılmıyordu bir türlü..
Kadın, sevgilisinin anahtarı çevirip elinde poşetlerle kapıdan içeri girivermesine alışık olmayan biri gibi ürperdi birdenbire. Yorgunluğun yüzünden damladığını hemen fark etti ama …? Zaten kendisi de sabah ki tartışmanın ardından işime geç kaldım diyerek çıkıp giden erkeğiyle didişememesinin hıncını cam kapı silerek, elektrik süpürgesiyle adeta halıları döverek, döşemeyi silerek, tersine dünya dercesine balkondan çarşafları çırpı çırpı vererek temizlikçi kadınların hamaratlığı ve el çabukluğu ile vücudunu yormaktan yorulmuştu hani neredeyse. Akşamın, balkondan mor çiçek demetiyle demetlenip gurup gurup güneş hanendesinin lal e dönüşmüş dinletisinde dinlenmek kaydıyla uzanıvermişti ikili koltuğun birine. Uzandığı yerden adama "gel yanıma" dedi. Adam hiç itiraz etmeyerek elindeki poşetleri mutfağa masanın üzerine bırakıp acelesizce kadının yanına uzandı. "Nasıl geçti yayın?" deyince … Adam "sorma, müthiş müthiş! Bugüne kadar yayın adrenalimin dozunun tavana böyle yükseldiği hiç olmamıştı."dedi.
Kadın—Anlat ne duruyorsun o zaman? Sıkıcı bir günün ardından bana çok iyi gelecek.
Adam—İnanamam! Kimbilir ne tempo yakalamışsındır ev sen ve yalnızlık… objeler, nesneler ve söz çarpışmalarımızın yarıda kalmış düellosu… dolmuşsundur sen şimdi.
Kadın—A!!! Nereden anladın?
Adam—Yüzünde imgeler şantiyesi kurmuş gibisin şekerim.
Kadın—Nasıl yani? Dur aynaya bir bakayım benim yüz ifademdeki şantiyeme.
Adam— Ne bileyim başka türlü tarif edemedim ki?.. bir tuhaf ve inan çok çekici.
Kadın—Tuhaf derken?
Adam— Ney dinletisinden dönmüşsün gibi. Hıh! Uysal uysal bir şey olmuşsun huzurlu yaramazlık sonrası sakinliği olur ya hani küçük kızların öyle, öyle işte.
Kadın—Vay! Sevgilimmmm.(Adama sıkıca sarılarak) Acaip havaya soktun beni tatlı Dj’im.( parmağını Adamın saçının dip sınırlarında ileri geri gezdirirken) boşver sen beni, kendi maceralı Pazar seremonini anlat aşkım. Seni can kulağımla dinleyeceğim. Hiç baskıya da gelemem bilirsin. Çünkü, bugün ne yaptığıma dair ipucu versem mi?... Vermesem mi?...diyorum da hani?... Yok! yok! Gizemiyle kalmalı. Belki de ara sıra sıkıldığımda denerim yine. Hımm?? Sana söylersem gülersin. Moralim bozulur olurum falan da fişman da... Afrodizyası harika kadınlık hallerinden birkaçıyla barış imzaladım gibi bir şeyler işte tamam mı.
Adam—Tamam şekerim, tamam.. Fakat ne biçim kadınlık haliyse sana pek yaraşmış. Bana güvenebilirsin izci sözü!
Kadın—Ha ha … Hi hi.. Hadi sen başla artık, başlamazsan yaygarayı basacağım az sonra.
Adam—Bak şimdi, evden çıktım acaip ve korkunç bir trafiğe yakalandım. Sinirim tepemde bir kucak dolusu sıcakla arabada off! Pöf! Yolun açılmasını bekleyecektim. Yapacak bir şey yoktu. Telepatik sallanmalarım, bacağımı zıplatmalarım kar etmiyordu. Gelene geçene eyvallah demelerim, mini karekterize anekdotlarım vesaire vesaire… hepsi hepsi bitti yol trafiğe açılmıyordu bir türlü..
23. bölüm yeni hikaye
Yolun niçin kapatıldığını anlayabilsem… dedi Adam. Yani sevgilim, tatil günü pazar maceramın her repliğine ayrı harelerle, gözbebeklerinin kocaman kocaman açıldığına göre radyomu açtığımı söylemenin zamanı geldi demektir.
Bu kadarcık mı?
Ne dediniz hanfendi. Duyamadımmm da!!!?
—Evet, radyo açmanın esrarengiz olduğunu düşünmüyorum.
Eee..dedi kadın.
—Fevkalade bir soru canım. Arabada radyo açmak? Sıradan değil mi? Hem soru sorup, hem de verilecek yanıtı çürütmeye çoktan hazır ve vücudunun ritmik fizyolojik sallanmalarına hayır demeyen Adam, sevgilinse uzun uzadıya araba farı sinyali gibi bakış attı.
--- Ne? Dedi.
Adam sen bilirsin o zaman dedi. Hikayemi anlatmaya devam edeyim. Dur bir dakika, nerede kalmıştımmm? Hı.. aslına bakarsan, tatlım Dj’in sihirli sesi anahtarın beynimde çıkırt! diye madeni bir döngü yaşattı bana. Anahtarın rezesi, radyocu arşivlerimin duvarlarımı söktü kökünden anlatabildim mi aşkım.Kitlendim radyoya. Yayını dinlerken afsunlamdım adeta kafamı başka bir yere döndüremediğim gibi bir de pür dikkat haldeyim ki sorma. Kıskandım adamı o derece. Dinleyici kitlesi de süperdi süper.
— Olmadı ama. Süper sözcüğü yanlışlıkla ağzımdan çıksa…
Kızardım değil mi sana deyince Adam, Kadın, “ kızmadan öte , sana yakışmıyor diye bozmalarına fena halde içerlerdim dedi.
Ah şekerim! Oldu bir kere. N’olursan bugün boş ver sözcüklere takılma. Enteresanlıklar bitmedi daha. Son dinleyicim tarz bir kadınla yayında konuştuklarımızı bir duysan.
--Anlatsana.
--Anlatacağım.
--E ee ne bekliyorsun hala. Dedi Kadın.
--Dün programda canlı olarak istekleri alıyor; arşivde varsa karşılıyordum diye başlayan Adam’ın oldukça etkilenmiş hali sevgilisinin gözünden kaçmadı.
--Eee..
--Ağlamaklı sesle bir kadın; anlıyorum ki, hıçkırıktan yeni çıkmış, kendini toplayan bir sesle, alo dedi ve sustu dedi Adam. Ben isteğini verecek diye birkaç saniye bekledim. Sonra ben, sessizliği bozarak; "Ne oldu!?" dedim. Evet dedi bu olabilir. Sizden, Miles Davis'in Kind of Blue'nin ilk parçasını istiyorum: "SoWhat"'ı çalabilir misiniz? Dedi. Memnuniyetle ama şimdi değil, diye cevap verdiğimde; anlıyorum arşivinizde olmayabilir, parçayı şimdi size e-mail edebilirim; istiyorum ki, duygumu herkesle paylaşayım.
Kadın-Rock parçaları arasına, caz'ı yerleştirmek nasıl fikirdi.
24. bölüm yeni hikaye
Ben de öyle düşünüyordum ki, dedi Adam, sıradakini yayına verdim ve e-mailime göz attım, parça düşüvermiş. Sırada başka istekler de vardı; onları da düzenledim. Bilgisayardan, gelen müziği dinlemeye koyuldum. Müzik açılınca grup enstrümanları birlikte çaldılar bir süre, sonra diğerleri geri çekilirken trompetiyle Miles Amca öne çıktı, aldı -uçurdu beni de öylece; coştu coşturdu, işte bu dedim caz denen nane, kendimce. Böyle düşüne dururken caz müziğiyle ilişkin etkileşiminden hala yere basmayan ayaklarıma dur! Ma- sı- nı emreden beynim de ise son telefon konuğum o kadın vardı hakikaten ben oradaydım. Dönüşümün biletini kesmeyen akıl kumkumalarıma “Ne yapıyorsunuz siz? demeye dilim varmadı doğrusu. Neden olmasındı?..
Samimi bir dilek, aktif bir yönlendirme; meçhule bir mesaj vardı kadının tavrında; aklıma bir fikir geldi, bunu neden bir kapanış parçası yapmayayım; bir istek de benden olsun değil mi, hediyem. Sonra caz, rock'tan pek uzak da değil ikisi de birbirini besleyen damarlar. Bundan dolayı izleyici kaybım olmayacağına inandırdım doğrusu kendimi.
Esrarengiz kadınla ilişki böyle bitmemeli dedim. Mesajının edilgin bir aracı olmamalıydım; O’ da beni merak etmeliydi?... Ediyor olmalı fikrine sapır sapır saplanmışım ki kapanış seslenişini yeniden tasarladım. Yepyeni isteklere dönerken; yüreklerde cız! Cız! Eriyişin en damardanı bir parça olmalıydı ki kımıldamaya müsaade etmesin dinleyicisine. Şöyle en yavaşından, tene giren ince ayarlı iğne ucundan damlar gibisini seçmeliydim. Parmaklarım bilgisayarın kara karakterlerinde iki dakika tıkırdamasıyla anonsum senkronize buluşuverdi: "Şimdi, aramızdan yıllar önce ayrılmış Miles Amcadan, So What, "N'oldu" adlı parçayı dinleyeceksiniz. Miles Amca cazın ruhunu bu dokuz dakikaya sığdırmış ve çok da harika müzikalitesi yüksek dedim. Rock'un da beslendiği sadakatli ana damarlardan biri de caz, kulağınıza hiç yabancı gelmeyecek, alıp götürecek istediğiniz yere sizi. Bir de bu parçayı programın kapanış müziği olarak size armağan etmeme vesile olan izleyicime de benim bir armağanım olacak. O da gelecek programda. Bir Reggae parçası bu, Bob Marley'den gelecek ve No Woman no Cry, "Ağlama Kadın" diyoruz/diyeceğiz! Dedim.
“İlginç” dedi Kadın.
“ Bu kadar mı?”
“Yani evet!”
Adam, ne demek bu şimdi? İyi mi? Beğendin mi? Hoşuna gitmedi mi?
---???
Heyecanımı paylaştığın için teşekkür ederim dercesine baktı Adam, Kadına.
Romantizmi ile bir anda seni büyüleyen kadına bayıldım açıkcası dedi sevgilisi sevimlice.
Oho…
—Ne? Ne? …Kadın şımarık şımarık söylendi.
E ee daha daha ?dedi Adam.
Melankoliklerin , yayına bağlanıp Dj'lere unutulmazlık yaşatmaları mesai içinde, çok ekstrem bir tutku, karşıdaki kadınmış erkekmiş aldıramam boşa umutlanma!
Kıskanmadım diyorsun?
Hayır!dedi Kadın net ve kesin ve nefes kesen ifadesine hayran kaldı adam.
Gelirken çok düşündüm bunu. Seninle paylaşıp paylaşmamakta kararsızdım.
İnanmıyorum? Kadın afallayarak inanmıyorum! deyince
Adam bir müddet sessiz kaldı.!??
Kadın, o ara mutfağa geçip çay koyduktan sonra geri döndüğünde, bir sigara yakıp yanına bir küllük aldıktan sonra
25. bölüm yeni hikaye
--Sana enteresan bir şey söyleyeyim mi.
--Lütfen!
-- Nasıl anlatabilirim bilmem ama ? Meçhul ve esrarengiz kadınla yayın esnasında konuşmanız, ondan farklı etkilenmen benim için sadece detay , ondan daha ötesinde, aklımı karmakarışık eden.
--Neymiş o?
-- Kadından bahsederken , hıçkırıktan yeni çıkmış hali dedin… İçim bir hoş oldu. Çelebiliğin ve narin dilin duygulara, hislere dair. Sanki…
-- Rica ederim canım, kurduğun cümlen yarıda kalmasın.
--Seni incitecekse..
--Hayır. Hayır! Ne hissettiğini gerçekten bilmek istiyorum.
-- O zaman, ilk kez telefonda konuştuğun kadının ses tınısında; hıçkırıktan yeni çıkmışlığını anlayıvermek?
-- Çok mu önemli?
-- Fazlasıyla.
--Bir erkek için mi, benim için mi?
-- Her ikisi de.
--Meleğim unuttun mu ben hikayeciyim.
-- Yok, yok öyle değil sevgilim. Bu başka bir hikaye tınlaması. Yarası kapanmamış mazinin kulağını çınlatıveren. Sesin sana ait olduğu sanılabilir desem, acaba çok mu abartmış olurum? Kadın hislerinde yazı derecenin ayarı kısık hatta cimrileşirsin hikayelerinde sen.
--Ciddi misin?
--Tahmin edemeyeceğin kadar.
-- Sevgili dırdırı değil benimkisi. Kıskanma güdüsüyle de hareket etmek bana göre değil.
Adam, Kadına duru dupduru bakarak;
“Gülbeşekerim mi?.
--Tamamı tamamına.
---Haydi ya?
--Anlatma biçiminle örtüşen senin iç alemindi en emin fikrim.
--Böyle bir romantik takılmaların? “No Women No Cry”lar, metaforizm değişimi hissediyorum. Kokusu incecik narin ve kadınsı yaklaşımın ben de heyecan yarattı farklı farklı…
-- Aslında şey…
-- Var değil mi bir nedeni?
Adam, temkinle
-- Yoo… Bak bak hazırcevap sevgilime, ufaktan gülümsemeleriyle yepyeni kurgular peşinde mi ne?
-- Beni kandıramazsın hayatım. Burnuma bir sır kokusu geliyor deyince Kadın ”
-- Kandırmak mı? Seni öyle mi? Ayıp ediyorsun bebeğim.
-- Pardon ama vurgulamandan dolayı yansıyan giz diyelim. Özür dilerim yanılgıysa hissim eğer.
Sevdiği kadının yüzünü avucunun içinde sıkıp sıkıştırarak erkek, tatlı bir iki öpücükle; dizlerinde ikisinin dermanı olan aşkın fermanıyla
26. bölüm yeni hikaye
--Şekerim bak şimdi alınırım. Zihninde soru işaretlerinin yanıtını hemen verebilirim dedi Adam.
Sevgilisinin koltukaltından başını uzatarak sehpanın üzerindeki küllükten dumanı tüten sigaradan bir nefes çekti.
-- Pes yani, iki dakika sigara içmeden duramazsın da.. Sigaranın dumanı yüzüme gelirse bozuşuruz akşam akşam. Sen acıkmadın mı? benim karnım acıktı . Biraz bir şeyler yiyelim mi.
-- Aç karnına sigara içme mi diyorsun, akşam sohbeti yeter mi diyorsun!Hangisi hıı?
-- Sence?
--
-- Aç karnına yeter diyorsun!
-- Yani.
-- Ah! öyleyse gel mutfağa geçelim. Ne yiyeceğimize karar verelim.
--Sen seversin diye köfte ve bol yeşilli salatalık malzeme aldım. İçecek de aldım. İstersen köfteleri ben kızartayım.
-- A! Çok düşüncelisin yine, eskiden demek istemiyorsam da gönlümü şımartıyorsun teklifinle karışmam sonra. Acaba seni çalıştırsam mı meçhul kadın çıkarmasıyla harpten çıkmış yorgunluğunu dinlemeden sevgilimin.
-- Sen bilirsin tatlım. Emrindeyim. Sözüm hala geçerli. Kadın iki şıkkı değerlendiren küçük talebelerin eteğini çekiştiren mızık mızık senlibenli sevecen:
-- Çok güzel bir yemek yeme fırsat kaçırdığımı biliyorum ama yorgunluğun yüzüne ve yüzüme aynamız olunca şekerim kıyamam mutfakta koşturmana. Bugün ben de oldukça yorgun sayılırım. En iyisi ne yapalım biliyor musun?
--Bilmiyorum?
Gülüşerek “ Söylersen bilebilirim.”dedi Adam cilvesiyle sesinin.
--Dışarıda yiyelim. Hava almaya ihtiyacım var dedi Kadın.
Adamın duraklamasıyla şipşak çalışıveren kadının beyni, ev sahibiyle geçen sabahı hatırlatmakta gecikmedi.
Çok özür dilerim sevgilim, ne kadar düşüncesizim değil mi. parasal sıkıntını unutuverdim bir an! lütfen kusura bakma.
Aşkım, kadınım olur mu öyle şey.Kusur falan ne demek? Kredi kartımla istediğin yerde yemek yiyebiliriz. Artık o kadar da değiliz.
Kadının içi yine de rahat değildi. Mutfakta ayaküstü Adamı dinliyordu
27. bölüm yeni hikaye
---- Yalnız yarın sabah ilk işim yayıncımla oturup gelir gider hesabıma ait konularda ciddi ciddi konuşmalıyım. Sen de hazırlan bu arada, yemeğe dışarı çıkalım. Getirdiklerimi dolaba koymayı da unutmayalım.
--Hayır, hayır evimizde kalalım. Aldığın köfteleri kızartalım. Yarın gece çıkarız yemeğe.
Adam, Kadına baktı. Gözlerinin sessiz bakış görüş değişiminden ısrar etmenin etkisi olmayacağını anlayınca, dışarıda yemek yemekten vazgeçti.
O zaman dedi Adam, yarın hazır gitmişken alışveriş de yapar mıyız?
Yayıncınla görüşmene göre dedi kadın pratikçe. Neden? Alışverişten söz ediyorsun farkında mısın? Olmaz mıyım?derken Adam masayı çat diye beş parmağıyla kapattı. Sabahleyin ev sahibinin karşısındaki çaresizliğine nokta koyan son yumruğa benzeyen fotokopik ve telaşının telafisiyle kabaca “Birkaç alacağım var onları toparlayacağım”dedi.
Acelen ne hayatım alışverişe başka bir gün çıkarız. Şöyle bol paralı bir gününde hem de. Olmaz mı.
O halde dediler mutfağa, dar daral gelme darmadağanlığa. Çift olarak geçtiler tezgahın başına. Hazır köfteyi kızartmaya koyuldular. Salata masaya kondu zeytinyağıyla parlatıldıktan sonra. Yaldızlandı yeşil marul. Salata tabağının hürremiydi incecik tirildeyen kesilmiş haliyle kıvırcıklar.
Her şey kendiliğinden oluyordu. Kim Kadın, Kim Adam? Ayrımcılık yoktu. Mutfak, daha bu sabah Adam kim? Kadın kimin yanıtını; Kadınadam; Adamkadın bilmecesini yaşamıştı. Masaya ilk yumruğu Kadın vurmuştu. Hesaplanmamış ilişkinin iletişimsizliğinin kopuyordu bir parçası sahibinden besbelli. Aynı akşam yine yumruk yedi masa beş parmaktan mutfağın gözü önünde ve hesap kesen en son nokta formülünde. Ne aralık ikilinin arasındaki uçurum mesafesi kapanmıştı. Mutfak da şaşkındı.
Terazinin dengesinde yarın vardı akşamın alacakaranlığında. Ölçen biçen, kıymayan, kıyamayan ama lezzet çeşni fevkalade. Yenilecek tadılacak sunuma hazırlanıyordu mutfaktaki o masa şimdi. Şimşekler çakıp yakmayan canı. Karanlıkta ışık saçan iki göz, menevişli fosfor yayan yakamozlar kadar romantik Kadın ve Adam karşılıklı masanın iki ucunda.
Çiftimiz tatlısülümen konuşarak bir karı koca huzurunda ; karıncalar kadar tutumlu, timsahlar kadar pusuda, kürkü için canına kıyılmış sansar kadar tehlikeli saatler geçirdiler. Fakat geçirdiler. Kalpleri kırılmadan, dökülmeden.Yatağa uzanırken mutfaktaki yıkanmamış bulaşıklara aldırış etmeden seviştiler. Kadının ev kadınlığı tutmamış masayı öylece bırakmıştı. Adamın erkekliği şu masayı toplayıvere dönüşmemişti; ne Kadına ne içindeki yeni yetişip gelen kadınsı duyularına.
Profilleri ve başları yastığa yan yatmışken, onlar da yan yanaydılar. Düşlerinde ne garibandılar ne soylu. Boyutsuz mekanda cüce çengiler beyza başlıklı taçlarıyla tavaf ediyordu görünmez oluncaya kadar döne döne. Usluydu gece, mutfak usul. Çıt çıkmayan evin duvarlarında gerçek hadise yarın denen gelecek zamanda varoluştu her zamankinden apayrı. Masa kır kılıbık Adamın vukuatında. Kadının hasekilik aurosuyla; eskiden su dolanan kılcal damarları ayrılarak nesneliğinden yaren oldu kızla erkeğe. Canlıyken günleri hard kart katı aynı masa ve cansızken; boyalı örtülü tertipli masalığının farkındaydı kesin ve net ve bir tek kendisiydi bunu bilen. Kimleri terk etmişti kendisiyleyken Adam. Terkedilmişti üç yıl önce masanın kulakları duya duya. Yine ona kapanıp hüngür hüngür ağlamıştı Adam kimseler görmeden kadının ardından. Bir kadınını diğer kadın hiç bilmeden bu Kadınla beraberliğine tanık olan masanın, bilincine ne Adam ne Kadın dikkat etmiyordu. Masanın örtüleri gelene gidene, dolaba, halıya göre değişse de özündeki tahta mertliği aynıydı bu akşam da yine. Mükemmel donatılmıştı akşamın aşkıyla hevesle. Gece yarısı yorgunluğu üzerinde kaldı ama. Yarım salata tabağı, köfte yağı bulaşığı mavi çiçekli porselen servis tabağı, kadehin dibinde bir kırık beyaz şarap, tuzluk, çatal bıçak dibinde kıvırcık, gece kurumaya terkedilen dilimli çavdar ekmeği sepetinde, markasız solgun birkaç peçete, kara çekirdekleriyle zenci dişi parlaklığında bıçak yarası iyileşmemiş karpuz dilimlerinin eşliğinde bekleyen tık tık saatli gecelerin tıkırtısız masasıydı o bu akşam.
28. bölüm yeni hikaye
Adam, pazartesi sabahı erkenden kalktı. Kadınsa bin yıllık uykuda görünüyordu. Sıcak yaz gecesi odaları bunaltıcı olduğundan dolayı yorgan yerine çekiverdiği çarşafın üstünden sıyrıldığını görünce sevgilisinin üşüyeceğini düşündü. Yatağın kıyısına tortop olmuş minimini çiçekli çarşafı göğsünün hizasından başlayarak örterken kadına; şimşek çakmasına benzer aniden çata pata parıldayan ışığında onu ilk kez görmüş gibi oldu. İncecik alınmış kaşlarının, gözkapakları örtülü yüz ifadesinde; gündelik yaşama hiç dönmeyecek bir kayıtsızlık gördü onda. Hiçleşme nevinden. Gün boyu bin bir düşünceyle birleşen, ayrışan, çelişen, uzlaşan, başkaldıran göz, ağız, dil; yaşadığını unutmuş ruhun cansız hayali kadar dingin görünüyordu oysa. Derin uykudaki kadınsı yüzü tekildi sevgilisinin. Her anın bir çeşitlemesi yüzler ve yüzleşmelerin izi kaybolmuştu. Hafif nefeslenmeleri dışında durgun, donuk duru ifadesiyle nasıl bihaberdi kendisinin onu seyrettiğinden. Sevgilisi uykulu halini seyredildiğini görse, tepkisi ne olurdu acaba? Kısacık saçlarının birazı tedirgin dik dik yastığa uzak; bir kısmı baş derisine yapışmış sıkıca, ayrılmamak için dibinden saç telinin, tutunmuş baş altına. Diğer saç tutamları tutuşmuş yastık altına ve kulakların arkasına saklanmış olanlar ise iç kulaktan gelecek haberi dinlemekle meşgul yatık durmaktalardı her halükarda. Burun kemeri gevşemiş dudağa aşkın. O arada üst dudağa yakın, yaşlanmanın bir rivayeti olmasa da belli belirsiz bir kırışık, bir rüya geçidinden geçer gibi devenin hörgücüyle geçmişe uzanmıştı. Oradan bir boğaz gibi ağız bir başka geçişli yol biçen ve dil. Kırmızı beyaz kış bulutundan sarkan bir ufak çizgili pembesi işaret ederdi konuşunca geleceği, geleceğe. Uykuya teslim olmuş kadının vücudu çölde seraba düşmüş bedevi gibi yaşam gerçeğiyle aykırı ve tezattı anda. Bir daha uyanmamak hissine eyvallahsızdı.. Savunmasız. Çekincesizdi.. Yatağında uzanmış uzamış bedeni sorgulama şansı yoktu. Ki, elim nerede, kolum kıvrık mı? Üstüm açık saçık mı , sırtım kambur, bacağımın biri diğerine küsmüş mü soramazdı uyuyan. Uyumayan ise eğer isterse, sakince seyredebilir ve bütün her şeyi irdeleyebilirdi. Beli bükülü ikiye, vücudu bir kocaman “S”diye… Adam gönül hanının kapısını bir kez açmıştı en sevgili ve uykusuyla yolculuğa. Yolcu yolakçıya kendisi de eşlik ederek iç görüşmelerine uyanan taraftan olmak kaydının verdiği hazla.Yataktan bugün benim kalktığım gibi aniden serice veya derin bir depresyonlu isteksizliğinde uyanılır kimi öyle kimi böyle.. Yataktan kaçarcasına kalkıveren ya da esneme gerneşme düzenine alışkınlıkla da kalkanlar da dahil, ben veya Aşkım, bir dakika önce uyurken nasıldık acaba dememiştim şimdiye değin. Hayretine hayret etse de etmese de; sabah, her sabahtan farklıydı bugün Adam için. Yeni bir hikaye yazmaya yol açan çakmaktaşı sevgilisinin yüzü cayırtısıyla yanıyordu içselinde sessizce. Ateşi alev alev görünmeyen, dumanı tütmeyen nefesin harıyla Kadın, emrine amade dürtüleriyle yanmaya can atan kahramanı. Üç köşeli yüzünün her bir köşesinde, sevgilisinin hikaye örgüsünde yüzde yüz hatlarıyla yön gösteren pusula emsaliyim diyor gibiydi kadın uykusunu açmaya ret eden ve ölümden bir önceki adımı atabilirim de; atmayabilirim de... Kararsızlığının tam bir kararsızıydı aslında sevgilisi uykunun en güzel kuyusunda. Adam irkildi birden. Ardından silkinerek neler düşünüyorum diyerek kendini uyardı adeta. o ruh halinden çıkmak ister gibi kıvranarak; bir yol hikayesi uykudan öncem ve sonram ve ağır bir Pazartesi dercesine sevgilisinden bakışlarını ayırdı. Hafta başı ve yayıncımla görüşmek için bir an önce çıkmazsam odadan akşamı edebilirim dedi diliyle dişi arasında. Detaylar, notlar almaya başlayabilirim... yeni hikaye bile yazabilirim diye akıl yürütürken Adam. Kadına da belki de kaçıncı rüyasında; Adamın seyir haline dönüştürdüğü anlıksal düşünleri bir başka adlandırmayla örneğin:“uykusunda bir kadın ve betimlemeleri seyirliği vesvesesinde ” malum olmuş olabilirdi. Şöyle bir rüyayla: Kadını bir detektif adım adım izlerken fark edip çarşafı başının üstüne kadar çeker figüründe. Bütün bunları farzederek Adam son bir gayretle sevgilisini seyretmekten vazgeçerek gitmesi gerektiğini kesinleştirdi. İvecenlikle, sevgilisini sabah uykusuyla baş başa bırakıp yürüdü. Yatak odasında perde koyusu loşluğunun yalnızlığında kadın hala uyuyordu.
Adam oda kapısını yel hafifliğinde çekti.. Ama birden giysilerini içeride unuttuğunu fark eder etmez uff! Diyerek geri açtı kapıyı kendine doğru çekerek. Sevgilisi uyanacak diye ödü koptu. Kız, dün çok yorulmuştu. Pantolonunu, tişörtünü aldı. Az önceki gibi bir kaplumbağa tısıltısıyla çekip kapıyı yeniden banyoya daldı. Ve jet hızıyla hazırlandı. Yüzüne traş losyonunu sürerken aynadaki benliğine yakışıklıyım galiba deyip kendi kendine dil çıkarıp eğlenmek istedi kendisiyle çünkü, yayıncısıyla tartışıp tartışmayacağına dair kuşkularını ancak böyle akıldışı edebilirdi ona göre.
Arabanın anahtarını eve bıraktı. Gideceği yer yakındı nasılsa. Trafiği çekemem bugün fazla gelir park edecek yer aramak falan fişman diye düşündü. Yürüyüveririm yarım saat, kafam sakinler, bacaklarım açılmış olur. Konuşacaklarımı da zihnimde belirlemiş olurum hem dedi kalbinden.
Adam, pazartesi sabahı erkenden kalktı. Kadınsa bin yıllık uykuda görünüyordu. Sıcak yaz gecesi odaları bunaltıcı olduğundan dolayı yorgan yerine çekiverdiği çarşafın üstünden sıyrıldığını görünce sevgilisinin üşüyeceğini düşündü. Yatağın kıyısına tortop olmuş minimini çiçekli çarşafı göğsünün hizasından başlayarak örterken kadına; şimşek çakmasına benzer aniden çata pata parıldayan ışığında onu ilk kez görmüş gibi oldu. İncecik alınmış kaşlarının, gözkapakları örtülü yüz ifadesinde; gündelik yaşama hiç dönmeyecek bir kayıtsızlık gördü onda. Hiçleşme nevinden. Gün boyu bin bir düşünceyle birleşen, ayrışan, çelişen, uzlaşan, başkaldıran göz, ağız, dil; yaşadığını unutmuş ruhun cansız hayali kadar dingin görünüyordu oysa. Derin uykudaki kadınsı yüzü tekildi sevgilisinin. Her anın bir çeşitlemesi yüzler ve yüzleşmelerin izi kaybolmuştu. Hafif nefeslenmeleri dışında durgun, donuk duru ifadesiyle nasıl bihaberdi kendisinin onu seyrettiğinden. Sevgilisi uykulu halini seyredildiğini görse, tepkisi ne olurdu acaba? Kısacık saçlarının birazı tedirgin dik dik yastığa uzak; bir kısmı baş derisine yapışmış sıkıca, ayrılmamak için dibinden saç telinin, tutunmuş baş altına. Diğer saç tutamları tutuşmuş yastık altına ve kulakların arkasına saklanmış olanlar ise iç kulaktan gelecek haberi dinlemekle meşgul yatık durmaktalardı her halükarda. Burun kemeri gevşemiş dudağa aşkın. O arada üst dudağa yakın, yaşlanmanın bir rivayeti olmasa da belli belirsiz bir kırışık, bir rüya geçidinden geçer gibi devenin hörgücüyle geçmişe uzanmıştı. Oradan bir boğaz gibi ağız bir başka geçişli yol biçen ve dil. Kırmızı beyaz kış bulutundan sarkan bir ufak çizgili pembesi işaret ederdi konuşunca geleceği, geleceğe. Uykuya teslim olmuş kadının vücudu çölde seraba düşmüş bedevi gibi yaşam gerçeğiyle aykırı ve tezattı anda. Bir daha uyanmamak hissine eyvallahsızdı.. Savunmasız. Çekincesizdi.. Yatağında uzanmış uzamış bedeni sorgulama şansı yoktu. Ki, elim nerede, kolum kıvrık mı? Üstüm açık saçık mı , sırtım kambur, bacağımın biri diğerine küsmüş mü soramazdı uyuyan. Uyumayan ise eğer isterse, sakince seyredebilir ve bütün her şeyi irdeleyebilirdi. Beli bükülü ikiye, vücudu bir kocaman “S”diye… Adam gönül hanının kapısını bir kez açmıştı en sevgili ve uykusuyla yolculuğa. Yolcu yolakçıya kendisi de eşlik ederek iç görüşmelerine uyanan taraftan olmak kaydının verdiği hazla.Yataktan bugün benim kalktığım gibi aniden serice veya derin bir depresyonlu isteksizliğinde uyanılır kimi öyle kimi böyle.. Yataktan kaçarcasına kalkıveren ya da esneme gerneşme düzenine alışkınlıkla da kalkanlar da dahil, ben veya Aşkım, bir dakika önce uyurken nasıldık acaba dememiştim şimdiye değin. Hayretine hayret etse de etmese de; sabah, her sabahtan farklıydı bugün Adam için. Yeni bir hikaye yazmaya yol açan çakmaktaşı sevgilisinin yüzü cayırtısıyla yanıyordu içselinde sessizce. Ateşi alev alev görünmeyen, dumanı tütmeyen nefesin harıyla Kadın, emrine amade dürtüleriyle yanmaya can atan kahramanı. Üç köşeli yüzünün her bir köşesinde, sevgilisinin hikaye örgüsünde yüzde yüz hatlarıyla yön gösteren pusula emsaliyim diyor gibiydi kadın uykusunu açmaya ret eden ve ölümden bir önceki adımı atabilirim de; atmayabilirim de... Kararsızlığının tam bir kararsızıydı aslında sevgilisi uykunun en güzel kuyusunda. Adam irkildi birden. Ardından silkinerek neler düşünüyorum diyerek kendini uyardı adeta. o ruh halinden çıkmak ister gibi kıvranarak; bir yol hikayesi uykudan öncem ve sonram ve ağır bir Pazartesi dercesine
Adam oda kapısını yel hafifliğinde çekti.. Ama birden giysilerini içeride unuttuğunu fark eder etmez uff! Diyerek geri açtı kapıyı kendine doğru çekerek. Sevgilisi uyanacak diye ödü koptu. Kız, dün çok yorulmuştu. Pantolonunu, tişörtünü aldı. Az önceki gibi bir kaplumbağa tısıltısıyla çekip kapıyı yeniden banyoya daldı. Ve jet hızıyla hazırlandı. Yüzüne traş losyonunu sürerken aynadaki benliğine yakışıklıyım galiba deyip kendi kendine dil çıkarıp eğlenmek istedi kendisiyle çünkü, yayıncısıyla tartışıp tartışmayacağına dair kuşkularını ancak böyle akıldışı edebilirdi ona göre.
Arabanın anahtarını eve bıraktı. Gideceği yer yakındı nasılsa. Trafiği çekemem bugün fazla gelir park edecek yer aramak falan fişman diye düşündü. Yürüyüveririm yarım saat, kafam sakinler, bacaklarım açılmış olur. Konuşacaklarımı da zihnimde belirlemiş olurum hem dedi kalbinden.
29. bölüm yeni hikaye
Pıt pıt pıt merdivenleri indi önce bir ve ikinci kata varınca, aklına bir şey takılmıştı. Almayı unuttuğu nesne, nevale her neyse…obsesifler gibi kapının örtülmediğine dair içi bazı insanlarda görülen takıntı hastalanmasına benzeyen bir haldelikle fişfiklenmişti. Ocağı kapattım mı? Pencere açık mı kaldı? Doğal gaz kaçak yaparsa vay vaylamalarını açık ara sollayan kuşkuyla, dönüverip geri indiği merdivenleri tekrar tık nefeste acelece çıkarak; son bir kez evin kapısının sıkıca çekilip çekilmediğini kontrol etmeyi ihmal etmedi Adam.
Allahım dedi. Ben de mi Sinan gibi olmak üzereyim. Bana ne oluyor bugün? Yayıncıyla görüşmem dolayısıyla mı geriliyorum. Sinirlerim yay gibi. Eskiden olsa evden çıktıktan sonra başımı alır giderdim. Vay başıma gelenler dedi içten içe. Doktorumun bahsettiği durum mu harekete geçiyor? Dalgalanıverdi zihni. Kadınsı kişiliğin değişimi böyle mi belli edecek ben de, acabasını sorguladı şimşek hızıyla. Kalbine pıtırak gibi dikenler batı batıvermiş oldu her yanına. Ter bastı alnından ayağının tabanına. Üstüm başım ter kokacak demekten de kendini alamadı diğer taraftan. Off! bee! Oldu mu ya? Yürümekten vazgeçip taksiye mi binsem? Bir türlü karar veremiyordu. Ne tuhaf, hala evde bir şey unutmuşum kaygısı çekiyorum diyen iç fısıldaşmalarıyla başa çıkmaya çalışırken… Bir öyle, bir böyle binanın dışına çıktığını; havanın misafir rüzgarının yüzüne çarpmasıyla anlayıp ferahladı. O anla birleşen vücudu ürperişlere teslim oldu. Bedenine dikkati kesildi. Üstüne giydiği tişörtünü, güne uygunluğuyla bir numara ilan etti ve seçiminden memnun memnun çok etkileyiciyim diye onayladı tarzını. Aklına mağrur bir teşekkürle ve olağanüstü bir güven duygusuyla yürümeye devam etti.
Aslında önemli bir konuda görüşmeye gideceği zaman beyaz giymeyi tercih ederdi. Hengameli rengarengin çekiciliğnden kurtuluşu bellemesi beyaz rengi ve müptelalığı; fiziğinde tamamlayıcı bir yanı olduğuna inanmasındandı. Ondan severdi beyaz giymeyi çoğunlukla. Bütün olumlamalara rağmen bu sabah canı beyaz giymeyi çekmemişti. Çünkü nicedir gardropta bekleyen açık kavuniçi çizgili pembe tişörtünü gözüne çarpmış bir anda kaynaşıvermişti ruhu tişörtle. Altına krem yazlık kotu da gayet şık durmuştu.
Adam, kesintisiz bir kararlı yürürken parasal vaziyetini düzeltmesi gerektiğini inançla birkaç istiare zincirlemesine; zihnini bulandıracağını bile bile sara sara sarıldı. Alıvermiş gibi keratayı eline ve ayakla ayakkabı arasında aracı kurumu dikeyliğinde. Soku soku verip ayağının ardındaki ayakkabıya gibi yeni kitabının telif hakkını alamadığını sokuşturacaktı yayıncısının kulağına. Şunun şurasında iki günlük yazarlar bile kendinden çok alıyordu söylediklerine göre. Yayıncısıyla kazanç meselesini konuşurken, incik boncuk hesabına dökmeyi düşünmüyordu . Yekten yazdıklarımın karşılığını istiyorum diyecekti. Bu zaman değin, ailesinden geliri olması nedeniyle geçinmek de hiç zorluk çekmemişti. Fakat artık gelirleri tehlikedeydi. Yani kesilebilir tehlikesi kol geziyordu çevresinde. Onun için ayağını yere basarak harcamasını ayarlamalıydı. Parasız kalmamıştı hiç. Cebinde paranın bittiği olmamıştı. Param yok dememişti kimseye, dün sabah ev sahibine demek zorunda kaldığı gibi. Sevgilisi imdadına yetişmeseydi Allah bilir daha neler olacaktı Pazar sabahında?.. Geçim, geçinme yolda aklın yolu birdi. Beşti. Yüzdü. Milyondu. Milyardı. Dişe dokunursan dişli; dokunmazsan hiç mi hiçsin demeye gelen sistemle herkesin bir yolu ve yöntemi vardı başa çıkabilmek için. Emeğin karşılığı, üretimin verimin karşılığının alınmadığı gün, hafta, ay ve yıllar nasıl geçerdi. Yemeden, içmeden, tatil yapmadan?... Hikayelerini yazarken işin bu tekinsiz kazanma, geçim derdi tereddütleriyle içli dışlı olmazdı. Yeni bir durumdu bu. Parasızlıkla yüz yüze kalıvermek. Başını önüne eğdi asfaltın sıcağı laf anlamaz, lafazanca yüzüne karşı çalındı. Adam, karşıya baktı , karşıdan gelen aksi birine rast geldi gözü, başını eğdi. Karşıdan gelenin negatifine yakalandı. Başını yukarı kaldırdı. Gökyüzü kanına girdi sıcacık kayarak damarlarından. Ilık bir Ağustos sabahındaydı bir hikayeci farkında olarak daima yukarı bakmalıydı ve sözleri yukarılara çekmeliydi onu. Yeni hikayeler yedi kat yukarıda gökyüzünden öte bir mesafeden dökülür gibi metaforlarıyla yazılmaya yazmaya hazır ola sokardı işte böyle yazarları. Başı hala yukarıya doğru ve açık bilinci, düşü, kurgusu, gerçeği Adamın ve ben yazarım, yazmalıyım dedi şunları kendine. Ve yayınevinden girmek üzere adımını attı kapıdan.
30. bölüm yeni hikaye
Adam, yayınevinin kapısından içeri adımını atar atmaz, telefonla konuşan yayınevinin sahibi pat diye kapatıp telefonu, ahizeyi yerine yerleştirmeye çalışırken…
--Ooo hoş geldiniz efendim dedi.
Siz buralara uğrar mıydınız gibisinden çok gereksiz abartı bir ayaklanma babından güler yüzle karşıladı. Eh, dedi, Adam, bu güler yüzün ardından hesap kitap kısmetimiz kesilmese bari diyerek yarı resmiyetle elini uzattı; lalübali olmaya hiç niyetli değilim dercesine. Yayınevi sahibi hava civalara alışkınım edasında, o da uzattı parmakları birer metre ve kuru budaklı elini. Şipşak tokalaştılar iki adam ve geri çektiler ellerini. Spor müsabakasında ringe çıkmış iki pehlivandılar hemen hemen.
Birinci raundu ben kazandım der gibi Adam, köşesine çekilmiş haddinde, otur denmesini beklemeden tekli koltuğa oturuverdi. Oturuvermesiyle birlikte koltuğun içine gömülünce, eyvah, bu halde derdimin “D”sini anlatamamın telaşı kapsadı içini. Ne yapsam ki? Ayağa kalkıp dikiliversem…Ne düşünür ki? Yayınevi sahibi öyle kelli felli biri değildi. Birkaç tane zayıf kuru dal duldasına sığışmışların yağmurdan sonra sıkı sıkı sıkılıp çamaşır misali buruşmuş halini andırıyordu.
Uzun mu? Uzun. Zayıf mı? pek değil. eğik bükük oluyordu ya yürürken gösterişi kayboluyordu. Tek cankurtaranı ve olanca süksesi; kocaman arkalıklı kahverengi makosen koltuğuydu.
Adam bir sıfır yenikti bu durumda.
Kahramanlarınız fevkalade şanslı hikayenizde deyince
Adam, sözünü tam planladığı gibi gediğine koydu:
--Ama, hikayenin yazarı onlar kadar şanslı değil deyiverdi bir çırpıda çabucak.
Yok canım, neden acaba?dedi. Pişkince bir soruydu hikayecinin tarafından bakılacak olursa.
--Parasal mevzular dün oldukça canımı sıktı Yasin bey diye tatlı sert yapıştırdı sözünü Adam.
Ofisin ferah havası dar daralır oldu bir iki dakikalığına. Dosya dosya çıktıların beklediği masanın; karmaşasını, onu oraya, bunu buraya düzeltti kısa mesafeli suskunlukta patronu odanın.
--Siz de haklısınız. Beklentilerinizi karşılamak isterdim. Kabul edin ki, kitap satışınız son günlerde eskisi kadar rağbet görmemekte. Ha, genel olarak zaten piyasa böyle diyebilirsiniz. Fakat, gerçekten satışlarınız çok durgun. Bir kitap basmak kolay bir şey değil. Baskısı, dizgisi, telif hakkını korumak için çırpınıyorum inanın bana dedi.
Adam, pes etmek niyetinde değildi.
--Pek tabii kitap basmanın masrafsız olduğunu bilmekteyim. Ki, bugüne kadar, asla para ile ilgili bir konuşmayla karşı karşıya kalmadım sizinle. İlk kitabımı çıkarırken, ortağınız gibi sizin kazancınız adına heyecan yapmıştım hatırlarsanız. Kitabımın yayınlanması önemliydi o günlerde. Hikayelerimin kitabevi raflarında yer alması yeterliydi . Size kendi sözünüzü hatırlatmak mecburiyetindeyim. “ Sizin cevhersiniz bizim için. Hikayeleriniz yok satacak. Siz de, biz de müthiş rahatlayacağız. Eminim!” bundan demiştiniz. O günden bugüne açıkçası para konusu bana dokunmadı, ben de size. Dün ve dünden önceki günlerde maddi sıkıntılarım yüze vurdu. Kıyıya vurdum tam anlamıyla. Müsait şartlarda ne ise kitabımın gelirini kağıda dökelim istiyorum.
Yayınevi sahibi gerginleştiğini söze dökmemeye özenle:
--Vallahi çok iyi olur. Anlaşmaya dökülmemiş işlerden kaçarım ziyadesiyle dedi.
Adam:
--Yeni Hikaye’mi de konuşalım. Satışların yüzde otuzunun benim hesabıma yatırılması… ağzından çıktı dan diye.
Ooo ne yapıyorsunuz siz? Ben o kadar kazanmıyorum. Ödül almış yazarlarımızla çalışıyoruz. Ancak bu kadar veriyoruz. Yeni Hikayenizi yayınlamakta yorgunu yokuşa zorlamayın lütfen!
--Nasıl yani? Adam, sözün gıynadığı (oynadığı)yere geldiğini anladı. Bir soruyla geçiştirmeye çalıştı.
Yeni Hikayemin adı da “Yeni Hikaye” konusu çok ilginç. Çok okunacağına güvenim sonsuz.
Bu kadar güvenmeyin dedi yayınevi sahibi gözünün yuvalarından fırlayan gözbebeklerini kırpıştırarak.
--Geçen aylar içinde hiç para almadım. Ve yazdıklarıma güvenmemi sağlayan biri olarak, eserlerimden kazan/kazan olmasa kitabımı basmayacağınızı bile bile… başını iki yana sallayarak: Blöflere ihtiyacımız yok seninle benim dedi; senli benliye dökerek diyalogu. Hakkımı alamazsam, ya da vermezseniz giderek size kodlanmış olan seyir defterimdeki saygımın azalabileceğini ima etmiş oldu Adam. Ofisin hakimi benimi, öyle ustalıkla idare etti ki yayınevi sahibi de… Baskısı çok satan hikayecisini kırmadan dökmeden:
-- Yüzde otuz demeyle olmaz! Yüzde on beş de anlaşabiliriz diyerek bir adım geri atıyorum bak, demişimle elini takır takır oturduğu yerden uzattı anlaşmak için. Yazarın tarafından ise olağanüstü bir rahatlama oldu. Nihayet, yolum açıldı pazarlık masası kurulduğuna göre. Kitapların az satıyor demesi demek ki, gerçek değil bir manevraymış diye düşündü.
Yüzde yirmi isterim ve geçmiş hesapların tümünü alırım bugün. Ev sahibime söz verdim hesabına para çıkaracağım.
Telefonun numaralarını basıp sekreterine en tok ses perdesinden:
--Kızım bize iki çay söyle! Ya da dur bir dakika. Telefonu hatta tutarak:
--Ne içersin?diye sordu o da senli benli. Adamla yayınevi sahibi birlikte yemeğe birkaç kez yemeğe çıkmışlardı ama bir türlü aralarındaki sınırı silememişlerdi. Şimdi sınırların çizileceği dakikaydı.
--Çayınızı içmek isterdim kahvaltı yapsaydım eğer dedi.
Sahi mi? İnanır mısınız bu ne tesadüf, ben de kahvaltı yapmadım dedi yayınevinin sahibi.
Ne yapalım? Sizinle kahvaltıda konuşmamızı sürdürelim mi? Gönülsüz mü, gönüllü mü kahvaltı daveti? Adam için mühim değildi, patronu içinse başka bir kibarlık alternatifi söz konusu olamazdı.
Kül yutmaz hasım kadar uyanık ikilinin çekiştireceği mevzu para olunca kıt kanaat alışveriş eden karı koca gibi ortak nokta kahvaltıya gitmek en sağlamcı yoldu ticarette.
--Çok iyi olur dedi. Kızım biz kahvaltıya çıkıyoruz.
31. bölüm yeni hikaye
Adam ve patronu önlü arkalı düştüler odadan dışarı çıkarken. Ofisin asansörü çalışmıyordu. Merdivenden inerek dışarı çıktılar.
-Araban var mı?
- Hayır.
Yayınevinin sahibi, olanca heybetine sinen kamburumsu bedeniyle patır kütür adımlarını atarak:
-Evin yakın demek.
-Sayılır dedi Adam.
-Şehrin şamatacı şevenginin çok yakınında olmak nasıl bir duygu. Benim evim oldukça uzak.
-Benim özel bir seçimim değil; kiralık ev ararken bir arkadaşımın aracılığıyla öyle denk düştü.
- Kahvaltı için bildiğin bir yer var mı?dedi yayınevi sahibi.
- Evet, ara sıra gittiğim denize nazır ve buraya çok yakın bir mekan var. Teras ama değer. Nefis bir manzaraya sahip. Ne dersiniz?dedi Adam.
--Mirim derim. Bana uyar. O zaman arabaya gerek yok.
--Yok, yok. Ofisten aşağı, bir iki cadde ötede.
--Efendimm peki, o halde önden buyurun.
İki erkek aşağı yukarı konuşmadan bir süre yürüyerek eski bir İstanbul evinin restore edilmiş merdiveninden çıktılar. Gizli mabet gibi tertemiz küçük bir kahvaltılık mekan tüm modernliğiyle karşıladı onları, sahibesinin sade zarafeti eşliğinde.
--Hoşgeldiniz beyler. Nereye oturmayı arzu edersiniz?
--Benim masam boş mu?dedi Adam.
-- Her zaman ki gibi beyefendi dedi kadın. Erkekler bir iki dakika içinde masaya yerleştiler.
Boğaz gerçekten mavi göl tangoluğunda mekanla adeta içkinleşmişti. Nazik bir serinlik denizden onlara doğru esiyordu. Martılar, alaca ve alıcı ve süzülerek döne döne cık cık cıkırdanıyordu. Bir vapur düdüğü son bir veda etmeden kıyıya “yine geleceğim nasılsa… vaadiyle” denizi yararak gidiyordu. Köpükle yıkanmış gövdesinden habersiz yolcularıyla gideceği menzile vuuu diye yakınsayarak uzaklaşıyordu. Masaya henüz oturmuş iki müşteri gördükleri manzara karşısında; gökyüzündeki gümüş kırığı bulutları yum yumuşaklığıyla seyre daldılar.
“Bu yazar kısmı işte böyle”diye sohbeti başlattı yayınevi sahibi.
- Biz de çok yer gördük diye geçiniriz. Keşfiniz mükemmel. Manzara azizim şahane. Dilim tutuldu. En kısa zamanda bizimkileri alıp gelmeliyim.
Adam suskun kaldı.
--Sevgilin var mı?
Adam hafif tebessüm etti.
-Ne kadar münasebetsizim değil mi?
-- Biraz.
- Sen de fazla açık sözlü.
Hah hah hah!!!
- Sevgilim var. Evlenmemiz size bağlı artık.
-Ooo…Yok canım. Gündemi ayar inceliğiniz fevkalade. Tebrik ediyorum. Kahvaltımızın özel mönüsüne görelim hele bir deyince yayınevinin patronu.
- Şimdi hapı yuttum galiba.
-Neden?
- Damak zevkimiz. Uyuşmazsa.
Yayınevi sahibi, yazarının hesap kitabın peşini bırakmayacağına anladı. Dur bakalım diye iç geçirdi.
-Gençlik iksiri başka dedi renk kattınız günüme sabah sabah.. Şu güzelliğe bakmaya doyamadım inan ki. Keşke fotoğraf makinem yanımda olsa… İstanbul’u keşfettiğimi söylerdim hep. Meğerse bu şehir elde edilmez bakire gibi kimine kız; kimine dul; kimine evli barklı; kimine çoluklu çocuklu; kimine fahişe yüzünü gösteriyormuş.Yedi tepeli, dokuz kocalı, tenhada masum, köhnede fukara, kalabalıkta yosma, karanlıkta koca bir zindan meretmiş. Rakı gibi içsen; sarhoş olmuyorsun ama üzüm suyu gibi içsen; körkütüksün vesselam. Şarap gibi içsen; neyzenin üflediği nefesle mevlanaya dönüyorum gibi. Ne şairle hecem katık; ne masamda yemeğim. Kırk yıldır aynı yolu geçip, aşağısından binaya kör bakıp geçiyorum… çıkıp terasında boğaza bakıp bakıp İstanbul’a tekrar aşık olacağım aklıma gelmezdi sevgili Hikayecim. Dile benden ne dilersen diyeceğim de zaten mevzumuz para. Yoksa sen özellikle mi yaptın söyle bakayım. Hadi artık bir yandan da kahvaltıyı söyle bari. Bir de onu görelim.
Adam her şey bu kadar iyi gidemez dedi. Karşımdaki, işadamı, ticaret erbabı. Bir yudum su da işi bağlar. Eli boş dönerim diye belli belirsiz sıkıntısıyla bakışlarını uzattı masanın uzağında bedeni ve kulağı kirişte mekanın sahibesine, o da müşterisine doğru:
-Her zamankinden dedi.
-Tamam beyefendi. Şimdi hazırlanır. Ekstra bir şey ister miydiniz, arkadaşınızın özel bir isteği var mı?
-Teşekkürler şimdilik yok dedi yayıncısına dönüp:
- Sana sormadım ama.
-önemli değil . dedi yayınevinin sahibi:
- Sana bıraktım.Ne yiyeceğiz diye meraklanmak hoşuma da gidiyor.
-Hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
--Moralimi bozma ama.
32.BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam dün sabah ve bugün sabah tezat tam bir tezat dedi kendine. Ev sahibi kadınla, yayınevi sahibini karşılaştırmayı fırsat bilerek patronunu incelemeye koyuldu.
Parmakları nasıl da uzun ve kavlaktı adamın. Kaç yaşındaydı. Yaşı olduğundan fazla görünüyordu. Ne düşünüyordu acaba? Acemi ve çaylak bulmuş mudur beni? Nerede kaldı bu kahvaltı. Gelse de bir an önce işimi bitirip eve gitsem. Sevgilim uyanmıştır. O da belki kahvaltı yapıyordur diye içini geçiren Adam Sıkıldım artık dedi. Onun baktığı yöne başını çevirdi. İkisi erkek de denize doğru gözleri ufukta mahur ve mağrur; ruhlarına hafifçe dokunup kaçan müziğin güftesinde kaybolmuştu manzarayı seyrederken. İçsel serzenişleri kalplerinde bestelenmemiş şarkı gibi yumrulaştı boğazlarında, boğaza karşı oturmuşken.
--Kahvaltınız hazır beyler demesiyle,
Erkekler mekanın sahibesinin apansız masmavi gözleriyle karşılaştılar. Kadın alışkın olduğu üzere, gülümseyerek :
--Afiyet olsun, dedi masadan uzaklaşırken.
Patron, çayına şeker atıp, kaşığını yavaşca karıştırırken:
--Ben burada bazlamalı omlet yemeyi severim dedi ve portakal suyundan bir yudum içtikten sonra Adam, “Bazlamalı omlet hımm… oho ho oldukça güzel
görünüyor.” Diyerek sevinen patronuna:
-- Annemden kalma bir tat. Her sabah kızartsa itiraz etmezdim.
-- Yok yahu deme! derken çatalını batırıp ekmeği
ısırdı. bir iki lokma çiğnedikten sonra:
--Nefis, nefismiş yahu!” dedi.
--Beğeneceğinizden emindim zaten dedi Adam.
Kahvaltının bundan sonrası çatal, kaşık, tabağa gidip gelen ellerin arasında geçti. Son lokmalarını çiğneyen ilk konuşan o oldu. Her ikisinin sandalyeye atıverip gövdelerini sakinleşivermelerinden kahvaltının sona erdiği anlaşılmıştı.
--Eee söyle hadi? dedi patron.
-- Yüzde otuz da anlaşalım.
-- Çok dedin. Kağıdı,matbaası, editörü, dizgisi… yayınevinin nasıl ayakta durdurduğumu bir bilsen.
--İşin o tarafı size ait.
- Ooo,
-Haksız mıyım? Çok sattığınızda karın tümü size kalıyor. Üstelik üretkenliğimi bilirsiniz. Son romanım “Yeni Hikaye.” Müthiş bir konu yakaladım. Okurlarımı sürükleyeceğinden eminim.
--Gel sizinle açık bir anlaşmaya imza atalım.
-- Ne kadar açık?
-- Kitap satışlarınızı birlikte takip edelim. Karın yüzde otuzu yine sizin olsun.
--Ne demek bu şimdi anlamadım?
--Yeni Hikaye’niz tutmazsa hiç para talep etmeyeceksiniz ama, ne dersiniz?
-- Mirim derim.
--- Hah hah ha ! bir an masaya yumruk atacağınızı sandım. Beni, benim sözümle bağladınız. Fevkalade bir üslup. O hikayelerin boşuna yazmamışsın. Şaşırttınız beni. Üstadım el sıkışalım verin elinizi. Adam uzattı elini naz etmeden. Kurumuş parmakların korunaklı avucunda sıktı sıktı sıkıca patron hesabı öderken cüzdanı çıkarmak için elini kullanacak olmasa öylece ineceklerdi merdivenlerden. Olmadı. Hesabı ödemek için cebinden cüzdana, oradan kredi kartına ulaştı parmakları. Hesabı ödeyip, kahvaltı için mekanın sahibesine teşekkür edip ayrıldılar yine arkalı önlü iki erkek. Anlaşmadan ikisi de memnundu. Adam “ Yeni Hikaye’sine güveniyordu.. Çünkü kendi hikayesinden yola çıkacaktı.
Aşağı inince yarın görüşelim diyerek ayrıldılar.
Parmakları nasıl da uzun ve kavlaktı adamın. Kaç yaşındaydı. Yaşı olduğundan fazla görünüyordu. Ne düşünüyordu acaba? Acemi ve çaylak bulmuş mudur beni? Nerede kaldı bu kahvaltı. Gelse de bir an önce işimi bitirip eve gitsem. Sevgilim uyanmıştır. O da belki kahvaltı yapıyordur diye içini geçiren Adam Sıkıldım artık dedi. Onun baktığı yöne başını çevirdi. İkisi erkek de denize doğru gözleri ufukta mahur ve mağrur; ruhlarına hafifçe dokunup kaçan müziğin güftesinde kaybolmuştu manzarayı seyrederken. İçsel serzenişleri kalplerinde bestelenmemiş şarkı gibi yumrulaştı boğazlarında, boğaza karşı oturmuşken.
--Kahvaltınız hazır beyler demesiyle,
Erkekler mekanın sahibesinin apansız masmavi gözleriyle karşılaştılar. Kadın alışkın olduğu üzere, gülümseyerek :
--Afiyet olsun, dedi masadan uzaklaşırken.
Patron, çayına şeker atıp, kaşığını yavaşca karıştırırken:
--Ben burada bazlamalı omlet yemeyi severim dedi ve portakal suyundan bir yudum içtikten sonra Adam, “Bazlamalı omlet hımm… oho ho oldukça güzel
görünüyor.” Diyerek sevinen patronuna:
-- Annemden kalma bir tat. Her sabah kızartsa itiraz etmezdim.
-- Yok yahu deme! derken çatalını batırıp ekmeği
ısırdı. bir iki lokma çiğnedikten sonra:
--Nefis, nefismiş yahu!” dedi.
--Beğeneceğinizden emindim zaten dedi Adam.
Kahvaltının bundan sonrası çatal, kaşık, tabağa gidip gelen ellerin arasında geçti. Son lokmalarını çiğneyen ilk konuşan o oldu. Her ikisinin sandalyeye atıverip gövdelerini sakinleşivermelerinden kahvaltının sona erdiği anlaşılmıştı.
--Eee söyle hadi? dedi patron.
-- Yüzde otuz da anlaşalım.
-- Çok dedin. Kağıdı,matbaası, editörü, dizgisi… yayınevinin nasıl ayakta durdurduğumu bir bilsen.
--İşin o tarafı size ait.
- Ooo,
-Haksız mıyım? Çok sattığınızda karın tümü size kalıyor. Üstelik üretkenliğimi bilirsiniz. Son romanım “Yeni Hikaye.” Müthiş bir konu yakaladım. Okurlarımı sürükleyeceğinden eminim.
--Gel sizinle açık bir anlaşmaya imza atalım.
-- Ne kadar açık?
-- Kitap satışlarınızı birlikte takip edelim. Karın yüzde otuzu yine sizin olsun.
--Ne demek bu şimdi anlamadım?
--Yeni Hikaye’niz tutmazsa hiç para talep etmeyeceksiniz ama, ne dersiniz?
-- Mirim derim.
--- Hah hah ha ! bir an masaya yumruk atacağınızı sandım. Beni, benim sözümle bağladınız. Fevkalade bir üslup. O hikayelerin boşuna yazmamışsın. Şaşırttınız beni. Üstadım el sıkışalım verin elinizi. Adam uzattı elini naz etmeden. Kurumuş parmakların korunaklı avucunda sıktı sıktı sıkıca patron hesabı öderken cüzdanı çıkarmak için elini kullanacak olmasa öylece ineceklerdi merdivenlerden. Olmadı. Hesabı ödemek için cebinden cüzdana, oradan kredi kartına ulaştı parmakları. Hesabı ödeyip, kahvaltı için mekanın sahibesine teşekkür edip ayrıldılar yine arkalı önlü iki erkek. Anlaşmadan ikisi de memnundu. Adam “ Yeni Hikaye’sine güveniyordu.. Çünkü kendi hikayesinden yola çıkacaktı.
Aşağı inince yarın görüşelim diyerek ayrıldılar.
33. bölüm yeni hikaye
Adam evine dönmekte acele ediyordu. Bir çırpıda merdivenleri çıktı. Anahtarı çevirip kapıyı açtı sessizce süzüldü içeri. Kadını hala uyuyor sanmasından dolayı balkona çıktı. İçine kocaman bir nefes çekerek şehri süzdü. Düne göre bugün keyfi gayet iyi sayılırdı. Yayınevi sahibiyle görüşmesinden memnun ayrılmıştı. Yeni Hikaye’si için acele etmeliydi. Yüreğinde azıcık azıcık filizlenen coşkulu kadınsılığının ipuçları, yazacağı romanda pusulası olacaktı. Yan dairenin balkonuna bir kadın acelece çıkıp, kenarda duran çiçeklerini sulamasını seyretti bir süre ve gidip sevgilisini uyandırmaya karar verdi. Yatak odasının kapısını “pıt” diye açıp daldı odaya:
Aaa ! dedi gayri ihtiyari. Yatak bomboştu. Camın bir kanadı açıktı. Çarşafın buruşuğuna bakıp hımm aceleyle çıkıp gitmiş vay be ne oldu ki? diyerek telaşlandı Adam. Hemen telefona sarıldı. Sevgilisini aradı. Cep telefonu kapalıydı. Birden çıldırdı. Panikle telefonu tekrar tekrar aradı. Aradı. “Şu anda aradığınız numaraya ulaşılamıyor” sözünü duydukça aynı monotonlukla iyice sinirlendi. Nereye gitmiş olabilirdi? Dün gece yarın erken gideceğinden hiç söz etmemişti.
Bu ne ya şimdi? dedi Adam. Acaba kendi evine gitmiş olabilir mi? Ama telefonu neden kapalı? Çat!diye “başka biri mi var hayatında” diyemedi kendine. Yüreğinde ezilme gibi bir his çığlaştı. Kalp atışı sıklaştı. Ölüyorum sandı bir an. Hiç böyle olmamıştım. Bu da mı kadınsı hislerimin oyunu mu? Ve bu oyun hiç hoşuma gitmedi dedi kendine. Yatak odasına geri dönüp bir not aradı. Olur ya, sevgilisinin şarjı bitmiştir. Telefonu açmaya vakti olmamıştır. Acil bir işi çıkmıştır. Her detayı gözünün önünde canlandırdı. O’nun bir erkekle buluşmuş olabileceği ihtimalinden uzak durmaya çalıştıkça; burgu gibi yana döne dolanan düşüncesi çıldırtacaktı Adamı neredeyse?
Mutfağa baktı. Bulaşıklara dokunulmamıştı. Küllükte son bir sigara izmariti de akşamdan kalmaydı? Banyoya yöneldi. Islak fayanslardan anlaşılan duş almıştı sevgilisi.
Bilinmezin verdiği şüpheyle yangın yerine dönen bedenini bir sigara sakinleştirebilirdi belki. Çakmak ve sigara baktı boş yere sevgilisinin bırakmayacağını bile bile aranırken…
34. bölüm yeni hikaye
Yatağın sağında duran komodinin alt çekmecesini çekti, sigara ve çakmak bulmak birdenbire önemli oluvermişti sakinleşebilmek için. Yana döne eski bir dostunu arar gibi tırtık mırtık arıyordu çekmeceyi ve her yanı.
Bu evin, kendi evi ve yatak odasının da kendine ait olduğunu unutmuştu.Adam, çekmecede ona ait çorap, mendil, kalem, kitap olabilirliğini ise kafasının karışık olmasından dolayı tamamen beyninden silmiş durmadan karıştırıyordu.
Yatağın sağındaki çekmeden bir şey, eh yani, sigara çakmak bulamayınca, solundaki çekmeceyi olanca hırs ve öfkeyle açtı. Bir iki iç çamaşırı vardı çekmecede beyaz lacivert kahverengi katlı vaziyette altta, üstünde ise çok eski sahaftan alındığı belli olan Stendhal’ın “Kırmız ve Siyah” adlı kitabı durmaktaydı. Önce ilgisini çekmedi kitap. Çekmeceyi çat! kapattı.Kapatmasıyla gözüne bir şey çarpar gibi oldu sandı, çekmeceyi tekrar açtı.Yanılmamıştı. Kitabın arasında katlanmış, bir beyaz kağıt vardı. Normal şartlarda aldırış etmezdi. Kitabın arasında görünen beyaz bir kağıdı önemsemezdi. Şu anki melankolisiyle beyin fırtınası yaşıyordu. Aklı fikri zikri paranoyalarıyla tık tık tık kitabın arasında duran mektup kağıdını bir iki üç ve dört hamlede açtı ve okumaya başladı.
“Bir Tutam İpek Kadın
Adam durmadan vuruyordu, başına başına kadının. yüzünde beliren korkunç ifadeden, içinde, kadına öfke yığınları olduğu belliydi.
kadın, yumuşacık bir top ipek yığını gibi inen yumrukların acısını omuzlarında hissetmedi. Karşısında tüm heybetiyle duran adam; ne kadar önemsizdi. Kocaman elleri vardı yavan ve yaban. Sırtlan gibi dişeyen ve ağız dolusu hakaretin biri bin para…Odaya yayılırken darmadağın tuzla buz oluyordu sonunda.
Bir Tutam İpek Kadın, dayak sonrasında kalakaldı öylece bir müddet. Ve aniden kalkıp yerinden sekerek gitti, camı açtı. Gece, yavaşca girdi gözlerinden, gözbebeklerinin tam göbeğine yerleşti kadının. Pınarlarında biriken gözyaşlarını tuttu attı, tuttu attı içine. Gece, Kadının acılarını simsiyah zamanlarında önce ovdu ovundurduktan sonra , öfkeyi, gece'liğinin içine bir sis perdesiyle gizledi. Ardından, sonsuzluğa saldı dumanıyla zehir zemberek geri dönmemesiye. Kadın acısını hatırlamayacak şekilde unutulmak üzere. Kadının yüreğinde düğüm düğüm oldu artık o zaman: "Sakın ağlama! Sakın ağlama!" diyordu Gece, ama kadın gizlice sessizce ağlamak istiyordu hala! İpeksiliği incinmiş, gönlünün, teninin bir yerlerinden elim elim elenmişti. Gözlerinin gölgesine hüzünler düşmüştü. Kirpikleri ıslak ıslak. Yüzü alabildiğine mutsuzdu kadının. Damla damla gözyaşlarını geceye bırakıyordu.
Adamsa kadını dövdükten sonra hırsla ve soluyarak namaza durmuştu.
Bir tutam İpek kadın'a indirdiği yumrukları, hak yolunda, haklı kılmak uğruna. Adam, sesli sesli dua ediyordu. Kadın, iğrenerek değil acıyarak baktı adama. İçinde nefretten, hınçtan eser yoktu. Sadece dibi görünmeyen bir boşlukta kaybolduğunu hissetti.
İpeksi kozasını delen kelebekleri, kanatlı melekler gibi hale hale çevresinde uçuşuyordu. Bir gökkuşağı dudağı ve ağzından dökülen sözcükleri hala rengarenkti kadının. Adama baktı, o eğilip secdeye vardı. Dilinde, Kunut duaları gayet gergin, yassı namazının Salavat-ı vitrinin tüm kutsalları adına bu gece tanık olduklarına başkaldırıyordu. Adama, sesleniyordu; sessiz karanlığın lal olmuş diliyle Kunut duası:
Adam durmadan vuruyordu, başına başına kadının. yüzünde beliren korkunç ifadeden, içinde, kadına öfke yığınları olduğu belliydi.
kadın, yumuşacık bir top ipek yığını gibi inen yumrukların acısını omuzlarında hissetmedi. Karşısında tüm heybetiyle duran adam; ne kadar önemsizdi. Kocaman elleri vardı yavan ve yaban. Sırtlan gibi dişeyen ve ağız dolusu hakaretin biri bin para…Odaya yayılırken darmadağın tuzla buz oluyordu sonunda.
Bir Tutam İpek Kadın, dayak sonrasında kalakaldı öylece bir müddet. Ve aniden kalkıp yerinden sekerek gitti, camı açtı. Gece, yavaşca girdi gözlerinden, gözbebeklerinin tam göbeğine yerleşti kadının. Pınarlarında biriken gözyaşlarını tuttu attı, tuttu attı içine. Gece, Kadının acılarını simsiyah zamanlarında önce ovdu ovundurduktan sonra , öfkeyi, gece'liğinin içine bir sis perdesiyle gizledi. Ardından, sonsuzluğa saldı dumanıyla zehir zemberek geri dönmemesiye. Kadın acısını hatırlamayacak şekilde unutulmak üzere. Kadının yüreğinde düğüm düğüm oldu artık o zaman: "Sakın ağlama! Sakın ağlama!" diyordu Gece, ama kadın gizlice sessizce ağlamak istiyordu hala! İpeksiliği incinmiş, gönlünün, teninin bir yerlerinden elim elim elenmişti. Gözlerinin gölgesine hüzünler düşmüştü. Kirpikleri ıslak ıslak. Yüzü alabildiğine mutsuzdu kadının. Damla damla gözyaşlarını geceye bırakıyordu.
Adamsa kadını dövdükten sonra hırsla ve soluyarak namaza durmuştu.
Bir tutam İpek kadın'a indirdiği yumrukları, hak yolunda, haklı kılmak uğruna. Adam, sesli sesli dua ediyordu. Kadın, iğrenerek değil acıyarak baktı adama. İçinde nefretten, hınçtan eser yoktu. Sadece dibi görünmeyen bir boşlukta kaybolduğunu hissetti.
İpeksi kozasını delen kelebekleri, kanatlı melekler gibi hale hale çevresinde uçuşuyordu. Bir gökkuşağı dudağı ve ağzından dökülen sözcükleri hala rengarenkti kadının. Adama baktı, o eğilip secdeye vardı. Dilinde, Kunut duaları gayet gergin, yassı namazının Salavat-ı vitrinin tüm kutsalları adına bu gece tanık olduklarına başkaldırıyordu. Adama, sesleniyordu; sessiz karanlığın lal olmuş diliyle Kunut duası:
“ Biz seninle uzlaşamayız zayıfı ezen, zavallı adam. Eğer, aydınlanmaya karşı durursan, bilime inanmazsan , biz de sana ve yalvararak dua etmene inanmayız!!! O Kadına, yumruk vurarak sen aciz kalmadın mı be Adam? Kendi insanlığını unutmadın mı söyle Adam? Şimdi vicdanından eksilenlerin hesabını yapacağına, ne ararsın Tanrının karşısında? Af mı bekliyorsun? Huzur mu??? İyi düşün. İnsanın Tanrısı; vicdanı, ey adam diye diye seccadenin çevresinde üzgün üzgün tavaf ederek Kunut duası; dualaşıyordu semaya doğru.
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı, ne adam ne de şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu annebaba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı, ne adam ne de şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu annebaba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”
35. bölüm yeni hikaye
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı, ne adam, ne de şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu anne baba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”(Bir Tutam İpek Kadın, Annem)
Adam, parmaklarının dokunduğu kağıda baktı. Sarsılmıştı. Beyaz kağıdın hafif sarımtırak rengi, harflerin gölgeleri uzun uzamış ve kargacık burgacıklaşmış halinden belli ki, uzun süredir katlı kalmıştı. Dolayısıyla, kendisi de mektupçuğun yer etmiş kat çizgilerine pes ederek katladı mektubu ama, ne yapıp ne yapmaması veya gerisin geri kitabın arasına koyup koymamakta kararsızdı. Kısacası, kısacık yazının, bir yaşama bedel tecrübesini gizlediği aşikardı. Adam, tıpkı, devrime yenik düşen diktatörün şaşkınlığındaydı. Devrik diktatörün, hüküm gecesinin sakıncalı, tekinsizliğindeydi. Labirent misali kapanıp kaldığı sarayından kaçma planı bir: teslim olup yargılanmak. İki: gizlice kaçıp kurtulmak. Üç: nefesini, can canan tenini solduracak bir ölüm yoklamasıyla intihar edip hayattan soyutlanmak arasında kalan, çıkışsız yoluna benziyordu şu anı. Kaldı ki, okudukları iç açıcı bir hatıra değildi. Sevgilisi küçük bir kızken dahi, eş, anne, kadın gücüyle dayak olayını oracıkta zihninde aşmayı becermiş hatta çözümlemişti. Çözümlemesinde: Şiddete karşı, şiddetli olmamayı seçmişti. Küçük bir kızın beyni, aile üçlemine tekme tokat giriveren, şiddetin sancısını kıskıvrak yakalamış bir cam kafese kapatmıştı. Şiddet ve şiddete başvuran, görmezden gelinemeyecek bir yara gibi ama üstüne tuz biber misali şiddete maruz kalanın da karşısındakine yumruk vurması merhem değil demeye getirmişti. Sevgilim küçücük yüreciğiyle nasıl başarmış, akıl dilini seçmiş diye düşünmekten kendini alamadı Adam. Kritik zamanın can havliyle dahi sorunun; suspus, ezik, kabul görmüş tavırla da çözüleceğine katılmıyordu. Mektubun özüne dokunan kalemşör kız bambaşka bir ak buluttan yağıyordu damla damla yaz yağmuru gibi güneşi saklıyordu sanki içinde. Akı akıveren ışıltısı güneşin, kızın gözbebeklerinden geçiyordu a'na ve gergin ve öfke ve kavga girdabından kurtulup, ortamı sulh eden, sakin ve sahiden bir bakışıyla sükuneti huzuru buyur eden oluyordu yazdıklarıyla. O kıza göre herkese, her kefeye ölçü ölçü sabır, saygı, anlama dinleme mesafesi dağıtandı güçlü olan. İnsanlık davasının anayasasında yazılmayan, doğruya aykırı olsa da doğasında kabalık seviyesi yüksekti, kor kor yanıyordu gönülde, genetikte ve vurana vur, kırana kır vuruşlarının yanıt olmayacağına dairdi sözleri. Bilge miymiş bu kız dedirtecek kadar bütün duyuşlarını, minnacık dünyasının merkez noktası, kalbine ikna edebilmeyi başarmıştı işte. Tümcelerin iç dış, alt üst parentez, ünlem, soru işareti, yer gök kapsamındaki mesajı; sevi dokunuşunu yumuşak dokularında eritip, eritip geleceğe umut sızdıran bir mektuba dönüştürdüm bakın! diyordu. Erkek kimliğinin tüm var oluşuyla Adam, kendi beyninde yer eden cümlelerin anlamını başka türlü açıklayamazdı. Hala elinden taşıdığı mektupla bir an önce yatak odasından çıkmalıyım diye düşündü. Anbeanlık değişen duyusal ritmin çölündeki Adam gibi bir bu yana bir öte yana çöğe çöğe, kadınsı narinliğini içinde hormon hormonal damarlarında yürümesiyle eşzamanlı odadan dışarı attı kendini. Mazeret falan değildi hisli olması, doktor muayenesiyle kesinleşmişti. Adamın şaşkınlığı bir değildi beş değildi. Yıllardır beraber yaşadığı kadını hiç tanımamıştı. Mesela çevirmenliği dışında yazma yeteneğiyle ilk kez karşılaşması, diğer taraftan hikayeciliğindeki özgün, özgür, özürsüz yazışı ve anlatımı da kafasına takılmıştı. Sevgilisi, O küçük kızçesi, anneciğinin savunmasız kaldığı zor anında tanıktı. Gerçek bir hikayeci gibi olayı imgelerle, sembollerle bugüne taşımıştı. Şiddetin damgasını, yüksek zekasıyla sahneden silip süpürmeye kayıt düşen, unutturmayan mührünü vurmuştu. Hikayecilik, yazarlık, yazmak neydi? Buydu işte. Benim hikayeciliğimi ikiye böldü. Mektup öncesi ve sonrası biz ve ben olacağım sanırım bundan sonra dedi içinden. Bir kız çocuğu ve dövülen annesi, döven babası ya da fırtınalı bir akşam sofrası başına geçmiş bir ailenin ortasından kalan üç beş kişiyi, çirkin ve çirkef dayağı, dayakçıyı, yarılan yırtılan hayatları, kanayan kararan kalpleri, ipince incelmiş hayallerini narin tümceciklerle, çok nadir bir beynin onarıcılığıyla öyküleştirmesi muhteşemdi. Edebi hayat, edebiyat insanla başlayıp, insanlığı yok etmeye çalışanın, arasındaki farkı dil dil hikayeleştiren yeni yeni hikayelerin tümüydü.
Üstelik, kadının dünyasını karartmayı da başaramamıştı, ne adam, ne de şiddetinin dili; dayağı. Bir Tutam İpek Kadın hala dimdik ve yaşamaya meyille, tanık olduğu anne baba kavgasından sonra korkuyla uyuyakalmış kızının siyah gölgeli ve yüreği gibi ipeksi saç buklelerine huzurla dokunuyordu insan olmanın onuruyla.”(Bir Tutam İpek Kadın, Annem)
Adam, parmaklarının dokunduğu kağıda baktı. Sarsılmıştı. Beyaz kağıdın hafif sarımtırak rengi, harflerin gölgeleri uzun uzamış ve kargacık burgacıklaşmış halinden belli ki, uzun süredir katlı kalmıştı. Dolayısıyla, kendisi de mektupçuğun yer etmiş kat çizgilerine pes ederek katladı mektubu ama, ne yapıp ne yapmaması veya gerisin geri kitabın arasına koyup koymamakta kararsızdı. Kısacası, kısacık yazının, bir yaşama bedel tecrübesini gizlediği aşikardı. Adam, tıpkı, devrime yenik düşen diktatörün şaşkınlığındaydı. Devrik diktatörün, hüküm gecesinin sakıncalı, tekinsizliğindeydi. Labirent misali kapanıp kaldığı sarayından kaçma planı bir: teslim olup yargılanmak. İki: gizlice kaçıp kurtulmak. Üç: nefesini, can canan tenini solduracak bir ölüm yoklamasıyla intihar edip hayattan soyutlanmak arasında kalan, çıkışsız yoluna benziyordu şu anı. Kaldı ki, okudukları iç açıcı bir hatıra değildi. Sevgilisi küçük bir kızken dahi, eş, anne, kadın gücüyle dayak olayını oracıkta zihninde aşmayı becermiş hatta çözümlemişti. Çözümlemesinde: Şiddete karşı, şiddetli olmamayı seçmişti. Küçük bir kızın beyni, aile üçlemine tekme tokat giriveren, şiddetin sancısını kıskıvrak yakalamış bir cam kafese kapatmıştı. Şiddet ve şiddete başvuran, görmezden gelinemeyecek bir yara gibi ama üstüne tuz biber misali şiddete maruz kalanın da karşısındakine yumruk vurması merhem değil demeye getirmişti. Sevgilim küçücük yüreciğiyle nasıl başarmış, akıl dilini seçmiş diye düşünmekten kendini alamadı Adam. Kritik zamanın can havliyle dahi sorunun; suspus, ezik, kabul görmüş tavırla da çözüleceğine katılmıyordu. Mektubun özüne dokunan kalemşör kız bambaşka bir ak buluttan yağıyordu damla damla yaz yağmuru gibi güneşi saklıyordu sanki içinde. Akı akıveren ışıltısı güneşin, kızın gözbebeklerinden geçiyordu a'na ve gergin ve öfke ve kavga girdabından kurtulup, ortamı sulh eden, sakin ve sahiden bir bakışıyla sükuneti huzuru buyur eden oluyordu yazdıklarıyla. O kıza göre herkese, her kefeye ölçü ölçü sabır, saygı, anlama dinleme mesafesi dağıtandı güçlü olan. İnsanlık davasının anayasasında yazılmayan, doğruya aykırı olsa da doğasında kabalık seviyesi yüksekti, kor kor yanıyordu gönülde, genetikte ve vurana vur, kırana kır vuruşlarının yanıt olmayacağına dairdi sözleri. Bilge miymiş bu kız dedirtecek kadar bütün duyuşlarını, minnacık dünyasının merkez noktası, kalbine ikna edebilmeyi başarmıştı işte. Tümcelerin iç dış, alt üst parentez, ünlem, soru işareti, yer gök kapsamındaki mesajı; sevi dokunuşunu yumuşak dokularında eritip, eritip geleceğe umut sızdıran bir mektuba dönüştürdüm bakın! diyordu. Erkek kimliğinin tüm var oluşuyla Adam, kendi beyninde yer eden cümlelerin anlamını başka türlü açıklayamazdı. Hala elinden taşıdığı mektupla bir an önce yatak odasından çıkmalıyım diye düşündü. Anbeanlık değişen duyusal ritmin çölündeki Adam gibi bir bu yana bir öte yana çöğe çöğe, kadınsı narinliğini içinde hormon hormonal damarlarında yürümesiyle eşzamanlı odadan dışarı attı kendini. Mazeret falan değildi hisli olması, doktor muayenesiyle kesinleşmişti. Adamın şaşkınlığı bir değildi beş değildi. Yıllardır beraber yaşadığı kadını hiç tanımamıştı. Mesela çevirmenliği dışında yazma yeteneğiyle ilk kez karşılaşması, diğer taraftan hikayeciliğindeki özgün, özgür, özürsüz yazışı ve anlatımı da kafasına takılmıştı. Sevgilisi, O küçük kızçesi, anneciğinin savunmasız kaldığı zor anında tanıktı. Gerçek bir hikayeci gibi olayı imgelerle, sembollerle bugüne taşımıştı. Şiddetin damgasını, yüksek zekasıyla sahneden silip süpürmeye kayıt düşen, unutturmayan mührünü vurmuştu. Hikayecilik, yazarlık, yazmak neydi? Buydu işte. Benim hikayeciliğimi ikiye böldü. Mektup öncesi ve sonrası biz ve ben olacağım sanırım bundan sonra dedi içinden. Bir kız çocuğu ve dövülen annesi, döven babası ya da fırtınalı bir akşam sofrası başına geçmiş bir ailenin ortasından kalan üç beş kişiyi, çirkin ve çirkef dayağı, dayakçıyı, yarılan yırtılan hayatları, kanayan kararan kalpleri, ipince incelmiş hayallerini narin tümceciklerle, çok nadir bir beynin onarıcılığıyla öyküleştirmesi muhteşemdi. Edebi hayat, edebiyat insanla başlayıp, insanlığı yok etmeye çalışanın, arasındaki farkı dil dil hikayeleştiren yeni yeni hikayelerin tümüydü.
36. bölüm yeni hikaye
erkeğin beyni zınk etti yeniden. erili dişili içinde diken diken dirildi belleğinde. Az önce kuşkuların kulvarında sekerken dolu dizgin, düşündüklerine bin pişman oldu. Ah! O kısa mektupçuğun yıllarla sınırlanamayan hayat dersini hiç ummadığı bir zamanda "dan!" diye almıştı işte. Dün akşam masayı yumruklayan ben ve o küçük kızı içinde taşıyan, büyüten kadın;sevgilim. Şiddetten ne kadar uzaksak bir o kadar da çok yakınındaydık. Sabır taşı çatlatan ufacık sözü kelamı bahane ederek "Çat! Çat!" tokatlar, tekmeler, çitmeler... bağırış, nara veryansın... Her ikimizde kırıp döküp odayı, beriyi, öteyi ve bedenimizi hırpalardık yok yere.
O evde daha sonra neler olmuştur?Adam tahmin etmeye çalışıyordu. Sevgilisi babasına
yalvaran gözlerle ve korkuyla bakarak dudağını büke büke ağlamış mıdır? Ya dayak sonrası annesi, zedelenen gönlünü hangi taşa çalmış, zihninden neler geçirmiştir? Kızının yazdığı mektuba göre yaşama tutunabilen kadın olabilmiş miydi gerçekten de. Kocasına affettim seni!dedi mi ? Diklendi mi, küstü mü? hediye mi aldırdı? Hayatı dar, dünyayı çekilmez buldu ya da tam tezat; ev süpürüp, cam kapı silerek kafasını dağıtmaya mı çalıştı? Yoksa, tartıştığımız gün ben kulübe gidince evi temizlemesi, onun annesinden gördüğü içsel bir başkaldırış mıydı?. Hımm! Çok akla yakın. Annesi, olaylı gecenin ertesinde, tutunamayanlardan olmamıştı ona göre. Kızını kucağına kavuşturup ağlayıp sızlamamış, babevine şikayete gitmemişti. Sanırım yaşadıklarının hüznüyle elenen yüreciği pıt pıt ağlasa da içten içe asil ve onurlu gözyaşlarıyla damla damla.İçli içli kızının saç buklelerini öperken gecenin karanlığında yaralarını sarmayı yeğ tutmuştu ki anne, küçük kızı o gecenin anısını yazarken acıyı hafifleten, çözümlü cümleler kurmuştu böylesine.. Gecenin sessiz atmosferine haşin, hoyrat sahneleri salıvermişti. Şiddet canavarını uçurum uçurum atıp, parçalayıp; geriye dönüşünü şuurunda engellemişti. Vay anam vay! dedi Adam kendine, benim sevgilimden ne kadın, çocuk hikayeleri çıkarmış da haberim yokmuş dedi. Kızın dediği doğru, gerçekten yabancıymışız birbirimize. Mektubun irdelemesini daha ne kadar sürdürebelirdi bilinmez ama hıçkırıkları boğazından çıktı çıkacaktı eğer kapı çalmasaydı. Zırrr zırrr.
Kapının sırası mı demeye mecali kalmamıştı. Başı uğul uğul gitti kapıyı açtı.
Sevgilisiydi gelen. Buzdolabından yeni çıkmış buz kadar donuk bir ifadeyle bön bön bakarak sevgilisine ve aslında içten içe şen şakrak dans eden kalbiyle, kapının önünde hazır ol duruşuyla dikilen kadına:
--Sen neredesin? Çok merak ettim? Deli olmak üzereyim . Aklıma kötü kötü şeyler geldi?diyerek dilinden birbirinden alakasız sorular dökü dökülüverirken sevgilisine sarılıverdi ve bir öpücük kondurdu yanağına. Kaşını yukarı yukarı çektirerek kadında
-- Mesela, dedi?... Kapının önünde sanki sorguya çeker gibisin . Seni merak ettirdim diye beni eve almayacak mısın yoksa hıı? dedi erkeğin beline dolanarak sarmaşık misali.
Dün sabah senin, bu sabah da benim başıma neler geldi hiç sorma aşkım?
- Hadi ya?
-- Ne oldu sana? Sesin kısık ve üzgün gibi dedi kadın.
--Yok canım önemli bir şey yok dedi Adam. Beni bırak da olanları anlat.
-- Var bir şey.
--Yok dediysem yok sevgilim.
--Var dedi kadın. Allahaşkına ne oldu önce sen söyle.
--Offf diye itiraz edince Adam. Kadın ısrar etmeninanlamsızlığına kanaat getirdi. Anlatacaklarının tadını çıkara çıkara:
-- Kaç gündür eve gitmedim. Çeviriler beklemekte. Biraz çalışır dönerim dedim.. Benim evin caddesine henüz döndüm tamam mı? Taksinin biri uçarcasına yanıma duruverdi zıppadak. Sıçramasam bana çarpacak. Kapılar açıldı çarpıldı şak diye adamın biri kadını itikleyerek indirdi araçtan. Vurdu vuracak arasında dil döş küfür önümde yürümeye başladılar. yy! Başımdan aşağı kaynar su mu desem, ter mi bastı vücudumu desem? .. Ürperdim. Pek fena oldum. Dayanamayıp öfkeme çatacağım sıra durdum, sustum. Annem geliverdi o an yanıma, ve o geceyi anımsadım.
-- Olamaz bu kadarı dedi Adam.
Kadın:
-- Olmaz olan ne?
-- Hiiç ya. Bir şey geldi aklıma. Sen devam et.
-- Sinir oldum şoföre de. Kaygısızca sürdü gitti arabayı.
“Beyefendi kadın dövmeye utanmıyor musunuz?” dedim. Kızgın kızgın başını iki yana sallayan adama ters ters bakarak kadının tarafına geçiverdim. Kadın bir tuhaf tı. Hatta çok tuhaftı. Saçı başı dağılmış gözü gözüme kaydı inan ki, iliklerime işledi nazarı.
--Siz kadınların nerede ne yapacağınız belli olmuyor işte.
-- Doğru inan ki, çok doğru sevgilim. Bu adamın asıp kesmesi bana vız gelir der gibiydi. Asıl asalet ondaydı. Annem sandım bir an o kadını içim titredi. Küçükken bir gece… sustu kadın
erkeğin beyni zınk etti yeniden. erili dişili içinde diken diken dirildi belleğinde. Az önce kuşkuların kulvarında sekerken dolu dizgin, düşündüklerine bin pişman oldu. Ah! O kısa mektupçuğun yıllarla sınırlanamayan hayat dersini hiç ummadığı bir zamanda "dan!" diye almıştı işte. Dün akşam masayı yumruklayan ben ve o küçük kızı içinde taşıyan, büyüten kadın;sevgilim. Şiddetten ne kadar uzaksak bir o kadar da çok yakınındaydık. Sabır taşı çatlatan ufacık sözü kelamı bahane ederek "Çat! Çat!" tokatlar, tekmeler, çitmeler... bağırış, nara veryansın... Her ikimizde kırıp döküp odayı, beriyi, öteyi ve bedenimizi hırpalardık yok yere.
O evde daha sonra neler olmuştur?Adam tahmin etmeye çalışıyordu. Sevgilisi babasına
yalvaran gözlerle ve korkuyla bakarak dudağını büke büke ağlamış mıdır? Ya dayak sonrası annesi, zedelenen gönlünü hangi taşa çalmış, zihninden neler geçirmiştir? Kızının yazdığı mektuba göre yaşama tutunabilen kadın olabilmiş miydi gerçekten de. Kocasına affettim seni!dedi mi ? Diklendi mi, küstü mü? hediye mi aldırdı? Hayatı dar, dünyayı çekilmez buldu ya da tam tezat; ev süpürüp, cam kapı silerek kafasını dağıtmaya mı çalıştı? Yoksa, tartıştığımız gün ben kulübe gidince evi temizlemesi, onun annesinden gördüğü içsel bir başkaldırış mıydı?. Hımm! Çok akla yakın. Annesi, olaylı gecenin ertesinde, tutunamayanlardan olmamıştı ona göre. Kızını kucağına kavuşturup ağlayıp sızlamamış, babevine şikayete gitmemişti. Sanırım yaşadıklarının hüznüyle elenen yüreciği pıt pıt ağlasa da içten içe asil ve onurlu gözyaşlarıyla damla damla.İçli içli kızının saç buklelerini öperken gecenin karanlığında yaralarını sarmayı yeğ tutmuştu ki anne, küçük kızı o gecenin anısını yazarken acıyı hafifleten, çözümlü cümleler kurmuştu böylesine.. Gecenin sessiz atmosferine haşin, hoyrat sahneleri salıvermişti. Şiddet canavarını uçurum uçurum atıp, parçalayıp; geriye dönüşünü şuurunda engellemişti. Vay anam vay! dedi Adam kendine, benim sevgilimden ne kadın, çocuk hikayeleri çıkarmış da haberim yokmuş dedi. Kızın dediği doğru, gerçekten yabancıymışız birbirimize. Mektubun irdelemesini daha ne kadar sürdürebelirdi bilinmez ama hıçkırıkları boğazından çıktı çıkacaktı eğer kapı çalmasaydı. Zırrr zırrr.
Kapının sırası mı demeye mecali kalmamıştı. Başı uğul uğul gitti kapıyı açtı.
Sevgilisiydi gelen. Buzdolabından yeni çıkmış buz kadar donuk bir ifadeyle bön bön bakarak sevgilisine ve aslında içten içe şen şakrak dans eden kalbiyle, kapının önünde hazır ol duruşuyla dikilen kadına:
--Sen neredesin? Çok merak ettim? Deli olmak üzereyim . Aklıma kötü kötü şeyler geldi?diyerek dilinden birbirinden alakasız sorular dökü dökülüverirken sevgilisine sarılıverdi ve bir öpücük kondurdu yanağına. Kaşını yukarı yukarı çektirerek kadında
-- Mesela, dedi?... Kapının önünde sanki sorguya çeker gibisin . Seni merak ettirdim diye beni eve almayacak mısın yoksa hıı? dedi erkeğin beline dolanarak sarmaşık misali.
Dün sabah senin, bu sabah da benim başıma neler geldi hiç sorma aşkım?
- Hadi ya?
-- Ne oldu sana? Sesin kısık ve üzgün gibi dedi kadın.
--Yok canım önemli bir şey yok dedi Adam. Beni bırak da olanları anlat.
-- Var bir şey.
--Yok dediysem yok sevgilim.
--Var dedi kadın. Allahaşkına ne oldu önce sen söyle.
--Offf diye itiraz edince Adam. Kadın ısrar etmeninanlamsızlığına kanaat getirdi. Anlatacaklarının tadını çıkara çıkara:
-- Kaç gündür eve gitmedim. Çeviriler beklemekte. Biraz çalışır dönerim dedim.. Benim evin caddesine henüz döndüm tamam mı? Taksinin biri uçarcasına yanıma duruverdi zıppadak. Sıçramasam bana çarpacak. Kapılar açıldı çarpıldı şak diye adamın biri kadını itikleyerek indirdi araçtan. Vurdu vuracak arasında dil döş küfür önümde yürümeye başladılar. yy! Başımdan aşağı kaynar su mu desem, ter mi bastı vücudumu desem? .. Ürperdim. Pek fena oldum. Dayanamayıp öfkeme çatacağım sıra durdum, sustum. Annem geliverdi o an yanıma, ve o geceyi anımsadım.
-- Olamaz bu kadarı dedi Adam.
Kadın:
-- Olmaz olan ne?
-- Hiiç ya. Bir şey geldi aklıma. Sen devam et.
-- Sinir oldum şoföre de. Kaygısızca sürdü gitti arabayı.
“Beyefendi kadın dövmeye utanmıyor musunuz?” dedim. Kızgın kızgın başını iki yana sallayan adama ters ters bakarak kadının tarafına geçiverdim. Kadın bir tuhaf tı. Hatta çok tuhaftı. Saçı başı dağılmış gözü gözüme kaydı inan ki, iliklerime işledi nazarı.
--Siz kadınların nerede ne yapacağınız belli olmuyor işte.
-- Doğru inan ki, çok doğru sevgilim. Bu adamın asıp kesmesi bana vız gelir der gibiydi. Asıl asalet ondaydı. Annem sandım bir an o kadını içim titredi. Küçükken bir gece… sustu kadın
37. bölüm yeni hikaye
Evet canım, genç bir kızken bir gece dedin ve sustun.
--O gece de ne oldu ?
-- Ne mi oldu sevgilim. Yanımdaki şiddetin şirretine maruz oldu olacak arası sırat köprüsünden geçen kadınla,gözümün önünde dövülen annem ve ben; gözbebeklerimizin sessizliğinde konuşmuş gibi olduk adeta anladın mı? Bunu bir erkeğin anlamasını asla bekleyemem, senden de.
- Neden? Neden benim de annemden ya da babamdan, ne bileyim çevremden şiddetin tecavüzüne uğramadığı mı düşünüyorsun? Şiddet sadece kadına mı sanıyorsun? Belki erkek olarak delikanlı olduktan sonra sahip olduğumuz güçle, kadınlardan daha az dövülebiliriz. Kendimizi korumak kolaydır size göre. Cüddemize bakıp kimse cesaret edemez dövmeye. Sana bir şey söyleyeyim mi: ben ilkokula gidiyorum ve beşinci sınıftaydım. Matematik sorusuna yanıt veremedim diye, öğretmenim cetveli dikine dikine küçücük avuçlarımı kabartıncaya kadar vurdu vurdu vurdu. Ağlayamadım bile. Ve ben matematik dersini hiç sevmedim ömrüm boyunca. Edebiyata sığındım bilinçaltımda.
Kadın baktı Adama. Ellerini aldı avuçlarının içine. Sıktı sıktı. Sıktı. Avucun içini yüzüne çevirdi erkeğinin öptü kokladı. Öptü kokladı. Öptü kokladı.
- Sanırım seni onun için çok seviyorum. Kaderlerimiz bir. Aynı yazılmış tarihimiz ve yazılmamış anılara sahibiz.
Adam duramadı atıldı:
-- Hayır, senin bir tane yazılmışın var, dedi.
--Hangisi dedi kadın. Adam mektubu oradan bir yerden bulup uzattı:
-Bunu dedi.
-Aaa onu tamamen unutmuştum. Nereden buldun? İçinde neler yazılı, şu an sorsan hatırlamam çoğunu.
Yatak odasında seni aramaya çalışırken kitabın arasından çıkıverdi karşıma.
- Hadi ya! Nasıl yani, yatak odasında beni aramak? Nasıl bir şey?
--Hadi yahu beni zorlama. Seni bulamayınca panik yaptım. Bana bir not falan bıraktın mı diye arandım yokuşa sürdüm aklımı.
--Saçmalamışsın ama.
- Heyyt abartmayalım.
Mektubu versene . Al. Kadın oracıkta kıvrıldı kanapenin üstüne ayaklarını diz altına çekerek samimice, sırtını Adama dayadı başladı okumaya. Saçları önce eğildi başının hizasına, iki büklüm karnı ve yüzü hiç görünmedi son satıra kadar. Bittiğinde buğulu gözlerine meçhul bir şahıs bakıyormuşcasına uzaklara dikti bebeklerini:
“Annemden biliyorum, bu kadın nasıl sakin kalabiliyor diye içim içimi yemiyor. Bazı kadınlar böyle davranıyor. Şiddetin ağdalı ağusunu, kendisini dövene beslediği şefkatle arınabiliyor. Tuhaf ama gerçek. Annemden içselime yansıyan ışığın aydınlık sıcak öyküsü böyle, mektubumda öyle. Yangınlı alazlı kadın olmadım. Çocuğum olsa hırsımı ondan alır döver miydim? Annem. Babamdan dayak yiyen annem. O da beni dövdü aslında. Öfkelendirdiğimde annemi, dişlerini sıktı mı bilirdim mutlaka şamar atardı.
--Tuhaf dedi Adam.
-- Tuhaf gerçekten. Hepimizin bir şamarlık patlaması var şu hayata, aileye, çevreye, polise, karakola. Polis dedim de acaba kadınla ilgili ne yapayım, polise haber vereyim mi derken düşünürken acele acele.. Kadın bana dönüp “ Abla hiç düşünme polisi, barıştırıp gönderiyorlar, kol ve yen meselesi” demez mi? Kadının kolunu sıkı sıkı tuttum ki: “Biz yalnız değiliz abla” dedi korkma der gibi, sen ben biz olalım yeter ki der gibi… Kül yuttum kor tükürdüm bu sözle. Kocası mı neyin nesi ise yanındaki adam “ yürü!”diye bağırınca kadın mağrur ve dik başlı, başlı başına bir devleti peşinde sürüklercesine yürüdü gitti. Ben kaldım ve annem de böyleydi dedim kendime. Köşeyi dönünceye kadar arkalarından baktım. Caddeler de gelip geçen dolu, umursamadan kadını adamı ve beni dünya telaşındalar. Takip etsem şunları dedim ama kadın aşmıştı çoktan.
Eve gidilmezdi olanlardan sonra. Sana geldim.
-- İyi ki geldin. Meraktan çatlardım.
--Ne güzel beni merak etmen. Bayıldım doğrusu.
-- Mektubu sana sormadan okudum bozuldun mu?
-Evet biraz. Eski bir sevgili hatırası çıksaydı karşına, seni ne kadar üzerdi, düşünemiyorum bile.
--Aslında ben de öyle bir şey arıyordum canımı yakacak.
-
-- Ömür boyu içinde sancı çekersin. Ne gereği var.
O geceden sonra, annemle babamı bir arada görmek güz sancısı gibiydi, ben sancıları sevmem o yüzden. Sana da tavsiye etmem. Yarı rüzgarlı, toz tufana benzer gözün hiçbir şey görmek istemez. Miden bulanır. Hep uyumak istersin. Ama sancı seni bir türlü uyutmaz.
38. bölüm yeni hikaye
-- Sancı dedin, doğru ona benzer bir şey yaptım bende. Sigara aradım.
--İnanmam. Sen sigara tiryakisi misin?dedi kadın hayretle.
--Yook yahu.
-- Sigara ararken mektubu buldun. Uzanarak kanapeye kadın Adamın vereceği yanıtı bekler gibiydi gözlerini yumarken bir dakikalığına.
-- On beş yaşındaydım annemle babamın kavga ettiği o gece dedi. Babam anneme hiç anlamadığım bir nedenle ani bir öfke patlaması sonucu vuruvuruvermişti. O an korkudan ağlayamamıştım donayazmış petlek petlek gözlerimle. Annemin acısı kıpkırmızı yüzünden belliydi. Yanardağ misali yankılar saçan gözbebekleri ağlamaktan fersahlarca uzaktaydı. Sonra ben, okuduğun mektubu yazarken ağladım. Aynı an için annem, uyumak için gözlerimi sıkı sıkı kapattığım gecenin bir vaktinde saçlarımı okşarken sıcacık, hüzünlü ve gözyaşılı yanağını yanağıma sürerken ağlamıştı.
-- Üzüldüm şimdi dedi Adam.
--Hı hı. Çantamdan bir sigara versene.
Adam ve Kadın birer sigara yakıp içerken kadın canayakın, can yakıcı bir bakışla:
-- Çocukluk işte…O gece gitmedi gözlerimin önünden günlerce, haftalarca, aylarca. O mektubu tekrar yazmaktan korktum . Annem, şiddet dolu gecenin üstüne daha fazla gitmedi. Belki de beni etkilemesin diye. Babamla arada ters ters bakışmalarının dışında bana yansıtmamaya sözleşmişler gibiydi ama ben konuştuklarını işitmedim. Okula gittiğim zamanlarda halledilmiş ve kapanmış bir hesaptı onlara göre. Annem bir ateşle hastalandı hastaneye yattı. Babam beni sevecek olduğunda “Annem sen yüzünden hastalandı.” Demiştim. Babamın o dakika gözlerinin buğulanıp sokağa fırlayışını hiç unutmam. Babama kırgınlığım yıllarca sürdü mü sürmedi mi net bir yanıtım yok. Fakat, şiddet incelmiş narin bir duyarlılığım oldu. Şiddet karşıtı gösterilerin çoğunda bulundum.
-- Ne diyebilirim dedi Adam.
--Hiçbir şey. Yıllar geçince artık eskisi gibi incitmiyor yaşadıkların. İnsan kocaman bir kadın olunca babasına eskisinden daha çok ihtiyaç duyarmış. O yüzden babamı anlamaya çalışıyorum her geçen gün itinayla, özenle. İnsan neler neler yaşarmış. Büyüdüğünde hayat çok farklı. Çok farklı. çocukluk aslına bakarsan, her çocuğun biraz da masalı.
-- Hayat! Ey hayat! Dedi Adam. Seninle öykülerimin karakterlerin çiziminde farklı düşünüyoruz.
-Yok canım dedi Kadın.
----Denemelerimde şiddet hakkında düşündüklerimi yazdım. Acıdan nemalanmak söz konusu sanısına kapılmanı istemem ama senin mektubunu yayınlatacağım. Aile içi şiddeti, yarasını, koparta koparta en sahicisinden anlatmışsın. Yazının içeriğinde değindiğin şiddetin yarattığı travmayı iyileştirmeye ve kabuk bağlaması gereken o geceye dair, kolaylıkla kimsenin başaramayacağı; şiddetsiz olma çözümün nerdeyse mükemmel. İnsanilik en üst düzeyde. Ve sen bunu çocuk aklı ve gözüyle yazarken başarmışsın tebrik ediyorum seni.
--Teşekkür ederim hayatım. Böyle düşünmen bana iyi geldi. Bazen sen kadın tarafımın ağır bastığını söylersin ya. Ayrımcılığı sevmedim. Erkek düşmanı kesilmedim ama kadın dayanışmasına öncelik verdiğim doğru. Annemle babam hala beraber yaşlanıyorlar. Yalnız o gecenin ben de kayda düşen önemi var bunu duyumsadım meslek sahibi olmak için mücadelemin bir tarafında gizli nedendi.
-- Hayran kaldım sana.
-- Canım sağol. Ne güzel seninle konuşabilmek.Yaralarım iyi ki kabuk bağlamış. Zamanla soğumuş kızgınlığım. Kine küfre tabiatımdan dışlamışım. Erkeği de yetiştiren kadın diye düşünmüşüm suçlu aramadan. Yarı yarıya geçmişimle uzlaşmaya ikna etmişim kendimle, babamla ve erkeklerle bedenimi ve ruhumu. Şiddete şiddet? Tercihim olmamış. Bensem eğer, bu yüzden. ve senin senliğini kabulleniyorsam bu yüzden. Seven de sen, döven de sen yani her insanın kişilik bölünmesi, parçalanması, kırılması ve hoyratlığı olduğunu anlayabiliyorsun bazen. Evlilikten soğumuyorsun. ama neler olabileceğini az çok kestirebiliyorsun. ayağın yer basıyor insanı tanımak,irdelemek ve dayak olayını yaşatmamak adına gayret gösteriyorsun öngörülerinde.
-- Sen çok doluymuşsun.
- Senin gibi.
-- Hadi canım sen de. senin yanında çömezim dedi Adam. Kadınına gurur duyarak sarıldı. iyi ki mektubu bulmuşum. seni yeni tanıdım sanki.
-- Utandırma.
-- Mahçup sevgilim benim. Mektubun gerçek bir öykü. Mutlaka yeni romanımın içinde yer alacak.
– Sen bilirsin. Hoşuma gider sadec.
Adam Kadının yanına diz çöktü. “ Aşkım” dedi.
--Alışverişe gidelim mi?
Kadın canlandı:
--İhtiyacım var. Dışarı çıkalım. Bir erkeğin cüzdanındaki parayı bitirmek… Neşemi yerine getirebilir bak!dedi
-- Sancı dedin, doğru ona benzer bir şey yaptım bende. Sigara aradım.
--İnanmam. Sen sigara tiryakisi misin?dedi kadın hayretle.
--Yook yahu.
-- Sigara ararken mektubu buldun. Uzanarak kanapeye kadın Adamın vereceği yanıtı bekler gibiydi gözlerini yumarken bir dakikalığına.
-- On beş yaşındaydım annemle babamın kavga ettiği o gece dedi. Babam anneme hiç anlamadığım bir nedenle ani bir öfke patlaması sonucu vuruvuruvermişti. O an korkudan ağlayamamıştım donayazmış petlek petlek gözlerimle. Annemin acısı kıpkırmızı yüzünden belliydi. Yanardağ misali yankılar saçan gözbebekleri ağlamaktan fersahlarca uzaktaydı. Sonra ben, okuduğun mektubu yazarken ağladım. Aynı an için annem, uyumak için gözlerimi sıkı sıkı kapattığım gecenin bir vaktinde saçlarımı okşarken sıcacık, hüzünlü ve gözyaşılı yanağını yanağıma sürerken ağlamıştı.
-- Üzüldüm şimdi dedi Adam.
--Hı hı. Çantamdan bir sigara versene.
Adam ve Kadın birer sigara yakıp içerken kadın canayakın, can yakıcı bir bakışla:
-- Çocukluk işte…O gece gitmedi gözlerimin önünden günlerce, haftalarca, aylarca. O mektubu tekrar yazmaktan korktum . Annem, şiddet dolu gecenin üstüne daha fazla gitmedi. Belki de beni etkilemesin diye. Babamla arada ters ters bakışmalarının dışında bana yansıtmamaya sözleşmişler gibiydi ama ben konuştuklarını işitmedim. Okula gittiğim zamanlarda halledilmiş ve kapanmış bir hesaptı onlara göre. Annem bir ateşle hastalandı hastaneye yattı. Babam beni sevecek olduğunda “Annem sen yüzünden hastalandı.” Demiştim. Babamın o dakika gözlerinin buğulanıp sokağa fırlayışını hiç unutmam. Babama kırgınlığım yıllarca sürdü mü sürmedi mi net bir yanıtım yok. Fakat, şiddet incelmiş narin bir duyarlılığım oldu. Şiddet karşıtı gösterilerin çoğunda bulundum.
-- Ne diyebilirim dedi Adam.
--Hiçbir şey. Yıllar geçince artık eskisi gibi incitmiyor yaşadıkların. İnsan kocaman bir kadın olunca babasına eskisinden daha çok ihtiyaç duyarmış. O yüzden babamı anlamaya çalışıyorum her geçen gün itinayla, özenle. İnsan neler neler yaşarmış. Büyüdüğünde hayat çok farklı. Çok farklı. çocukluk aslına bakarsan, her çocuğun biraz da masalı.
-- Hayat! Ey hayat! Dedi Adam. Seninle öykülerimin karakterlerin çiziminde farklı düşünüyoruz.
-Yok canım dedi Kadın.
----Denemelerimde şiddet hakkında düşündüklerimi yazdım. Acıdan nemalanmak söz konusu sanısına kapılmanı istemem ama senin mektubunu yayınlatacağım. Aile içi şiddeti, yarasını, koparta koparta en sahicisinden anlatmışsın. Yazının içeriğinde değindiğin şiddetin yarattığı travmayı iyileştirmeye ve kabuk bağlaması gereken o geceye dair, kolaylıkla kimsenin başaramayacağı; şiddetsiz olma çözümün nerdeyse mükemmel. İnsanilik en üst düzeyde. Ve sen bunu çocuk aklı ve gözüyle yazarken başarmışsın tebrik ediyorum seni.
--Teşekkür ederim hayatım. Böyle düşünmen bana iyi geldi. Bazen sen kadın tarafımın ağır bastığını söylersin ya. Ayrımcılığı sevmedim. Erkek düşmanı kesilmedim ama kadın dayanışmasına öncelik verdiğim doğru. Annemle babam hala beraber yaşlanıyorlar. Yalnız o gecenin ben de kayda düşen önemi var bunu duyumsadım meslek sahibi olmak için mücadelemin bir tarafında gizli nedendi.
-- Hayran kaldım sana.
-- Canım sağol. Ne güzel seninle konuşabilmek.Yaralarım iyi ki kabuk bağlamış. Zamanla soğumuş kızgınlığım. Kine küfre tabiatımdan dışlamışım. Erkeği de yetiştiren kadın diye düşünmüşüm suçlu aramadan. Yarı yarıya geçmişimle uzlaşmaya ikna etmişim kendimle, babamla ve erkeklerle bedenimi ve ruhumu. Şiddete şiddet? Tercihim olmamış. Bensem eğer, bu yüzden. ve senin senliğini kabulleniyorsam bu yüzden. Seven de sen, döven de sen yani her insanın kişilik bölünmesi, parçalanması, kırılması ve hoyratlığı olduğunu anlayabiliyorsun bazen. Evlilikten soğumuyorsun. ama neler olabileceğini az çok kestirebiliyorsun. ayağın yer basıyor insanı tanımak,irdelemek ve dayak olayını yaşatmamak adına gayret gösteriyorsun öngörülerinde.
-- Sen çok doluymuşsun.
- Senin gibi.
-- Hadi canım sen de. senin yanında çömezim dedi Adam. Kadınına gurur duyarak sarıldı. iyi ki mektubu bulmuşum. seni yeni tanıdım sanki.
-- Utandırma.
-- Mahçup sevgilim benim. Mektubun gerçek bir öykü. Mutlaka yeni romanımın içinde yer alacak.
– Sen bilirsin. Hoşuma gider sadec.
Adam Kadının yanına diz çöktü. “ Aşkım” dedi.
--Alışverişe gidelim mi?
Kadın canlandı:
--İhtiyacım var. Dışarı çıkalım. Bir erkeğin cüzdanındaki parayı bitirmek… Neşemi yerine getirebilir bak!dedi
39. bölüm yeni hikaye
Kadınlar dışarı çıkarken bekletmeyi severler. Bu Kadın da diğer zamanlarda olsa aynı şeyi yapacaktı. Farklı bir gündü oysa. Hemen, hemen hava almaya ihtiyacı vardı. Adamı bekletip bekletmemek derdi değildi. Bukalemununun orman yeşilinde rengiyle beraber bedenini de bir anda farklı görünüme büründürmesi tetikliğinde gardroptan haki yeşili şal desenli elbisesini üstüne çekivermesi bir dakikayı geçmemişti ki daha ben hazırım dedi sevgilisine.
Adam, bravo sana dedi. Çıkalım o zaman. Kadın boynundan geçiriverdiği küçük çantasıyla pabuçlarını giymiş, kapıda bekliyordu. Tamam aşkım. Asansör geldi mi.
Asansörde bakışları birbirine kaymadı, ne düşündükleri yalnız kendilerine ait kaldı. En son katta indiklerinde akşamın ışıkları şehri ayrıcalıklı bir çekicilik katmıştı.
Nereye gideceğiz? Bilmem ki?
İnanmam! Alışverişe çıkan kadın mutlaka bilir nereye gideceğini. Gerçekten, şu an için bir planım yok dedi kadın.
Ünlü modaevlerini bilmek zorunda değilim şekerim sadece alışveriş fikri benim derken Adam arabayla oturdukları sokağın köşesinden dönmek üzereydiler.
O arabanın içinde olmaktan memnun görünürken Kadın Ve Adam dünyanın merkezi sayılan İstanbul’un barındırdığı binlerce çiftten yalnızca biriydiler. İstanbul da yaşıyor olmak, ırmağın ortasında, suyunun devinimlerini hissederek şekillenmekti. Bazen kişiliği, bazen yaşamı, mekanı, aşkı, işi ve çok çeşitli tercihleri. Taşkın bir şehirdi İstanbul. Her şeyi taşkınıyla yaşıyordu. İyiliğini de kötülüğünü de. İnsanları da benzer duygular aleminde iyi veya kötüydüler tanımlamalara göre içten, dıştan bakış açısına göre. Her çeşit insanı ve yaşamını akan ırmağından aşırıyordu karşı kıyıya. İnsanlara ne kötü davranıyordu, ne iyi... Şehir, şehir olalı beri itiraz etmeden insanlara, yanıla yıkıla tahammül sınırlarının üstünde insana tepelerinde mekan olmaya devam etmekten vazgeçemiyordu. İç İstanbul Taksim, Cihangir, Beyoğlu… yerli yapancı ama hepsi dünyalı, bir dolu sanatçı, sanatsız, kılıklı kılıksız, asiliz diyen, demeyen, Biz İstanbulluyuz diyebilenlere ayrıcalıksızdı. Kimine,taşım toprağım altın da dedirtmiş. Kimine, üstüm altım tarih de ... Anadolu’dan gelenler şaşkınlıkla, Avrupa’dan gelenler hayranlıkla onun boğazdan görünüşünü her seferinde dinmeyen aşık olma büyüsüyle seyretmiş. İstanbul yedi tepe, köy köy milletlerin emsalini akşam yatırmış koynuna, sabah uyandırmış. Tarlabaşı’nda taksidolmuşcular şehrin gerçek kurdu olmuş, kuşlar gibi bir baştan bir başa şehrin işcisini, emekcisini, tezgahtarını, memurunu işine yetiştirmiş. Vapurlar dolusu yolcular karşıdan karşıya, Avrupa’dan Anadolu yakasına bitmeyen akışıyla yaşam ırmağında yaşamaktalar İstanbul’un. Şikayet eden gelmesin dememiş bu şehir. Şehirlileri sonradan gelenlere, dillerinden arasıra kaçırmışlar “sayılı insan gelsin İstanbul’a demişler. Hadi köyümüze dönelim” diyen çıkmamış. İstanbul bu, eyvallahı olur mu? Hülyalı, dalgalı, hareketli, zorlu mücadeleli. İstanbullu açım dese İstanbul aldırmıyor. Tokum dese de. Toprağında ilim serbest, okumak alabildiğine derya deniz, dergah, üniversite… inandım diyene kilise, cami , havra ezan, çan serbest. Kırk kere kuşatılmış. Kuşatan, zaferini çağ değiştirmeye bedel tutmuş… Ama İstanbul hiç değişmemiş. Gelene geçene hal yol olmuş. Bir bakarsın mağrur, bir bakarsın, yemyeşil, bir bakarsın, yoksul, bir bakarsın şehirde yoksun. İstanbul yine var olmuş onunla yola devam etmek isteyenlere. 30 kasım 2008 İstanbul – Taksim yolu. Adam ve Kadın dalgın ve yavaş yavaş müzik dinlerken nereye gittiklerinin pek farkında olmaktan vazgeçmişlerdi.
40. bölüm yeni hikaye
Hiç gezmedikleri bir alışveriş merkezinin önünde arabayı durduran Adama, Kadın bir tek söz etmeden eşlik etti içeri girerken. Alışveriş merkezi kalabalık değildi, tenha da…Rengarenk ışığın giysilere ayrı bir albeni kattığı yan yana dükkanlar, bakir ormanlarda hiç dokunulmamış yeşilin bakire yaprakları gibi tiril tiril müşterilerine göz kırpıyordu. Dükkanların vitrinleri satışı hızlandıracak şekilde dekore edilmişti. Reyonlarla ilgilenen güzel, ince kızlar giysiyi müşterisine kibarca uzatıp bekliyordu. Alışveriş molasında Her türlü yiyecek, her çeşit içecekle hizmet veren kafe, restoranlar seç seçebildiğin kadardı. Her türlü insan, her türlü giyimin ve herkese göre düşünülmüş alışveriş merkezinde dolaşıyordu Adam ve Kadın. Elleri, bedenleri, başları, gözleri bir hizadaydı çünkü, erkek sevgilisine erişmek için sırtını hafif eğmiş kamburunu çıkararak yürüyordu. Uzaktan yakından gelip geçenler göz ucuyla bakıp karşısındaki insana, kendi içine dönüp geçip gidiyordu yukarı kata yürüyen merdivenle ya da aşağıya. Alışveriş merkezi yaratılmış bambaşka bir dünya idi. Alım gücünün kullanıcısı insanın doyasıya alış veriş yaparak benliğini mutlu ettiği, dünyanın ve yaşamın merkezi bu mekan; giriş çıkışı varlıkla yokluğu karşı karşıya getirirdi daima. Buranın kapısından içeri girene kimse girme demez, kapıda duran güvenlik görevlileri çantalarını teknolojinin elverdiğiyle kontrol ederdi. Serbestçe dolaşılan altı üstü, kat katı, kafesi her yerinde alışveriş merkezinin bulunabilirdin. Ama beğendiğin harika bir giysi, pabuç, çantaya gözün takılınca… kredi kartına, cüzdanına, paraya elini değmek zorunda kalabileceği önceden bilinen de bir yerdi. Nice serseri göz çapkın bakışlarla şu vitrindeki siyah dekolteyi süzmüştür kimbilir… nerelerde giydiğini düşleyerek dedi Adam Kadına dönerek. Ne dedin dedi Kadın, Adama fısıldayarak?
--Bak şu şeker pembesi elbise tam sana göre.
--Hangisi?
-- Mankenin üstündeki.
--Off! Bana göre çok fosforlu o.
--Şekerim sen bana güven, yakışacak giy bak.
--Giysi denemeyi sevmem . Beğenir ve alırım.
--Hiç kadınca değil.
--Fahriye de böyle söylerdi.
--Fahriye kimse tanımıyorum. Ama doğru söylemiş.
--Ben detayına inmeden bir şey almam.
Kadın Adama dönüp
--Pazarlık yaparım deme sakın.
--Sıkı pazarlıkçıyımdır.
--Bu da çok kadınsı.
--Aynen şekerim. Herkesle alışverişe çıkmam. Yalnız daha iyi oluyor. Seninle de ilk kez.
--Yani…
-- Öyle işte. Vitrinlere dikkat ettin mi mor bu yıl çok moda.
--Hı hı farkındayım. Şuraya bir girelim mi.
--Girelim dedi Adam.
Kadın bir iki reyonu dolaştı. Elinde mor üstüne siyah şal desenli U yakalı kolsuz bir elbiseyi tutarak:
--Bunu almak istiyorum dedi.
--Biraz daha dolaşsaydın.
--Çekemem şekerim.
-- Hayalkırıklığına uğradım. Reyon reyon dolaştırılmayı göze alan birini bulan bir kadının, kısa ve net bir şekilde kararını vermesine alışık değiliz biz erkekler ve hayatımda ilk kez yaşıyorum.
--İyi ya. Şimdi senin istediğin varsa alalım. Yalnız, çay ve sigara içmeye ihtiyacım var.
-- Şimdi sen bu elbiseyi alıyor musun?
--Evet.
-- Tamam. Eli cebine giderken, Kadın da aynı anda elini çantasına attı. Adam izin vermedi. Kadının eli çantada kaldı. Paketi eline uzatan tezgahtar kıza teşekkür etti çıktılar, kafeye doğru giderken Kadın elini Adamın avucuna koydu, sokuldu burnunun dibine “Teşekkür ederim.” Dedi ve gözlerini utanca benzer hoş bir buğuyla yere çevirdi.
41. bölüm yeni hikaye
Bir müddet usul, yavaş, yavaştan… yavaştan adımlarını sayar gibi alışveriş merkezinin cafelerin bulunduğu en üstün bir altına çıktılar. Masanın birine, kadın önce, Adam sonra oturdu. “ Ne yiyelim ?”dedi. Kadın, “Çay içelim, sen acıktın mı? “Acıktım gibi.” “ O zaman sen ne yiyeceğimize karar verirken, ben bir çay sigara içeyim. Olur mu?” “Bana uyar” dedi Adam , masadan kalktı lahmacun, pide pişirilen açık fırının bölümüne yürürken geri dönüp geldi.
--Vazgeçtim. Ben de bir çay içeyim. Alışveriş yarım kalmasın. Yarın söyleşim var, yeni bir gömlek bana şans getirebilir. Sen seçersin gömleği, yorulmamış olurum, ne dersin?
Kadın çantasından sigarasını çakmağını çıkardı. Garsona bir çay dedi. Çakmağı ateşleyip sigarasını yakarken;
--Çok zor bir şey istedin benden. Gördüğün gibi, ilk gözüme çarpanı alıyorum. Sıkılıyorum gez gez gez. -Alışveriş ben de tuhaf bir boşluk yaratıyor.
-- Hayret! Ciddi misin? Bir kadının ağzından bunları duymak da ben de tuhaf bir etki yaratıyor. Oho… ben saatlerce dolaşırım.
İki sevgili çaylarını içerken yanlarından geçenler eğreti ve eğri nazarlarını değdirip değdirip çekiyordu onlardan. Bu bakış, görüş bilinçli miydi? Hayır, alışveriş merkezini gezen tozan herkes, birbirine aynı yakın mesafeden veya aynı uzaklıktan göz atıyordu. Adam ve Kadın da diğer insanlara; eğreti ve eğri nazarlarını değdirip değdirip çekiyordu gayri ihtiyari.
Sonra Adam, Kadına baktı. Kadın, gri bir bulutun yağmurlaşmasına ramak kala gibiydi. İçindeki kadınsı hislerinin kanı kaynayıverdi. Sarılıp öpmek geldi Kadını, su içer gibi kana kana. Sihirbazın sihirli değneği şu ana değmiş her şey hafifçe dönüyor gibiydi. Çarpıcı bir sarhoşluğu, aşkın bir mutluluğu kalbi hiç bu derece tatmamıştı. Arkadaşlarıyla birlikte bir iki kadeh içtikten sonra hüzünle karışık neşeyle hoşsohbet ve taşkın duygular yaşardı ara sıra ama böyle hissetmemişti. İçkinin tesiriyle dili çözülürdü.
Öykülerinden söz edilmesine bayılırdı sarhoşken. Şimdi sarhoş değildi ama bir ses kulağına kendi hikayeni yazsana diye fısıldıyordu. Fısıltının dilinde sevgilisine yazmak istediği mektuplar gizliydi.
“Sevgilim… Gönül bahçemin sabırlı bekçisi. Hikayelerimin dişi kedisi. Neden beni uyarmadın? Duyumsamadan olmaz kadınlık ve erkeklik.
İncecik nazlanmaların tadını, acelesiz aşkı…neden anlatmadın?
Ya ben hastalanmasaydım; bir yanım kadın olmasaydı ruhen…
Ne bilirdim kıymetini ben’tanem?
Şimdi şuan bana bakarken ne düşünüyorsun merak ediyorum. Hala bana ne olduğunun bilmecesine takılmış duran, çakmak gözlerin yanıksı ve aydınlıksın.
Gönlünden geçenleri kıskanıyorum sevgilim…
Ne güzel gülümsüyorsun dedim mi hiç sana?”
42. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Ne güzel gülümsüyorsun dedim mi hiç sana?
Demedin dedi kadın, mimiklerinde eflatun mini mini minelerini sabah yelinde bir açıp bir kapayan dağ çiçeğinin sadeliğiyle.
Meraklı gözlerini sevgilisinin gözüne dikip, işaret parmağıyla dudağına dokundurdu, ayağa kalktılar, Adam kolunu beline doladı Kadının. Yürümeye başladılar vitrinlere bakarak. Kadının göz pınarlarından iki damla yaş aktı mutluluktan. Süzülen gözyaşı dudağının kıyısında diliyle birleşti. Tuzluydu tadı. Sevincin hüznü karışmıştı. Gözyaşı, sevdasını yüklemişti bir damlaya.
Bedenlerine sığınan yürekleri, yanlarından gelip geçenler gibi yanık kozasını delip geçmişti kanat çırparak . Sarmaş dolaş alışveriş merkezinin erkek reyonuna yaklaşan çiftin, kadınsı tözleri kendi içinde sessizce sözleşmişti.
-Gel, şuraya bir bakalım.
-Bakalım.
-Beyaz gömlek bakacaktık.
-Tabii efendim, kaç beden?
Gömlek reyonunda modelleri farklı her renk gömleğin asıldığı askıları öne arkaya çekerek incelemeye koyuldular. İndirimli satışlarımız bu tarafta beyefendi diyen elemana yan gözle bakıp donuk bir gülümsemeyle yanıt veren Adam, Kadının uzağında kalmamaya özen gösteriyordu.
-Hadi çıkalım. Çıkalım dedi ve çıktılar. Yandaki dükkana girdiler. Gözleri delip deşerek gömlekleri seçmeye çalışıyordu.
-Şu nasıl?dedi Kadın erkeğine dönerek. Adam bir an baktı.
-Olmaz!
- Neden?
-Yakası büyük bence. Fiyatına baksana.
- Fiyatı uygun. Ya şu?
- Hangisi?
- Onun beyazı mat. Şöyle ışıldayan beyaz gömlek istiyorum.
-Afedersiniz bakar mısınız? Beyaz gömleklerin hepsi bu kadar mı?
- Evet efendim. İlerde bir reyonumuz daha var isterseniz oraya bakın.
-Ne dersin sevgilim?
-Sen nasıl istersen. Oradan da çıktılar. Yeni gömlek reyonunda beyaz bir gömleği askısında iyice inceleyerek:
-Bunu denemeni istiyorum diyerek Adama uzattı. Kabinde beyaz gömleği giymeye ikisi birden girdi.
Kadın,
- Gayet güzel oldu. Mızmızlık etmeni yasaklıyorum. Sevgilisi,
-Sen beğendin mi?
-Beğenmesem söylerdim.
-Omuzlarındaki dikişleri sevmedim ama..
-- Çok incemiksin . Yakıştı diyorum. Hem bana seç dedin, hem de seçimime güvenmiyorsun. Alındım doğrusu.
--Tamam tamam şekerim. Alıyoruz.
Gömleği paket yapar mısınız? Bir dakika bekletebilir miyim sizi?
--Gömleğin fiyatı ne kadar?
---Üstündeki etikette yazıyor efendim. Etiketi okumaları bir saniye sürmedi.
--Çok pahalı. Kalsın der demez Kadın atıldı.
--Saçmalama. Fiyatı çok hesaplı ayrıca, ben seçtim. Beğendim dedim.
--Şekerim senin gibi akıllı bir kadın şantaj yapıyorsun diye algılayacağım Meseleyi.
--Mesele yapan sensin. Saatlerdir dolaşıyoruz. -Yoruldum ve alışveriş beni hep sıkmıştır. Senin için katlanıyorum ama..
--Tam aksi, ben de çok hoşlanıyorum. Didik didik giysilerle didişmek, tarzım bu söylemiştim.
--Tamam o zaman ben cafeye gidiyorum. Sen istediğin kadar didiş gömleklerle. Orada buluşuruz deyip çıktı Kadın cafenin içinde boş bir masa buldu oturdu. Arkasından Adam, paketiyle geldi. Suratı asılmaktan öte kırılmış vazoya benziyordu.
43. bölüm yeni hikaye
--Asma suratını öyle.
Olanca kırgınlığını gözbebeklerine yükleyerek sevgilisine baktı Adam. Başını yana çevirdi. Gelene geçeni boş nazarla süzmeye daldı bir süre. Sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi aynı yavaşlıkta döndürerek:
--Mağazada beni bırakıp gidecek bir neden bulamıyorum. Bu kez de Kadın, amaçsız bir iki kem küm ederek , kendisini bırakıp gitme nedenini ikna etme gayretine düşmeden:
--Özür dilerim,dedi gözünün birini kırparak sigarasından bir nefesi çekti, üfledi. Sessizlik çöktü masaya. Garson, boş çay bardağını alırken:
--İki çay daha alabilir miyiz?
--Ben istemem. Bir şeyler yiyelim daha sonra içerim dedi erkek, gözleme, lahmacunu sıcak sıcak servis eden tarafa yürümeye hazırlandı.
--Sen bıçakarası severdin değil mi?
--Kaşarlı pide de olabilir, dedi Kadın. Gel yanıma dedi Adama.Adam geldi
--Ne var?
--Eğer suratını asmaya devam edersen, bir lokma yemem.
-- Tamam. Geçti geçti dedi Sevgilisine. Kadın, o gittikten sonra, etrafta ki masalara gözlerini öylesine gezdirdi.
Karşısında boş duran masaya genç görünümlü bir adam yaklaşıyordu. Yanında da şık bir kadın vardı. Kadın, uzaktan şık görünmesine rağmen kilolu olmasına tahammül edemiyormuş gibi, mavi çizgili harmanisini vücuduna sarıp sarmalamakla meşguldu. Onları izlememek için direniyordu . Kadın, garip ve içgüdüsel bir fanteziyle genç erkeğe yakın hissediyordu kendini. Kilosuyla başı dertte izlenimi veren kadın ilgisini çekmiyordu. Erkeğin sırt profilini birine benzetiyorum. Kime , kime…diye belleğini sorgularken beyni bulanıklaşmıştı. Ne meraklı kadın demesinler diye de tedirgindi. Ama içi fık fık edip bir temaşalık an için, olabilir, ne var ki, bakmakta diye de sesler gelmekteydi gaipten gibi ama o sesler beynindeydi. Devam eden iç mırıltıların uğultulu temposu yükseliyordu. Mesela bir yerden tanıdıktır, diyerek; birini izinsiz izlemenin normal olduğu, düşüncesinin avutmasına karşı çıkamıyordu. Bir, iki kaçamak, ehil olmayan, tekinsiz gözbebeklerini baktı çekti, baktı çekti. Bir anlık bir temas ve göz çabukluğuyla erkeğin de gözü kaydı kendisine gayri ihtiyari . “Semih!” dedi ve durdu ve sustu. Sigarayı yer gibi içti şaşkınlığından. Dumanını savurdu yukarıya. O, beni fark etti mi diye ürkek ürkek tekrar baktı. Genç erkek, kadının anlattığını dinliyordu. Çok değişmişti Semih. Saçını uzatmış, biraz kilo almış bakışları aynı derin ve demli, etkileyiciydi hala.. Balık etinde kadınlara meraklıymış bak sen diye düşünüverdi nedense? Beklide kendisinin de kilolu olmasıydı böyle düşünmesine neden olan. Ve çok geçmişte kalan bir anısı bavulunu topladığı gibi kaKadın istese de, istemese de;masasına döküldü fermuarını açarak.
Semih, dedi kadın, ilk gördüğümde büyülemişti beni. Çok enteresan ve duru bir yakışmış hali vardı kaşının, gözünün, dudağının yüzüne. Çok uzaktan fark edilebilecek beyazımsı ışıltılarıyla kumral kısa saçları altın gibi parlıyordu. Alnına iki parmağım sığınacak kadar dardı. Yeşil bademin yeni sulanmış ipildek hali gözlerinde renk olmuş ve gölgesi gibi duran kaşları dahi simliydi onun. Hafif taslak ve dışarı fırlak pembe yanaklarını iki eşit ovale ayıran burnu bir soru işareti? Kıpkırmızı ve kalemle çizilmiş minicikti. Gırgır geçmeye hazırdım onunla. Erkek güzeli nereden çıktı demiştim içimden. Hayatımda böyle güzel yüzlü bir erkeği tanımamıştım. Kusursuz bir erkek ilahı karşımda duruyordu. Boyu ortanın üstünde ve popolarını yaratan ölçüyü kaçırmıştı biraz ve beline doğru diklenmesi ama nefisti.. Bu bir başka çekim gücüne sahip bir ayrıntıydı benim için. Bir erkeğin arka profiline göz atmayalı epey olmuştum. Acaip bir takıntıydı bendeki. Belinin alt yanından kopmuş kaya gibi sert ve orada oldukların ima eder popolu erkeklere bayılırdım. Semih’in de öyleydi. Sırtı dümdüzdü ve atletik görünüyordu oldukça.
44. bölüm yeni hikaye
Bazen ben de bir kadın olarak hislerimi saniyelik hatta bir saliselik diyebileceğim kadar kısa süreli gelip geçici heyecanların kucağına Don Juanlar gibi teslim ederdim. Hafif bir yele uğramış yaprak gibi titrerken dudağımdaki ıslığımı frenleyemezdim. “Vav!” dedirten çılgınlığımı şımartmayı severdim.
Pek bir hoşnuttum halimden. Tiyatro kulisinde kızlarla gevezelik ederken ansızın kısmetim ayağıma gelmişti. Böylece gelmişti. Öylece gelmişti. İçimdeki Ben’i dürtükleyen etkileşimiyle. Sürrealizmiyle.
Oyunda rolünü ezber tutmaya çalışan kızlardan birinin uzaktan tanıdığıymış Semih. Kulis onun güzelliğiyle çarpılmıştı. Rolleri hafızasından silinmiş kızların kalbinin, aynı anda çatlayacakmış ölçüsünde çarptığına yemin edebilirdim. Onu görür görmez aynen “vav!”dedim ben de. İçimden ama. Semih’i gören arkadaşı Melek çok şaşkın vaziyette
--Sen buralarda ne arıyorsun Semih’çiğim? Dedi.
--Şöyle bir merhabalaşmaya uğrayamaz mıyım?
Melek biraz mahçup olarak:
--Aaa tabii tabii. Ama oyun başlamak üzere, oyundan sonra dışarıda bir yerlerde oturalım, zaman geçirelim. Şu an için affet beni lütfen,dedi.
-- Cici kız, affedilecek bir şey yok ki. Bilirsin beni derken Semih, kulisteki varlığının hakim olduğu gücü gayet iyi bilmekteydi. Melek, Semih’in kendisi için geldiğine büyülenmiş gözleriyle inanmaya çalışıyordu. Yüzü kızarmış, pembe allık rengi git gide narçiçeğine çalınmıştı.
-- Bilmez miyim??Yalnızca beni seyretmeye gelmeni beklemiyordum. Daha fazla heyecanlandırma beni. Oyundan sonra bol bol konuşuruz.
Melek,kulisten Semih’i böyle geçirdi. Melek’ten ayrılan Semih’i salona geçiyor sandım. Hemen ardından çıktım. Kulisten çıkışımın nedenini kestiren kızların benim arkamdan kıkırdaşmaları kulağıma uzandı. Hiç mi hiç umursamadım.
--Pardon, dedim. Semih bana baktı.
--Sizi nereden tanıyorum? Gözüme yabancı gelmediniz. Semih’in ipildek badem yeşili gözleri sulanarak, son derece kendine güvenle kartvizitini uzatarak:
--Elmaslar şirketinin genel müdürüyüm. Bir iş görüşmesinden olabilir mi?dedi. Gençlik alameti işte, Semih’in holding imparatoru olmasından dolayı neredeyse dudağım uçuklamak üzereydi. Kendimi hiç kasmadan:
--Şirketinizin sanatsal etkinliğinde bir kez bulunmuştum dedim. Siz de orada konuşma yapmıştınız. Net olarak hatırladım. konuşmanız uzun süre belleğimde yer etmişti.
-- Beni hatırlamanıza hayret ettim doğrusu? Ben Semih bu arada,diyerek tanışmayı yineledik.Semih, hayret ettiğini söylese de ilgisini çekmeyi başarmıştım.
--Neden dedim? Ve adımı dilimin ucuna ekledim.
-- Gerçekten ipeğe benziyorsunuz adınız gibi dedi. Ayrıca hiç kavisiniz yok. Fiziğiniz size ve adınıza ne güzel uymuş.
-- Teşekkür ederim. Şişman dememek için iltifatlarınızı güzel sözlerle bezelemenize ne desem acaba.
-- Harika!deyin. Siz bir harikasınız bence.
-- Siz de muhteşem bir iştiareci.
--Teşekkürler diyerek Semih devam etti:
-- Şirketimiz bünyesinde insanın iç dinamiklerini harekete geçirecek ve doygunluğun doruk noktasında sanatsal doyumları ön plana geçirecek stratejileri hayata geçirip sanatçılara yatırım yapan geceler düzenler. O gecelerde konuşmak gerekir. Duyarlılıklarımızı anlatırken bazen de duygusal olabiliyoruz. Demek ki, sizin bulunduğunuz gece çok hisli bir anıma denk gelmiş. Yine de beni şaşırttınız! Heyecanlandım açık söylemek gerekirse. Hem de çok. Benimle bir çay içmek ister misiniz?
--Şeref duyarım, dedim ve tiyatro salonundan çıktık.
Her şey değişiverdi. Benim o anı kurguladığımdan şüphelenmedi. Kendimle gurur duydum. Hayallerim gerçek olmuştu. Bir prensle baloya giden külkedisi misali, uydurduğum masala inandırmıştım. Ben ve O, ikimizin bir masala ihtiyacımız varmış. O masalın tam zamanıymış. Çağrıma yanıt veren zamanın da iyiliği üstündeydi. Olasılıklar Teorisi, gerçekleşme olasılığına boyun eğmişti.. Her şey birbirine zincirleme bağlanmaya hazırdı.. Benim kulise gitmem. Onun oyun öncesi Melek’i görmek istemesi, benim söylediğim yalanın Semih’in hayatında yaşadığı anlardan olması… Kurguya dair bir ipucu yoktu. Bütün detaylarını hayalimden çaldığım masalımın baş karakterleri bizdik ve çığırından çıkan dakikalarla baş başa bir masada oturuyorduk.
45. bölüm yeni hikaye
--Bıçaksırtı yaptırdım seninkini diyen sesi duyunca Kadın, irkildi. Elindekilerini masaya bırakan Adam,
--Ben başlıyorum çok acıktım dedi ve yemeğini yemeye başladı.
Geçmişin kesitlemesi durağanlaştı. Semih, silikleşti. Kadın, karşı masaya baktı istem dışı. Masada başka bir çift oturmaktaydı. İki fakülteliye benziyorlardı. İnce, cılız gayetten sportif görünümlü iki sevgili , Semihlerin yerine geçmişti şimdi. Yüzleri birbirine yakın, elleri dairevari çemberler çizerek hararetle konuşuyorlardı. Kızın saçları beline yakın sırtı gözükmüyordu. Oğlan kızı hayranlıkla ve dikkatle dinliyordu. Kendilerini izleyen iki çift kadın gözünden bihaberdiler.
--Deminden beri nereye bakıyorsun anlamadım? dedi Adam. Kadın o zamana değin, uzak, çok uzaktan gelen yorgun ve yoğun hayal kırıklığıyla başını gömdüğü o çarşaftan çıkarır gibi:
-- Hiç, dedikten sonra, bir pasta hikayemi hatırladım. Çikolatayla bezeli bir dilimi kesersin, önüne alırsın, çatalı batırırsın ve bir türlü ağzına götüremezsin, yemeyi beceremezsin. Oysa süslü fantezisiyle pastayı nasıl da canın çekmiştir. Ama yemek mümkün değildir. Senin elinde de değildir. Pastanın da yapacak bir şeyi yoktur. Çünkü, içi böcek dolu, mağara gibidir. Onu görmemek için başını çarşafa gömersin. Pasta gider. Ertesi sabah uyanır uyanmaz, hatırlamaya çalışırsın. Velhasıl, pastadan geriye anımsayabileceğin hiçbir şey kalmamıştır.
Sevgilisinin sözünü keserek Adam araya girdi ve gergindi:
--Sevgilim, anlamadığım şu pasta hikayenle bir şey mi ima ediyorsun? Bir. Kabul et ki, tuhaf bir hikaye! İki. Pasta macerasına benzemiyor. Üç. Ve şimdi bizimle ne ilgisi var? Dört. Beş, aşırı meraklı bir olmamakla beraber, hikayeni nereye bağlayacağını çok merak ediyorum. Cidden senden gerçek bir yanıt bekliyorum, lütfen dedi ve sustu.
Sevgilinin, dilinin ucuna geldi. Semih, diye birini gördüm şurada oturan, dibime kadar gelen bu erkekle, rastlantısal bir tanışma sonrasında tıpkı pasta hikayemde olduğu gibi hayal kırıklığı yaşadım demek. Evet, bir an, tamamı gerçeklerden oluşan hikayesini anlatmak için kıvrandı Kadın. Alışveriş merkezinde durup dururken, az önce, gökten düşen zembille bavullar dolusu anılarından seçmece bir replik Semih çıkmıştı karşısına. Olacak gibi değildiyse de, olmuştu.
Dilinin ucuna gelen anı repliği frenlemesi daha uygundu ortama göre. Sevgilisi gerilmişti. Sakinleşmeye ihtiyaç vardı.. Hiç yoktan tartışmaya zemin hazırlamak ona göre değildi.
--Hiç saçmaladım işte dedi. Sanırım babamla ilgili bir hikaye. Aklıma geldi her nedense? Sıradan bir anı bilirsin sen de dedi Kadın. Sevgilisini rahatlatmak amaçlı tümceler kurarken; alışveriş merkezinde sevgilisinin zamanına dönmüştü tamamen.
Adam, hikayeci kadınlara bayılırım ama bugün giysilerin hikayesini yazalım oldu mu sevgilim, diyerek pide ve ayrandan oluşan mönüyü yemek üzere başlarını eğdiler bir müddetliğine. Ağızları dolu dolu. Kah ayranı yudumlayarak, kah acı bir biberi dillerinin ucuyla kesip biçerek. Yinelenen bir devamlılık hakimdi çevreye. Mesela yan masa yine boştu. Kimin gelip oturacağı bilinmezindeydi. Bir kadının, erkeğin, çocuğun belleğinde ne anılara bedel olacağı bilinmezindeydi. Olasılıklar içinde bin beş yüz kesit vardı yaşanacak. Bir o kadar da insan yüzü ve hatıraları, pasta öyküsü belki de. Kim bilebilir di neyin, nasıl, nerede, niçinleri çağrıştırabileceğini?.. Bir an, anlık bir bakış, bir sırt profili, figürün yürüyüşü, bir gülümsemenin gamzesinde bir çizik, bir harfin dil ucundaki pelteli aksanı;kimleri, kimselere anıştırıp meydan okuyordu müsvedde defterindeki kapanmış insan hesaplarına. Kadın ve Adam yemeklerini yerken ihtimal O da bunu düşünüyor diyerek melankoliyle iç çekiştiler karşılıklı:
--Bir çay alabilir miyiz,dediler garsona birlikte. Sigara yaktılar birlikte. Sevgilim sen sigara içmezsin demedi Kadın. Adam, sigarayı sevmem demedi. Sigaradan bir son nefes çekerken her şey normal göründü gözlerine:
--Kalkalım mı?
--Kalkalım. Paketler elinde iki kişi birlikte yürüyerek geriye alışveriş yapan bir sürü sevgili bırakarak kapıdan çıktılar.
Sokak karmaşık geldi iki kişiye. Arabalar gelip dönüyor. Park edecek bir yer arıyorlardı. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık alışveriş merkezine girmeye hazırlanıyordu
46. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Bir kadın küçük bir kızın elinden tutmuş, onlar çıkarken kapıdan içeriye girmeye çalışıyordu, gözleri kocasının arkalarından gelip gelmediğini kontrol ederek.
Tuhaf oldu ikisinin de yüreği. Kadın “Cahit buradayız biz” diye seslenirken Adam irkildi duyduğu sesin tınısıyla. Meçhul Kadın!dedi sesli sesli. Kim? Kim? Boşver… diyen sevgilisine üstelemekten vazgeçmedi Kadın. Sonra sonra söylerim dedi Adam. Aaa ! olmaz ki ama, merak ettim şimdi söyle.
“Meçhul Kadın”dı o. Nereden çıkardın? Sesinin tınısından. Hıçkırıktan yeni çıkmış gibi. Yıllar sonra duysam yine tanırım dedi Adam. Kadının saçları kirpi gibi dikeldi ama, kıskanç toy bir atın huysuzluğundan çok, Adamın hisli kadın sesini tarif edişi değişik geldi. Hıçkırıktan yeni çıkmış sesi mutlaka duymak istiyorum dedi Adama. Radyodan ses kaydını alıp gelirim, dinlersin şekerim.
Evliymiş de bak sen!(erkek kendi kendine söyler gibiydi).
-- Anne kız gayet hallerinden memnun görünüyorlardı değil mi? bana pek Meçhul Kadın havası var gibi de gelmedi dedi Kadın.
--Hayatım, bazen ses ve görüntü tamamen zıt olabilir. DJ’lerin kulağı kurt rezisdanslıdır. Şaşmaz!
Sen öyle diyorsan dedi sevgilisi aracın kapısını açıp koltuğa yerleşti, erkeğin arabayı çalıştırmasını seyretmeye verdi dikkatini. Aklında Meçhul Kadın ve kızı vardı. Meçhul Kadın kim? Nasıl biri?diye düşünmek başka bir şeydi? Kızının elinden tutmuş, anne’yi düşünmek bambaşkaydı. Kadınlar ve annelikleri?... farklı farklıydı. Kimi kadın anne, kimi kadın, kadınlığı seçerdi. Kimi kadınlarda; hem anne, hem kadınlığı bir arada yürütmeyi seçerdi pratik zekalarına güvenerek. Bir kız çocuğu ise evcilik oyununda seçerdi anneliği. Bez bebeklerine anaçlık ede ede. Can gelmemiş memesini , oyuncak bebeğinin sahte plastik ağzına dayayıp emzirerek. Göre göre annelik, alıştıra alıştıra kız çocukluğundan kadınlığa ve oradan anneliğe geçiş seremonisi. Dersi ezberi olmayan, doğal, içgüdüsel. Geninde annelik, doğurganlık taşıyan Kadına da nihayet onun da anne olabileceğini hatırlatmıştı Meçhul Kadın ve kızı alegorisinde. Anneliğinin sırtına kambur gibi dayandığını, yüklendiğini anladı. Dayandıkça, yüklendikçe yükü ağırlaştı. Takatsız, dermansız kaldı Kadın. Annesi geldi hayaline pür i-pak. Tertemiz. Parka giderken beraberce. Babasıyla babaannesini ziyaret edişleri… Babası, her gitmesin de; küçük bir oğlan çocuğu yaramazlığında, annesinin dizinde yarım saat gözleri kapalı uzanırdı. Dut yaprağında beslenen yanık koza gibi Kadın da düş bahçesinden parça pinçik atıştırıyordu. Sığındığı kozalar delinip kelebekler uçsa uçsa nereye kadar uçardı? Yok olmaya uçardı. Bilerek bunu yirmi dört saati çiçekleri koklardı kelebek. Kelebeğin sonsuzluğa koşan narin kanatlarında bir kız çocuğunun ufaklığını gördü kadın. Bir de biraz önce annesinin elinden tutan kız çocuğunu gördü. Ve kendi elinden tutmaya çalışan bir kız gördü hayal meyal. Gülümseyen o küçük elin ipeksi dokusunda dişilik kerameti siliniverdi. Kadınsılık alametleri önemsizleşti. Kuzusunu emziren kokulu bayır koyunundaki içgüdüsel annelikle eşteşti yavrusunu besleme, büyütme kaygısı aleminde. Bebek doğurmak? Kadın hiç böyle bir hayal kurmamıştı. Absürd bir hayaldi. Hayatın anlamsız saçmalığına dem vuran akıl tutulmasıydı, dünyaya bir bebek dünyaya getirmek. Sevgilisi ile beraberliklerinde bir yuva kurma, evlat sahibi olma, konuşulmayandı. Çoluklu çocuklu kadın rüyası görmeye gece, gece yarısı, sabaha karşı, şafak, tan ağartısı veya gündüz düşlerinde vakit ayırası olmamıştı. Dank eden neydi zihninde Kadını, anneliğin serüveninde gezdiren? Meçhul Kadın’dı elbette. Esrarengiz hıçkırıklı sesinin simetrisinde kızıyla elele görüntüsü. Kadını zincirleme çağrışımlarla, özündeki doğasının bağrından kopan meşhur, üretken doğurganlığına sürüklemişti genel geçer tabiat kanununa uyarak.
47. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adama baktı. Bu adam çocuğumun babası olabilir mi? Şimdiye kadar “bir kızımız olsun, bir bebeğimiz olsun. Saadetimiz tam olsun” vaveylaları bize yabancıydı. Kıyısından köşesinden tutup kulağını çekmemiştik. Neden sonra, sevgilisine döndürdü başını. O ne düşünüyordu acaba? Baba olmak istemiş miydi? Çocuklardan bahis açılıp sohbet etmedikleri için Kadın, erkeğinin bu konuda ne düşündüğünü hiç kestiremiyordu. Daldığı suyu incitmeden yüzen iki balık acemiliğiyle, bebeğini, büyütürken hayal kurmak; nicedir unutulan gelenekseliydi. Havuzunda mayosuyla güneşlenen bir yazlıkçının tatil hayali kadar havadar ve iklimin elverdiği kadar sıcacık, kısacık sürecek annelik sevdasına elveda diyerek, kurduğu düşten çıkmak en iyisiydi. Kadın düşünü yarıda bırakınca bu kez Adam düştü aynı yola. Arabanın farı uzayan yolu aydınlatıyordu. Işığın yola vuruşuyla kaçışan siyah parıltıları görmüyordu erkek. Bir şey dürtüyordu kendisini. Haydi düş kur, haydi düş kur gibisinden. Meçhul kadın, elinden tuttuğu kızıyla alışveriş merkezine girerken; Adamda kendi kendine bir küçük kızım olsa… Onun babası olsaydım melankolisiyle ters istikamette yol alıyordu. İçseline varan yol ve dışsal yolun varacağı menzil şu anda belirmişti. Evlilik. Eşi ve kadını ve kızı… O evin eşi, babası;ailesi. Yuva. Gecenin öteki yüzü gibi. Her gün yaşantısıyla birebir örtüşen sevgilisine döndürdü öteki yüzünü gecenin. Sevgilisi, eline iğne iplik alıp yastıklarını daha bir ömürlüğüne dikmeyi istememişti. Kendisi de kırk elli yıllığına “evlilik” imzasının derdine düşmemişti. Hatta aklından geçmemişti. O’nu, eşim, çocuğumun annesi olarak içine sindiremeyişimin bilinçaltı bir nedenim mi vardı? Parmakları direksiyona ve sevdiğim kadına evlenme teklifi etsem ne düşünüre çevirdi usul usul. Kadının mütemadiyen gözü yoldaydı.
Adam ve Kadın “ Biz ne zaman evleneceğiz ?”diye bir kez bile bu soruyu kendilerine sormaya yeltenmemişlerdi . Sevgilisi kendi düşlerinden sorumlu ve Adamın eş, baba, aile, yuva düşlerinden bi haber gecenin karanlığından fırsat bilip bir aile düşüne dönüştüğünün farkında değildi. İki yol tek yola doğru kayıyordu. Gecenin gizli yüzü Adamın ve Kadının yaşamının içine akarken görünmeyen gerçekleri gün yüzüne çıkarıyordu. Tuhaflık aracı sarmıştı. Adam sevgilisinin karnına gözlerini kaydırdı. Baba olması için bu kadın baştan başa değişecekti. Çehresinde kızının temayülünü çizdi. Bir suret ki, avuç içi kadar. Mihrabında dua ile sevi muhabbetini birleştiren canlı bebek. Her ikisinin elinin, belinin, dilinin tadını alacak. Has tadı yine o bebeğin olacaktı.
48. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Kızım! Kız çocuğumun babasıyım bugüne bugün oldu Adam.. Nasıl enteresan bir duygu rüzgarıyla savruldu. Sevgilisininse gözü dalmış uzayan yola. İkisi de birinci tekil şahsın sen ben ve O, kızımız zamiriyle şimdiki zamandan hoşnuttu. Her hallerinden belliydi. Eve yaklaştıkça ikisi de peşine düştükleri düşlerine kıyamıyordu. Karşı kavşakta bir yol ayrımı olsa da azıcık uzasaydı yol. Sokak sokak dolaşsalardı otomobille. Hiçbir zaman anne baba, eş, aile, yuva kavramına, kuş gözü kadar bir delikle delinip kulakları; evlat isterim diye çınlamamıştı. Karanlık bir gecenin alışveriş yolu; altı üstü camdan, fardan pencereli ev kimliğine bürünmüştü. Işıklı yol gecesi, evcildi. Kadın ve Adamı ehlileştirendi. sırlarını eleveren gece gezgini ikilisi!. Yol, farkında mıydı erkek ve kadının seremonisinden? Hayır, farkında olmadığı gibi, nereden nereye gittiğini merak bile etmezdi kişiyi aslında. Kimini , gurbetinden alır hasretine kavuşturur;kimini, sevdiğinin kucağından ayırır. Uzakların yapayalnızı ederdi. Bütün bunları farkındalık yaratmak için değil, yol; gerçek bir yol olduğu için yapardı. O, bütün gece yolculuklarının , yolcularına sadece sınırları çizili, kurallarla gidilip gelinendi. Başlangıcı ve sonu olmayandı. Sonsuzluğun teknik hizmetine sunulmuştu. Far objesinin birkaç metre ilerisini aydınlatabilme gücüyle yapardı bütün bunları. Gündüz yol serüveni de, aynı kaygı ve aynı zamanda kaygısızlığıyla eşlik ettiği yolculuklardı. Yol ilk günden bugüne hep vardı. Herkes için vardı. Çoğuldu. Çoğalırdı. Bir değil, birlikti. Ayrımcı söylencesi tükenmezdi. Bir ve birden fazla , çift yol, dört yol, beş yoldu… Sürer giderdi… Yolcusunun yolunu kesmezdi. Düşen, düşerdi, düşlerinin peşine. Kadın, kadın olduğunu, annesi ve kızı olduğunu ve eşinin peşine düşürürdü. Özgür, asi, laf anlamaz içerde de bir yol bulurdu. İçseline sinen bu yolsa, düş beşiğinde sallanan içbükey aynada görünürdü, görmek isteyene. Adam ve Kadına yansıyan gibi. Vesvesesinden arınmış, yalnızlığın tekliğini, çiftleştirmeye şahit olmak adına. Yeterli miydi? Bilinmezdi. Ne nedendi, ne nedensiz? Yürüyen bir imzaydı. Öylece uzanıp giden yatay ve dikey yol ve yolları.. Ve yolcusunu, sessizliğin sesiyle, ahengiyle konuşturdu: “Annesi de sen olmalısın “dedi . Ne dedin sen?derken Kadın. Herhangi bir kadın gibi karnındaki sonsuz doğurgan, üretgen anaçlığının varolma varlığını normal sayan, sıradan nefes almalarını soluyordu. Ayrıntının gizil gücü iki sevgilinin arzularına gem vurmuş, özlemleri dışa vurmuş hayallerinde saklıydı. Tatlı bebek çığlıkları duyulan bir hayaldi bu..Öyle ki, Erkek ve Kadının tıpatıp aynı hayali düşü gördüğünden emin olarak; bir yöne , birleştiren yöne ruhen teslimiyetiyle bir küçük canlıya elini vermesiydi. Vadiye bakan yamaçlarında, kartallar alçak uçuşa geçtiğinde, sığırcık gizlenmesi gibi annesinin karnına sinen bebeğin, babası olmak kolay değildi. Dışardan bakana göre hızlı bir film şeridi gibi doğan; dünyaya gelen her bebeğin yeni hikayesi, sırat köprüsü kadar geçilmesi inceydi, zordu. Kadın ve Adamın dirimsel, duyumsal buluşması farklı her noktada uyuşması gerekiyordu. Yeni Hikaye’sinde olduğu gibi . Kadınsı hisleriyle yoğunlaşan yeni hayatında erkek varlığıyla; sevdiği kadının, kadınlık kefaretiyle, derinden doğum sancıları çekmesine eskisi gibi müsaade edemeyeceğini anlamıştı Adam. Özünde filizini salan üçüncü kökü, kadın kişiliğini boy attırmıştı. İlişkisinde muhafazakar bir bütünlük yaşamak gerektiğini öğretmişti. Mütereddit sevgi dilinin şımarık ve ukala çocuğu Kadın Ve Adam . Hayır! Hayır! İkisi de vazgeçmişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Araçtan inerken alışverişe giden ve dönen farklıydı. Kendilerine, sevgilerine, birbirlerine anne baba kimliğini uygun gören olgunluğuyla ve Yeni Hikaye’nin kaderini değiştirecek iki sevgiliydiler.
49. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Eve girdiklerinde gecenin yarısı olmuştu. İkisi de çok yorgun görünüyordu. Paketleri girişte masanın üzerinde bırakıp mutfağa geçtiler. Sessizleştiler. Düşlerinin götürdüğü yere gitmekten korkuyor gibiydiler. Üç yıl boyunca hayatlarını kayıt altına alacak ciddi düşüncelerle ruhları hiç böyle çarpışmamış, heyecanlanmamıştı. Derin, devinimsel gözlemlerle geleceklerini büyütecin gerçeğinde seyretmek onlara göre değildi. Çetin tartışmaları sevmeyen sıra dışı sevgilinin sıradan buluşmalarla sürüp giden hayatı vardı. Beraberlikleri süresince özgürlük alanlarının sınırları incecik çizgiyle çizilmişti sanki. Her ikisinin de sıkıldığında çekip gitme, günlerce birbirinden habersiz ve sorumluluk duymadan yaşadıkları haftalar pekala olmuştu. Şimdi ne oluyordu? Kızın ve erkeğin yolu farklı bir yöne kaymıştı. Konuşamıyorlardı. Çünkü en azından bu geceye ve gece düşlerine ait, daha fazla adım atmaktan çekinmeleri gerekiyordu. Yarın sabaha acele verilmiş bir kararla çıkarlarsa ve sabah, verdikleri kararların ağırlığıyla kendilerini ezik hissederlerse neler olabilirdi? Düşünmek bile istemiyorlardı. Kadın bir sigara yaktı. Adam bir bardak çay içti. Gözleri, endişeyle her ikisini de süzdü. Elleri , parmaklarına dokunmaya çekimser kaldı. Meçhul Kadının elinden tutmuş kız çocuğuyla ilgili munis anne hali akıllarının bir köşesinden dalıvermiş ve başka bir şey düşünemez hale getirmişti ikisini. Akşamdan beri mütemadiyen bunu düşünüyorlardı . Beraber yaşamayı seçmiş çiftin, dile gelmeyen, dile düşmeyen, beyinlerinin mükemmel telepatisiyle; hayalleri ve düşleri bilmece olmaktan çıkmıştı. Nasıl olur diye düşünmek sonucu değiştirmezdi. Çünkü, dağın başından inen suyun, aşağı vadideki dereye nasıl, neden, niçin ulaştığı kadar sorgulanabilir miydi? Doğanın doğalı ve kendiliğinden olagelen bir telepatiydi. Alış veriş sonrasındaki gece yolculuğunda zihinlerinde patlak veren -annesi ve babasının elinden tutmuş küçük kızı üçlüsü- heveskarlığı gün yüzüne, düş yüzüne ve yaşama dair planlarına nokta koymuştu nikah imzası kadar geçerli sayılabilecek. Yepyeni bir olasılıktı. Bir gün önce böyle olacağı söylense Kadına ve Adama reddecekleri bir ihtimaldi. Hatta, hatta itiraf etmek gerekse modernitenin yadsınamaz gerçeği, aşırı bireysel, bağımsızlığa zafiyet olarak geliştirilen karşıt düşünceler; aile olmayı küçümseyen tarzda idi. Onlar da çağın gezgin fikirlerinden hayli etkilenerek ara sıra içkiyi fazla kaçırdıklarında evlilik kavramını irdelerdi.. Temayüllerini gevşeyen bedenleri gizleyemez, ses tellerine hakim olamaz,” eli kolu bağlı gibi iki insanın nikah imzasıyla birbirlerini zorunlu sorumluluklara sürüklenmesine karşıyım” derdi Adam. Kadın başıyla onaylar. “Senin kadar evliliğe karşı değilim hattı zatında; imzanın, kadın ve erkeğin üstündeki yetkisi; toplum içinde yetkin ve bağımsız yaşamalarına faydalı. Toplumla bireyin karşılıklı olarak yazılı olmayan sözleşmesiyle, sistemsel anlamda kabul görmesi birbirini. Yani çiftlerin saygın ve rahatlık politikası anlatabildim mi sevgilim? Kadına tek güvence yolu biçilen evliliği onaylamadığım gibi evlenmek için can siparane olan kadınları da anlamıyorum?. Ama ,iki insan sevdasıyla, illa ki biz evlenmek diye tutturuyorsa.. .A! bu ne demek ayol? Yapmam. Dudak bükmem…”deyip yüksek sesle nutuk çeken savunmasına mim koyardı Kadın. Kadın susunca Adam “ bir ömür boyu bir insanla yaşamak, sevmek, sadık kalma modası eskidendi. Evlilik uzun bir yol olarak sürerse, canı sıkılan kadın veya erkek, yol değişikliği yapabilir. Yapabilmeli de.” Deyince Kadın atılarak “ ihanetin temeli dediğin sanırım. Özellikle biz kadınların psikolojisini çökerten bozan; kadının kadına, erkeğin erkeğe ihanetinin de söz konusu olduğu hiç temenni edilmeyen çelişkili birliktelikler, evlilikler yaşadıklarımız. Karışık kavram çelişmeleri…
50 . BÖLÜM YENİ HİKAYE
işte”diye uzar giderdi sohbet. Erkek, sevgilisinin söylediklerini tuhaf bulurdu dumanlı kafasıyla ve “öyleyse açıkla bakalım? Kadının kadına, erkeğin erkeğe ihanetini?" derdi. Kadın dünden hazır, içi cık cık ediyor düşündüklerini ifade etmeye… “ Çünkü, kadın ya da erkek -ihanetleşmeyi- kendi cinsiyle değil, karşı cinsle gerçekleştirir. Hımm… şöyle söyleyeyim: Farklı tercihi olanları, genellememin dışında tutarak, bir erkek, kadın partnerini kiminle aldatır? Başka bir kadınla, yani partnerinin benzeriyle. Oldu mu?. Değiştirelim durumu: Erkeğini aldatan kadınsa, kimle olabilir ? Başka bir erkekle... Öyle değil mi sevgilim? Herkes aynı zamanda kendi cinsinin ihanetini yaşar. Açıklamam, mantık dersinde gördüğümüz önermelere benzedi ama, mecburen. Ki, hoş, aslında , kimse kimseye de ihanet etmez! “ “Vay bee!” diye haykırırdı Adam. “ Sen de ne önermeler varmış da… Haberimiz yokmuş aşkım.” “Dur! Dur! Sözümü kesme! Bitmedi. Birkaç adım daha ileriye gideyim: Herkes, kendi kendinin ihanetini yaşar sevgilim. Derin mevzular bunlar. Taş devrinden bugüne kimse tam olarak içinden çıkmayı becerememiş.”derdi feylesofca. Yüzündeki müstehzi gülümsemeyi bilgiçlik karışımında erkeğine sunan kadın edasında. Sigarasının dumanını yana doğru başını çevirip, eğerek, hafif şehla ve çakırkeyif olmuşlukla üflerdi ıslık gibi, ıslak dudağıyla Kadın. Adam yine yine itiraz eder. Israr eder…İlkeler, kavramlar yaşama dair bitmeyen nazariyeler, kuramlarla donanmış kainatın düzenini tartışmaktan büyük bir zevk alırlardı o akşamlarda.. Evrensele dönük fikriyatlarının savunma hattı bu gece yolculuğu itibariyle çökmüştü. Olan buydu ikisinin de muallakta kalmasına neden. Dengeleri, dengesizlikleri birbirine karışmıştı. İki sevgili o yüzden hayallerini dile getirmemek için inanılmaz bir gayretkeşlik içindeydi. Kıpır kıpır kıpırdanan bebek fikrini belleklerinden silmeye, ya da gecenin sabaha dönmüş yüzeyinde geçiştirmeye çalışıyorlardı. Dışa dönük ikili, biri hikayeci, biri çevirmen… Bin bir çeşit masalın eşiğinde idi. Evliliğin yeri yurdu olmayan beraberlikleri; yıkılmadan yumulmadan, boyut mu değiştiriyordu? Bir gecede yaşanan dönüş neyin nesiydi ? Biz nereye gidiyoruz Sevgilim? sorgulamasını, her ikisi de yapmak üzereydi Kadın, Adama; Adam, Kadına. İkircikli olmamaları olanaksızdı.. Gecenin haleti ruhiyesine denk düşen evli barklı bir çift olma serüveni ve çocuk sahibi olma sorumluluğuna adım adım yaklaşmaktaydılar. Kısa bir süre öncesine kadar, dişi kuş misali mini minnacık bir dev Kadınla; eril kuş gibi ağzındaki kuru çöpü canı istediği yere bırakan özgür mü özgür Adamdı sevgililer. Birbirlerini böylece kabul etmişlerdi. Özgürlüğüne düşkün iki kişi, iki bireyleşmiş insan. Gökyüzünde güneş açsa, kalplerinin çarpışına göre kanat çırpandılar. Yeryüzünde gül ağacı, kayın ormanı, dal budak, çalı çırpı olsa bile ne hissediyorsa umursamadan yaşamaya çalışırlardı.. Kişisel yaşam hevesinin havası güzeldi. Geniş, engin doruğundan inmeye,daralmaya, daraltmaya niyet etmemişlerdi. Hele bir üçüncü ve minik varlığın oluşumuyla çoğalmadan medet ummak?.. Kim kime tum tuma hasletindeydi onlara göre. Rüyasında görse hayra yormazdı erkek, kadın da cenaze ortaya gelmeden kefen biçmeyecek kadar uslu ve aklı caizdi. Fevkalade bir farklılık tadındaki hücrelerden oluşan ceninin, macerasına katılıp katılmayacaklarına karar vermek kolay mıydı?.. Bir gün gelip aile olmayı istemek kadar doğal olanın bu alemde. Evrimin değişimi kanununa aykırı bulanlardandı onlar. Dünyanın düzeni insanın iç ve dış kabuğunu çatlatırken; kimini geleneksel doğurganlığa, kimini maddesel varlığın tekliğine, hiçliğine savurtuyordu gayri ihtiyari. Kadın da Adam da bunun farkındaydı. İçlerindeki sert, berk, pek katı ve aşırı tok , doymuş madde, değişimin değişimiyle; yumuşacık, sıcacık, masum,yaşamaya aç açık bir can, yeni bir nefesle yol alıyordu iki ayrı bedenin belinden belleğine.
51. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Çok yoğun geçen bir gecenin sonun da yatar yatmaz uyuya kaldılar.
Odanın kendisini karanlığa teslim ettiği her gecenin sonu bir sabaha çıkardı. Besbelli bu gecenin sonu da öyleydi. Hiç de umdukları gibi olmayacağını anlamaları uzun sürmedi. Bu kez de gece düşleri hareketlendirecekti zihinlerini. İçine gömütlendikleri yatakları çok rahat olsa da Kadın ve Adam karmakarışıktı. Kah yüzleri dönük birbirine, kah sırt sırta ve arada sarılıp nefes nefese uyumayı denediler. Olmadı. Olmadı. İkisi de sıkıntılıydı. Uyumak için can atarken; dirençli bir uyanıklıkla karşı karşıyaydılar. Yeter dedi Kadın ilk. Aykırılık vardı ortada. Bu gece yan yana aynı yatakta uyumaları mümkün değilse, inatlaşmak saçmaydı illa ki. Üstünden yorganı sıyırdı. Önce sağ bacağını yere değdirdi ardından solu. Bedenin tümü kalkmalısın komutuna uydu. Kadın oturma odasındaki kanepeyi açtı. Kıpırdanmaktansa kalkıp ayrı yatayım, bari sevgilimin uyumasına engel olmayayım diye düşündü. İçerden üstüne battaniye getirdi. Güzelce örtünüp gözlerini sıkıca yumdu.
Sevgilisinin yanından usulca kalkıp odadan dışarı çıktığını uyumak üzere yumulmuş gözlerinden gördü Adam. O da huzursuz diye düşündü. Kadının yatağa dönmesini beklerken kendinden geçti. Erkek ve Kadın ayrı odalarda uykuya dalmıştı onca düşten sonra.
Gecenin bitmeye niyeti yoktu. Göz kapakları yorgunlundan kaçarken Adam kendini kendini yayın esnasında buldu. Romantik müzikleri ardı ardına dinleyicinin beğenisine sunarken, tonmayster karşıdan işaret etti elindeki beyaz kağıdı gösteriyordu.
Kulaklığı çıkararak “Ne var?” dedi.
Israrla bir kadın telefon numarasını size vermemi istedi diyerek kağıdı uzattı.
Yayın odasına geçti. Meçhul kadın dedi. Telefon numarasının ona ait olduğunu anlamakta gecikmedi. Sapır sapır döküldü kendine olan özgüveni. Şimdi ne olacaktı? Gözü karardı bacakları titredi bir an. Offf! Bu gece çekemem meçhul kadın havası nazı melankolisi… bir yanı ise meraktaydı. Bir saatlik yayın süresi bitmek bilmedi Dj’ye. Son müzik parçasını birkaç romantik sözle süsledikten sonra verdi yayına. Çıktı sonra. Bar cafede canı birkaç yudum içecek içmek istedi. Vazgeçti. Yürüdü kalabalığı yararak. Arabada sükut buldu. Yalnız kalabilmişti nihayet. Kağıt yazan telefon numarasını çevirip çevirmemekte tereddüt etti. Sevgilisinin ne düşünebileceğine takıldı aklı. Onun basit bir telefonlaşmaya aldırmayacağını çok iyi bilmesine rağmen, meçhul kadına kızdı. Beni zor duruma sokmaya ne hakkı var diye. Fakat, hıçkırıktan yeni çıkmış o sesi tekrar duymak istedi tüm egosuyla.
-Alo!
-Efendim.
- Kiminle görüşüyorum?
- Müptelanız bir izleyicinizle dedi Meçhul Kadın.
-Mutlaka onurlandım hanımefendi ama enteresan geldiniz bana.
- Evet. Enteresan olmayı severim.
-Özel numaranızı bırakmaktaki amacınızı anlamadım?
- Bunları buluşunca konuşalım mı?
-Çok cesursunuz. Dedi Adam.
- Siz mi teklif etmeliydiniz?
-Ha ha hayır!
--Öyleyse dedi Meçhul Kadın.
--Yarın Tramvay Meydanında mor pelerin giyeceğim bekleyin beni.
Erkek, tamam diyemeden telefon kapandı ve esrarengiz ses kayboldu. Aracındaki ağır atmosferinde boğulacak gibiydi adam. Elinden tutulmamış bir aşkın gözyaşına benzeyen ahizedeki sesin kendisine nasıl bir oyun oynayabileceğini düşündükçe delirmek üzere olduğunu hissediyordu.
Kararlı bir şeklide telefonu çevirdi. Karşıdan yanıt gelmesini beklemeden:
Kusura bakmayın yarın çok önemli bir işim var. Gelemem! Gelemem! Diye bir iki kez ısrarla tekrar etti. Bir uyandı ki ter içinde. Nabzı hızlı hızlı atmakta. Rüyaymış dedi. oda karanlık. Sevgilisinin soluğu ılık ılık ensesinde. Kolları belinde. Huzur buldu erkek. Meçhul Kadının karabasan gibi rüyasına da çökmesi garip bir tesadüf müydü?
Çok yoğun geçen bir gecenin sonun da yatar yatmaz uyuya kaldılar.
Odanın kendisini karanlığa teslim ettiği her gecenin sonu bir sabaha çıkardı. Besbelli bu gecenin sonu da öyleydi. Hiç de umdukları gibi olmayacağını anlamaları uzun sürmedi. Bu kez de gece düşleri hareketlendirecekti zihinlerini. İçine gömütlendikleri yatakları çok rahat olsa da Kadın ve Adam karmakarışıktı. Kah yüzleri dönük birbirine, kah sırt sırta ve arada sarılıp nefes nefese uyumayı denediler. Olmadı. Olmadı. İkisi de sıkıntılıydı. Uyumak için can atarken; dirençli bir uyanıklıkla karşı karşıyaydılar. Yeter dedi Kadın ilk. Aykırılık vardı ortada. Bu gece yan yana aynı yatakta uyumaları mümkün değilse, inatlaşmak saçmaydı illa ki. Üstünden yorganı sıyırdı. Önce sağ bacağını yere değdirdi ardından solu. Bedenin tümü kalkmalısın komutuna uydu. Kadın oturma odasındaki kanepeyi açtı. Kıpırdanmaktansa kalkıp ayrı yatayım, bari sevgilimin uyumasına engel olmayayım diye düşündü. İçerden üstüne battaniye getirdi. Güzelce örtünüp gözlerini sıkıca yumdu.
Sevgilisinin yanından usulca kalkıp odadan dışarı çıktığını uyumak üzere yumulmuş gözlerinden gördü Adam. O da huzursuz diye düşündü. Kadının yatağa dönmesini beklerken kendinden geçti. Erkek ve Kadın ayrı odalarda uykuya dalmıştı onca düşten sonra.
Gecenin bitmeye niyeti yoktu. Göz kapakları yorgunlundan kaçarken Adam kendini kendini yayın esnasında buldu. Romantik müzikleri ardı ardına dinleyicinin beğenisine sunarken, tonmayster karşıdan işaret etti elindeki beyaz kağıdı gösteriyordu.
Kulaklığı çıkararak “Ne var?” dedi.
Israrla bir kadın telefon numarasını size vermemi istedi diyerek kağıdı uzattı.
Yayın odasına geçti. Meçhul kadın dedi. Telefon numarasının ona ait olduğunu anlamakta gecikmedi. Sapır sapır döküldü kendine olan özgüveni. Şimdi ne olacaktı? Gözü karardı bacakları titredi bir an. Offf! Bu gece çekemem meçhul kadın havası nazı melankolisi… bir yanı ise meraktaydı. Bir saatlik yayın süresi bitmek bilmedi Dj’ye. Son müzik parçasını birkaç romantik sözle süsledikten sonra verdi yayına. Çıktı sonra. Bar cafede canı birkaç yudum içecek içmek istedi. Vazgeçti. Yürüdü kalabalığı yararak. Arabada sükut buldu. Yalnız kalabilmişti nihayet. Kağıt yazan telefon numarasını çevirip çevirmemekte tereddüt etti. Sevgilisinin ne düşünebileceğine takıldı aklı. Onun basit bir telefonlaşmaya aldırmayacağını çok iyi bilmesine rağmen, meçhul kadına kızdı. Beni zor duruma sokmaya ne hakkı var diye. Fakat, hıçkırıktan yeni çıkmış o sesi tekrar duymak istedi tüm egosuyla.
-Alo!
-Efendim.
- Kiminle görüşüyorum?
- Müptelanız bir izleyicinizle dedi Meçhul Kadın.
-Mutlaka onurlandım hanımefendi ama enteresan geldiniz bana.
- Evet. Enteresan olmayı severim.
-Özel numaranızı bırakmaktaki amacınızı anlamadım?
- Bunları buluşunca konuşalım mı?
-Çok cesursunuz. Dedi Adam.
- Siz mi teklif etmeliydiniz?
-Ha ha hayır!
--Öyleyse dedi Meçhul Kadın.
--Yarın Tramvay Meydanında mor pelerin giyeceğim bekleyin beni.
Erkek, tamam diyemeden telefon kapandı ve esrarengiz ses kayboldu. Aracındaki ağır atmosferinde boğulacak gibiydi adam. Elinden tutulmamış bir aşkın gözyaşına benzeyen ahizedeki sesin kendisine nasıl bir oyun oynayabileceğini düşündükçe delirmek üzere olduğunu hissediyordu.
Kararlı bir şeklide telefonu çevirdi. Karşıdan yanıt gelmesini beklemeden:
Kusura bakmayın yarın çok önemli bir işim var. Gelemem! Gelemem! Diye bir iki kez ısrarla tekrar etti. Bir uyandı ki ter içinde. Nabzı hızlı hızlı atmakta. Rüyaymış dedi. oda karanlık. Sevgilisinin soluğu ılık ılık ensesinde. Kolları belinde. Huzur buldu erkek. Meçhul Kadının karabasan gibi rüyasına da çökmesi garip bir tesadüf müydü?
52. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Adam ve Kadın bir beden olmuş, soluk bile alırken tenlerinin pıt pıt atışını dinlerken, cep telefonu caz parçası melodisiyle çalmaya başladı gecenin zifirinde. İkisi de bir anda irkilerek gözlerini açtılar. “Kim bu?” dediler? “Telefonunu kapatmamışsın galiba.” “Özür dilerim sevgilim unutmuşum.”derken ışığı yakmaya çalışan erkeğin, telaşlandığı yüzünden açıkça belli oluyordu. Telefon, komodinin üzerinde çalmaya devam ediyordu. “Acelesi var telefonun, bakar mısın ” Adam telefondaki numaraya baktı “Tanımıyorum ama numarayı. ” dedi. “Alo”
- İyi geceler. “ iyi geceler.”
- Meçhul kadındı telefon eden. “Sizi tanımıyorum?”
Adam memnuniyetsizliğini ancak böyle anlatabildi. Meçhul kadını tınısından tanımış, tedirgin vaziyette, ne diyeceğini bekliyordu. Nedir yahu başıma gelen?.. Dün akşamdan beri meçhul kadından çektiğim dedi. Alışverişe çıktık, çıkmaz olaydık diyeceğim neredeyse. Alışveriş merkezinin kapısında, onu kızıyla birlikte gördüğümden beri hayatımız alt üst oldu demeye dili varmasa da, gönlünden şimşek hızıyla böyle geçirdi.
-Sesimden tanımış olmalısınız dedi Meçhul Kadın.
Sinirli bir sesle Adam “Saatin kaç olduğunu farkındasınızdır umarım.” Derken sevgilisi sabahlığını giyerek mutfağa geçti. Meçhul Kadın, erkeğin sinirini görmezden gelerek:
--Farkındayım. Ama hani benim için Bob Marley’den No Women No Cry’ı çalacaktınız. Söz vermiştiniz…dedi. Sesinde yine bir hıçkırık gizleyen kadın gerçekten meçhule meyilliydi. Öyle masumaneydi ki. Çalınmasın istediği müzik parçasının peşine düşen kadındı. Erkek de mecburen dinleyicisini kırmamak için özenle seçtiği sözcüklerden cümleler kurmak zorun da kaldı:
- Önümüzdeki Çarşamba günü saat onda programım var. İstediğiniz parçayı, söz verdiğim gibi çalacağım. Fakat merak ettim siz benim telefon numaramı nereden buldunuz?
Meçhul Kadın:
- Bu da benim sırrım. İyi geceler… deyip telefonu kapatıverdi. Gecenin bu saatinde bu kadın delirmiş galiba dedi. Telefona baktı Adam. Numarayı çevirip bir iki söz söylemek istedi. Aman! Boş ver ya diyerek bu gece tuhaf şeyler oluyor bize dedi. Yoksa biz de mi bir şey var gibisinden mutfakta sigara içen sevgilisinin karşısındaki sandalyeye oturdu. Ne olursa olsun gece yarısı gelen telefonlar sakıncalıydı. Biraz çekindi. Rüyasındaki meçhul kadının hayaleti yetmemiş, üstüne bir de sesiyle de ulaşmıştı kendine. Sevgilisinin sakin suskunluğunu bozmaya çalışarak: “ Sormadın kim diye”dedi. iyi ya dedi kadın muzipçe:
-Soruyorum işte Meçhul Kadına, sen aradığında O’nu hangi cıngılla uyaracak telefonu! Muhtemelen, John Carpenter’den The End’dır.
“Söyleyeceğin bu kadarcık mı?” Evet dedi Kadın. Benden ne tepki bekliyorsun anlamadım? Ama gecenin esrarengiz telefonunun sahibi kimdir, necidir diye irdeleyip ciddiye almamı beklemiyorsun değil mi? Adam daha bir hayretle:
--Hadi canım. İnanmam. Hiç kıskanmadın, kızmadın mı?
--Dedim ya sevgilim.
-- Melankolik biri galiba.
“Meçhul kadındı telefon eden. Yüzünü bile görmeden muhteris bir histrionik mi kadın diyorsun.”
Kadın, yüzüne ışık gelen gölgeli gözbebeklerindeki kendine güvenle:
-Beklentilerin fena değil. Ama dikkat et, karşılaştığınızda beklentisini boşa çıkaran sen olma.
Erkek, duyduğu sözlerin tesirinden titreyerek:
--Yine mi, performansımla alay…? Diye sordu.
Kadın, ustalıkla “yok yok…” dese de Adam, üf dese kırılacak sesiyle “Ama şekerim, o ne biçim ifade yüzündeki” dedi.
- Ne varmış yüz ifademde? “Müstehzi.
” Alınmış mı benim sevgilim? İkimiz de yorgunuz. Yüzümdeki ifadenin nasıl olabileceğine dair fikir yürütemem gecenin bu saatinde. Az sonra sabah olacak. Yoksa senin, seni kıskanıp, çıngar çıkarmamam mı gücüne gitti?
Adam, yaktığı sigarasını kadınsı ve zarafetle çekti içine ve sonu gelmiş tütünün acımtırak zehir karışımı tadını içkinleştirerek diline.
--Beni nasıl iyi tanıyorsun dedi. itiraf etmekte sakınca görmüyorum. Evet. Sakince durman, inandırıcı gelmedi bana, hem de biraz acıklı bir sürpriz oldu. Hayal kırıklığının duygusallığını yaşıyordu adeta. Seven kadın mutlaka kıskanırdı. Demek ki , sevgilisi onu kıskanacak kadar güçlü duygularla sevmiyordu demeye getiriyordu. Ne alaka?
Yanıtla
Adam ve Kadın bir beden olmuş, soluk bile alırken tenlerinin pıt pıt atışını dinlerken, cep telefonu caz parçası melodisiyle çalmaya başladı gecenin zifirinde. İkisi de bir anda irkilerek gözlerini açtılar. “Kim bu?” dediler? “Telefonunu kapatmamışsın galiba.” “Özür dilerim sevgilim unutmuşum.”derken ışığı yakmaya çalışan erkeğin, telaşlandığı yüzünden açıkça belli oluyordu. Telefon, komodinin üzerinde çalmaya devam ediyordu. “Acelesi var telefonun, bakar mısın ” Adam telefondaki numaraya baktı “Tanımıyorum ama numarayı. ” dedi. “Alo”
- İyi geceler. “ iyi geceler.”
- Meçhul kadındı telefon eden. “Sizi tanımıyorum?”
Adam memnuniyetsizliğini ancak böyle anlatabildi. Meçhul kadını tınısından tanımış, tedirgin vaziyette, ne diyeceğini bekliyordu. Nedir yahu başıma gelen?.. Dün akşamdan beri meçhul kadından çektiğim dedi. Alışverişe çıktık, çıkmaz olaydık diyeceğim neredeyse. Alışveriş merkezinin kapısında, onu kızıyla birlikte gördüğümden beri hayatımız alt üst oldu demeye dili varmasa da, gönlünden şimşek hızıyla böyle geçirdi.
-Sesimden tanımış olmalısınız dedi Meçhul Kadın.
Sinirli bir sesle Adam “Saatin kaç olduğunu farkındasınızdır umarım.” Derken sevgilisi sabahlığını giyerek mutfağa geçti. Meçhul Kadın, erkeğin sinirini görmezden gelerek:
--Farkındayım. Ama hani benim için Bob Marley’den No Women No Cry’ı çalacaktınız. Söz vermiştiniz…dedi. Sesinde yine bir hıçkırık gizleyen kadın gerçekten meçhule meyilliydi. Öyle masumaneydi ki. Çalınmasın istediği müzik parçasının peşine düşen kadındı. Erkek de mecburen dinleyicisini kırmamak için özenle seçtiği sözcüklerden cümleler kurmak zorun da kaldı:
- Önümüzdeki Çarşamba günü saat onda programım var. İstediğiniz parçayı, söz verdiğim gibi çalacağım. Fakat merak ettim siz benim telefon numaramı nereden buldunuz?
Meçhul Kadın:
- Bu da benim sırrım. İyi geceler… deyip telefonu kapatıverdi. Gecenin bu saatinde bu kadın delirmiş galiba dedi. Telefona baktı Adam. Numarayı çevirip bir iki söz söylemek istedi. Aman! Boş ver ya diyerek bu gece tuhaf şeyler oluyor bize dedi. Yoksa biz de mi bir şey var gibisinden mutfakta sigara içen sevgilisinin karşısındaki sandalyeye oturdu. Ne olursa olsun gece yarısı gelen telefonlar sakıncalıydı. Biraz çekindi. Rüyasındaki meçhul kadının hayaleti yetmemiş, üstüne bir de sesiyle de ulaşmıştı kendine. Sevgilisinin sakin suskunluğunu bozmaya çalışarak: “ Sormadın kim diye”dedi. iyi ya dedi kadın muzipçe:
-Soruyorum işte Meçhul Kadına, sen aradığında O’nu hangi cıngılla uyaracak telefonu! Muhtemelen, John Carpenter’den The End’dır.
“Söyleyeceğin bu kadarcık mı?” Evet dedi Kadın. Benden ne tepki bekliyorsun anlamadım? Ama gecenin esrarengiz telefonunun sahibi kimdir, necidir diye irdeleyip ciddiye almamı beklemiyorsun değil mi? Adam daha bir hayretle:
--Hadi canım. İnanmam. Hiç kıskanmadın, kızmadın mı?
--Dedim ya sevgilim.
-- Melankolik biri galiba.
“Meçhul kadındı telefon eden. Yüzünü bile görmeden muhteris bir histrionik mi kadın diyorsun.”
Kadın, yüzüne ışık gelen gölgeli gözbebeklerindeki kendine güvenle:
-Beklentilerin fena değil. Ama dikkat et, karşılaştığınızda beklentisini boşa çıkaran sen olma.
Erkek, duyduğu sözlerin tesirinden titreyerek:
--Yine mi, performansımla alay…? Diye sordu.
Kadın, ustalıkla “yok yok…” dese de Adam, üf dese kırılacak sesiyle “Ama şekerim, o ne biçim ifade yüzündeki” dedi.
- Ne varmış yüz ifademde? “Müstehzi.
” Alınmış mı benim sevgilim? İkimiz de yorgunuz. Yüzümdeki ifadenin nasıl olabileceğine dair fikir yürütemem gecenin bu saatinde. Az sonra sabah olacak. Yoksa senin, seni kıskanıp, çıngar çıkarmamam mı gücüne gitti?
Adam, yaktığı sigarasını kadınsı ve zarafetle çekti içine ve sonu gelmiş tütünün acımtırak zehir karışımı tadını içkinleştirerek diline.
--Beni nasıl iyi tanıyorsun dedi. itiraf etmekte sakınca görmüyorum. Evet. Sakince durman, inandırıcı gelmedi bana, hem de biraz acıklı bir sürpriz oldu. Hayal kırıklığının duygusallığını yaşıyordu adeta. Seven kadın mutlaka kıskanırdı. Demek ki , sevgilisi onu kıskanacak kadar güçlü duygularla sevmiyordu demeye getiriyordu. Ne alaka?
Yanıtla
53. BÖLÜM YENİ HİKAYE
Dedi Kadın. “Seninle çoğu şeyi hiç konuşmadık. Kıskanç ve bencil hislerimi eriterek gönül kovamda, salt seni sevmeyi öğrendim zamanla. Bir başka kadınla sevgimizi, Biz’, kalbimi meydan savaşına sürüklemeden sevdim seni. Birlikte böyle mutlu olma yolunu seçtim. Yanlışdır öteki ve berikine göre ama ben böyle istedim. Seni kaybetme korkumdan özgürleştim sevgilim. İşte o zaman kalbim ve ruhum gerçekten özgür kaldı. Kalbim seni terk ederse ben de sana pes diyecek gücüm vardı. Anladın mı? Bunları konuşmaya zamanımız hiç olmadı. Ya da konuşunca büyü bozulurdu. Ne bileyim?.. belki de senin şaşırmanın nedeni, dile gelmeyenlerdi. Aslında bizim beraberliğimizi götürendi bahsettiğim. Sadece farkında değildin bebeğim. Neden mutluyuz sanıyorsun? dedi Kız ve gitti erkeğin başını göğsüne aldı, saç dibine parmaklarıyla hafif hafif masaj yaptı. Adama iyi geldi. Güzel ve hoştu. İpek kadınımı yeni tanıyor gibiyim dedi ve gözlerini kapatıp, sevgilisine teslimiyetini sonsuza değin devam ettirmek için kararını verdi. Yeni hikayemi yazmalıyım, diyen iç konuşmasının ışıltısı gözünün kıyısından içine kaydı. Burun kemçiği tir tir titredi. Huzur ve güven hissiyle dolu dolu ağlamak istiyordu. Aile olmayı isteyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Yuvası yurdu olmak çok enteresan geliyordu. Biz olabilmek, esas önemlisi. Şu an ki düşüncelerimi hayatıma geçirebilmek üç yılda değil , üç günde değil, üç saatlik bir gece yolculuğunun mucizesiyle yapabiliyorum. Evlenmek! Sıradan gelirdi. Oysa, sıra dışı. Hayatını her an biriyle paylaşmaya razı olmak gönül rızanla biteviye. Kadınsı duygularının yer ettiği erkek kalbinde sıcacık ılıklıklar akıp geldi. Elini uzatıp sevgilisinin elini avucuna aldı. Pencereden doğan günün ilk ışıkları mutfağı aydınlatırken birlikte balkona çıktılar. Güneş, pembe mor sancılarla mutluluğa heves eden taze çifte benziyordu. İlk bakışta, rengi sulu sepken yağan kar tanesine, bir an çiğ mavi mavi… Aman Tanrım!dedi Kız. Ne çok olmuş güneşin doğuşunu seyretmediğim?.. Adamın sesi, sessizlikti. Nefesiydi. Gök yüzü ve yer yüzü aydınlıktı. Yalnızdı. Kimsesizdi. İnsan kendine dönük, güneş dünyaya, dünya hem güneşe, hem insana dönüktü. Bir kuş çığlığı sessizliği yırtarak yukarıya, yukarıya kanat çırpışı döne döneydi. Kızın gözleri kuşu takip edebildiği kadar yükseğe takıldı. Takıldı kaldı bir müddet güneşin beyaz, beyza gümüşiliğinde. Kulağında hala kanat çırpan kuşun mi fa sol tuşundan çıkan ahenkli cıvıltısı…
“Beni terk eder gibi gidişlerine benziyor dedi işaret ederek gökyüzünü erkeğine:
“ Bazen günlerce aramazdın. Sitem etmedim. Çünkü sevmiyorum. Ya seni böyle sevecektim. Ya da senden gidecektim.
Meçhul Kadını anlıyorum. Çünkü O’nun muhterisliğindeki sınırsızlıkla tutuldum sana. Gidemeyeceğimi anladım. Kaldım . Kaldım canım. Öylece kaldım. Böylece kaldık. Birlikte, beraber kalabildik.
Seni aradığımda , bugün mazereti olmasa diyerek, heyecana kapılırdım. Havai ve taşkın tümcelerin dalgalı sesindeki “gel” deyişine aşıktım. “Konuğum var” deyiverince çalgın bir kadınım halimi görseydin. Tanıyamazdın. Donuk, mat rengim, küldü. Ölüm kadar hüzünle kalbim taş yutardı. Sesim soluğum çıkmazdı. Kesif, fersiz, kesintisiz, kadının güneş kucaklamış yüzünde hislerin biriken öyküsü renkten renge dönüşerek ışık huzmeleriyle yeryüzüne ulaşıyordu ve erkeğin kalbine.
Gece gelen Meçhul Kadın ve telefonu?... O ne ki?.. dedi Kadın efkar tüten sözcülüyle; mazeretler, mahsurlu geceler, yasak gibi aşkın sevda denizine daldık. Alacakaranlıktı. Yüzmekten korkmadık ama can yeleğimiz bendim. Yüreğimde taşıdım sevgilim. Bir kitabın hatırlamadığım bir sayfasının bir yerinde okuduklarımla kaynaşmış olan “Aşk iki kişiliktir. Sen de bilirsin. Hatalısındır.
54. bölüm yeni hikaye
Yaşadığını dışardan görenler uyarmaya çalışır seni. Senin, bile bile ölüme gider gibi gözü kapalı sevdiğini söylerler. Niçin? Neden? Aşkının hatasını yüzüne vururlar. Ama sen yine de öyle davranırsın. Hatanı yinelemekten korkmazsın. Adeta zevk alırsın. Acını kanatmak için zafiyette şarkılar dinlersin. Acı çekmek istiyor da olabilirsin dibine kadar. Herkesin anlaması gerekmez. Sen böyle yaşamak istersin diyordu. Aşağı yukarı ben de bunlar gibi düşünüyordum sana hissettiğimle birebir örtüşen. Dolayısıyla, egolarımı şişirmedim. Şımartmadım. Çevremi saran kozmiğin esrarengizliğini sevdim seninleyken. Benden ayrı olduğun zamanların hesabını yapmadım. Hislerimi, hissettiklerimi, hissettirdiklerini, hissettiklerimizi şüpheli kurgulamalarla üzmedim. Üzdürmedim. Zihnimin zehirli bahçesinde not, anekdot arşivlemedim.. Detaylarına inmedim. Bu aşkın alınyazısını kaderine terk etmedim. Ta ki, alışverişten dönene değin. Orada bir şey oldu? Biz’im yazgımıza bir anne kızın elele fotoğrafı dokundu. Sana da. Bana da… Çat diye. Sustu kadın. Erkeğin ne diyeceğini beklemeden. “Üşüdüm. İçeri giriyorum.” Dedi.
Adam, düş bahçesinin dikenli tarafına hiç geçmediğini nihayet anlamıştı. Geç kalınmış zamanın telafisi erken oluyordu. Sabah kadar yakın. Gecenin döngüsünü sabırla beklemek gibi. Güneşe yüzünü çevirip, beraberliklerinin hikayesini yazan kadının ardından gitti.
Kadın göğsünde düğümlenenleri çözmüştü. Daralması geçmişti. Yatak odasındaki yatağına uzanmıştı. Yaşamı aşkı, sevgilisi, sevisi… Sevişi, sövüşü, dövüşü hepsi beraberce geliş, giriş, vuruş, veriş, ve bir alış verişti sade ve sadece. Nefes nefese kalıncaya değin.
Ve bir iç yangınıyla yanı başında dikilen Adam ne düşünüyordu?diye merak etmekten kendini alamadı. Bir iç ses ahenginde her şey, her sözün yankılaması iki kalbin sırça sarayında duyuluyordu. Kızın ki erkeğe. Erkeğin ki de kıza. Kadının içinden geçen soruya,
Ne mi düşünüyorum sevgilim?dedi Adam. Seni düşünüyorum ve sözlerini. Yokuş yukarı yürüyorum. Veryansın hayata. Küfredeceğim bana izin verse gece. Güneş doğmasın. Gitmesin gece. Şu an bitmesin. Konuşalım. Konuşmalara doyamayalım. Kıtlıktan çıkmış aç bir insan gibi sen ve ben anı, taşkın hali içimize, bize sinsin istiyorum dedi.
Kadın, istekle sevgilisinin iç sesine uydu.
-Sen de mi? dedi. evet , evet, ben de dedi Adam. Yemin et! Yemin et. Hayır. Sen yemin et. Sözlerin hangisi kızın, hangisi erkeğindi? Birbiri içine geçmiş, sımsıkı kenetlenmiş sevi ağında hiç fark etmiyordu kimin konuştuğu kaygısı. Yaşanmış, yaşanacak ne varsa sahiplenerek ipekli yorganı dört elle çekip örtünmüşlerdi. Artık, açıkta kalan, yetmeyen bir soru işareti kalmamıştı hayatlarında.
Yorganın altında göz gözü görmez karanlıkta birbirlerini görüyorlardı. Bir başkalık geldi Kadın ve Adamın yüzüne. Bir başka bakış gözlerine. Yeni tanışan iki çiftin utanışına yakalanmış. Ses çıkarmaya çekinik çift, eskiyen zamanın aşkı bitireceğini savunanlara inat sarmaş dolaştı yeniden. Yine yine sevdalı ve bir cenini canlıya dönüştürmeyi sahiden istiyorlardı. Tohumla toprağın gömüşmesi ve baharı bekleyen günler aylar… rüzgarın çevik adımları, şimşeğin hıçkırıklı ışığı, karakterine can veren hikayecinin hayal dünyasının durduğu an. İşte bu andı. Kekliğin keklik gibi sıçramadığı, aksağın yürüyüverdiği, kaosun düzene geçiverdiği, ihtirasın seviye dönüştüğü, ihanetin sadakate geçişi:
Benimle evlenir misin?
55. bölüm yeni hikaye
Adamın teklifi yatak odasında çın diye çınladı.. Kararlı, içten, isteyen, çok isteyen bir sesle dillendirilmiş teklifin kaderini cesaretle uzattı erkek sevdiği kıza.
Kadın, ilk önce sağır oldu. Duyduğunu tekrar etti içinden. Ne söyleyeceğini gerçekten bilemedi bir iki dakika.
--Seni seviyorum. Seninle yaşamak istiyorum. Karım olmanı istiyorum!
Kadın, bir yaranın kabuğunu kaldıran doktor gibi soğukkanlı başını eğdi önce sonra mazinin kapısını araladı istem dışı güçlü güçlü . Bedeninin kavisi düzleşti. Budha gibi ayaklarını doladı birbirine. Omzu sırtı dim dik ve T harfi tıpkı. Karnını bir nefesle içine çekti. İki elini avuç avuca ayak bileklerinin üst temasında birleştirdi. Gözlerini yummuştu çoktan. Havarilerin huşusuyla tekrarlayan nefeslemeler çekti kalbine doğru dem bu dem. Onun ne diyeceğini bilemediği an be an’lardaydı. Kalbinin sesi, sessizliğin sesini dinliyordu.
Sevgimizin arka bahçesinde neler oluyordu? Bu sorunun yanıtına gelecek cevap erkeğin kalbine güveniyorum sana diyecekti. Beraberlik kendiliğindenlikten çıkıp, şahitler huzurunda, nikah memurunun “Bu Adamla evlenmeyi kabul ediyor musunuz?” sorusuna Kadın “evet!” dedikten sonra, dönüp erkeğe “Siz Bu Kadınla evlenmek istiyor musunuz?” deyip bekleyecek Adam “ Evet! Evet!.” Gökyüzünden gürleyen gür akortlu DJ nidasıyla noktayı koyacak, salondan kopan alkış tufanı, artık beraberlikleri onaylanmış çiftin gülümsemelerinin resmini fotoğraf karesinde ebediyete ulaştıracaktı. Karlı kışların tozutup geçtiği balkonda iki kişi, erkek ve dişi. Kadın ve Adam. Hanımefendi, beyefendi. Ana Baba. Karı Koca. İki eşin gönlü açık, sardunyaları açmış. Balkon kapısı açık salona doğru… Evlilik kokusu sarmış odayı ve kapısından sarmaşıklar gibi çocuklar sarkıtabilecek bir teklife ne demeliyim dedi Kadın? Kalbine soruyordu.
Sor O’na dedi:
- Seni olduğun gibi sevdim. Bu bağla, bir bağlılık yemini verdiğinde, verdiğin sözün ağırlığının farkında mısın? de, O’na. Kadın gözlerini açmadan, pes melodik bir sesle kalbinin söylediğini yineledi erkeğe.
Adam, her şeyi göğüslemeye kesin karar vermişti:
“Evet! Dedi Adam. Evet! Senin huzurunda evet! İstersen hemen yanıt verme sevgilim. Ben beklemeye hazırım. Bizim için her gün hiç bıkmadan yineleyeceğim emeğimi.”dedi.
Kadın, gözlerini açtı.
“ Tamam! Dedi. Bir tek isteğim var. Benden bir şey saklıyorsan şimdi söyle. O zamanın, zamanı sevgilim! İçini kurt gibi yiyen bir halini fark ettiğimi biliyorsun. Onu bilmem gerek! Madem her şeyi konuşuyoruz. Aramızdaki görünmez duvarları yık! Senin kalbine göçeyim, zaman kaybetmeyelim.”
Adam, beklemediği fırtına yağmurunun sağanağında sırılsıklamdı. Kız mantık yürütmeyi sürdürüyordu.
“ Bir his bu. Sana sarıldığımda biri daha var beni kollarına alan anlıyor musun? Üçgenin üç köşesi de sahipli gibi. O kim, nedir, nedensiz midir… ” Yanıtsızlık her şeyi berbat edebilecek kadar ortadaydı.
Erkek, dikleşti bu kez.
“ Evet,dedi. Yeni bir hikayem var geçici bir süreliğine. İçimde kadınsılığa dair duygular yoğunlaştı. Bir müddet onunla yaşamamız gerek. Beni ve Biz’i paylaştığın O his. Daha fazla bir şey sorma . Anlatamam. Sadece Biz’e güven. Seninle beni bir vücut, bir beyin, bir kalp, bir bütün edecek bir ömrü birlikte yaşamak istiyorum. Bana inanmanı istiyorum! Seni seviyorum. Evlen benimle. Evlenelim.”
Şaşırma sırası kızdaydı. Sevgilisinin sırrı önemsizleşti birden gözünde. Olumsuz senaryolar yazmadığına öyle sevinmişti ki…
Kalbi sabırsızlanarak “Evet! De . Evet! De” diye ana atardamarlarıyla atıyordu “çıt! Pıt!”
Erkeğin iki gözü tek göz olmuş bekliyordu. Kadın, kadınsı nazlar yapmasam da atılsam kollarına “ Evet! Evet sevgilim! Evlenelim. Biz de sıradan evliler gibi kızımızın elinden tutar gezmelere, alışverişlere gideriz… Ne güzel ve ne mükemmel bir baba olursun” demek istedi hemencecik. Ama hala ağzından bir kelime çıkmamıştı. Erkek çoşkulu:“ Gelinliğinle kucağımda taşıyacağım. Ahdım var sevdiceğim. Küçük bir erkek çocuğuyken. İlerde evlenirsem, eşimi, evimin eşiğinden şu filmde olduğu gibi kucaklayıp yatak odasının kapısından geçireceğim diye söz vermiştim. O sensin. Haydi eşim ol. Senden başka biri değil o. Sen kısık bir sesle evet! de yeter ki. Ben haykıracağım EVET! EVET! EVET!” benim hikayemin Kadını sensin. Kadınımsın. 25. Aralık. 2009 Cuma.
İyi günler, Biz dünyanın her yerine 1 yıl ila 20 yıl geri ödeme süresi dönemde% 3 gibi düşük çok az yıllık Faiz Oranları ile Özel Ticari ve Bireysel Krediler sunun. Biz 100.000.000,00 TL'ye 5.000 TL aralığında kredi veriyoruz. Bizim kredileri de maksimum güvenlik için sigortalı önceliğimiz, size nasıl bir okunaklı Kredi Alacakliya almak için endişe geceleri uykularım musun? Hızlı parmağınızı çivi ısırma musunuz? Bunun yerine kendinizi dayak, şimdi Kredi Çözüm Şirketi Sayın Wilson Jones başvurun Kötü Kredi Geçmişi durdurmaya yardımcı Kredi uzmanları, Misyonumuz bir kazan çözüm bulmak için. İlgilendiği Kişiler E-posta yoluyla bana başvurmalısınız: Lender`s Adı: Mr: Wilson Jones Lender`s E-posta: creditsolutioncompany@gmail.com
YanıtlaSilBİR kredi gerekiyor mu !!!
YanıtlaSilBenim adım Oscar White ve ben özel bir kredi borç veren duyuyorum. i% 3 faiz oranıyla kredi sunuyor. Bana irtibat numarası ile yer ne kadar istediğiniz ve nerede bildirin ve seni borç verecek. İyice görmek için ayrıntılı bilgileri, Hükümler ve koşulu ile size sağlayacaktır. Seninle çalışmak ve bir sonraki büyük bir anlaşma ile size sunmak için sabırsızlanıyoruz!
ilgilenen kişi oscarwhite1957@gmail.com yoluyla bana ulaşın lütfen gerekir
Bizim hizmetler şunlardır:
* Bireysel krediler
* Borç konsolidasyonu kredileri
* Kabiliyet
* İşletme Kredileri
* Eğitim Kredileri
* Mortgage
Ilgilenen müşteriler başvuru formu ve koşulları için bizim e-posta isteği gönderebilirsiniz gerekir. Kredi işleme Çalışma günleri aşmak ve kredi Transferi sadece sadece (1) saat 35 dakika değil bizim harika hizmetlerini deneyin ve kendiniz için bkz.
sıcak Regard
Benim adım Kenneth Mitchell, Amerika'da bulunuyorum. Tanrı'nın el işini halka yayımlamak istiyorum. Tanrı bana ve aileme çok minnettar olmuştur. 5 ay önce ülkemde (ABD) bir ev satın almak için 90.000.00 $ değerinde bir kredi arıyordum. Ve çevrimiçi çeşitli borç verenler tarafından aldatılmıştım, ancak 2 hafta önce bir arkadaşım tarafından bir borç verene yönlendirildi ve borç verenin adı Bay Kenneth Mitchell'dir. Kenneth Mitchell Loan Company'nin CEO'su kimseyle ilgilenen herhangi biri tavsiye edecektir. Gerçek bir kredi, herhangi bir kredi miktarı için [kennethmitchellloancompany@gmail.com] aracılığıyla bir borç için adamla iletişime geçmelidir.
YanıtlaSilMerhaba,
YanıtlaSilBankalar bir kredi elde etmek için size dönüyor,
Şirketim size yardımcı olması için endişelenmeyin.
En az 2.000,00 TL'den 20'ye, milyon TL'den
Bugün kredi için başvurun.
Iletişim e-posta bağlantısı: rajskionlineloanservice@gmail.com
Saygılarımızla.
Şirket
Bay Rajski.
Bir krediye çok nazik bir sekilde e-posta ile ulasmaniz gerekiyorsa, Bayan Dogan'dan 50.000TL'lik borcumu aldim: creditkredi@gmail.com
YanıtlaSilBir krediye çok nazik bir sekilde e-posta ile ulasmaniz gerekiyorsa, Bayan Dogan'dan 50.000TL'lik borcumu aldim: creditkredi@gmail.com
YanıtlaSilEger bir kredi ihtiyaciniz var mi? Eger bir is erkek ya da kadin vardir ve isinizi artirmak için bir kredi ihtiyacim var ?? Eger bir is baslatmak için sermayeye ihtiyaç mi? senin kredi sorunlari ne olursa olsun biz düsük ve uygun faiz orani hem de bireyler ve sirketlere kredi teklif olarak, burada sizin yardiminiza geliyor. bugün kredi almak (Ericfinancee@gmail.com veya ericfinancee@outlook.com) bizimle iletisime geçip bugün kredi almaniz gerekmektedir.
YanıtlaSilHepinizi iyi günler, bunu sadece arkadaşlarınızla paylaşmak istiyorum, çünkü şimdi çok mutluyum, nihayetinde herhangi bir krediye ihtiyacınız varsa, o zaman bu e-postayla kendisiyle irtibat kurabilirsiniz: creditkredi@hotmail.com
YanıtlaSilHepinizi iyi günler, bunu sadece arkadaşlarınızla paylaşmak istiyorum, çünkü şimdi çok mutluyum, nihayetinde herhangi bir krediye ihtiyacınız varsa, o zaman bu e-postayla kendisiyle irtibat kurabilirsiniz: creditkredi@hotmail.com
YanıtlaSilOakland Başkentlerine Hoş Geldiniz, Çalışkan insanlara,% 3'lük bir faiz oranıyla bireysel kuruluşlar için ihtiyaç duydukları fonları hızlı bir şekilde almaları için maddi yardım sunuyoruz. Esnek kredi limitimiz var, Milyonlarca kişi tarafından güvence altına alın, Dakikalar içinde uygulayın. Bizim Özelliklerimiz; Hızlı Uygulama, Anında Karar, Hızlı Fonlama, Özel Destek.
YanıtlaSilİletişim Ofisi: oakland.formal@hotmail.com